|
|
|
12 Haziran 2002 - Memleketimin İnsanları |
Merhabalar Dostlarım,
Dün yazımı yazarken "Teke Tek" izlediğimi söylemiştim. Yazıyı bitirip, arkama yaslandıktan sonra da izlemeye devam ettim tabi. Hay izlemez olaydım. Nefret listeme birini daha ekledim. Sanmayın öyle uzun bir liste olduğunu. Bir elin parmaklarını geçmez ama bu herif baş parmak olmayı hakketti bile. Beş para etmez, şovmen bozuntusu Arto'dan söz ediyorum. Taraf olduğu insanların bile yüz karası bu adam densizlik boyutlarını öyle bir zorladı ki, sonunda kalktı İnci Çayırlı'ya küstah demek cesaretini bile gösterdi.
Yılların şovmeni, kendine has karizmasıyla işini en üst düzeyde yapan Mehmet Ali Erbil'i taklit etmeye çalışmaktan başka bir meziyeti olmayan bu adama prim verip bu tür programlara çıkartan medya, size de yuh olsun. Hiç olmazsa Fatih Altaylı ağzının payını verir dedim ama, o da birşey diyemedi. Bu tür açık oturum düzenleyen yapımcıların şuna dikkat etmesi gerek. Sarhoş kafayla ancak katlanılabilen insanları ciddi tartışmaların içine katarsanız, bu düzeyde düzeysizliğe de çanak tutmuş olursunuz.
Her kakadan anlarmış tavrıyla, gözlerini patlata patlata attığı laflar, kahkahalar insanı çileden çıkartmaya yeter de artar bile. İnanın adama karşı hissettiğim tahammülsüzlüğün, programda savunuculuğuna soyunduğu insanlarla uzak yakın hiç bir alakası yok. Tam tersine, o insanlar adına bu heriften utandım. Yanındaki Alex bile, kısıtlı kapasitesine rağmen komik duruma düşmedi. Bu adamı ayık kafayla sahnede 10 dakika kadar izleme gafletine de düşmüştüm bir zaman önce. Ses desen karga, detone mi detone. Ona buna laf atmaktan başka hiçbir özelliği olmayan bir adem kişi, kalkıyor Münir Nurettin'den şarkı söylediği martavalını atıyor ortaya. Ulen sen kim, Ankaralı Turgut kim, bırak Münir Nurettin'i... Taklit etmeye yeltendiği Seyfi Dursunoğlu ve M.Ali Erbil'de olan şeytan tüyünün zerresi olsa adamda gam yemem. Bana göre bu adamın, parmağımda arada sırada çıkan şeytan tırnağından farkı yok. Koparıp atacaksın ki, bir daha canını yakmasın. Bu adamı dövdüklerinde, ne istediler garibandan diye söylenmiştim. Ama adamı son katıldığı birkaç açık oturumda izledikten sonra, hakketmiştir mutlaka diyorum.
"Sanatta Cinsellik", "Efemine şovmenlerin topluma etkisi" gibi gayet ciddi konuların tartışıldığı bir ortama bulaşan bu tiyniyette adamı protesto ediyorum arkadaş. Fatih Ürek, Aydın, Dr. Bilal, Sisi adına protesto ediyorum. Özdemir Erdoğan, İnci Çayırlı, Gönül Yazar, Zeki Çetin ve Müjdat Gezen den de özür diliyorum onun adına. Biliyorum ki bu adam özür dileme erdemini bile yüzüne gözüne bulaştıracaktır. Tabi dilerse...
Acaba çokmu abarttım diye, buraya kadar yazdıklarımı tekrar okudum. Az bile yazmışım. Kahve Molasını işgal ettiği için sizlerden de özür diliyorum.
..........
Hülya Avşar, bayrak desenli balonu tekmeledi diye savcılığa şikayet edilmiş. Hoppalaaa... Yahu bu insanların işi gücü yok mu? Televizyonda kadını izlerken, sen kalk şikayet dilekçesi yaz. Üşenme git bir de savcılığa ver. Hani balon imalatçısını mahkemeye verseler, anlamak daha kolay. Bayrak kanunu falan var diye bir kulp bulabilirsin. Tüm sahneye yayılmış balonları yürürken tekmeledi diye şikayetçi olmak, pes doğrusu. Yıllarca bayrağımız yerine yeşil paçavra sallayanları görmezden gel, sonra kalk balon tekmelendi diye milliyetçi kesil. İşte benim memeleketimin insanları. Ben onun için bu kadar çok seviyorum bu memleketi. Durumdan vazife çıkarma da üstümüze yok.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
HTML vs TEXT
Kimsenin soru sorduğu yok, napıcam gene derken bir mail aldım. "Abonelik seçeneklerin de HTML mi? TEXT mi? diye soruyorsunuz, farkı nedir?" diye sormuş bir sevgili dostum. Hemen anlatayım:-))
HTML, şu web sayfalarının size hoş görünmesini sağlamak için yaratılmış bir dil. Ancak tarayıcılarımızın algılayıp, kullandığı bir dil. Bir nevi programlama dili. Örneğini görmek için, izlediğiniz web sayfasının "Source" ya da "Kaynağına" bakabilirsiniz. Web sayfalarına ilgisi olanlar dışındakilerin bu dili öğrenmek için çaba sarfetmelerine hiç gerek yok, merak etmeyin.
Mail programlarımız, HTML formatta mail almaya da göndermeyede hazır durumdadır. Örneğin epostanıza bir resim koyup, üstüne de kocaman ve renkli harflerle "İyiki Doğdun Hüsamettin" yazmak isterseniz HTML formatı tercih edeceksiniz. Burada bir sorun çıkıyor karşımıza. HTML formatta pekçok zararlı script çalıştırılabildiğinden ve HTML postalar daha çok yer kapladığından, kimi posta sunucuları, bu formatta posta alımını engellemektedir. Bu nedenle sizin özene bezene yolladığınız bir postanın, alıcı tarafından abuk işaretler kümesi olarak görülme yada hiç görülmeme olasılığı vardır. Bunu göz önüne alarak, alıcının hangi formatta posta okuyabildiğini öğrenip ona göre posta göndermek iyi olacaktır.
Sadece birkaç satırlık mesaj için TEXT'i tercih etmelisiniz. Bu hem postanızın boyutunu küçültecek hem de alıcının okuması garanti olacaktır. TEXT ise adından da anlaşılacağı üzere, Not defterine yazdığımız gibi saf, komutlardan arınmış formattır. Handikapı, üzerinde oynama olanağımız yoktur. Aynen eski daktilolarda olduğu gibi...
Kadınlar Devleti / Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu 2.Rumeli Hisarı Tiyatro Buluşması
Kadınlar erkeklerin yönetiminden hoşnut değildir. Kocalarının giysilerini aşırıp erkek kılığında meclise gitmeye ve devlet yönetiminin kadınlara bırakılması için oy kullanmaya karar verirler; ve bunu gerçekleştirip komünal bir devlet oluşturmak üzere kolları sıvarlar. Ne var ki kadınların ütopyası kısa sürede erkeklerin hoşnutsuzluğuna yol açacak ve her taraftan hırpalanmaya başlayacaktır. Bu kez erkekler kolları sıvar...
Yöneten : Yücel Erten
Rumelihisarı , 12-13-14 Haziran, 21:00
Bilgi için: 0212-291 51 96
Beşiktaş Kültür Merkezi Açıkhava Konser ve Gösterileri
12 Haziran- 3 Temmuz 2002 tarihleri arasında Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda ,
Beşiktaş Kültür Merkezi tarafından organizasyonu gerçekleştirilen Açıkhava Konser ve Gösteri Günleri: Sezen Aksu,Sertab Erener, Kıraç, Sultans of the dance, Fahir Atakoğlu, Kardeş Türküler ve Cem Yılmaz ile unutulmaz İstanbul gecelerinde izleyicisiyle buluşuyor...
12-13-17-18-19 HAZİRAN
SEZEN AKSU
14 HAZİRAN HÜLYA AVŞAR
15 HAZİRAN SERTAB ERENER
16 HAZİRAN KIRAÇ
Harbiye Açık Hava Etkinliklerinin biletleri Biletix'te satışa sunulmuştur.
Biletix Çağrı Merkezi: 0 216 454 15 55
İSTANBUL DRUM CIRCLE
Drum Circle bilinci "kendini bir gruba benliği ile dahil edip müzik yaratmak ve çembere dahil olmaktır". Birlikte güzel müzik yaratmak için yapılması gereken tek şey paylaşmaktan duyduğumuz heyecanı açığa vurmaktır. Aydın Karabulut - davul, Cem Erman, Erhan Akhan, Cihan Okan, Hazım Körmükçü - perküsyon, Cengiz Ercüment - darbuka, Seyfi Ata - tef , Eyüp Hamiş - ney, Sibel Gürsoy - vokal 12 Haziran, saat 21:30'da.
Babylon Şeyhbender Sk. No:3 Asmalımescit - Tünel / Beyoğlu Tel: 0212-292 73 68
Televizyonların Hali
Geçen akşam Star'da yayınlanan Telegol isimli futbol programını izledim. Katılanlar hararetle tartışırken bir alt yazı geçti. Söyle diyordu: "Fenerbahçe Ortega'dan sonra dünyaca ünlü kimleri transfer ediyor? Yönetici Nihat bilmemkim sadece Telegol'e açıkladı. Az sonra." Fenerli eşim de gördü ve kanalı değiştirmeden açıklamayı bekledi. Tabi epeyce. Altyazı birkaç kere geçtikten, yeterli sayıda insanı ekran karşısına toplayıp beklettiklerinden emin olunca haberi verdiler. Yönetici çıktı ve son günlerde herkesin bildiği Ortega'nın transferinden, Almeyda'nın geleceğinden bahsetti. Yeni tek bir isim telaffuz etmediği gibi transferin devamı hakkında da konuşmadı. Simdi ne yapmalı? Telefona sarıldım, canlı yayın devam ettiği sürece kimseyi bağlayamadıklarını söylediler.
Aslında bunu tüm kanallar yapıyor. Örneğin bir haber geçiyor: (isimleri atıyorum) " Okan, 'FB'ye giderim' dedi" diye bir erkek sesi bağırarak okurken, ekranda siyah zemin üzerine bu söz gümmm diye düşüyor. Az sonra! Az sonra Okan'la yapılmış bir röportaj izliyoruz. Röportajı yapan, futbolcuyu öyle bir şıkıştırıyor ki, çocuk ne yapsın, belli ki sunucu ondan "Fenerde asla oynamam, benim rengim sarı-kırmızı" gibi ortalığı gerecek bir laf almak istiyor. Okan da kibar olmaya gayret ederek profesyonel olduğunu, her takımda oynayabileceğini, bu takımın fener de olabileceğini söylüyor. Haberin duyurusuyla içeriği birbirini tutmuyor.
Böyle durumlarda bu kanalların cezasız kaldığını düşünerek sinirleniyorum. İzleyici olarak bir şeyler yapmak gerek. Hukuk bilgim pek yoktur ama sanırım kandırılan, aptal yerine konan bir izleyici olarak mahkemeye başvurma ve tazminat talep etme hakkım vardır. Köprü olayında oldugu gibi kanallara karşı bir hareket başlatamaz mıyız? Haklı çıkarsak toplanan tazminat paralarıyla kaç vakfa yardım edebiliriz. Tazminat alamasak bile dikkatleri bu konu üzerine çekip, belki kanalların biraz kendilerine çekidüzen vermelerini sağlarız. Bu hafta kanalları bu gözle izleyin nasıl yalanlar söylendiğini göreceksiniz.
Ankara'dan : Cumhur Aydın |
Onlar biliyorlar mı?
Geçen akşam üniversiteden benim ilk asistanlık yaptığım 1988 mezunu beş öğrencim-arkadaşım ve aileleriyle birlikteydim. Bu birliktelik mezun olduğundan bu yana İngiltere'de çalişan, bir İngilizle evli, on yıl önce adadaki çok sevimli bir kasabada evlerine konuk olduğum Çınar'in kısa süreli Ankara ziyareti için düzenlenmisti..
Onları, bazı haberlerini almama karşı, bir süredir görmemiştim. Hepsi liseden de sıra arkadaşlarıydılar.. Şerefin bir kızı olmuş, Kanada lisansıyla ahsap evler yapan bir firmada çalışıyor.. Birol kriz nedeniyle küçük inşaat şirketini bir süreliğine tasviye etmiş, sigorta temsilciliği yapıyor, bir de yeni bebek bekliyor. Hüseyin Sait babasının inşaat şirketinde Karadeniz Sahil Yolunda tünel inşaatında çalışıyor.. Bir oğlu, bir de kızı olmuş.. Ahmet, ailesinin sürdüregeldiği elektrik işleri yükleniciliğinde görev alıyor, onun da bir kızı var.. Nihayet Çınar'in hem Türk, hem de İngiliz isimleri olan iki küçük oğlu da bizlerle beraber.. Bu beşlinin yurtdışında bulunan iki can arkadaşlarını da o gece andık. Gökhan Rusya'da kendi inşaat şirketinde çalışıyor, eşi Türkiye'de yeni doğmus üçüzleri büyütüyor.. Ve Özgür.. O dönemin yüzü aşkın mezunu içerisinde, bence çok özel işler yapabilmis biricik kişi, önce İngiltere, sonra Hong Kong'ta mühendis olarak calıştıktan sonra, Viyana'da başladığı İsletme Masterini şimdi Amerika'da sürdürüyor..
Onlar lise yıllarını andılar. Bense üniversite'deki heyecanlarını, koşusturmalarını anımsadım. Ankara'nin en güçlü lisesinden mezun olmuş, birçok gencin hayallerini süsleyen güzel bir üniversitenin tutulan bir bölümünde okuyup, geçer bir meslek sahibi olmuş, şimdilerde otuzlu yaşlarını süren bir avuç arkadaşım. Yüzleri aydınlık eşleriyle yaşam merdivenlerini tırmanan, çocuklarını kucaklayan bu eski gençler! Mutlular mı, islerinde üretken, yaşamlarin keyif alıyorlar mı? Kısacık bir beraberlikte bu soruların doyurucu yanıtlarını bulamazdım kuşkusuz.. Ancak, o geceki bütün neşelerine karsın, sıradan yaşamların gölgeleri düşmüştü yüzlerine.. Bilmiyorum, belki de bana öyle geldi, kıvılcımlar yakalayamadım sözcükleri arasında..
Bu beraberlik neden mi şimdi usuma düştü? Bu hafta sonu milyonu aşkın gencimiz "yasam çizgilerinde" önemli bir dönemeci gececekler, üniversite sınavına girecekler.. Bizler gibi, sizler gibi.. O sınav öncesi ne kadar heyecanlı olduğumuzu şimdi anımsıyor musunuz? Onlar da heyecanlılar, aileleri de.. Yüzbinlercesi, kaçinılmaz bir biçimde hayallerini daha sonraya ertelemek zorunda kalacaklar.. Binlercesi, şu an uslarından geçirmedikleri bölümlere girecekler, belki şanslarını yeniden deneyecekler.. Güya mutlu azınlıkta, istedikleri arasında bulunan mesleklerin eğitimini almaya başlayacaklar, çevrelerinde sırtları sıvazlanacak..
Böyle ne kadar öğrenci geçti gözlerimin önünden. Kaçının üniversitelerdeki heyecanlarına gözlemci oldum, kırık dökük bir şeyler paylastım, çok azının da izlerini sürdüm yıllar içinde. Bu yılın üniversite adayı gençleriyle de on bes yıl sonra karşılaşmak ve soyleşmek isterim. Yaşamdan bekledikleriyle, bulduklarını kıyaslayabilmek isterim.
Daha baska ne mi isterim? Öncesinde, hepsine şimdi seslenmek, omuzlarından tutup konuşmak isterim. Onlara demek isterim ki, meslek sahibi olmak cok önemli ama, yaşami insan olarak algılamakta, kucaklamakta baska ozellikler de gerekli, daha ne kadar fazla sınavdan geçecekler, bunları belirtmek isterim. Ne onulmaz yitirmeler, kazanc diye düşündükleri kaç yenilgi yaşayacaklar anımsatmak isterim.. Yenilgilerin ardından gelebilecek kazanımlardan söz etmek isterim. Mutluluğun tarifinin meslekle parayla ilişkisini çizerken, kendilerinin, yaşamı beraber paylaşacaklarının ve insanlığın mutluluğunun baska anahtarları da oldugunu onlara fısıldamak isterim.
Yaşamda önlerine konulan tek hedefe erişilip, mesleklerini yapmaya basladıklarında, eğer yaşamın farklı renklerini algılayacak sezilere, birikimlere sahip olamazlarsa, önlerindeki otuz-kırk yılın nasıl da sıradan, keyifsiz olabileceğini onlara anımsatmak isterim. Anlama, algılama, kendilerine ve çevrelerindekilere yaşami kucaklatmalarının, meslekleri ve meslek basarılarının çok ötesinde yürek çaplarıyla ilintili olduğunu seslendirmek isterim.
Daha baska neler mi demek isterim? Julian Barnes'tan alıntılar yaparak, yaşamlarına büyük umutlar besleyerek başlamış olanlardan ve sonra da yazgılarını psikopatlarla, hayalperestlerin ellerine teslim edenlerden, ayyaşlarla, hödüklere bağlayanlardan söz etmek isterim. Bunların bir kısmıyla yıllar önce yürekleri kıpır kıpır heyecanlar paylaşabilme yanılsamalarına düşebileceklerinden dem vurmak isterim.Ve inanmak adına hic bir neden yokken, inanmak onlar icin yalnizca cilginlik sayilacakken, inanarak, inanılmaz bir inatçılıkla yıllarca sebat edebileceklerini anlatmak isterim.
Zoru, geleceği sahiplenmenin önemini, vazgeçilmezligini dillendirmek isterim.. Bir başka ustadan, "Onlar icin asıl başarının yorumlama ve değerlendirme güçlerinde saklı olduğunu" belirtmek isterim..
Bütün bunları söylemek isterim. Omuzlarindan tutarak, gozlerim nemli onlari sarsmak isterim. Ancak biliyorum, yapamayacağım..
Yapsam bile, aktarabileceklerimin, karşımdakilerin şu an anlayabilecekleriyle sınırlı olduğunu biliyorum.. Bunun yeri ve zamanı olmadiginı da biliyorum..
Ne yazık.. Biliyorum..
Cumhur
Acı Kahve Hatırına : Çağhan Tansel |
Meleklere Ek İş
Son günlerin bir numaralı konusu, elbette Dünya Kupası ve dilim varmıyor ama belki de milli takımımızın uğrayacağı büyük bir hayal kırıklığı. Daha herşey bitmedi. Lüzumsuz yere karamsarlık yapmaya da gerek yok demek isterdim ama belki de ilk defa karamsar olmakta haklıyız. Bu sefer çok geçerli nedenlerimiz var.
Çok değil, 4-5 ay öncesini düşünün. Herkes üç büyüklerin çekişmesine kendini saplamış, kimsenin ağzından Dünya Kupası sözü çıkmıyordu. Bu durum tüm ülkelerde aşağı yukarı böyleydi ama asla bizdeki gibi değildi. Liglerin en önemli haftalarında herkes tabii ki önündeki maçlara konsantre olur, onlar üzerine konuşulur, tartışılır. Ama n'olursa olsun lig sürecindeki artılar ve eksiler Dünya Kupasına monte edilir, "Dünya Kupasında böyle bir şey olsa ne yapardık ve bunun önünü kalan süre içinde nasıl kesebiliriz" mantığı temel alınarak zihinlerin bir tarafı daima Dünya Kupasına kurulur. Gündelik beyin lig mücadelesine konsantre olsa da zihnin o özel ayrılan bölümü hiç durmadan günlük bilgileri Dünya Kupasına kıyaslayarak sonuçlar üretir. Basın burada çok önemli bir görev üstlenir. Dünya Kupasının tamamen unutuldu sanıldığı anlarda ufak da olsa ara haberlerle o bağı hiç koparmaz, nakış işler gibi alttan alta insanların zihnine Dünya Kupasını sokar, onu işler, geliştirir. Ligler bittikten sonra çok değil, bir hafta sonra tüm ülke çoktan Dünya Kupasına hazır olmuştur. Psikolojik olarak toplumca yaratılan bu sinerji her alana yansır. Maçların başlamasına bir ay kala nerdeyse tüm önemli merkezler genel futbol tabiriyle "gelin gibi süslenmiştir". Tüm bunları göz önüne aldığımızda, basınıyla, insanlarıyla, takımlarıyla ve o futbol dahileri ama her ne hikmetse aktif futbolculuk ya da hakemlik yaşantılarında kendi "kümeslerinden" öteye gidememiş yorumcularıyla ülkemizin Dünya Kupasına ne kadar hazırlandığını söyleyebiliriz? Sanırım daha doğru bir ifade olacak, Dünya Kupasına hazırlandığımızı söyleyebilir miyiz? Spor basınındaki futbol "yorumcularının" %95'i yorumculukla uzaktan yakından ilgisi olmayan, spor dünyasında birkaç kişi tanımakla ve her iyi taraftar kadar maça gitmekle iyi yorumcu olunacağını sanan insanlar. Çok direkt ifadeyle belirtmek gerekirse yorumculuk sıfatına haiz olmayan insanlar. Hal böyle olunca, basında olaylara değişik açılardan bakabilecek, en önemlisi çok stresli geçen sezonların içerisinde değişik ve önemli konulara dikkat çekerek arada sırada, stresten bunalmış spor kamuoyuna çıkış yolları gösterebilecek insanlarımız olmuyor tabii ki. Basın (genel olarak spor basını) zaten Anadolu deyimiyle "Allahlık Ali Bey". Onların suç listesi zaten çok kabarık. Bunların üstüne bir de milli takımımızın teknik kadrosunun yetersizliği eklenince tabii ki potansiyel başarımız somut bir başarıya dönüşemiyor (en azından şimdilik diyelim,bir maçımız daha var)
Tüm bunlara ilk bakışta geçerli olabilecek bir mazeretle yaklaşılabilir. Bizim bir Dünya Kupası geleneğimiz yok. 48 yıl sonra ikinci defa katılıyoruz ve bu 48 yıl içinde dünya öylesine bir hızla değişmiş ki hiç kimse ikinci kez katıldığımızı bile doğru dürüst kabul edemiyor. O yılları yaşayan büyüklerimizin anlattıklarına göre o zamanlar Dünya Kupasına katıldığımızı bile bilmeyen bir sürü insan varmış sokakta. Halbuki bugün sokaklara dev ekranlar kuruluyor, herkes beraberce maç izliyor. Kısacası, bir geleneğimiz olmadığı doğru ama zaten bir konuda belirli, köklü geleneğe sahip olmak her zaman sahip olunması gereken bir özellik değildir. En azından belli aşamalarda gerekli değildir çünkü mantık üzerine inşa edilecek planlarla birçok şey öngörülebilir. Artık belli bir noktadan sonra duygular tamamen biter, başarı için bitmelidir de. Örneğin, Teknik direktörümüz Şenol Güneş üzerine hala konuşuluyor. Ne kadar üzücü bir durum değil mi? Hala toplumun tepkisini önemsemeyen bir yöneticiler sınıfı ve tepkisini kaale aldıramayan bir toplum denklemiyle karşı karşıyayız. Bugün sokağa çıktığınız zaman, özellikle futbolu yakından takip eden insanlara sorduğunuz da daha da önemlidir, hemen hemen hiç kimsenin Şenol Güneş'i milli takımımızın başında görmek istemediğini saptarsınız. Kendisine karşı kamuoyunda bu kadar antipati beslenen bir insanın da görevinin başında kalması kendisi için verdiği son derece yanlış bir karardır bana göre. Eğer kamuoyu Dünya Kupası maçlarından önce Güneş'ten x kadar memnun değilse artık 5x kadar memnun değil.
Milli takım doğru dürüst hazırlık maçları yapamadı, hiçbir sisteme bağlı kalamadı. Tamamiyle kişiliksiz bir futbol takımı görüntüsü sergiledi. Peki elemelerden beri bu kadar açık ve kör kör parmağım gözüne şeklinde ortada olan şeyler neden değiştirilmedi, neden bunlara önlem alınmadı? Bunlar en basit mantık yürütmeyle bile ortadan kaldırılabilecek sorunlar değil miydi?
Önümüzde o kadar güzel bir örnek var ki...Futboldan anlayan birkaç gerçek yorumcunun da teknik direktör tartışmalarında ortaya koymuş olduğu gibi, futbolun ortaya çıktığı yer olduğu için "futbolun beşiği" denilen ve tarihinde milli takımını hiçbir zaman yabancı bir antrenöre emanet etmemiş olan İngiltere'nin başına bir İsveçli teknik direktör, Sven Goran Eriksson getirildi. Orada da tartışmalar olmadı değil ama Eriksson başta 5-1'lik Almanya (hem de deplasmanda) galibiyeti olmak üzere aldığı başarılı sonuçlarla ve "gerekli gereksiz herkesle yüz göz olmamasıyla" bu tartışmaların üstüne çıkmasını bildi. Çok önemli bir nokta daha, Dünya Kupası grubunda İngiltere ve İsveç'in aynı grupta olmasıydı. Bizde böyle bir durum olsa, teknik direktörün kariyerine ve saygınlığına bakılmadan kendi ülkesi için, çalıştırdığı takımı "satacağı" söylenirdi.
Yazılacak daha çok şey var ama şimdilik bir total sonuç çıkarmak istersek: Bilinçsizliğini devam ettiren ve bunu topluma da aşılamakta çok başarılı olan bir yazılı-görsel basın, son derece yetersiz, yeteneksiz ve basiretsiz bir teknik heyet ve hala beyin olarak profesyonelliğe ulaşamamış bir milli takımımız var ve biz çok fazla hayal kurduk. Hiç çalışmamamıza, dolayısıyla hiç hak etmememize rağmen. Tek bir şansımız, futbol meleklerinin futbolcularımızın yeteneklerini ödüllendirmesi olacaktır. Ama ödüllendirilecek o kadar iyi işlenmiş yetenek var ki orada, bizimkilere sıra gelir mi bilemiyorum.
Vitamin deposu balık
Balıkta şeker, karbohidrat yok denecek kadar azdır. Protein açısından ise son derece zengindir. Bu özellikleri nedeniyle son derece sağlıklı bir yiyecektir. 100 gram yağlı balık yaklaşık 22 gram, yağsız balık ise 10 gram protein içerir. Balık aynı zamanda proteininden en çok faydalanılan besin türüdür. İnsan vücudu bu proteinin %93'ünden faydalanır. Bu oran kırmızı etlerde ve diğer beyaz etlerde çok düşüktür.
Balık az karbohidrat içermesinin yanı sıra madensel tuzlar ve mineraller açısından son derece zengindir, bol miktarda fosfor, kalsiyum, iyot ve flor içerir. Balık eti A, B1, B2 ve D vitaminleri açısından da zengindir.
Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz, her geçen gün artan çevre kirliliğine rağmen balık çeşitleri açısından son derece zengin bir ülkedir. Deniz balıkları siyah etli-beyaz etli, yerli ve göçmen olarak sınıflara ayrılırlar. Beyaz etli balıkların sindirimi siyah etlilere nazaran daha kolaydır. Jelatin içerdiklerinden haşlamaya elverişlidirler. Tavası, ızgarası, yağlı oldukları mevcsimlerde de ızgarası yapılır. Bunlara örnek olarak barbunya, tekir, levrek, kefal, lüfer, kalkan, mercan, çipura, dil, pisi ve kırlangıçı gösterebiliriz.
Torik, palamut, uskumru, kolyoz, kılıç, hamsi, sardalya, gümüş gibi balıklar da siyah etli balıklar sınıfına girerler. Bu balıklar beyaz etlilere nazaran daha yağlıdırlar ve daha az jelatin içerirler. Bu nedenle haşlamaya uygun değildirler ve hazımları daha zordur.
|
|
Yalçın Bayer bir okuyucu mektubundan aktarıyor:
"Geçen hafta bir arkadaşımın babaannesinin cenaze
töreninde aklıma geldi; acaba insanlar tabutu örten yesil örtüdeki
Arapça yazının ne anlama geldiğini biliyorlar mı?
Bunu sorduğum 60 yaş üzerindeki insanlardan "Allah
rahmet eylesin diye yazıyordur herhalde", "Ben hoca mıyım, hocaya sor",
"Dua olması lazım", "Bu fetvaya girer, ancak hocalar söyler", "Tövbe estağfurullah",
"Bilmiyorum" gibi farklı yanıtlar aldım.
İnsanların en az yüzde 95'i bu Arapça yazının ne
anlama geldiğini bilmiyor.
Sonra bir de gençlere sorayım dedim ve liseli bir
ögrenciden aldığım yanıt "Arabistan Havayolları hayırlı yolculuklar diler"
oldu.
"Editör'den Not: Hakikaten bilen biri varsa yazsın da bizde öğrenelim."
|
http://www.ilacrehberi.com
Sadece ilaç değil, tıp ve sağlık ile ilgili merak ettiğiniz bir çok konuya ışık tutan bir bilgi kaynağı. Sitede meraklıları için bir de kapsamlı tıp sözlüğü eklenmiş.
http://www.oludenizlive.com
Cennet köşelerimizden Fethiye- Ölüdeniz için turizm amaçlı hazırlanmış bir site.
http://www.evkultur.com Güzel hazırlanmış bir kültür, sanat sitesi. Ziyarete değer.
http://www.yapboz.tv/babuse347.html
Çok akıllıca hazırlanmış bir yapboz oyunu. Mutlaka deneyin.
Damak tadınıza uygun kahveler |
Texture Processor v1.3 [504k] W9x/2k/XP FREE
http://www.paurex.com/download/tp13.zip
Web sayfalarının geri planında birbirini takip eden resimlerden oluşan zeminleri yaratmak için bir program. Deneyenler bilirler. Küçücük bir resimden büyük zemin yaratabilmek oldukça güçtür. Program üzerinde bir sürü örnekle geliyor. Deneyin beğeneceksiniz.
WindowBlinds 3.3 [2.24M] W9x/2k/XP DENEME
http://download.com.com/3000-2326-10104607.html?tag=lst-0-1
Winamp Skin'leri gibi, Windows'a değişik tatlar ve renkler uygulamak isterseniz, buyrun size program. Oldukça popüler olan bu program sayesinde Windows'a hayat verebilirsiniz.
|
|