KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

KAHVE MOLASI

 27 Mayıs 2002 - Kahve Molasi Jr.


İyi Haftalar Dostlarım,

Cuma günü size sözünü ettiğim 25.yıl buluşmasından döneli sadece yarım saat oldu. O nedenledir ki bugün için size sadece bir "Kahve Molası Jr." hazırlayabileceğim. Daha doğrusu sizleri Sevgili Altuğ ve Çağhan'la yalnız bırakıp, bir miktar uyuyacağım:-)) Ama size söz veriyorum yarın epeyce yüklü bir sayıyla karşınızda olacağım. Affınıza sığınarak kendime iyi geceler, hepinize iyi günler diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Günün Kahvecisi : Altuğ Yücel


DİREĞİN DE ŞEYİNDEYDİ

Geçen hafta sansasyonal bir magazin haberi, konuyla hiç ilgisi olmayanları bile illüzyonist David Blaine ile tanıştırmış oldu.

Hani şu bir bayrak direğinin üzerinde 35 saat geçiren adam canım!

Ama ne yazık ki çoğu insan ve gazeteci, O'nun illüzyonist değil akrobat olduğunu düşündü. Haksız da sayılmazlardı.

Oysa bu David Blaine maruf zat, sihirbazlar için yabancı bir isim değildir.

Ancak kendisi son birkaç yıldır, sihirbazlık yerine sansasyonel numaralarla gündemde kalmaya çalışır durumdadır. Bir buz kalıbının içinde 62 saat kalmak, tabuta girip bir haftalığına toprak altına yaşamak... gibi.

Son yaptığı "gösteri-deneme" de hem dünyayı, hem de tüm sihirbazları şaşırtmış olmalı.

Çünkü yapılan işe sihirbazlık demek biraz zor. Bilmeyenler, daha doğrusu ayrıntılı bilmeyenler için biraz hatırlatma yapayım.

Amerka doğumlu, hafif siyah sihirbaz David Blaine, New York şehrinin göbeğinde Manhattan'da halk kütüphanesinin tam karşısında yer alan parkın içindeki bir direğin tepesinde 35 saat geçireceğini ilan etti.

Aslında bir süre önce illüzyon dünyasında O'nun "Vertigo" adını verdiği yeni bir numara yapacağı konuşuluyordu. Numara diye beklenen şeyin Guiness Rekorlar Kitabı tarzı bir deneme olacağı ise pek beklenmiyordu.

Neyse lafı sakız etmeyelim. Sevgili David'imiz direğin tepesine çıktı. 55 santimetrekare büyüklüğündeki bir alanda, 35 saat süre ile ayakta durup sadece su içerek ve hacetini neresine soktuğu açıklanmayan bir boru vasıtası ile giderdiği beyan edilerek sansasyonunu yaptı.

Olayın video bandını baştan sonra görmeden fikir yürütmek yanlış olur. Ama şimdilik direğin tepesinde 35 saat olayı pek sihirbazlık gösterisi gibi durmuyor.

Ama direk olarak medyanın ilgisini çektiği kesin.

Sevgilerimle...
Altuğ Yücel

 Acı Kahve Hatırına : Çağhan Tansel


Bir Numara

Geçen hafta Boğaziçi Üniversitesi'nin etkinliklerinden biri olan Taşoda Konserleri'ndeydim. Nedendir bilmiyorum ama üniversitelerin etkinliklerinde insan kendisini farklı hissediyor. Örneğin Taşoda konserlerinde daha önceden izlediğim pek çok grup sahneye çıktı ama ben sanki onları daha yeni izliyormuşum gibi ayrı bir zevkle izledim. Yeni bir bakış açısıyla ya da yeni keşfedilen bir grubu izlemenin verdiği heyecanla da diyebilirim. Grupları izlerken bunu düşündüm, acaba niye aynı grupları bilmem kaçıncı kez izlerken böyle değişik hissediyordum? Cevap belki de seyircilerin oluşturduğu ortamda gizliydi. Herkes öylesine rahat ve öylesine kendini eğlenmeye adamış bir haldeydi ki insan "işte böyle olmalı" diyordu; "İşte eğlenmek böylesine rahat ve doğal olmalı"

Boğaziçi Üniversitesi'nin güzel ortamında nerdeyse sabahtan gece yarısına kadar arkadaşlarımızla hep beraber eğlendik, çeşitli gruplarla coştuk. Genelde de çimlerde uzun uzun sohbet ettik. Gitme vakti gelip çattığında istemeyerek de olsa, Adana'dan lise arkadaşım olan Ender ile beraber yola koyulduk. Taksiye mi binelim tereddütünden sonra yürümeye karar verdik. O an için güzel bir karardı ama eve vardığımızda ayaklarımız bunun pek de doğru olmadığını gösterdi. Boğaziçi'nden Ortaköy'e kadar yürümekle şu ana kadarki yürüme rekorumuzu kırmıştık! Ama olsun, o gün hayattan keyif alma günüydü bizim için. O kadar güzel bir gün de tüm Boğaz boyunca yapılacak bir yürüyüşle sona yaklaşmalıydı. Ender'le yürüyoruz... En samimi iki arkadaşın yaptığı gibi özel konuların biri açılıyor biri kapanıyor. Bu sırada biz de mesafeye aldırmadan devam ediyoruz. Benim altımda bir bermuda, üstte yün hırka çok güzel bir görüntü oluşturuyorum. Görünüş itibariyle bir İngiliz sanılan ben ve aynı açıdan tamamiyle Faslı olarak algılanan Ender yan yana çok uyumluyuz(!) Sohbet iyice koyulaşmış ve biz de bu sayede bir anlamda dünyadan kopmuşken Ortaköy'e yaklaştığımız sırada birden kendimize geldik. Biraz uzakta inanılmaz bir kalabalık vardı. "Eyvah kaza falan var herhalde" dedik ikimiz de. Sahil yolu arabayla kendisine Boğaz dövmesi yaptırmış gibi görünür, malum Cumartesi. Cumartesi... Tabii ki! Bugün o müthiş (!) gün. Hani hepimizin televizyonu ne zaman açsak gözümüze gözümüze soktukları o müthiş eğlencelerin yaşandığı gün. Laila, Reina..."Ben de ilerde çocuğum olursa ismini Zeyna koyacağım" dedim ve o ana cuk oturan bir espri çıktı. Zaten o anda söz konusu yerlerin önü de espriden farksızdı. Bir sürü insan, sanki birileri onlara "10 metrekare içinde sıkışabildiğiniz kadar sıkışın" demiş ve gerçekten kapıların yanında bir sürü boş yer varken ön tarafta sıkışmak zorundalarmış gibiydi. Hızla park edip birilerini paket gibi dışarı atan arabalar, birbirini döven kameralar, herkesi itip kakan korumalar inanılmaz bir uyum içindeydi. O kadar senkronize hareket ediyorlardı ki hepsinin belli bir ritme göre hareket ettiğini sanıp kulağımı iyice dikkatlice diktim ama hayır öyle bir şey yoktu. Trafik tamamiyle felç olmuştu, sağ tarafı hiç tutmayan bir adamla aynı durumdaydı. İlk defa Ortaköy'ün böyle bir zamanına yakalanan Ender'in sözü günün sözüydü:"Çağhan, şimdi gerçekten AB'ye gireceğimize inandım" Nasıl yapalım da ilerleyelim diye düşünürken zaten düşünecek pek fazla bir şey olmadığını gördük çünkü tek çaremiz vardı: kalabalığı yarıp geçmek. Kabul ediyorum çok zor bir deneme olacaktı bu ama biz gençtik, bunu başarmalıydık. Hayat önümüze daha ne engeller çıkaracaktı(!) Ender'e dönüp, "Gazamız mübarek olsun arkadaşım" dedim ve birer Yüzüklerin Efendisi hayranları olarak ikimiz de "Elendil!" narasıyla ileri atıldık. 10 metrekarelik müthiş ve kaya gibi sağlam kalabalığı yoğun ve yiğitçe çarpışmalar sonrasında 20 dakikada aşabildik. İkimizden de çok şey götürmüştü bu çarpışma ama olsun, onurumuzu kurtarmıştık!

Eve kendimizi zor atıp Sacramento - Lakers maçı için televizyon karşısına geçtik. O'Neal karşısında Sacramento defansı çaresiz kalıyordu. Sunucudan şöyle bir cümle işitildi:"Sayın seyirciler, bu adama karşı koymak çok zor. Keşke bunu durdurabilecek birileri olsaydı" Enderle ben az önce ustaca üstesinden geldiğimiz dev bodyguardı düşündük, "Amerika" dedim, Ender "Varım" dedi. Tam çantalarımızı toparlamak için kalkacaktık ki vazgeçtik. Bizim oynadığımız lig NBA'den çok daha zordu, kim makyajı bozulmasın diye herkese bağırıp çağıran bir sarışın ve dev gibi bir bodyguardla aynı anda mücadele edebilirdi? Biz bir numaraydık...

 Kıraathane Panosu



BİR YENİLİK BAĞIŞLAYIN

"Depremin, inandıkları ve dayandıkları her şeyi "yerle bir etmesine" rağmen, dimdik ayakta duran, yeni bir hayat kurmak ve "üretmek" için kolları sıvayan bu kadınlara destek olmak "insanım" diyen herkesin sorumluluğu! dün onlara olanların, yarın bize de olmayacağını kim bilebilir ki..."

Kullanılabilir durumdaki eski özel eşyalarınızı, giysilerinizi, pabuçlarınızı, ev eşyalarınızı, bilgisayarınızı, cep telefonunuzu ve "eski" dediğiniz, atmaya kıyamadığınız; yıllardır biriktirdiğiniz her şeyi; "NAHIL ŞENLİĞİ" için gönderin... Ya da, satın alarak "kadın emeği" ne katkıda bulunun.

31 Mayıs-2 Haziran 2002
Tarihi Darphane Binaları Topkapı Sarayı, 1.Avlu Sultanahmet


Express Kargo'yu (0212 549 05 05) arayın "kadın emeği" için bağışladığınız herşeyi gelip adresinizden ücretsiz alsınlar.

KADIN EMEĞİNİ DEĞERLENDİRME VAKFI (0212 249 07 00)


http://kmarsiv.com/sayilar/20020527.asp 27 Mayıs 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com