KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

KAHVE MOLASI

 20 Mayıs 2002 - Geçmiş Bayramınız Kutlu Olsun


İyi haftalar dostlarım,

Öncelikle Cuma günü yaptığım eşeklik nedeniyle hepinizden özür dilemek istiyorum. 19 Mayıs'ı unuttum. Aslında atladım desem daha doğru olur. Geniş bir hafta sonu gazetesi hazırlayayım derken, esas söylenmesi gerekenleri unutuverdim işte. Çok özür dilerim. O yüzden;

Geçmiş 19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik Spor Bayramınız Kutlu Olsun.

Ergenlik dönemindeki her gencin hayatında 19 Mayıs önemli bir yer tutar eminim. Artık 23 Nisan'lar da değil 19 Mayıs'lar da sahneye çıkılacaktır. Elde balon yerine, lobut, çember taşınacak, yürümek yerine bolca koşulacaktır. Anılarımda, 1977'de, Bornova'da, eski mezarlıktan bozma şehir stadında, kırmızı şeytan pantolonlarımızla yaptığımız insan kuleleri var. Mezarlık böceklerini üstümüzden atmaya çalışırken, arkadaşlarımızın omzuna çıkma gayretimiz, arada bir yıkılan kuleleri elbirliği ile tekrar kurmamız, ama sonunda büyük bir gururla eve dönüşümüz bugün gibi aklımda. Dün de aynen böyle oldu, Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de ve tüm Türkiye'de çoşkuyla kutlandı 19 Mayıs. Ankara'nın görkemi İstanbul'da pek yoktu ama, sağolsun NTV, İnönü Stadında bir dizi aksiyon yaparak, arayı kapatmaya çalıştı.

Öğrenmenin yaşı yoktur derler, ben de henüz öğrenme yaşında olduğumdan (!?), dün yeni bir şey daha öğrendim. Bilenler cahillikle suçlayacaklardır beni ama napalım, bilmemek değil öğrenmemek ayıp. Ben de öğrendim işte. Yıllardır bağıra bağıra her fırsatta gururla söylediğimiz "Dağ Başını Duman Almış" gerçekte bir İsveç Halk şarkısıymış. 1905 yılında Selim Sırrı Tarcan tarafından getirilip, muhteşem güftesi yazılarak halka sunulmuş. Bizzat Atatürk tarafından da öğretilmiş. İsveç Halkına bu şarkı ne ifade ediyor bilmiyorum, ancak bana yaşattığı çoşkuyu hiçbir şeye değişmem. İsveç'ten çıkması, İsveçlilere olan sempatimi artırır hepsi o. En resmi toplantılardan, bol şarkılı içki masalarına kadar her platformda rahatlıkla söylenebilen bu muhteşem marşı, 15 gün sonra Dünya Kupası'nda da bağıra bağıra söylemek istiyorum. Düşünün, yenmişiz Brezilya'yı, dökülmüşüz sokağa, haykırıyoruz hepbir ağızdan "Dağ Başını Duman Almış". Çok güzel olmaz mı?

..........

13. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali "Nazım'a Armağan"la başladı. Bu konuda ki yazıyı yarınki sayıya yetiştirmeye çalışacağım:-)) Bugün oyun yok ama yarından itibaren, çok güzel oyunlar izleyebilirsiniz. Bundan böyle 2 yılda bir düzenlenecek festival de, 2 yıl daha Dünya tiyatrolarından örnek görmek güç olacağından, bu 15 günü iyi değerlendirin derim.

..........

Cuma günü yaptığım, "TEXT" isteyenler öne çıksın çağrıma sadece 5 yanıt aldım ama, genede görülemediğini varsayarak ve bundan sonra abone olacaklara seçenek sağlamak üzere bundan böyle "Kahve Molası"nı "TEXT" formatında da yayınlamaya karar verdim. Bana fazladan bir yarım saate maloluyor, yani hiç önemli değil, yeter ki siz okuyun:-)) Sol yanda bulunan "ABONE FORMU "yardımı ile, siz de text formatına kesin dönüş yapabilirsiniz.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kahvehane Sahibinden


Asparagas Virüsler

Mikroplarla, kurtçuklarla uğraşmayı bitirmişiz gibi bir de başımıza asparagas virüsler (Hoax) çıktı. Yani delinin biri kuyuya bir taş atıyor, bin akıllı taşı çıkarmaya çalışacağına, deliye uyup kuyuya taş atmaya devam ediyorlar. Sonunda ilk söyleyen de söylediğine inanıyor ve bu söylenti, bir virüs hızıyla yayılıyor. Bunlar aslında tembel virüs üreticileri. Yeni bir virüs programı yazacaklarına, herkesin bilgisayarında olabilecek bir sıradan dosyayı virüsmüş gibi gösterip korku salmaya çalışıyorlar. Tabi buna inanlar da bu zararsız, sıradan dosyayı bilgisayarından siliyor. Gel zaman git zaman bir gün o dosyaya ihtiyaç duyulduğunda dosya bulunamıyor ve bir programınız çalışamayabiliyor. Veee, tembel virüs üreticileri de, yarattıkları bu asparagas virüsle yaydıkları telaşın arkaısndan kıs kıs gülüyorlar.

Bunun son örneği "jdbgmgr.exe". Windows'un system klasörünün içinde bulunan bu sistem dosyası, küçük ayıcık ikonu sahibi olduğundan özellikle seçilmiş. Haa bu dosya ne işe yarar diyorsanız, vallahi bilmiyorum ama Windows'un zararsız dosyalarından biri olduğunu biliyorum. Özetle, eğer bilgisayarınızda herhangibir sorun yokken bu türde bir uyarı alıp, dosyayı silmeden önce mutlaka bir bilene danışın. Hem şunu sakın unutmayın: Hiçbir sapık virüs üreticisi, öyle bir dosya silerek kolayca kurtulabileceğiniz bir virüs için klavyesini tıklatmaz.

 Kahvecinin Günlüğü


  • VII. ULUSLARARASI CRR GENÇLİK FESTİVALİ (18-26 MAYIS 2002)
    İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuvarı öğretim görevlileri Cihangir Terzi ve Yrd. Doç. Dr. Süleyman Erguner tarafından hazırlanan konserde, milli kültürümüzün aynı kökü ve aynı gövdesinde serpilen iki kardeş müzik türümüzün (THM-TSM) seçkin örneklerinin yer aldığı dinamik bir repertuvara yer verilecek. Genç Türk Müziği sanatçılarının solo ve koral katılımlarıyla yorumlayacakları türkü ve şarkılardan oluşan program iki ayrı bölüm halinde sergilenecek. Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda saat 19:30'da. Biletler, 2.500.000.-TL.


  •  Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


    Rekabet

    Geçen yazımda ticari zeka ile tanışmamdan bahsetmiştim. Bildiğiniz üzere ticaretin en önemli konularından biri de rekabet. Ticari rekabet; hiç bir zaman EZELİ rekabet gibi olmamıştır elbette Türkiye'de :-)) Zaten birçok ülkede de yok. Allahtan son haftaya girerken 3 puanlık bir fark söz konusu idi burada ama ya İtalya'daki Juventus-Inter gibi bir durum olsaydı ?

    Ticaret ile tanışmam üniversite yıllarımda olmasına rağmen rekabet ile tanışmam tersine daha önceki yıllara sanıyorum 1970'lere dayanıyor. Süper Babaanne'den söz edince bu vesile ile kendi babaannem ve anneannem de nur içinde yatsınlar ! Zaman zaman bizim evde kalırlardı bu ikili ! Dedelerimi çok önceden kaybetmiş, onlarla tanışma fırsatım olmamıştı ama bu tatlı ikiliyi iyi hatırlarım : Bir rekabet, bir rekabet aralarında...

    Giyimleri, kuşamları, yaşları, eğitimleri biribirine benzemesine rağmen epeyce rekabet konuları varmış. Öncelikle içtikleri sigaralar. Biri GELİNCİK diğeri BAHAR sigarası içerdi. Kutuları her ikisinin de kare ve aynı, ikisi de yuvarlak ve filtresiz, genellikle hafif içimli bayanlar için ( Mesela erkekler için de Yenice sigarası var idi, kutusu aynı ama sigaralar yassı ve sert içimli idi ). Birinin sigarası bitse öbürünün sigarasından içmez derhal bakkalın yolunu tutarlardı. Eğer ben; " Maçtan sonra getiririm, idare edin aranızda " filan dediysem de " Aaa ! Olur mu o bir şeye benzemiyor, bazıları nasıl içerler o sigarayı anlamıyorum ! " gibi birbirlerine de laf atmaktan geri kalmazlardı :-))

    Bir diğer rekabet konusu da türkücülerimiz idi. O yıllarda beğenilen türkücülerimiz Nuri SESİGÜZEL ve Ahmet SEZGİN. Her ikisinin de sesi güzel, yanık türküler, uzun havalar filan pek fark yok aslında bize göre ama gel gör ki onlar sürekli didişirlerdi. " Aaa ! Olur mu ayol filanca daha güzel söylüyor, öbürünün sesi beş para etmez ! " gibilerinden. Ankara'nın sıcak yaz günlerinde balkonda oturup yarenlik ederlerken ve hafifçe radyoyu dinlerlerken diyelim türkücülerimizden birini anons ettiler, onu seven hemen kalkıp radyonun sesini açarken diğeri balkondan evin içine kaçardı :-))

    Arkadaşlarım arasında buna benzer bir rekabet de Cem KARACA ve Barış MANÇO arasında idi. Benim ilgi alanımda olmasa da Orhan GENCEBAY ve Ferdi TAYFUR arasında da görmüştüm benzeri rekabeti, özellikle minibüsçülerde ! Ama beni rekabet ile tanıştıranlar anneannem ve babaannem idi. Umarım tüm rekabetlerde onların rekabeti kadar tatlı olur ilerleyen yıllarda :-))

     Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


    El alem şenlensin, sen otur ağla.

    Bir bayan 'kahvemolası' okuru, beni tanıyan bir başka okur aracılığıyla bana bir yazı siparişi vermiş. Okurumuzun bana iletilen notu aynen şöyle; 'Yazarın yazdıklarından hiçbir şey anlamıyorum ama yine de zevkle okuyorum. 'Aldatılma' üzerine bir şeyler yazarsa çok memnun olurum'.

    Bana sorarsanız (ki soruldu); Aslında bizi aldatan şey 'Aldatma' kelimesinin ta kendisi. 'Aldatma' yerine 'Sadakat' kelimesini seçseniz kesinlikle aldanmazsınız derim.

    Aldatma denince akla bir somut olay geliyor, sadakat denilince ise soyut bir davranış. İkisi arasındaki farkı yaratan ve bütün olan biten, birinde kasıklarda şiddetli sancı, diğerinde ise tüm benliğinizi saran acı. Konuya böyle bakınca 'Aldatma' olayını benim ciddiye alıp dert etmemi de beklemeyin. Bana içten bağlı olmayan birine, içten bağlanmam mümkün değil ki. İçten bağlı olmadığım birinin başkasıyla yatıp kalkması neden umurumda olsun? El alem şenlenirken, oturup ağlamak ise hiç mi hiç tarzım olamaz. Bir başka deyişle dersem; Eğer bir ilişkide sadakat yoksa, aldatılmış olmanın önemi de kendiliğinden kalmıyor. Eğer sadakat varsa, aldatılma zaten kendiliğinden olmuyor. Bu benim yorumum kuşkusuz.

    Aldatılma kelimesinin anlamıyla ilgili herkesin kendine göre bir yorumu, fikri , tavrı ve hikayesi varsa bu işte bir tuhaflık var demektir.

    Kimisi affedilebilir bir şey olarak kabul görüyor. 'Hayatım bir daha olmayacak, beni affet' diyebiliyor. Kimisi tedavisi edilebilir bir davranış bozukluğu gibi düşünüyor. 'Aldatmadan duramıyorum, ben bozuldum beni düzelt doktor' diye terapistlere gidiyor.

    Kimisini de misillemeyi meşru kılan bir hırs basıyor. 'Ben de onu aldatayım da görsün gününü' diyor. Kim bilir kimileri daha neler diyor. Hormonlarını suçlayanlar bile var. En patolojik olanları da aldatılmaya olan tahammül sınırlarını belirlemeye çalışanlar bana göre, 'beni şöle şöle biriyle aldatırsa bozulmam', 'bana söylesin, dürüst olsun canımı yesin', 'başkalarından duyarsam çok bozulurum', 'hele bir aldatsın onu el aleme rezil ederim', 'ben bir şekilde başa çıkarım ama kariyeri için felaket olur, mahvoluruz'............ top yekün durum ne kadar trajikomik değil mi?

    Hal böyle olunca 'Aldatma' bana sipariş edilen konu oluyor işte.

    Hal bu hallere düşünce de 'Aldatma' benim için, el alem şenlenirken, salya sümük ağlamaya denk bir hal oluyor. 'Kandırdım, kandırdım sümüğünü yalattım' diyesim bile geliyor.

    Hatta hal hakikaten bu haldeyse bana göre aldatılma da, aldatma da hem heyecanlı, hem de eğlenceli bir halvet hali oluyor.

    Oysa olaya sadakatsizlik olarak bakarsak işin rengi, hatta yazarın ifadesi bile derhal değişiyor. Hem Türkçe sözlüklerde, hem de beynimizin kıvrımlarındaki kelime karşılıklarında Aldatma; Kandırılma - Sadakat; İçten bağlılık anlamına geliyor. Aynı anlamda gibi dursa da bu iki kelime bambaşka anlamlarda aslında. Sadakatsizliğin ne affedilebilir tarafı var ne de misillemesi mümkün. Kelime o kadar güçlü ki, kendinden başka hiçbir kaçışa izin vermiyor. Ve tek bir sonuca ulaşıyorsunuz. 'Bana içten bağlı değil'. İşte en acı olan bu gerçekle yüzleşmektir. İçten bağlı olduğunuz birinin, size içten bağlı olmadığını hissetmenizdir en can yakıcı olan. Bir başkasının koynunda olması bile sizi bu kadar derinden yaralayamaz. Fiili icraatların ne sayısı, ne şehveti, ne de kimliğinin bir önemi kalmaz. Merak bile etmezsiniz. Gerçek apaçık önünüzdedir. Ne şahide, ne takibe ne de mücadeleye gerek kalmamıştır artık. İlişkinizle birlikte ikiniz de bitersiniz.

    Anlarsınız ki;
    Eğer içten bağlıysa biri birine sadakat kendiliğinden zaten vardır..
    Eğer içten bağlı değilse biri diğerine aldatma kendiliğinden mecburidir.
    'Sadakat' yazmışsanız içinizde bir yerlere, kağıda yazacak hiçbir şey kalmaz. Kelime anlamının tüm ağırlığıyla kendi koyar konuya son noktayı.
    Size içten bağlı olmadığını bile, bile orada duruyorsanız eğer, 'Onunla aramızda bir nevi ticari ilişki var' demelisiniz soranlara. Alış veriş de ticaretin kendi doğasında olduğuna göre, ortak olarak paylaştığınız her ne ise, AL KOÇUM, VER GÜLÜM Ltd.Şti.'nin kar ve zararından ibarettir. Gün gelir kendinizin önemini kaybedersiniz ve bambaşka bir nedenle tek başınıza bitersiniz.

    Yazımı bitirirken sizlere bir duvar yazısı yaratayım,

    'Sevdiğinizin size içten bağlılığına dair en ufak bir kuşkunuz varsa, aldatıldığınıza dair hiç kuşkunuz olmasın'

    Sevgili Okurum, bu yazdıklarımı da anlamadıysan artık ben sana daha ne diyeyim. Beter ol.

    Mehtap Akdeniz

     Acı Kahve Hatırına : Çağhan Tansel


    KÖLE

    "Kitapların dünyasına hoşgeldiniz"

    Okumayı öğrendiğimde ilk okuyabildiğim cümlelerden biri buydu. Kütüphaneden farksız evimizde acaba hangi kitabı elime almıştım da beni böyle güzel bir şekilde davet etmişti okuma zevkine? O zamanki hayalgücümle bazı kitapların canlanabildiğini, kendilerine ait dünyaları olduğunu sanmıştım bu cümleyi duyduğumda. Biraz büyüyünce düşüncelerimin saçmalıktan ibaret olduğunu anladım, birkaç yıl daha büyüyünce de aslında ne kadar gerçek olduğunu...

    Geçen hafta içerisinde Radikal gazetesinde Türker Alkan'ın kaleminden Japonya konulu bir yazı dizisi yayımlandı. Çeşitli yönlerden Japonya'yı ele alıyordu Alkan. Dizide Türkiye - Japonya kıyaslamaları da yer alıyordu. Tabi birçoğumuzun hemen aklına geldiği gibi özellikle okuma oranları arasındaki kıyaslamaya geniş bir yer ayrılmıştı. Japonya'daki okuma oranının bizden çok yükseklerde olduğunu sanırım bilmeyen yoktur. Ben de önceden beri Japonların çok okuyan bir millet-toplum olduğunu biliyordum ama yazıda verilen istatistiki rakamlar beni yine de şoka uğrattı. Bu şokun sebebi Japonların gerçekte ne kadar okur olduklarından değil, aramızda ne kadar fark olduğunu çok "somut" olarak görmemden kaynaklanıyordu. Günlük gazete satışları, senelik yeni yayınlanan kitap sayısı ve kitapların basım sayısı..vs. Sayılara tekrar bakma ihtiyacı hissettim ama doğru olduklarından şüphem yoktu çünkü normal olan zaten Japonlar'ın sayılarıydı. Bizimkiler anormal bile değil tamamen utanılacak seviyedeydi. Yazıyı bir yandan okurken bir yandan da zihnimin bir köşesinde kendime şunları soruyordum:" Bir insanı kitap okumamaya iten sebepler nelerdir? Bir insan kitap veya gazete okumadığında kendini hiç eksik hissetmez mi?" Aklıma yazıyla dolaylı ama konuyla direkt alakalı olarak BBG evi geldi. Yanlış bilmiyorsam o evde gazete, kitap, dergi okumak yasakmış. Mış diyorum çünkü bunu duyduğumda inanmamıştım. Böyle bir uygulamanın ne mantığı, nasıl bir haklı sebebi olabilirdi? Fakat sonradan bir gazetede evin kuralları yayınlandığında özellikle göz atmıştım bu kural da var mı diye ve beklenen son; doğruydu. Gerçekten bu bir son noktaydı. Bunları düşünürken bir iki yıl önce yaşadığım, en çarpıcı son nokta aklıma geldi, beni yaşıtlarım üzerinde ciddi ciddi düşünmeye sevk eden son nokta... Okulumuzun bahçesinde öğrenciler tarafından, ilgili öğretmenlerin yönlendirmesiyle hazırlanan bir duvar gazetesi vardı. Çeşitli karikatürler, yazılar, şiirler vs. haftalık periyotlarla buraya konurdu. Bir sayıda konusu kitap olan çok ilgi çekici bir karikatür vardı. Ben karikatürü incelerken iki öğrenci yanıma geldi ve onlar da bir süre karikatüre baktı. Her konuda aynı fikirde oldukları çok belli olan bu iki öğrenciden biri diğerine şu cümleleri sarf etti: "Insanlar nasıl kitap okuyorlar anlamıyorum! Tamamen vakit kaybı. Inanılmaz derecede sıkıcı, dedem zamanından kalma vakit israfından başka bir şey değil"

    Cümleleri duyduğum anda dehşete düşmüştüm. Sanki her cümlesi beynime bir tokmak gibi inmişti. O yaştaki birinin böyle bir düşünce yapısına sahip olmasına inanamıyordum. "Ailelerin ekonomik yapısı...Insanın içinde olacak canım...Çocuk aileden görmeli herşeyi...Bu bir alışkanlık meselesi..." O anda beynim hiçbir mazereti kabul etmiyordu! Gözlerimi koca koca açarak "öğren"cilere baktım. Müthiş eğlenceli, çok öğretici işlerine kavuşmak üzere hoplaya zıplaya yola koyulmuşlardı bile. Ben de dönüp kendi kuşağıma karşı beslenen tüm ümitleri arkamdaki çöpe attım . Çünkü ışıklar saçarak yükselen gençler bu kuşakta var olsa bile, diğerleri yine de anneleri ve babaları gibi daima birer "beyin kölesi" olarak kalacaklardı. Hayatları boyunca sadece hoplayıp zıplayacaklardı.

     Kahvehane Panosu


    KEN LIGHT / SÖYLEŞİ ve GÖSTERİ

    Tanınmış Amerikalı sosyal belgesel fotografçı Ken Light Türkiye'ye geliyor. Fotografçı, 20-23 Mayıs tarihleri arasında Fotograf Vakfı'nda Belgesel Fotograf konulu bir workshop yapacak. 21 Mayıs salı günü, Türkcell salonunda saat 19.30'da saydam gösterisi eşliğinde 30 yıllık fotograf deneyimini aktaracak. Bu toplantılar Diyarbakır, Ankara, Eskişehir ve İzmir'de tekrarlanacak.
    (Bilgi için Fotograf Vakfı: 0 212 292 19 39)


     İşe Yarar Kısayollar


    http://www.tatlis.com
    Her telden çalan bir güncel haber ve eğlence portalı. Telleri fena çalmıyorlar.

    http://www.yeniboyut.com
    Yaşar Nuri Öztürk'ün resmi sitesi. Neler bulabileceğinizi tahmin edebilirsiniz sanırım.

    http://www.superbacanaklar.com
    Profesyonel bir magazin sitesi. Kim, Nerede, Kiminle ilginizi çekiyorsa uğrayın mutlaka.

    http://www.4x10.com/
    Dünya'da film çekilmeyen günlere hatta aylara sahip birkaç ülkeden biri olan memleketimiz de, Türk Filmlerini tanıtıcı profesyonelce hazırlanmış bir site. İçerik bulmakta güçlük çekmemelerini dilerim.

     Damak tadınıza uygun kahveler


    Zigzag Cleaner v0.90 [143k] W9x/2k/XP FREE
    http://www.uniphiz.com/zcleaner/zclean.exe

    Ekranda bir sürü pencere açıkken birden masaüstünüze dönmek istediniz. Tek tek pencereleri aşağı çekmek yerine ekrana farenizle kocaman bir "Z" çizip işi bitirmek istemez misiniz? İşte size "O" program. Yükleyin, başlayın ZigZag çizip pencereleri yok etmeye. Yoketmek için sol üst uçtan başlayarak bir "Z" çiziyorsunuz, geri getirmek için de sağ alttan başlayarak. Gerçekten çok hoş.

    Vital Desktop v1.3.8 [108k] W9x/2k/XP FREE
    http://www.vital-desktop.com/vd.zip

    Çok sevdiğiniz ekran koruyucunuzu, masaüstünüzde geriplan resmi gibi kullanmak isterseniz, bu küçük programı kullanabilirsiniz. Hepsini denemenin imkanı yok ama her türlü ekran koruyucu ile çalıştığını söylüyorlar. Denemekte yarar var.
    http://kmarsiv.com/sayilar/20020520.asp 20 Mayıs 2002 - ©2002-kmarsiv.com
    istanbullife.com