|
|
|
19 Haziran 2002 - Sevinmek Hakkımız... |
Kırmızı Beyaz günler hepinize,
Harika bir günü geride bıraktık. Yapılabileceklerin en iyisini yaptık. Ama artık gözümüz yükseklerde. Önce Senegal, ardından gelsin yarıfinal ve final. Alırız biz bu kupayı be. Ha gayret çocuklar... Ha gayret...
Maç sonunda, beni gerçekten etkileyen sahneler vardı. Ağlayan Japon oyuncu ve seyirciler, sevinen bizim çocuklar, eli ayağı titreyen federasyon başkanımız, futbolcuları teselli eden karizma yüklü hakem, sağa sola saldıran medya |
|
mensupları... Ama asıl olay tribünlerdeydi. 40 bin küsur Japon seyirci, bir yandan ağlıyor, diğer yandan futbolcularımızı alkışlıyordu. Saygıyı düstur edinmiş Japon halkının onurlu yenilgilere karşı gösterdiği tepkiye şapka çıkarmamak elde değildi. Ben bu sahneleri izlerken, açık pencereden, kuş avlamaya çıkmış şehir magandalarının tak tuk sesleri geliyordu. Bir tarafta saygı, sevinç, onur, gurur dolu göz yaşartıcı bir tablo, diğer tarafta göz yaşartmaya niyetli dangalaklar. Bu nemenem bir sevinçtir. Neyi ispatlamak için vurmaya çalışırlar kuşları anlamıyorum. Anlamaya da hiç niyetim yok. Günün bilançosunu bilmiyorum. Umarım, vurulan yavru kuş, ağlayan ana kuş olmamıştır.
İşin bir başka boyutu da, maçın tüm dertlerimizi unutturması oldu. Borsa düşmedi, dolar yükselmedi. Cebinde otobüs parası olmayan 1 senedir işsiz Mehmet, aldı eline bayrağını çıktı sokağa, bağıra bağıra, yürüye yürüye gitti Taksim'e Kızılay'a, Konak'a. Mesut Yılmaz, ekonominin durumunu soran gazetecilere "Bırakın bu işleri, bugün galibiz, izin verin tadını çıkaralım" dedi. Japon malı televizyonda seyrettiğimiz Japonya galibiyetini, Japon malı arabalarla dolaşarak kutladık. Japon malı fotoğraf makinalarımızla resimledik sevincimizi. Hal böyleyken, Japonlardan rövanşı aldık diyebilir miyiz acaba? Bir düşünün salim kafayla...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Google Google Ara
Tarayıcınızın "Ara "Search" düğmesini tıkladığınızda karşınıza standart olarak MSN'nin arama motoru geliyor biliyorsunuz.. Ancak, şu sıralar en iyisi olmaya namzet bir arama motoru olan Google'ı MSN yerine kullanmak isterseniz ne yapmanız gerekiyor biliyor musunuz? Aslında son derece basit. http://www.google.com/google.reg adresinden google.reg dosyasını yükleyip, üzerine çift tıklamanız yeterli. Yükleme için farenizin sağ tuşuna basıp, "Hedefi farklı kaydet" seçeneğini kullanmanız gerekiyor. Artık varsayılan arama motorunuz Google oldu. Ben kullanıyorum ve çok memnunum, tavsiye ederim.
Beşiktaş Kültür Merkezi Açıkhava Konser ve Gösterileri
12 Haziran- 3 Temmuz 2002 tarihleri arasında Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda ,
Beşiktaş Kültür Merkezi tarafından organizasyonu gerçekleştirilen Açıkhava Konser ve Gösteri Günleri: Sezen Aksu, Sertab Erener, Kıraç, Sultans of the dance, Fahir Atakoğlu, Kardeş Türküler ve Cem Yılmaz ile unutulmaz İstanbul gecelerinde izleyicisiyle buluşuyor...
19 Haziran
SEZEN AKSU 22-23-24-25-26 Haziran SULTANS OF THE DANCE
Harbiye Açık Hava Etkinliklerinin biletleri Biletix'te satışa sunulmuştur.
Biletix Çağrı Merkezi: 0 216 454 15 55
AYŞE TÜTÜNCÜ "PİYANO-PERKÜSYON" GRUBU
Vurmalılardan çelik üçgen, agogo, bendir, bongo, kastanyet, ramazan davulu, çanlar, parmak arpi, rototom, koltuk davulu, hi-hat, kuika. Bas klarinet ve piyano... 1995'te kurulan grup, Carla Bley, Debussy, C. Corea, K.Weill, Şecaattin Tanyerli, Lounge Lizards, Gismonti ve bu gibi kaynaklardan hareket ederek yazdığı özgün kolaj ve çeşitlemeleri çalıyor. Yazı ve doğaçlamanın içiçe geçtiği müzikleriyle grup bazen çocuk şarkılarına, bazen ağıta, bazen Latin müziğine veya Balkanlar'a, bazen de caza ve blues'a ve tekrar bu topraklara uğruyor. Ayşe Tütüncü-piyano, geri vokal, Oğuz Büyükberber-klarinet, bas klarinet, Saruhan Erim-vurmalılar, vokal, Serdar Gönenci-vurmalılar, Timuçin Gürer-vurmalılar ve Cengiz Baysal-davul kadrosuyla Temmuz 2002'de North Sea (Hollanda) Caz Festivali'ne katılacak olan grup Babylon konserinde repertuarının bir bölümünde elektro gitarda Akın Eldes'i misafir edecek. 19 Haziran, saat 21:30'da.
Babylon Şeyhbender Sk. No:3 Asmalımescit - Tünel / Beyoğlu Tel: 0212-292 73 68
Ankara'dan : Cumhur Aydın |
İzmir'den Ankara'ya giderken. .
İzmir'den Ankara'ya kalkan gece otobüsleri; Bornova, Belkahve ve Kemalpaşa kavşaklarını geçtikten sonra, 45 dakika içinde Turgutlu'ya varırlar. Karışık duygular basıverirdi içime. İzmir'den ailemden, eski arkadaşlarımdan uzaklaşmanın hüznü. Diğer yandan, eşime-oğluma doğru bir 50 km yaklaşma. Derken Salihli'ye ulaşır otobüs. Her seferinde, yolun sağına bakıp, ışıkları birer birer sönmeye başlayan 80 Evleri gözlemeye çalışırdım. Yetmişlerin ikinci yarısında, yirmi yıl önce, geçirdiğim ayları, yılları anımsardım Salihli'de. Bağların arasından, istasyondan yeni konut bölgesine yürüyüşlerim, annemin soba yakma telaşları usuma düşerdi. Değirmende, ailece belki de son kez yaptığımız piknik gözümün önüne gelirdi.
Yıllar akıp gitmiştir. Geri dönüşün olanağı yoktur elbette. Şimdilerde otobüsler Afyon'da tek mola verirler. Oysa eskiden, Kula'da Pamukkale ufacıcık aile resturantlarında bir ilk mola verirdi, İzmir'den çıkıştan yaklaşık iki saat sonra.. Tam yarım yamalak ta olsa hafif bir uyku hali çökmüşken üstünüze. Kaptanlar sanki üç-beş gündür açmış gibi gece yarısında yemeklere yumulurken, bir iki çayla geçistirirdiniz bu süreyi. Derken anlaşılmaz bir ses, kaptanlara başarılar, bizlere de hayırlı yolculuklar diler, biz yine yollara düşerdik.
Kula'dan sonra, İzmir-Ankara yolunun en çileli etabı başlar. Uşak'a kadar, virajlı, zorlu bir etap. Annem yine yıllar önce, Gördes'den Akhisar'a iki saatte alınan 50 km'lik dağlar arasındaki berbat yolu gidecekse, bir iki gün önce yemeden içmeden kesilir, otobüse bindiğinde de hemen küçük kolonyasından katlı mendiline kolonya damlatır, hapını içer, duasını eder ve gözlerini kapatırdı. Bir süre ben de onu taklit etmiştim. Ancak sonra, mide bulantısının daha cok açlıktan ve koşullanmışlıktan geldiğini ayırt edince vazgeçmiştim, onun yaptıklarını yapmaktan. Ancak, ne zaman uzun süreli virajlı yollarla karşılaşsam, bu Gördes anıları ile, eski İstanbul yolunun zorlu Sındırgı bölümünde İnanoz'le annemle birlikte yaptığımız yolculukları anımsarım.
Derken iyice geceyarısı Uşak geçilir. Yine de tek tük yanan ev ışıklarının ardında yaşananlar üzerine hayaller kurardım. Kavga mı edilmiştir, bebek mi emzirilmektedir, çocuk mu hastadır? Nedir olan biten? Ancak, ışıkları yanıkta, sönükte olsa, yuva sıcaklığının buğuları cama vurmuştur, işte o zaman evimi daha bir özler, yolda olduğuma kahırlanırdim. Tam da Afyon'a yaklaşırken, yolun yarısını yapmış olursunuz. O noktadan sonra, ikircikligim daha bir azalırdı. Çünkü İzmir giderek daha uzakta kalır, ben Ankara'ya daha yaklaşır olurdum. Şu otobüsten inip, geriye dönsem fikri giderek kaybolurdu. Aynı ikirciklilik, elbet Ankara'dan İzmir'e yolculuklarda da tersine yaşanırdı. Afyon denince hep soğuğu ve bu soğukta kime nasıl sattıklarını bir türlü anlayamadığım her vakit açık yol boyu şekerlemecileri anımsarım. İnanmassınız ama, Afyon yazın bile soğuktur, deneyin isterseniz.
Yolun ikinci yarısı sanki daha çabuk geçer. Laf aramızda azcık kısadır bu bölüm. En uykusuzun bile gözleri kapanır artık. Eh, belki de biraz da bundandır kısa gelmesi. Eski dönemin, ikinci molası oluverir derken. Sivrihisar'da. Hemen hiç üşenmez, lokantanın bahçesinde üç-beş tur atar, hasta annemi, ona bakmaya çalışan yaşlı babamı usuma getirirdim. Ne yapıyorlardır şimdi? Uyuyorlar mı? Yoksa babam, annemin başında mıdır? Gözyaşlarıma mutlak engel olamaz ancak biraz da bir haftasonu daha onlara gidebilmeyi, onlara moral vermeyi, belki de son kez onlarla sarılmış olmayı başarabilmenin hazzını duyardım. Hey, gidi günler. .
Derken, Sivrihisar, Polatlı-Ankara son etabı başlar.. Yeni günün ilk ışıkları ortaya çık
mıştır. Her ne kadar İzmir'imin ışıkları kadar parlak olmasa da, aydınlık güzeldir her zaman. Azcık yolculuk halinden silkinir, yeni günü düşünmeye bile başlardım yolun sonuna doğru. Her seferinde kaloriferi cok yaktın, erken söndürdün, sigara dumanında havalandırma çalışmadı muhabbetlerini geçiyorum kuşkusuz. Bunlar, olmassa olmazlar.. Ankara'nin eski garajına girerken, muavinin bir daha ki yolculukta yine kendilerini seçme dileği ve bagaj unutulmamasi ricası işitilirdi.
Servisle Kızılay, sonra eve. Sokaklar henüz kalabalıklaşmamış, belediye otobüsleri ilk servislerine hazırlanmaktadırlar. Kalbim hızla atmaya baslardı, eve yaklaştıkça. Anahtarla usulcacık kapıyı açar, henüz uyuyan bebek Arda'yı uzun uzun koklardım. Hemencecik İzmir'i özetlerdim, onların hafta sonu yaptıklarini dinlerdim.
Evet dinlerdim. . Neredeyse tam 17 yıl, hemen her ay bu yolculukları yaptım İzmir'le Ankara arasında.. Önce babamı, sonra annemi yitirene kadar. Sonra, ara açıldıkça açıldı. Artık İzmir'e çok seyrek gidiyorum. Arkadaşların, dostların davetleri bir yana, yaşanmışlıklar diğer yana..
Sonradan anladım ki; yıllar boyu İzmir'le bağlarımı sımsıkı tutan meğer Basın Sitesi'ndeki o küçücük baba eviymiş.
Cumhur
Misafir Odası: Tanju Akdeniz |
Başbakanın hasta olduğunu sana kim söyledi?
Aşağıdaki tümceleri altı çizili sözcükleri vurgulayarak yüksek sesle okuyun.
- Sana parayı benim çaldığımı kim söyledi?
- Sana parayı benim çaldığımı kim söyledi?
- Sana parayı benim çaldığımı kim söyledi?
- Sana parayı benim çaldığımı kim söyledi?
- Sana parayı benim çaldığımı kim söyledi?
- Sana parayı benim çaldığımı kim söyledi?
"Ne söylediğin değil, nasıl söylediğin". Bu sözü duymayan var mıdır acaba? Hepimiz duymuşuzdur duymasına ama bazen pek biliyor gibi davranmayız.
Yukarıdaki basit örnekte de görülebileceği gibi sadece vurgu ile sıralaması aynı fakat anlamları tamamen zıt cümleler kurmak mümkün. Söylenen bir sözü çarpıtmakta -ki buna demogoji de diyoruz, veya lafı çevirmekte -bu durumda da çevremizde "çevir kazı yanmasın" nidalarını duyarız genellikle- sıklıkla başvurulan bir yöntemdir vurguyu kaydırmak.
Benim anlamadığım ya da kabullenmekte güçlük çektiğim ise bu numarayı herkes biliyor olmasına rağmen çoğu kez işe yaraması. Bunun sebebi ne olabilir? Neden her seferinde bu numarayı yutarız ya da yutmuş görünürüz?
Bu soruları yanıtlamayı davranışbilimcilere bırakıp sonuçlarına bakmak istiyorum:
Daha önce söylediği ve hem sıralaması hem de vurgusu kulaklarımızdayken, öyle söylemediğini iddia eden bir kişi hakkında ne düşünürüz? Nasıl bir ilişki doğar arada?
Hiç düşünmez mi acaba bu tartışmada kazananın aslında kaybeden olduğunu. Hiç duymamış mıdır Pirius Zaferini?
Çok zor büyür dostluklar. Bir o kadar da kırılganlaşır geliştikçe.
Çok mu zordur ağzımızdan çıkanı kulağımızın duyması?
Çok mu zordur hatalarımızı kabullenmek? Çok mu acı verir affedilmek?
Çok mu zordur özür dilemek?
Evet, zordur özür dilemek. Zordur o gurur denen duygunun ayaklar altında ezilişini görmek. Zordur tükürdüğünü yalamak.
Daha da zor olanı var halbuki: Affetmek. Ama gerçekten affetmek. Gönülden, yürekten affetmek içtenlikle özür dileyen birini. Acı ve haz denklemlerine bakmadan, kar-zarar hesapları yapmadan affedebilmek.
Erdem sözcüğünün anlamı burada aranmalı bence...
Nereden nereye geldik. Allah Başbakanımıza uzun ömürler versin...
Kalın sağlıcakla.
Tanju Akdeniz
Marmaris'ten : Osman Günay |
DENİZDE SEFA KILAVUZU
Teknede yaşam
Teknelerde yaşayan insanlara genellikle, bohem, maceraperest, konforsuz ve basit yaşayan, hatta bazen "gariban" ya da "marjinal" gözüyle bakılır nedense. . . Eh biraz da öyle gözükebilir uzaktan. Ayrıca denizde yaşayanlar oldukça yeni bir nesil oluşturuyorlar. Bir düşünsenize , fazla değil yirmi sene önce bile denizde yaşayan insan sayısı iki elin parmaklarını geçmezdi. . Denizde yaşayanları bırakın, o zamanlardaki özel tekne sayısını bile düşünseniz anlayacaksınız büyük farkı. Denizde vakit geçirenler sadece uzun yol gemilerinde çalışanlar, (onlar da eve dönüş hayaliyle milleri çiğner dururlar), balıkçılar(onlar da ay aydınlık olsa da eve gitsek deyip dururlar), bir de güneyde eski charter guletlerinden bozma yatlarda yaşayan üç-beş kişi!!!Boğazdaki yatlar da eskiden kalma "yatçı" ailelerin zaten, onlar da kışın karada geçirir, yazın da bir-iki ayını kaptanına emanet edip yolladığı güneyde, sonra tekrar Marmara, Dil plajı, Poyrazköy arasında ufaktan voltalar, evin çocuklarına "party" mekanı, masraf kapısı, tonoz derdi, Beşiktaş Belediyeye plaka vergisi, bir kenarda da çürüyüp gitti büyük kısmı zaten. . . Bir akılda Sadun Ağabey var, onun da nasıl bir insan oğlu insan, nasıl bir deniz sevdalısı, nasıl bir kurt olduğunu kimse tartışmaz, ne demişler "istisnalar kaideyi bozmaz" (Allah selamet versin, başımızdan eksik etmesin dileklerimizi yollayalım sevgili üstada). . Zaten Sadun Ağabey de olmasa, bizlerin deniz sevdasınla tanışmamız gecikirdi herhalde. . "Pupa Yelken" i okuduğumda yıllarca etkisinden kurtulamamıştım, hala teknemin küçük kitaplığında durur. . . Bu arada denizci oğlu denizci ağabey ve kardeşlerimizin hakkını yemiyelim ama genel görüntü böyle, ne yaparsınız??
Denizde yaşayanların çeşitli yaklaşımları var elbette. . Etrafa sorar dururum da pek sağlam yanıtlar almadım şimdiye kadar. . . Kendi kendime konuşurken de bir sürü cümleler döktürmüşümdür bu konuda ama, aklımda hiçbiri yok şimdi!!! Yine de açıkyürekli ve samimi bir itiraf gerekirse "ben seviyorum tekne yaşamını" deyip kurcalamayalım fazlaca. . Seneler geçirdim bir marina köşesinde teknemle, işe gidip gelmek dışında tüm zamanım orada geçti. (fena konfor değil, marinada çalış, aynı marinadaki teknende otur, haftasonu da çözdün mü pontondan, civar koyların hepsi senin, yıllık izin oldu mu hele, rotalar yapılmıştır önceden mutlaka!!!) Teknede yaşamanın "kompakt" bir tarafı vardır, her zaman ufaktır içersi, su sızdırmaz, kolay ısınır, yazın pek sıcak olmaz denizdeyseniz, oturduğunuz yerden hem buzdolabına, hem ocağa, hem müzikseti ve hem televizyona uzanır, içiniz geçerse de bankete uzanır battaniyenizi üstünüze çekip ufaktan şekerleme yaparsınız. . . Komşu derdi, kapıcı derdi, bahçe, elektrik, gündelikçi kadın, dam aktı, badana gerek sorunları yoktur. . . Böyle söyledik ama hiç de dertsiz olduğu sanılmasın. . Öyle ya, tekneniz sadece bir ev değil ki sizin için, hem barınak, hem oradan buraya gittiğiniz vasıta, hem spor yaptığınız yelkenliniz, hem de teknik sorumluluklarınızın olduğu imparatorluk sınırları!! Hepsini kotarmak, çekip çevirmek zor gelebilir baştan ama , isteyince neyin altından kalkılmaz ki!!!!
Ama tekne yaşamının bir tarafı vardır ki; beni en çok gıdıklayan kısmı budur. . Oldukça evcimen biri sayılırım ben, tüm evcimenler gibi de biraz eşyalara bağlı galiba. . . Eh denizi, tekneni seviyor, bir de seyahate gönüllüysen bundan güzel şey olur mu?? Bir düşünün dünyanın neresine gitmişsen gitmişsin, demiri çakıp, koltuğu almışsın. Herşey neta, kumanya dolabı dolu, hiç bilmediğin daha önce görmediğin bir yer belki de!!Ama ne tasa, lumbar ağzından içeri süzüldün mü, eski tanıdık, bildik, teknen, hem de dünyanın neresinde olursa olsun, kitapların, cd lerin, giysilerin, mutfağın ve baharat kutunla, neredeyse bir kaplumbağa gibi evinle beraber yeni ve bilmediğin bir yerdesin. . Üstelik bir dahaki sefere gidip bağlayacağın limanda da aynı şartlar, aynı ev hali, hep seçip de oturduğun aynı köşe, bildik tanıdık, kokusundan en ince ayrıntısına kadar sevgili teknen işte!!! Keyiflerden keyif beğenin bakalım, hem yeni yerler görüyor, geziyor, yelken yapıyor, deniz üstünde yaşıyor, hem de yaşamın ve yaşamının içindeki eşyalar için seyahat çantasıyla kısıtlı kalmıyorsun, bundan hoş ayrıcalık olur mu?? Bir de bende deniz hayatının hediye ettiği en hoş hislerden biri de ne zaman çözmeyi istersem çözüp hemen "vira bismillah" ı çekebileceğimdir. Kim ne derse desin, gitmesek te, yapmasak ta o olanağın, o özgürlük duygusunun elinde olduğunu bilmek bile, hafif bir iç kabarması yapar insanda. . Eh bu kadar ayrıcalık ta olsun artık!!!!
Devamı var...
Balık Çeşitleri
KOLYOS:
Uskumruya çok benzeyen bu balık uskumruyla beraber sürüler halinde göç eder. Ayrıca Marmara ve Ege Denizi'nde yerli türleri de bulunur. Tadı uskumruya nazaran oldukça yavan olduğundan genelde tavası yapılır. Ocak ayı en yağlı zamanı olduğundan tuzlama için en ideal zamanıdır. Tuzlaması çok güzel olur.
LÜFER:
Akdeniz,Karadeniz, Marmara, Hint Okyanusu ve Atlas Okyanusu'nda sürüler dolaşan lüfer pullu bir göçmen balıktır. Soğuk denizlerde yaşayanları daha yağlı olduğundan daha da lezzetli olur. Ülkemizde Karadeniz'de ve İstanbul Boğazı ile Marmara Denizi'nde yakalananların tadı muhteşemdir. Daha güney denizlerimize inildikçe yavanlaşır ve kendisine mahsus o güzel tad ve kokuyu kaybeder.
Eylül ortasından Ocak sonuna kadar olan zamanı en yağlı ve lezzetli zamanıdır. Bu devre içinde ızgarası tavsiye edilir. Çinekopun da ızgarası çok iyi olur, ancak mevsimi lüfere göre kısadır. Kasım sonundan itibaren azalmaya başlar. Diğer zamanlarda, büyüklüğüne göre pilakisi, buğulaması, kağıt kebabı ve tavası olur. İlbharada son derece yağsız olduklarından tava, pilaki ve buğulaması tercih edilmelidir.
Lüfer büyüklüğüne göre en çok isim alan balıktır. Lüfer çeşitleri şöyledir:
10 cm'ye kadar................... yaprak (20 adet/kg)
11-13 cm arası.................... çinekop(16-19 adet/kg)
14-16 cm arası.................... kabaçinekop (10-15 adet/kg)
17-20 cm arası.................... sarıkanat (9-14 adet/kg)
21-30 cm arası ................... lüfer (4-8 adet/kg)
31-35 cm arası.................... kaba lüfer(2-3 adet/kg)
35 cm'den büyük................ kofana ( yaklaşık 1 kg/adet veya daha büyük).
|
|
http://www.comingsoon.net/
Film Dünyasından en yeni haberlere ulaşmak isteyenlere. (İngilizce)
http://www.queendom.com/
Hemen her konuda testler için hazırlanmış bir site. (İngilizce)
http://www.4hb.com/letters/ Örnek iş mektuplarıyla bezenmiş harika bir kaynak site. Yurtdışı yazışmalarınızda mutlaka işinize yarıyacak birşeyler bulabilirsiniz. (İngilizce)
http://www.biography.com/ Binlerce ünlünün bigrafisine ulaşmak için harika bir kaynak site. (İngilizce)
Damak tadınıza uygun kahveler |
Blackadder Organizer v1.0 [4.5k] W9x/2k/XP FREE
http://www.definitelybites.com/Organizer.EXE
Mükemmel bir "Organizer" yani ajanda programı. Hem de bedava. Günlük, aylık, yıllık planlarınızı yapıp alarmı kuruyorsunuz.İşinize mutlaka yarayacaktır. Bir deneyin.
Random Tagline Manager v4.4.2 [2.6M] W9x/2k FREE
http://fbrower4.home.att.net/rtmsetup.exe
Epostalarınızın altına attığınız imzalarınızda her seferinde değişik ama güzel bir cümlenin yer almasını isterseniz, bu programı mutlaka deneyin derim. İngilizce olarak belleğinde 6500 kadar söz var. Ama sizde yeni yeni şeyleriekleyebilir belleği artırabilirsiniz. Hoş değil mi?
|
|