|
|
|
7 Haziran 2002 - Lafa gerek yok... |
Merhabalar Dostlarım,
Dünkü hatırlatmamdan sonra bazı sevgili kahveci dostlar harekete geçti ve epeyce yazı geldi. Haa epeyce dedğime bakmayın, sadece birkaç günlük hepsi o. O yüzden hatırlatmam her daim bakidir. Aldığım 2 güzel yazıyı hemen yayınlıyorum. Marmaris'ten Sevgili Osman Günay'ın kendini anlattığı yazısını okuyupta hasetten çıldırmamak olası mı? Sözünü ettiği çiyanları, iskorpitleri bile özlediğimi anladım hemen. Tüm ergenlik dönemini denize hasret ama denizle dolu hayallerle geçiren biri olarak, şimdiki durumuma bakıp hayıflandım. Homur homur homurdandım. Sırf denizle ilgili diye gemi inşaatı okuyup ta, bilgisayarın başına tıkılıp kalmanın acısını hissettim taa yüreğimde. Kendime bir tekne yapayım, yaz kış içinde yaşayayım derdim o zamanlar. Olmadı işte. Kısmet değilmiş. Denedim ama. İçimde uhde kalmasın istedim ve tam 2 yaz kiraladığım birkaç teknenin başında Güney'in tadını(!!?) çıkarmaya çalıştım. Toplam 9 ayda 3-5 kere denize girmek ve güneşe çıkmak şansını yakaladım. Yazın sonunda elde var koca bir sıfırla eve döndüğümde, peynir rengimle dalga geçilmesini mi yoksa "Bu kadar zaman ne halt etmeye kaldın oralarda" lafını çokça duymamı mı sayayım bilmiyorum. Para kazanmanın ötesinde, hayallerimi gerçek yapmaya çalıştığımı anlatamadım ki kimseye. Oysa, istediğini okumayı başarmış, öyle ya da böyle rüyalarına yaklaşmış biriydim. Ama Türkiye'de yaşadığımı, oynak zemine inşaat yapmanın sonuçlarına katlanmak gerektiğini hesaba katamadım. Ben mezun oldum, memlekette gemi yapımı durdu, ben başladım yat kiraları düştü. Derken biz de aldık elimize sazımızı, oğlumun deyimiyle, yazıcıdan para basmaya başladık. Ah keşke o haklı olsa da, şu yazıcıdan çıkan paralar bir işe yarasa. Hala umutluyum, birgün... birgün diyorum...
İkinci yazı sevgili Selcan'dan. 20 senelik medya profesörü arkadaşımı sonunda ikna etmeyi başardım. Bundan böyle Kahve Molası'nda medya ondan sorulacak. Belki arada birkaç reklam dünyası dedikodusu da sıkıştırır, belli mi olur. Kaçamasın diye buraya yazıyorum, anlıyorsun di mi Selcan:-))
Bugünkü renk süprizini nasıl karşıladınız bilmiyorum. Monoton olmamak adına arada bir böyle hoşluklar yapmaya çalışmalıyım diye düşündüm ve ilk defa, gündüz vakti "Kahve Molası"na el attım. Fincan'ın içindeki gül size ne çağrıştırıyor acaba? Hani hafta sonları birlikte yapılan kahvaltı sofraları varya, hani o sofralarda boş bardaklar, fincanlar da vardır ya. İşte onların içine bir çiçek koymanızı istiyorum bu hafta sonu. Para vermenize bile gerek yok, çıkın sokağa, her yeşillikte bir papatya göreceksiniz. Koparın bir tane. Sadece bir tane ama. Bırakın diğerleri biraz daha boy versin, ya da bir başkası koparsın fincana koymak için. Alın papatyanızı, fısıldayın sevginizi kulağına, sonra koyun fincana. Sevdiklerinize uzatın sevgi dolu çiçeğinizi. Lafa gerek yok, anlatır ne demek istediğinizi o minik papatya.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Virüs değil "Go Hip"
Kimilerinden gelen epostaların altında "Go Hip" diye bir ibare yeralıyor. Bilmem kendileri farkında mı? Ama farkında olsalar da olmasalar da, bir reklam sitesinin reklamını yolladıkları her eposta ile istemeden yapmış oluyorlar. Go Hip tamamen yasal bir uygulama yapıyor aslında, yani yüklediğiniz programın bilgisayarınızda çalışması için verdiğiniz onay sırasında başınıza gelecekleri teker teker söylüyor. Ana sayfanız "gohip.com" olacak, aramayı tıkladığınızda karşınıza gohip'in arama motoru çıkacak, arada bir reklam spotları açılacak, sık kullanılanlara birkaç yeni link eklenecek,vs. Daha önce sözünü ettiğim bir konuydu, web sayfaları üzerinden yüklenen programlar. Bir siteye giriyorsunuz, sayfa yüklenirken, birde küçük program yükleniyor. Ama kurulmadan önce mutlaka size soruyor, kurayım mı? diye. Okumaz hemen "Yes" derseniz işte başınıza bunlar geliyor. Şimdi Go Hip'ten muzdarip olan arkadaşlar varsa, onlara bir adres veriyorum. Yükleyin ve çalıştırın. Go Hip'in verdiği hizmetlerden(!!?) kolaylıkla kurtulacaksınız. Bu adamların kendileri tarafından hazırlanan bir "uninstall" programı. Anlıyacağınız adamlar yasalar karşısında sütten çıkmış ak kaşık. http://www.gohip.com/remove.exe
Ödünç Yaşamlar - 2.Rumeli Hisarı Tiyatro Buluşması
“Ödünç Yaşamlar" adlı kitabından ve tiyatro anılarından yarattığı gösteriyle Ali Poyrazoğlu, Türkiye' nin bugünkü durumuna bir vizyon açıyor. Alaycı, kışkırtıcı, tatlı anlatımı ile toplumsal gelişmeleri ve insanlarımızın öykülerini sergiliyor. İncelikli espri anlayışı, sistemi sorgulayan politik taşlamaları ve kendine özgü yorumuyla seyircilere ciddi bir gülmece daha sunuyor.
Rumelihisarı , 7 Haziran, 21:00
Bilgi için: 0212-291 51 96
YENİ TÜRKÜ
1970'lerin sonunda çıkardıkları ilk albümleri "Buğdayın Türküsü", Yeni Türkü için 80'ler boyunca taş taş üstüne koyup oluşturacakları şehirli folkun ilk sinyallerini veriyordu. Ama "Dünyanın Kapıları", "Günebakan", "Yeşilmişik" gibi albümler asıl Yeni Türkü ses örgüsünü oluşturdu ve çözülmeye başlayan grup geleneğini yeniden diriltti. Derya Köroğlu - vokal, gitar, Erkin Halimoğlu - klavye, Raci Pişmişoğlu - bas, Erdinç Şenol - vurmalılar, Fatih Ahıskalı - ud, Furkan Bilgi - kemençe. 7 Haziran, saat 23:00'de.
Babylon Şeyhbender Sk. No:3 Asmalımescit - Tünel / Beyoğlu Tel: 0212-292 73 68
Ters Köşe: Mehtap Akdeniz |
Düzeltme
'Alışamadım'... İstanbul ile ilgili son yazıma İzmirli dostlarımdan tepki aldım, en çok da İstanbul' da ki dostlarımdan. Bana özel mailler attılar. Telefonlar ettiler. Sitem ettiler. Kuruçeşme'de akşam güneşinde şarap içmeye davet ettiler. Hafta sonu balığa çıkalım dediler. Beykoz'da dut toplamaya çağıran bile oldu. Hepsini kabul ettim.
Çünkü; 'Yanlış anlaşıldım'.... Çocukluğumun şehrini değil. çocukluğumu özlüyorum.. Ya da hayatımın en güzel günlerini.. Çocukluğumu ve gençliğimi yaşadığım şehir olsaydı İstanbul yokuşlarda yalınayak koştuğum, çınar yapraklı sokaklarda el ele yürüdüğüm, birlikte atlıkarıncaya bindiğim, Aşiyan'da koz helva yediğim, ışıklı lunaparklarda aşık olduğum kumral tenli bal rengi gözlü 25 yaşlarında bir denizci derdim.
İstanbul'u çok seviyorum. Hele gün ışırken İstanbul'a.... Dudak dudağa değmeden önceki an kadar büyülü o sessizlik var ya... Kusura bakma hoppa İzmir daha gelmeyeceğim...
Nerde kalmıştık İstanbul?
Mehtap Akdeniz
Marmaris'ten : Osman Günay |
Balık İşleri
Denizde dolaşanların büyük bir bölümü balık işine pek önem verir. Balık işi teknelerde önemli bir uğraştır, siz denenlere aldırmayın. Gerektiği gibi hazırlanmış takımlar, gerektiği zamanda ve yerde denize sallandırılan oltalar insanı zengin ve meşhur etmese de, karnını taze balıkla doyurur, yiyeceğini doğadan bulmanın, kendi usulünde pişirmenin, dostları ve arkadaşlarıyla paylaşmanın keyfini yaşatır.
Aynı teknecilik gibi balıkçılık ta saygı ve özveri gerektirir,gerektiği gibi becerilmezse başınıza neler gelir bilinmez.
Bu arada başımızdan geçen bir balıkçı olayını da nakletmeden geçmeyelim; geçmeyelim ki hem kulaklara küpe, biraz da dudaklara gülücük olsun!!
Sevgili bir arkadaşımız ve teknesi, bir de bendeniz cennet kuşu ve teknesi, haftasonu seyahatlerinden birindeyiz. Marmaris e yakın koylardan birinde iki tekne arasında 20-30 metre uzaklık, o kokpitte bira, bunda kahve, ”hadi yemeğe bize gelin”, “hadi baba karpuz kestik” şeklinde bolca denize giriliyor, güneşlenip, mavra yapıyoruz. Bu arada teknenin altına bakmak için yapılan ufak bir su altı gözleminde teknenin altında dolaşan mebzul miktarda barbunlar, sarpalar, çipuralar göze çarpıyor, ve hemen taa İstanbul dan beri “Blue Bird” ün portuçunda duran barbun ağı akla geliyor,ve hemen balıkların nasıl pişirileceğine bile karar vererek ağ neta ediliyor, akşamüstü hava kararır kararmaz da hemen botla ağ pek güzel bir şekilde seriliyor deniz dibine, hem de semi-profesyonelce, şamandıraları tam, karışık-görüşük, yırtık-pırtık olmadan...
Ağ denizde ya biz de whisky leri koyup oturuyoruz, ufaktan gündüz tutulmuş palamuttan çiğ balık, biraz salatalık, peynir–meynir derken kafaları iyice bulup ağın kaldırma vakti geldiğini hatırlıyoruz. Hatırlıyoruz amma, kimsede pek hal yok, o arada da arkadaşım ” baba şimdi boşa küreğe ne gerek var,ağ zaten 5-6 metre derinlikte, ben dalıp fenerle bir bakayım eğer balık varsa çeker ayıklarız, yoksa sabaha kadar kalsın, sabah erkenden güneşle beraber kaldırırız ağımızı” diyor, ve biz yüzyıllardır yapılan balıkçılık sistemine katkıda bulunmaya başlıyoruz... Yapılan dalışta ağda pek birşey olmadığı anlaşılıyor, hemen cumburlop yatıyoruz. Sabah saati kurup kalkıyor ve ağın başına gidiyoruz. Leva eder etmez ağın çiyan, şeytan minaresi, ve küçük küçük iskorpitlerle dolu olduğu görülüyor. Ben biraz anlarım bu işlerden, ağın o minarelerle, dikenli balıklarla çekilip temizlenmeden neta olmasının mümkün olmadığını biliyorum ve hemen balıkçılık bilimine katkı yapıyor, ”baba,şu iskeleye çıkalım ağı serelim,ayıklarız,sonra da gider yatarız” diye bir fikir geliştiriyorum.
İskeleye çıkıyor ağı temizlemeğe başlıyoruz,her ağın silkelenişinde çiyanlar oramıza buramıza yapışıp bağırtıyor bizi, iskorpitlerden kan revan içinde kalmışız, ve ağın daha yarısına gelmemişiz. Tam o sırada güneş ortaya çıkıyor ve buralarda “kızıl arı” denen arıların saldırısına uğruyoruz, ve yapacak hiç bir şey yok, yalapşap iskeleye su döküp biraz temizliyor, ağı da botla götürüp denize funda ederek doğru yatağa geri dönüyoruz. Ağı sorarsanız ertesi gün herhalde saatlerce uğraşıp, günlerce küfür kafir ederek temizledik, o günden beri de ponton üzerinde, daha torbasından çıkmadı!!!
Kıssadan hisse çıkartmayacağım, ama benim ağ balıkçılığından çok olta ile balık tutmağa meylim vardır. Oltacılığın biraz daha sportif, biraz daha şövalyece olduğunu düşünürüm nedense!!
Ne Olacak Bu Güvensizliğin Sonu?
Geçen akşam Star TV'de bir spor tartışma programı izledim. Konu gazetelerde yer alan bir araştırma sonucuydu. Araştırmaya göre en çok taraftara sahip takım GS idi. Stüdyoda bulunan spor yazarları konuyu tartıştılar. Simdi söylenenlere bakın:
- Kadıköy'de yaparsanız bu araştırmayı FB çıkar. Nerde yapıldığı çok önemli.
- Bakalım bu araştırmada sorular doğru insanlara mı soruldu. Bu da önemli. Yanlış insanlara sorarsanız yanlış sonuca varırsınız.
- Zaten bu araştırma şirketleri seçim sonuçlarını bile ne zaman tutturdular ki bunu tuttursunlar?
Spor yazarlarının söyledikleri bir kahvehane tartışması düzeyinde.
Kimse de demedi ki "Kardeşim bu bir araştırma şirketi. Herhalde sizin bu söylediklerinizi onlar da biliyor. Araştırma yapmanın belli yöntem ve teknikleri vardır. Herhalde bir noktada durup gelip geçene sorup, sonuçları sunmadılar." Tek akıllı eleştiriyi, telefonla bağlanılan Ali Sen yapti. 50-55 yaş grubunda GS'nin önde görünmesi üzerine; bunun imkansız olduğunu, bu yaş grubundakilerin FB ile büyüdüğünü, GS'nin o dönemlerde büyük bir başarisi olmadığını bir lise takımı olduğunu ve halka uzak kaldığını söyledi. Diğerleri zihinlerini hiç yormadan konuşurken Ali Sen belli ki incelemiş ve mantıklı bir fikir yürütüyor.
Derken araştırma şirketinin genel müdürü aradı. Araştırmanın yöntemini, illerin ve hanelerin nasıl seçildiğini ve diğer ayrıntıları anlattı. Stüdyodakiler bir iki soru sordular. Sonra sunucu, izleyicilerin merak ettiği ve telefonla sorduklarını söylediği bir soruyu genel müdüre yöneltti:
- Siz hangi takımı tutuyorsunuz?
Bir kere böyle bir programa sıradan bir izleyici olarak telefonla asla ulaşamazsınız. Deneyin görün. Sunucunun izleyici sorusu dediği soru bence tamamen bir rating sorusuydu. Ayrıca öyle bir hava estirdi ki, eğer adam GS'liyim derse bu araştırmayı gayet taraflı yaptığından hiçkimsenin kuşkusu kalmayacaktı.
Genel müdür de sorunun nereye gideceğini anladı, kısa bir kek-kükten sonra GS dedi. Ortaklarından birinin Fenerli diğerinin Beşiktaşlı olduğunu da söyledi. O sırada kamera stüdyodaki Ömer Çavuşoğlu'nun yakın plan yüzündeydi. Öyle bir ifade vardı ki adamın yüzünde, alaycı ve aşağılayıcı bir gülümseme, şimdi herşey anlaşıldı der gibi bir bakış, hiç yorum yapmadı ama ifade ve mimikleriyle 'at o araştirmayı çöpe' dedi!
Hatta arada Çavuşoğlu mırıldanarak bu soruyu kendisinin soracağını ama kabalık etmemek için sustuğunu söyledi.
Simdi arkadaşlar bu araştırma taraflı olabilir, sonuçları yanlış olabilir, yöntemi doğru olmayabilir bilemem, uzmanlık alanım değil.. Ama burada gordüğüm tek şey insanların birbirine olan güvensizliği. Genel müdür FB'li olsaydı ne diyeceklerdi ya da sonuçlar FB lehine çıksaydı bu sefer de stüdyodaki GS'liler mi genel müdürün tuttuğu takımı soracaklardı? Örneğin FB'li Çavuşoğlu programın başında GS'nin avrupadaki başarılarını övdü. O zaman buna da inanmamamız gerekir. Kendisi fenerli olduğuna göre söylediklerinde samimi değil ve ekrandan tüm izleyicilere yalan söylüyor.
Hiç kimse araştırmanın sağlıksız yanlarını, neden sağlıksız veya yanıltıcı olabileceğini tartışmıyor, tartışamıyor çünkü bu konuda fikri yok. Bence gazeteye de şöyle bir bakmışlar incelememişler bile.
Sonra aynı insanlar başbakanın bir sözüyle doların fırlamasına şaşıp, ne kadar ekonomisi güçsüz bir ülkeyiz diye üzülüyorlar.
Bütün bunların altında da güvensizlik yatıyor. Araştırmayı yapan GS'liyse kesin taraflıdır, biri çok para kazanıyorsa bilin ki doğru yoldan ayrılmıştır, bir kiz kendinden 20 yaş büyük biriyle evlenirse aşkın-arkadaşlığın adı bile okunmaz tek neden paradır, ofiste biri terfi ettiyse ya yağcıdır ya arkadaşlarını satıyordur….
Ne olacak bu güvensizliğin sonu? Insanlar arasında güven nasıl sağlanır?
Umitsizliğe kapılmak istemiyorum ama bu ve benzeri TV programlarıyla büyüyen bugünün gençlerinin yetişkin olacağı 10-15 yıl sonraki toplum için çok endişeleniyorum.
Balık nasıl temizlenir?
Balıkları balıkçınızdan temizlenmiş ve isteğinize göre parçalanmış alabilirsiniz. Ancak balıkçılar küçük balıkları genelde temizlemek istemezler. Pulsuz ve küçük boydaki balıkları temizlerken bıçağa gerek yoktur. Balığı sol avucunuzun içine alıp sağ elinizin işaret ve baş parmağı vasıtasıyla balığın kafasını kopararak ve sonra baş parmağınızı karnına sokup yararak temizleyebilirsiniz. Ardından bol suyla iyice yıkamanız gerekir.Balıkları kılçıklı bırakabileceğiniz gibi, pişireceğiniz yemeğe veya kendi arzunuza bağlı olarak fileto da çıkarabilkirsiniz. Bu işlem için karnını yardığınız parmağınızı hiç çıkarmadan kuyruğa kadar yürütmek ve sonra kılçığı ileri geri hafifce oynatıp yumuşak hareketlerle yerinden çıkarmak gerekir. Bu balıklar küçük olduğu için filetoları genelde birbirinden ayırmaya gerek yoktur. Filetoları açık veya kapanmış olarak kullanabilirsiniz. Bunun istisnaları ile filetonun ne şekilde kullanılacağı yemek tariflerinde belirtilmiştir. Sardalya pullu balık olmakla birlikte yine aynı yöntemle ayıklanır. Ancak ayıklamadan önce parmaklarınızla pullarını kazıyabilirsiniz. Bu işlem için bıçak kullanmaya gerek yoktur, çünkü pullar iri ve yumuşak olduğu için parmak temasıyla yerlerinden ayrılırlar.
Uskumra, kolyos, istavrit, çinekop gibi orta büyüklükte ve pulsuz balıklar ise bıçak yardımıyla temizlenmelidir. Anüs üzerine bıçakla küçük bir kesik attktan sonra balığın karnı yarılarak iç organları dışrı çıkarılarak karnı temizlenir. Bu arada solungaçlarının da koparılarak çıkarılması gereklidir. Temizlenmiş balığın içi ve başı bol su ile iyice yıkanmalı ve karın çevresindeki siyah zarlar ile kan pıhtıları bıçak ucuyla iyice temizlenmelidir.
Palamut, torik gibi balıkların karnını tamamen yarmak gerekmez. Anüsün üzerine atacağınız derince bir bıçak kesiğiyle bağırsakların vücuttan ayrılması sağlanır. Karın az yarılarak bıçak ucuyla iç organların tamamı dışarı alınır. Palamut ve torik gibi balıkları iki şekilde doğrayabilirsiniz; dilimlemek veya fileto çıkarmak. Eğer tava veya yahni yapacaksanız balığı 1 parmak (2 ila 2.5 santim) kalınlığında dilimler halinde kesebilirsiniz. Fırın balık için fileto çıkarılması daha iyi olur. Fileto çıkarmak için balığın kuyruk kısmından başlayıp kılçık paralelinde balığı ikiye ayırmak gerekir. Palamut ve toriğin baş kısmında fazla bir şey olmadığından kuyruğu ile birlikte kesip atabilirsiniz. Eğer bu balıklardan lakerda yapacaksanız dilimlerin kalınlığı iki misli yani asgari 4 santim olmalıdır. Lakerda için balık temizlenmesi özel itina ve işlem gerektirir, bunun için ilgili bahise bakmanız tavsiye olunur.
Çingene palamutu, uskumru ve kolyoz gibi balıklar yeterince büyük olmadıklarından dilimleme veya filetolama yapılmaz. Ancak çingene palamutları karnı tamamen yarılarak, sırt derisi kesilmeksizin iki yana açılabilir.
Pullu balıkların ise önce pullarının kazınması gerekir. Bu işlem için balığı yatırıp kuyruğundan tutarak bıçağı her iki yanına birkaç defa sürtmek gerekir. Balığın derisinin ve etlerinin zedelenmemesi, balığın kesilmemesi için bıçağı dik tutmak gerekir. İç organlarının temizlenmesi aynen palamutta olduğu gibidir. Balık büyüklüğüne ve yapılacak yemeğe göre bütün bırakılır veya fileto çıkarılır. Pilaki yapılması düşünülüyorsa kalın dilimlere bölebilirsiniz. Lüfer büyüklüğüne göre, kofana ise mutlaka fileto yapılmalıdır. Sarı kanat ise lüferin küçüğü olduğundan iki tarafı boyunca bıçakla çizilerek bütün bırakılır. Çinekopu ise çizmeye dahi gerek yoktur.
Lüfer, çinekop, sarıkanat, kofana, levrek, çipura ve özellikle çorbaya uygun kırlangıç, öksüz, adabeyi ve iskorpit gibi balıkların kafaları koparılmaz. Özellikle ilk gruptaki balıkların yanak ve beyinleri çok lezzetlidir.
Bazı pullu veya pulsuz balıkların derisi oldukça kalındır. Örneğin sinarit veya dil balığı gibi. Bu balıkların derisini komple çıkarabilirsiniz. Bu işleme tulum çıkartma denir. Bu durumda bıçağınızın ucunu kuyruk kısmından derinin altına sokup biraz ayırmak ve sonra oradan tutp yavaş yavaş yukarı doğru çekmek gerekir. Gerekirse arada bıçağınızla tulum çıkartmaya yardım edebilirsiniz. Bu işlemlerden sonra bolca akan kan temizlenmelidir.
Pullu balıkların temizlenmesinde pullar etrafa saçılır ve eğer bu işlemi mutfağınızda yapıyorsanız etrafı batırır. Bu nedenle balıkçıda temizletmeyi tercih etmelisiniz, yoksa bu işlemi evli bir erkek olarak yapıyorsanız karınızdan yiyeceğiniz aile boyu fırçaya peşinen hazır olmalısınız.
|
|
Neden güzel olur İzmir'li kadınlar?
Hep yeni yıkanmış balkonlarda mı yaşarlar?
Yoksa akşam sefası çiçeği gibi ikindileri açılıp saçıldıkları için mi kalır insanın aklında o balkonlu, kadınlı, İzmirli fotoğraflar?
Hesapsız kahkaha atmasını.. Ağzında şeker yuvarlar gibi dedikodu yapmasını.. Sokaktan tek kişilik bir fener alayı gibi geçmesini...
Yeni yıkanmış balkonların ılık betonunda pembe topuklarını gezdirmesini...
Erken yaşta rakı içmesini ve şarkıların en efkarlısını gecenin sonuna saklamasını...
"Asfalyaları attığı" vakit "efelik" yapmasını...çatlata, çatlata oynamasını.
Takıp takıştırıp püfür, püfür salınmasını ve daha neleri, neleri.
İşte her nasılsa, daha en başından öğrendikleri için bütün bunları gün görmüş adamlar bilir "İzmir'li kadınlar" dendi mi, iste orada durmasını.
Canım, "dalgalıysa" eğer atlamadan önce durup denizin dibine bakılmaz mı?
"Dibe çakılır mıyız?" hesabı! İzmirli, balkonlu kadınlar.
Oysa hayat kıvamındadır İzmir'in kadınları.
Nasıl hayatta ayrıştırılıp çizilecek bir şey yoksa, onlar da işte tam öyle.
Yani ya akarsın onunla; ya akmaz, durursun kenarda.
Yok öyle durup dibine bakmaca...
Hep yeni yıkanmış balkonlarda mı yaşarlar?
Yoksa akşam sefası çiçeği gibi ikindileri açılıp saçıldıkları için mi kalır insanın aklında o balkonlu, kadınlı, İzmirli fotoğraflar?
O balkonlarda hiç göremezsiniz büsbütün ne erkekleri
ne hayatı ciddiye alan konuşmaları. Olsa, olsa henüz kurumamış su birikintilerine dalgın, dalgın değdirilen parmaklar...
Ve mutlaka beş dakika içinde patlar yeni kahkahalar.
Zaten galiba erkekler; tombul, hafif meşrep İzmir
Teyze'nin memeleri arasındaki yardımcı oyuncular.
Hep soruyorlar ya: "Neden bu kadar güzel İzmirli kadınlar?"
Zira hep onlarda kıkırdamalar, kahkahalar ve kışkırtıcı şımarıklıklar.
"Deniz lekesi..."
Nasıl denir ki? Ben Ankara'da gördüm az konuşan, az gülen, ciddi duran, füme rengi kadınları. Görünüp, görünüp kaybolan, "muamma" taklidi yapanlar da İstanbul'un meselesi.
Ben sanırdım ki, hayatın yakasında bir hercai menekşe gibi durur her yerde kadınlar.
Öyle değilmiş meğer...
Bir de ne yapsan çıkmaz ya denizin lekesi, o da var.
"Editör'den Not: Bu güzel yazının sahibini bulamadım, bilenler varsa lütfen haber versinler."
|
http://neptune.spaceports.com/~refgames/?102333978232088
Eski DOS oyunlarını özleyenler için mükemmel bir arşiv. Belki anılarınız canlanır, haydi bir kolaçan edin. Teşekkürler Akın.
http://www.yemeksepeti.com
Kredi kartı kullanmadan yemek siparişi verebildiğiniz çok güzel bir site . İstanbul, Ankara ve İzmir'e servis veriyorlar. En geç 45 dakika içersinde yemeklerin kapınızda olacağını özellikle belirtiyorlar. Denemeye değer.
http://www.temizlikse.com
Evde veya işyerinizde temizliğe ihtiyacınız varsa, işte adresi. Amatörce hazırlanmış bir site ama işlevsel. Çağırın gelsinler.
http://www.imego.net
Yaz geldi, haşarat çoğaldı. İlaçlama yada genel temizliğe ihtiyacınız varsa kullanabileceğiniz bir şirketin adresi. Bir kenarda bulunsun.
Damak tadınıza uygun kahveler |
Online To-Do List Manager v1.0 [773k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mytechaid.com/software/onlinetodo.exe
Tarayıcınızı açar açmaz, o gün yapanız gerekenleri, ziyaret etmek istediğiniz linkleri gösteren bir "homepage" ile karşılaşmak isterseniz, buyrun size program. Gerisi size kalmış, ben daha n'apim:-))
Hotkeycontrol XP v3.5 [1.1M] W9x/2k/XP FREE
http://www.digital-miner.com/software/hkcontrol.zip
Klasik klavyenizi, bir multimedya klavyeye dönüştürmeye ne dersiniz? CD yi açıp kapamak, sesi açmak, kapatmak tek tuşla halledilebilir. Ayrıca, tanımlayabileceğiniz butonlarla, tarayıcınıza, media player'ınıza da hükmedebilirsiniz.
|
|