|
|
|
5 Haziran 2002 - Çekilesi Kulaklar |
Merhabalar Dostlarım,
Küçük Yılmaz'ın başına gelenleri okumuşsunuzdur. Hatta benim gibi siz de dün bir magazin programına takıldıysanız, seyretmişsinizdir bile. Küçük Yılmaz, arkadaşlarıyla eğlendiği bir mekandan çakırkeyif bir halde çıkarken, kendisini görüntülemek isteyen gazetecilerle sohbete(!?) başlıyor ve bu yakın temas, tokat yumruk karışımı eylemlerle sürüyor. Güçlü kuvvetli Küçük Yılmaz, paparazziyi, şöyle elinin tersiyle bir itiyor, adam yerlerde sürünüyor. Lan-ga edebiyatının en güzel örnekleriyle süslü karşılıklı fikir alışverişi, özel hayatlar izlensin mi? izlenmesin mi? noktasında düğümleniyor. Arabasına atladığı gibi olay mahallinden hızla uzaklaşan Küçük Yılmaz'ın peşine bu sefer, tüm olayı başından sonuna kadar yakından takip eden, ama müdahale etmeyen polisimiz düşüyor. Kısa bir kovalamacadan sonra, araba durduruluyor ve muhabbet başlıyor. Küçük Yılmaz, çakırkeyif araba kullanmasının zararlı olacağına ikna edilerek, direksiyon daha az alkollü bir arkadaşına teslim ediliyor ve olay bitiyor. Mu? Bilmiyoruz. Zira paparazzileri karakola gelip şikayette bulunmaları için iknaya çalışan son derece saygılı polisimizin başarılı olup olmadığını anlıyamıyoruz. Yalnız arada bir bayan paparazzinin "Gideceğiz de nolacak yani..." serzenişlerine şahit oluyoruz.
Şimdi benim beyin hücrelerimi meşgul eden birtakım karanlık noktaları izninizle sesli düşünmeye çalışacağım; Küçük Yılmaz, kapısında onlarca kameranın dizildiği eğlence mekanına arkadaşıyla giderken, tanınmamak için tebdili kıyafet mi eylemiştir de insanların onu görmezlikten gelmesini beklemektedir? Küçük Yılmaz, kendisini Arto'dan daha az mı önemli saymaktadır da, magazincilerin ilgisini yadırgamaktadır? Bu memlekette başbakanlık yapmış, halende başbakan yardımcısı olan bir babanın oğlu olarak, özel hayatın ancak dört duvar arasında olabileceğini bilmemekte midir? "L.. dibime kadar girdin, şimdi ben seni çekip vursam..." derken, bunu el marifetiyle yapmayı mı kastetmektedir yoksa altıpatlardan mı bahsetmektedir? Altıpatlarsa, bu yanında taşınan cinsten midir yoksa sanal mıdır? Belde taşınan ise, şeytanın doldurabileceği hesap edilmemiş midir? Elindeki kamerayı, Çanakkale'yi savunur bir edayla, canımı veririm taviz asla diyerek Küçük Yılmaz'ın burnuna sokan paparazzi, kiminle cilveleştiğini bilmemekte midir? Biliyorsa canına mı susamıştır? Eşeğin kulağına su kaçırırcasına işlerini ciddiye alan paparazziler, yaptıkları işin sınırını öğrenemeden mi sokağa salınmışlardır? Küçük Yılmaz'ın yerine adamları itekleyen genç adam, badigard olarak mı bordroda görünmektedir yoksa arkadaş taifesinden midir? Arkadaş ise neden dakikalarca olayın sürmesine ses çıkarmamış ve Küçük Yılmaz'ı arabaya koyup ordan uzaklaştırmamıştır? Yoksa oda mı ünlüler kervanına katılmak istemektedir? Ohooooo... bu sorular bitmez bende ki. Ben en iyisi son sorumu sorayım ve köşeme çekileyim. Olayı öğrenen Baba Yılmaz, oğul Yılmaz'ın kulağını çekmiş midir?
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Türk-işi Telekom
Dün, belki kimileriniz farketmiştir, internet bağlantılarında zaman zaman kesintiler ve yavaşlamalar yaşadık. Sorun genel bir TTNET tamiratıymış. Sunucularımın bulunduğu ISS'in %80 kapasitesi TTNET üzerinden olduğundan ben de bu işten nasibimi fazlasıyla aldım. Benim anlayamadığım neden bu tamirat, iyileştirme(!?) çalışmalarını hep gündüz vakti, işlerin en yoğun olduğu zamanlarda yaparlar. Nedeni basit, gece vardiyaya bırakacak olurlarsa, fazla mesai ödemek zorunda kalabilirler, mazallah. TTNET'in yanında uydu hatları da olan ISS ler hızda bir yavaşlama yaşasalarda erişilebilirliklerini sürdürebildiler. Aslında büyük ISS ler işi tamamiyle uydu bağlantılara dökecekler de, mevzuat buna izin vermiyor. Deli Dumrul misali, Türk-işi Telekom köprüyü tutmuş, illa benim malımı kullanacaksın yoksa sana lisans falan vermem diyor. 1'e malettiğini ISS'lere 4'ten, son kullanıcılara 2'den satıyor. Sonra da çıkıp ben tekel değilim diyor. Hayret ki ne hayret. Allahtan, servis konusunda yaya kaldıklarından, kullanıcılar daha iyi servis alabildikleri ISS'lere yöneliyorlar. O yüzden de, yıllık sınırsız kullanımı 36milyondan pazarlıyorlar ama millet sınırsız yerine sinirsiz interneti tercih ettiğinden bir arpa boyu yol gidemiyorlar. Kızmışım biraz di mi?
Tek Kişilik Şehir - 2.Rumeli Hisarı Tiyatro Buluşması
Internette tanıştığı bir kadına bir gökdelenin en üst katındaki bir lokantada randevu veren bir adam, kadını beklerken lokantanın garsonuyla sohbet etmeye başlar...
Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu
Yazan : Behiç Ak
Yöneten : Işıl Kasapoğlu
Rumelihisarı , 5 Haziran, 21:00
Kahve Mollası : Altuğ Yücel |
Bu Yazıda Kurumsal Sataşma Var
Diyelim ki Sabah Gazetesinin, 2002 senesi, Mart ayı 12. günkü
gazetesine bakmak istediniz.
İnternet ve web mantığı bu işlem için en zahmetsiz en kestirme
ve en kısa yolu oluşturur değil mi?
Siz öyle sanın.
"YöreNet" adını Sabah, Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyet
Gazetelerinin internet baskıları dolayısı ile duydum.
Hizmet verdikleri gazetelerin arşiv sayfaları konusunda benden
epey hayır duası almışlıkları vardır.
Bu amcalar ve abiler gayet nefis çözümler üretmişlerdi.
Nasıl mı?
Şöyle:
Ne demiştik yazının başında?
Sabah Gazetesinin, 2002 senesi, Mart ayı 12. günkü
gazetesine bakmak istediniz değil mi?
Önce "ARŞİV" sayfasını tıklayacaksınız.
Karşınıza o diğer yayınlarının da olduğu "GENEL ARŞİV" sayfası gelir.
O sayfada zaten içinde olduğunuz gazeteyi seçeceksiniz.
Bitti...mi? Hayır.
Şimdi sıra geldi "HANGİ YIL" a ait arşivi istediğinizi belirtmeye.
Yok yok nüfüs cüzdanı sureti istemiyorlar.. Yani henüz istemiyorlar
İlerde kısmetse, o sisteme de geçerler herhalde.
Yılınızı seçtiniz mi? Tamam!
Sırada istediğiniz "AY" ı seçme sayfası var.
Bak bak kolaylığa bak.
Teknoloji işte.
Ayı seçtiniz mi şıpın işi "GÜNLER" sayfası geliyor.
Oradan da istediğiniz günü tıklayınca, istediğiniz güne ait gazete sayfası...
geleceğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Çünkü site tasarımı yapan abiler kayıt olmanızı istiyor ve şifre soruyor.
Şimdi salağın bir çıkıp "madem en sonra bunu isteyecekti,
niye baştan belirtmedi?" diye sorabilir.
Sorsun.
Çünkü bunu soran yani ben, sonuçta bir "salak".
Oysa bu işi yapan abiler, amcalar bu işin profesyoneli.
Gerçi normalde "iki tık" la ulaşılabilecek bir sayfaya "beş tık"la,
hem de "o sayfaya ulaşılamayacağını belirten sayfaya" ulaştırmayı
becerten bir tasarımla karşı karşıyayız.
Ve yine gerçi bunu yapan tıfıl bir web tasarımcısına "hadi oğlum naşla.
Sen bu işte tutunamazsın. Kendine başka geçim kapısı bul" diye yol gösterilen
bir devirdeyiz ama...
Amaaan bana ne...
Alan râzı, satan çoktan râzı. Tüketiciye ne oluyor?
Önemli olan kim için hizmet ettiğiniz.
Kime hizmet ettiğiniz ikinci derecede önemli.
Keyif onların değil mi?
Değil beş ayrı sayfaya, isterlerse başka siteye bile yollarlar .
Bizde site site dolaşırız.
Bir sonraki yazı konusu:
Bu nâdide şirket ve Sabah Gazetesi işbirliği.
Acaba "günlük gazete + erotik hizmet" mi sunacaklar?
DAYNNNK...
Kahveniz bol olsun.
Altuğ Yücel
Ankara'dan : Cumhur Aydın |
Sevgi emek, emek sevgi ister!
Tuhaf sözcük "duyarlılık". Nasıl lafa döküpte anlatsak? Zaman kullanımıyla, sevdiklerinizle ve hatta sevmediklerinizle olan ilişkisini nasıl dillendirsek? Ülke, insan sevgisiyle bağlantılarını nasıl kursak? Ne şekilde artıp, azaldığını nasıl tariflesek?
Tariflenir mi acaba?
En iyisi örneklerle başlamak.. Türkiye'de yılda yalnızca bir kaç kez, kısa sürelerle bulunan arkadaşımızla, geçende beraber bir şeyler yedik, içtik başbaşa. Akşam ilerlediğinde, o gece TV'den yayınlanacak futbol maçını da düşünerek kalkmaya niyetlendik. Arkadaşım futbolu çok seviyor, Türkiye'de kullandiği evde eski, bazen çalişır, bazen çalışmaz bir televizyonu var. Maçı bizim evde izlemeyi teklif ettim. Ozellikle o anki ruh ve beden halini düşünerek gelmek istemedi. Israr ettim, ancak ben de bize neden gelemeyeceğini anlayabiliyordum. Bu durum yine de benim ikircikliğimi azaltmadı. Ayrılıncaya kadar, üç-beş kez bu teklife dokunduk geçtik. Eve geldiğimde yine de içim içime sığmıyordu. Maçın ilk dakikalarında evdeki ikinci televizyonu götürmeyi bile düşünürken, telefon çaldı.. Arkadaşımdı karşımdaki ve "İçin rahat olsun diye aradım. Bizim çakar almaz gayet iyi çalışıyor, merak etme, maçı izliyorum." diyordu..
Beni aramasa, bir daha bu konuyu açmayabilirdik. Beni aramasa, ertesi gün karşılaştığımızda, o gece televizyonu çalışmasa bile "izledim" deyip, gecikerekte olsa o ikircikliği silip, atabilirdi. Beni aramasa, o haliyle unutup gittiğine bile yorumlayabilirdim. Ama beni aradı, yaşadığım andan keyif almamı, kendimi iyi hissetmemi sağladı, arkadaşlığımızı güçlendirdi.. Dahası, dahası.. Sorunun zaman, telaş olmadığını, insanlara yakışanın duyarlı davranış olduğunu bana bir kez daha anımsattı. Bana insan olduğumu duyumsattı..
Bir başka ziyaret, bir başka günün gecesi. Ertesi sabah Türkiye'den ayrılıyor.. Evine yalnız dönebilir taksiyle, ama sevdiklerine bir veda gecesinin sonunda pekte kendinde olmadığını ayrımsıyorum ve taksiyle evine kadar eşlik ediyorum onunla.. Kolej civarına geldiğimizde, bıçkın taksici Cebeci'ye doğru "Abi, ara sokaklardan gidelim, kestirme olur" diyerek hızla dalıveriyor küçük bir sokağa.. Nereye gidildiğinden bile o an haberi olmadığını düşündüğüm arkadaşım birden şöföre doğru eğiliyor ve şunları söylüyor.." Bu saatte çoluk, çocuk yoktur. Ama dikkat et, kedilerin dolaşma vaktidir.." Bu, "duyarlılığının tarifi" midir acaba?
Mektupla ufak tefek gazete yazıları ister bazen. Gönderirim. Ancak, içine iki satırcık ta olsa kendi yazımla not düşmessem ya da zarfa olsun adımı yazmassam, hemencecik sitem hazırdır.. "Zamanın dardı galiba!"
Keşke farklı kişilerden örnekler verebilseydim ya da öyleymis gibi kaleme alabilseydim.. Ancak niçin birbirimizi kandıralım, böyle insanların çok azaldığını hepimiz bilmiyor muyuz?
Yine de değişik bir insandan, bir son örnek.. Geçen yazki Avrupa gezimizin Viyana ayağı için tamamen rastlantısal bir biçimde orada yaşayan bir Türk elektrik mühendisinin telefonu elimize geçiyor. Hiç bir biçimde karşılaşmışlığımız, hatta tanışıklığımız bile yok. Usulen gönderilen bir iletinin beş dakika sonrası, telefonumuz çalıyor ve Viyana'dan aranıyoruz. O gezi boyunca yüzünü bile göremeyeceğimiz bu yeni arkadaşımız bizim tren biletlerimizi ayarlıyor, kullanılmayan bir başka Türke ait evi, konaklamamız için düzenliyor. Evin anahtarını elimize ulaştırılıyor. İçeri girdiğimizde, çocuğumuzun sütü ve yumurtasına kadar en azından ilk günlük gereksinmelerimizin karşılandığıni görüyoruz. Telefonda olsun bir teşekkür edelim diye boğuşurken, sözlerimizi ağzımıza tıkıyor. " Bu sözleri bir daha duymak istemiyorum, özel bir iş yapmadım ben.."
Her ikisini de tanısanız, ülkelerine ve insanlarına olan bitmek tükenmek bilmeyen koşuşturmalarına da şaşar kalırsınız. Oysa şaşılacak bir şey yok, yakın çevresine kalbinin gözleriyle bakmayanın, insanları kucaklaması olası mıdır?
Oylesine nazik bir kavram ki "duyarlılık", kolayca karıştırılabilir, kolayca kendimizi kandırabiliriz belki de.
Hasta bir çocuğa ufacık bir maddi yardımda bulunuruz.. Kendi duyarlılığımıza hayran kalıp, görevimizi yaptığımızı düşünürüz.. Ne çocuğun saçının okşanması, ne de çevremizde onlarca çocuğun benzer halleri usumuza düşer.. Düşerse de, kovalarız çoğunluk o düşünceleri.. "Ben kimim ki, daha ne yapabilirim ki?" deyip, savustururuz sıkıntıları..
Öğrencilerimizin sergilediği bir tiyatro oyununu ya da uzak bir arkadaşımızın sergisini gezmeğe, hemen çoğunluk zamanımız olmaz.. Oysa çok isteriz gitmeyi değil mi? Sorgulayalım kendimizi, ya oyunun amatörluğü, ya resimden anlamayışımız çelmiştir kafamızı, hele yoğun bir günün ardından şöyle bir ayaklarımızı uzanıp dinlenmekte hakkımız olduğunu düşünüyorsak.. Oysa onların, üretenlerin, paylaşmaya öylesine gereksinimleri vardır ki.. Üretmeyi, paylaşmayı unutmuş olabileceğimizi usumuza bile getirmeyiz..
Sevginin emeği, emeğin sevgiyi ürettiğini bilmez görünürüz.
Önemli bir iş yemeğinden, "çocuğumu yatmadan bir koklamalıyım" diye düşünüp, en son ne zaman azcık erken ayrıldınız? Eşinize en son ne zaman nedensiz bir çiçek aldınız? "Karşımızdakinin de haklı olabileceğini?" hangi sıklıkla düşünüyorsunuz? Yalnızca onu görmek için en son hangi arkadaşınızı ziyaret ettiniz?
Sakın kişisel duyarlılıklarımız, zaman kullanma öncelikleri ve biçimimiz ile ülkenin ve insanlarının durumu arasında bir ilişki olmasın?
Onuncu yıl marşı niçin 1933 te bestelendi? Bizler niçin bugün "Aramassan arama"'yi dinliyoruz?
Cumhur
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ.. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
çok güzel bir ülkede mahalleler varmış. Bu mahallelerin çocukları
birbirlerini çok severlermiş.
Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa uçarak aşağı iner, beraber
olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga etseler de kin tutmaz, her gün
yeniden dünyalar kurarlarmış. Herkeste paylaşma duygusu, sevgi ve
arkadaşlarını kollama duygusu yavaş yavaş gelişirmiş. O zamanlar
çocuklar evden okula servis ile değil, buluşarak giderlermiş.
Onların yolunu gözlemezmiş evdeki bilgisayar, şehrin en iyi
dershanesi, hazırlık kursları. Bilmezlermiş; hamburgeri, MTV'yi,
interneti,cep telefonunu, tetrisi... Bilirlermiş duvarların
üzerinde sohbeti, anket defterleri doldurup sevgileri
keşfetmeyi. Bilirlermiş horoz şekercisini, elleri leş gibi macuncunun tornavida ile
koyduğu rengarenk macunu. Eve gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak
yemeyi, sonra bir ıslıkla tekrar aşağıya - kukalı saklambaça- kaçmayı.
Bilirlermiş o hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan
korkmayı, küsmeyi, aynı kiza asılmayi, torbalarla misket toplamayı, gıcır
köstek ayırmayi, değiş tokuşu. Teksas'ı,Tommiks'i, Konyakçı'nın dişlerini..İç içe konan naylon topları,
taştan kale direklerini. Üç korner bir penaltıyı.
Üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan
yeni dostları ve onları kapma yarışını...Otobüsteki biletçinin
lastik sarılı kalemini, yoğurtçuyu, kalaycıyı, hallaçı...Evlerin
arkasındaki odun kömür depolarını. Yakan topun yakışını. Mantarlı gazoz kapaklarını,
yaldız kazımayı. Yandaki mahalle ile alınan kavgayı, her kavganın
çıkardığı kahramanı-ödleği...Kan kardeşliğini, ip atlama, lastiğe
basma, topaç virtüözlüğünü, çelik çomağı, kırılan camları,toplanan
paraları...Açık hava sinemalarini, frigo buzu..
Sonra zamanla bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaşlar
ilerledikçe bu birliktelik, koruma kollama duyguları bu
mahallelerin çocuklarının başlarına çok işler açmış. Daha sonra
işsizlik, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı götürme falan
derken, herkes yüzünde soluk bir bakış, içinde hayatın yenilgisi, çaresizlikleri
tatminsizlikleri ile baş başa kalmış.
Çocukları mı?
Çocukları şimdi koca koca apartmanların arasında, nefes alınmaz bir
havada, evlerinde, sanal bir dünyada, emniyet içinde yalnız yaşıyorlar.
Anneleri babaları onları çok seviyor. Beta kapmasinlar diye
kalabalık ortamlara hiç sokmuyor. Hafta sonları hep beraber Karum ya da Akmerkez'deler. Okul servisleri çocukları neredeyse yataklarından alıyor. Çocuklar trafik kaygısıyla,
kösedeki hipermarkete dahi gönderilmiyor. Babalar şirketlerin
bilançolarını, çocuklar da dersane reytinglerini izliyorlar. Hepsi
birer test uzmanı, sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar.
Sek sek oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar.
Hayata açılan pencereleri Windows XP.
Onlar ekrana, ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp
gidiyor... Ve şehrin dışında ağaçlar, tırmanacak, salıncak kuracak,
kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor. Paylaşmayan, yalnız,
bencil, kafesler içinde, gürbüz, güvendeki çocukları hiç sopa yememiş, agaçtan düşmemiş,
topu yandaki bahçeye kaçmamış, dizlerinde yara kabukları olmamış çocukları.
"Bu güzel hikayede yeralan bir çok şeyi birlikte paylaştığımız dostlar
o günlere geri dönmeye ne dersiniz?"
|
Haziran olmasına rağmen hava hala puslu ,ılık ve yağmurlu. Buluşmaya gittiğim parkta yağmurdan oturacak yer bulamıyorum. En sonunda dosyamı ıslanması uğruna bankın üzerine gelişi güzel atıp oturuyorum… Yağmurun dinmiş olmasına rağmen hala saçlarımdan yüzüme su damlacıkları düşüyor. Caddeye yakın bir parkta oturuyorum. Benden ve çöpçüden başka kimse yok. Havada nefesler ve eksoz dumanları asılı. Kulağıma adım ve korna sesleri geliyor. Yağmur tekrar başlıyor ve annem hala ortalarda yok. Arasıra başımı kaldırıp otobüs durağına bakıyorum. Az sonra bir öğrenci elinde notlarıyla gelip başka bir banka oturuyor. Üşümeye başlıyorum. Etrafıma baktıgımda dört beş gözün üzerimde olduğunu ve sahiplerinin parkta ayakta durduklarını görüyorum. Kalkıyorum, insanlara sesleri ulaştırmanın gururuyla karşımda duran ihtişamlı telefon kulübesine giriyorum. Tek kontürüm kalmasına karşın kartı telefona yerleştiriyorum. Elimdeki dosyaları, cüzdanı artık taşıyamamanın verdiği ağırlıkla Telefonun üstüne koyuyorum. Islanmiş saçlarımı toplayıp telefon numaralarını bir bir tuşluyorum. Kulübenin camından dışarısı o kadar yabancı ki çok başka bir yerdeymişim gibi geliyor. Neyseki telefondaki ses beni biraz rahatlatıyor. Konuşmamdan sonra kulubeden çıkıyorum. Saçlarımın ıslattığı, gömleğimin yakasından içeri fırtınalar girip çıkıyor,birbirleriyle oynaşıyorlar sanki. Sırtımda karakış yaşanıyor adeta. Biraz daha bekleyip zatürre olmadan gitmek istiyorum. Tekrar banka oturmak üzereyim ki karşıdan annemin geldiğini görüyorum. Biraz sinir biraz sevinç karışımı annemi bir güzel haşlıyorum. Neyseki geç de olsa annemle buluşup işimizi halletmek için yolumuzu tutmuş olmamamıza seviniyorum.
EZGİ GİZEM
|
http://www.carettadalyan.com
Cennet köşe Dalyan'dan harika bir pansiyon'un sitesi. Kafadengi 3 genç insanın projesi olan bu pansiyon ile bilgi almak, rezervasyon yapmak için siteye göz atmanızı öneririm. Gelen misafirlerin %95'i internet üzerinden ulaşanlarmış, dikkatinizi çekerim.
http://www.xposta.com
Türkçe tabanlı bir ücretsiz web mail sitesi. Belki bir işinize yarar.
http://www.sanalcafe.net
Düzenli bir eğlence ve forum sitesi. Hoşça vakit geçirmek için.
http://www.komikev.com
Komik eğlence sitelerinden seçme animasyonlara linkler düzenleyen bir ufak portal. Hepsine tek tek bakmaktansa toplu olarak görmek işe yarayabilir.
Damak tadınıza uygun kahveler |
Red Flag v1.2 [50k] W9x/2k/XP FREE
http://www.caelan.net/download.asp?dl=redflaginst.exe
Hanımlar bu programcık sizler için. Adet dönemlerinizi takip ediyor, yeşilden, sarıya ve kırmızıya dönüşerek sizi uyarıyor. Haaa, buna ihtiyaç var mı? Ben bilemem, çünkü erkeğim. Ama bende abuk zamanlarımın yaklaştığını biildiren bir programcık isterdim doğrusu.
Lyrics Search Base v1.0 [4.7M] W9x/2k/XP FREE
http://www.100share.com/download/lyricsch.zip
Zevkle dinlediğiniz yabancı şarkıların sözlerini bulmak ilginizi çekiyorsa, bu programı kullanın. 120.000'i aşkın şarkı sözü arasından istediğiniz buluyor, dilerseniz mp3 ünü de bulup yerini size bildiriyor. Hoş gibi görünüyor valla.
|
|