|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
İşte bu yüzden, ulusça yaşamakta olduğumuz en derin kaybımız, kamu sektöründe çalışanların idari kalıplara uymak adına kendilerini, kurumlarını, toplumlarını ve ülkelerini daha ileri noktalara taşımakta kullanılabilecek yegane araç olan doğal sezi ve yeteneklerini yavaş yavaş kaybetmeleridir.
Bu kaybın başlıca iki boyutu vardır: birincisi tüm memurların tek tip iş kimliğine özendirilmeleri ve bu iş kimliğinin kalıplarına uymaya zorlanmaları nedeniyle daha iyisine, daha güzeline ve daha gelişmişine yükselmemizi sağlayacak araştırmacılık ve kaşiflik girişimlerinden de, bu girişimlerin sonucu olan yaratıcı düşünce ürünlerinden de kamu sektörünün hiç nasibini alamaması nedeniyle uğranılan kayıplardır.
Cemalettin N. Taşçı'nın Kızılelma Yayıncılık tarafından piyasaya çıkartılan "ePosta" adlı kitabının tanıtım yazısında herbiri, bir diğerinin yerini alabilecek tek-tip memurların gelişme olgusunun doğasına aykırı bir formasyon olduğu bakın nasıl izah edilivermiş:
" Aşikar ki, diğer tanrıların büyük tasarısı bizdik. Biz birer enstrüman olmaktan çok fazla bir şeydik. Bu bize çok büyük mesuliyetler yüklüyordu ve fakat mesuliyetimizin ne olduğunu ve onu nasıl yerine getirebileceğimizi tayin etme hürriyetimiz de vardı. Kaldı ki, daha önceki tanrıların hiçbiri, her birimizi diğerinin aynı, biri diğeri tarafından ikame edilebilir neferler olarak da tarif etmiş değildi. Halbuki Weber'in belirgin bir burukla önlenemez biçimde yaygınlaşacağını öne sürdüğü bürokraside, yani modernliğin organizasyon anlayışında, herkes, bir başkası tarafından ikame edilebilirdir. İnsana bağımlı olmak, modern organizasyonlar için, en katlanılmaz haldir. Hatta kendisine bağımlı olunan insanlar için bile. "
Kalıplar nedeniyle yaşadığımız kayıpların ikinci boyutu ve belki de daha önemlisi ise, idari yapıya adaptasyon sürecinde benimsenen davranış kalıpları ve pasif-olumlu kişilik özelliklerinin memurları idarenin, yani üst düzeydeki memurların uygunsuz talimatlarını da yerine getirmelerine sebep olmasıdır.
Ülkemizin uluslararası alanda bir insan hakları sanığı olarak tanınmasına yol açan keyfi uygulamaların da, bir yolsuzluklar cenneti olarak isim yapıp Birleşmiş Milletler Örgütünce yayınlanmakta olan İnsani Kalkınma Raporlarının alt sıralarında, bazı Afrika ülkelerinin dahi gerisinde yer almamıza yol açan usülsüzlük ve sahtekarlıkların da temel sebebi bu bence… Memuriyet kalıplarının insanları özgürlük ve duyarlılıklarından etmesi sayesinde bu tür aykırı eylemler için müsait bir ortam yaratılmış oluyor. Bundan kesinlikle eminim şimdi... Oysa önceden, bu konuda kanunların, tüzük ve yönetmeliklerin varlığının tek başına yeterli olacağına inanırdım. Yasa ve yönetmeliklere aykırı bir durum olduğunda adeta alarm zilleri çalacağını ve suçluların derhal yakalanıp kanun önünde hesap vermeye zorlanacağını sanırdım.
Zaten de Patronumun sahte faturalarla 200,000 Doları zimmetine geçirdiğine tanık olduğumda bu kanaatimden, bu saflığımdan ötürü bunu hemen Banka Yönetimine rapor ederek müşterek ve müteselsil sorumluluktan kurtulmak istedim. Bir soruşturma açılacağını ve o paranın son kuruşuna kadar geri alınacağını bekliyordum.
Bir yıl geçmedi ki geriye dönüp baktığımda 200,000 Doları zimmetine geçirenler de, makam taşıtını beğenmeyip uydurma komisyon kararlarıyla altlarına yeni Mercedesler çekenler de keyif ve fiyakaları gayet yerinde, muteber mevkilerde yüksek memurlar olarak günlük iş(!) hayatlarına devam ediyorlardı. Ben ise kızak göreve atanmış, sicili bozulmuş, terfisi ve yurt dışına tayini engellenmiş, tüm bunlara itiraz ettiği için bir de disiplin cezasına çarptırılmış vaziyette, tam bir suçlu muamelesi görerek akıbetimin ne olacağını merak ve endişe içinde bekliyordum. Arabamı, eşimin ziynet eşyalarını, satılabilecek her şeyimi satmış, kenar mahallelerde kirası daha ucuz bir eve taşınmış, günü 1-2 milyon TL ile geçirebilmek için dişimi sıkıyordum. Mesai arkadaşlarım arabalarına binip kaybolduktan sonra daireden çıkıyor, saatlerce otobüs bekleyip yararsız bir günü daha noktalayarak, tükenmiş vaziyette eve dönüyordum.
Gördüm ki kanunların varlığı soygun ve usulsüzlükleri önlemek için yeterli değil. Benim gibi, Don Kişot misali tek başına ortaya atılıp üst kademelerde kotarılan yolsuzluk ve usulsüzlükleri daha da üst kademelerdekiler rapor etmek de çözüm değil. Bu işin o kadar derin merkezcil ve merkezkaç güçleri var ki, bir ya da birkaç kişinin çabalarıyla mesafe alınması imkansız.
Ben daha ne olduğunu anlayamadan kendimi yerde bulmuştum işte... Mecazi anlamda "Bay Paspas" olup yere serilmiştim de kirli ayakkabılarını benim üzerimde temizleyip daha üst görevlere yol alıyorlardı marifet sahipleri… Göklerden bir müdahale yetişti, bizi ölümün kıyısından bir ambulansa atıp hastaneye koşturdular da, ciddi bir ameliyat sonrasında adımız "Bay Bypass" olup bu hengameden paçayı kurtarmamız sağlandı… Biraz iyileştikten sonra da bankada staj yapan bir öğrenciyi araya koyup bizim bankadan sorumlu Bakana ulaştık da, zararın o iflasa bitişik duran noktasında herşeyi olduğu gibi bırakıp, sırf sağlığımızı kurtarmak adına bulunan bir formülle, adeta sihirli bir halıya binip ortalardan kaybolduk...
Şimdi Avrupa'da, bizim bankayla dış yatırım ilişkileri olan bir başka bankanın araştırma ve eğitim merkezinde görev yapıyor ve herşeyden uzakta yaralarımı sarıp kendime gelmeye çalışıyorum.
"İyi ki..." diyorum kendi kendime, iyi ki bu işi savcılık, karakol, mahkeme, medya" diye büyütmeye kalkmamışım. Sadece banka yönetimine yazılı müracaatta bulunmakla gelinen nokta yıllarca beş parasız sürünüp biçer döverin içinden geçmişçesine yara bere içinde bir yana savrulmak ise, ötesini varın siz düşünün...
Ben üniversite yıllarımda işportacılık yaparak harçlığımı çıkarttığım günlerden biliyordum hiçliği ve yoksulluğu... O yüzden, devletin parasıyla, üstelik de hiç ihtiyaç yokken, ikinci bir makam taşıtı alınmasına kılıf oluşturacak sahte komisyon raporunu imzalamayı hiç tereddütsüz red edebildim. Oralı olmayıp imzayı atsaydım, o Mercedesi her gördüğümde ya da düşündüğümde mideme ağrılar girecekti, biliyordum. Ama başıma bu kadar büyük bela açacağını da beklemiyordum doğrusu... Fakat o hiçliği hiç tatmamış arkadaşlarımın amirlerinin benzer talepleri karşısında aynı cesareti göstermelerini bekleyemeyeceğimi artık biliyorum. İnşallah tekrar aynı durumda kalmam ama, ben bile, bunca hasardan sonra, doğrusu direnebileceğimden emin değilim.
Bunları birilerini ya da kurumu teşhir etmek için değil, kalıpların gücünü yansıtmak için aktardım. Evet, diğer meslektaşlarım kalıplara uyup idarenin gazabına karşı siper almakta çok haklılar.
Kalıplara rest çekecek, onların önüne duracak birilerinin ezilip gitmekten başka bir sonuca ulaşamayacakları, benim tecrübelerimden sonra açıkça gözüküyor. Belki de onlar bunu çok daha önceden görüp sakınarak kendilerini koruyabildiler. Ben ise biraz babayiğitlik edip onları görerek tanıma, anlama, teşhis etme ve tanımlama şansına sahip olduğum, oldukça pahalıya malolan, kişisel bir tecrübe yaşadım.
Ağır yaralandım ama, intikam peşinde koşmak bana göre değil. Ben ülkemi seviyorum ve tecrübelerimi ülkem yararına kullanabileceğim büyük bir fırsat yakaladığıma inanıyorum. Çünkü artık kalıpların sadece nasıl işlediği hakkında değil, aynı zamanda onların nasıl etkisiz hale getirilebileceği konusunda da fikir sahibiyim.
|
|
|