|
|
|
21 Haziran 2002 - Genç Bankacılar |
Merhaba,
Pamukbank'ın tarih olma sürecinin başlamasının ardından henüz 1 gün geçti. Birçoğumuzun hayret nidaları hala duyuluyor. Halbuki banka kapatma ameliyesi daha başlamadan, zor durumdaki bankalar sıralamasında ilk 3 içindeydi genç bankamız. Hepimiz, arkasında böylesi güçlü bir sermaye kuruluşu ve ağır toplardan bir abi banka olan genç bankamızın mutlaka toparlanacağını ve yıkılmasına izin verilmeyeceğini sanıyorduk. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Çukurova Grubu sanırım sırtında yük olarak taşıdığı bankadan kurtulmak istedi. Abiyle birleşmesine de izin verilmeyince yolun sonuna gelindi.
Bundan 20 yıl önce reklamcılık yapmaya çalıştığım dönemlerde Pamukbank müşterimizdi. "Genç Pamukbank iyi bankadır" sloganı yüzünden, o da genç ben de diyerek hemen bir hesap açtırmıştım. Yok öyle yatırım, elma, armut hesabı değil. Sadece evden para yolladıklarında söyleyebileceğim bir hesap numarası bulunsun istemiştim. O zamanlar bankalarda bilgisayar falan hakgetire. Herşey daktilo ve elle yapılıyor. Zaman "Spectrum" "Commadore" zamanı. Burhan Karaçam genel müdür yardımcısı daha. Kredi hesaplarında faiz ve ödeme tabloları "Facit" lerle hesaplanıyor ve müşteriye söyleniyor. Bir toplantı sırasında bunun kolay bir yolu yokmu diye sormuştu Sayın Karaçam. Ben de "Size bir basit program yapayım. Spectrum'um peşine bir TV takın, anında hesaplasın ekranda da görünsün" dedim. "Vay be, yapabilirmisin?" dediler. O zamanın parasıyla 185 bin liraya bir "Spectrum" aldık. Büyük para ama, o sıralar benim maaşım 75 bin lira. Oturdum Basic ile ufak bir program yaptım. Ana parayı, vadeyi, taksit sayısını giriyorsun, pat diye taksit tablosu çıkıyor önüne. Önce patronum, sonra Burhan Karaçam bayıldılar. Seçtikleri bir şubeye götürüp kurduk. Ancak yeniliğe henüz uyum sağlayamamış genç bankacılar bu gavur icadına karşı çıktıklarından proje tamamlanamadı. Bir zaman sonra da zaten "IBM" li bankalarımıza kavuştuk. Genç bankacılar da, reklam ajansından bir zıpçıktının spectrumu yerine, tepeden gelen "IBM" leri kabullenmek zorunda kaldılar. Hey gidi günler heyy...
Şu anda tüm genç bankacıların diken üstünde oturduklarından eminim. Hernekadar büyüklerimiz işten çıkarma yok diyorlarsa da, yakında ağlayan suratlar görmeye hazır olmalıyız. Sorumsuz yöneticilerin cezasını gene genç bankacılar çekecek. Kalifiye işsizler ordusuna gönülsüz katılımlar olacak. Bunca zamandır düzeltemediğin genç bankana el konulunca sen de kalkıp elindeki medyayı kullanarak ona, buna, Derviş'e ateş püsküreceksin. Yağma Hasan'ın böreği, üstü pişmemiş, altı yanmış ne gam, ye yiyebildiğin kadar.
..........
Dün gece saat 21:30 köprüdeydim. Trafik 18:00 trafiği. Ağır ağır gidiyoruz. Köprünün üzerinde polis otoları. Hah dedim kaza da olacak zamanı buldu. Yaklaşınca anladım ki, gene bir garip köprü korkuluklarına çıkmış, etrafında 10-15 polis iknaya çalışıyor. Arabasını da eklenen dördüncü, yani geliş yolundan ödünç alınan şeride bırakmış. Bir polis çekicisi de onu çekmeye çalışıyor. Geçerken dikkat ettim. Genç yağız bir delikanlı. Kimbilir hangi dertten nasibini almış. Parasızlık mı, aşk mı acaba onu o gece vakti pis köprü korkuluklarına tırmandıran. Çaresizlik alkolle sarmaş dolaş olunca insanı işte böyle isyan ettirebiliyor. Kurtulmanın en kolay yolu terki diyar eylemek. Oysa bilmezler ki, buz gibi Boğaz sularına değer değmez, yaptıkları işin anlamsızlığını farkedecekler, çünkü ayılacaklar. Ama iş işten geçmiş olacak. Sonucun ne olduğunu göremeden ayrılmak zorunda kaldım köprüden. Umarım, ikna etmişlerdir çocuğu da iş tatlıya bağlanmıştır. Siz siz olun küprüden geçerken yavaşlamayın. Belli mi olur şeytan dolduruverir.
..........
Bugün sevgili Osman Günay'ın "Denizde Sefa Kılavuzu" yazı dizisinin son bölümü yayınlandı. Kendisinden yepyeni anılarını merakla bekliyoruz. Ellerine, emeğine sağlık Osman Günay. Deniz'le balıkla sizi bu yaz epeyce yoğurmak istiyorum. İstiyorum ki, hepiniz elinize bir olta alın, koşun deniz kıyılarına, binin kayıklara, denize, deniz nimetlerine koşun. Hem beyin hem de vücut sağlığınıza kavuşun.
Cumartesi gününü sabırsızlıkla bekliyorum. İçimden bir ses Senegal'i hap yapıp yutacağız diyor. İçimden gelen sesler genellikle yalan söyler ama bu sefer doğru olsun diye duacıyım. Ha gayret be çocuklar, az kaldı.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
VCD yapıp mı saklasak? Yoksa yapmasakda mı saklasak?
Birçoğunuzun video kamerası vardır. Eski nesil kameraların kullandığı VHS kasetlere kayıt epeyce ucuz bir yöntemdi. Ancak yeni nesil dijital video kameraların kullandığı DV yani Dijital Video kasetler oldukça pahalı. Bu yüzden zaman zaman kasetleri yeniden kullanmak gerekebiliyor. Peki eski kayıtları bir yere kaydedebilir miyiz? Bunun en kolay yolu bu kayıtları VCD haline getirip saklamak. Hem uzun ömürlü hemde her ortamda rahatlıkla kullanılabilecek bir saklama yöntemi.
Multimedya özellikli bir bilgisayarınızın var olduğunu kabul ederek, VCD kayıt yapmak için gerekli ek aygıtlara şöyle bir bakalım. Öncelikle bir "Video Capture" kartımızın olması gerek. Piyasada 40-60$ civarında olan herhangibir TV kartı bu işi fazlasıyla görür. CD'ye kayıt yapmak için de bir CD Yazıcısı olması ideal. Ama yoksa da üzülmeyin. Sabit diskinizi alıp götürdüğünüz de kaydettiğiniz MPEG görüntüyü hızla CD ye kaydeden epeyce yer var. Gelelim bilgisayara aktarma işine. Bunun için bilgisayarımızda bir yazılımın olması gerekiyor. Nanodvr, Windvr bunların en iyileri. Bu programları download.com dan rahatça bulabilirsiniz. VCD formatına geçirebilmek için kaydettiğiniz MPEG'in 352x288 boyutunda 1152Kbit/saniye data hızında ve ses kaydının da 44.100 Hz, 16 Bit, Stereo ve min 172 KB/san. olması gerekiyor. Gerekli ayarlamaları yaptıktan sonra, maksimum 1'er saatlik görüntüleri diskimize kaydediyoruz. Bundan sonra ki iş CD yazıcısına komut vermekten öte değil. Nero Burning Rom CD kayıt yazılımında mükemmel VCD ler elde etmek çocuk oyuncağı. Kısaca, 3 bilemedin 4 dijital video kaset parasına evde mükemmel bir amatör stüdyo kurup, VCD üretmek mümkün. Haydi kolay gelsin.
MIND OVER MATTER - PARK ORMAN
Açıklama : 1995 yılında DJ'liğe başlayan Jon Langford günümüzde DJ'lik ve yaptığı pek çok prodüksiyon ile bir dans fenomeni oldu...Jon Langford 21 Haziran'da Park Orman'da müzik tutkunları ile buluşacak...
21 Haziran, 22:00
Beşiktaş Kültür Merkezi Açıkhava Konser ve Gösterileri
12 Haziran- 3 Temmuz 2002 tarihleri arasında Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda ,
Beşiktaş Kültür Merkezi tarafından organizasyonu gerçekleştirilen Açıkhava Konser ve Gösteri Günleri: Sezen Aksu, Sertab Erener, Kıraç, Sultans of the dance, Fahir Atakoğlu, Kardeş Türküler ve Cem Yılmaz ile unutulmaz İstanbul gecelerinde izleyicisiyle buluşuyor...
22-23-24-25-26 Haziran SULTANS OF THE DANCE
Harbiye Açık Hava Etkinliklerinin biletleri Biletix'te satışa sunulmuştur.
Biletix Çağrı Merkezi: 0 216 454 15 55
LOS AMIGOS INVISIBLES
Los Amigos Invisibles, salsa'nın ritmik çalkantılarını, funk'ın bas ağırlıklı eğlenceli sound'unu ve asit caz'ın keşmekeşini karıştırıyor. Techno'nun endüstiyel gücüyle yabancılaşmaya yüz tutmuş serin dans müziği sularına sıcak akıntılar katıştırarak dansı tekrar neşeyle buluşturuyor. Detroit'ten, Londra'ya, Tokyo'dan kendi kasabaları Karakas'a dek uzanan bir "groove" kültürünü tarayarak dans müziğine yeni pencereler açıyor. Arepa 3000: A Venezuelan Journey Into Space isimli son albümünde, house sound'u ile kontrast oluşturacak retro ve lounge öğelerini birleştiren grup, elektronik temelli müziklerine canlı dokular katıyor. Baştan sona canlı enstrümanlarla şekillenmiş albümde, doğal sesleri taklit eden elektronik öğeler yerine, insan seslerini daha elektronik kılan tersine bir yol izliyorlar. Albümün hit parçası "Amor" bunun iyi bir örneği. Unutulmuş bir Venezuela bestesini, Masters At Work'vari bir prodüksiyonla harmanlayan grup, disco'ya göz kırpıp, Salsoul dedikleri yepyeni bir çığır açıyor. Kulüp kültürünün canlı performanslarla zenginleştiği günümüzde Los Amigos Invisibles, bir DJ gibi toplulukla etkileşimli müzik yapıyor ve tarzlar arasında özgürce dolaşıyor. Tropikal dans parçalarından, electro-bossa nova'ya, house'tan funk'a, hip-hop'tan drum'n bass'a uzanıp, Latin ritimlerini de es geçmiyor. José Luis Pardo - gitar, Armando Figueredo - klavye, vokal, Julio Briceño - vokal, perküsyon, Juan Roura - davul, vokal, José Rafael Torres - bas, Mauricio Arcas - vurmalılar, vokal 21 Haziran 23:00
Babylon Şeyhbender Sk. No:3 Asmalımescit - Tünel / Beyoğlu Tel: 0212-292 73 68
ÜÇ AL İKİ ÖDE
Çarşı yeni bir kampanya başlattı. 3 al 2 öde. İstediğiniz reyondan 3 ürün alıyorsunuz, pahalı olan ilk ikisinin bedelini ödüyorsunuz. Bir başka deyişle en ucuz olan ürün bedavaya geliyor. Ne güzel degil mi?
Kampanyanın çekiciliğine kapılan herkes ihtiyacı yokken bile üçüncü ürünü alıyor, nasılsa bedava diye. Çok mantıklı bir tüketici davranışı.
Ancak bazen aldığınız ürünü evde beğenmezsiniz, denediğiniz halde küçük veya büyük gelir ya da keşke kırmızısını alsaydım dersiniz ve değiştirmek için geri getirirsiniz. İşte kıyamet burada kopuyor.
Çünkü Çarşı'nın kampanyası aslında '3 al 2 öde' kampanyası değil, '3 al, biz en ucuz ürünün fiyatı kadar indirim yapalım' kampanyası.
Örneğin 40 milyon liraya bir elbise, 50 milyon liraya bir ayakkabı aldınız, üçüncü ürün bedavaya gelsin diye, hiç ihtiyacınız yokken bir de 15 milyon liraya aksesuar aldınız. Toplam tutarınız 105 milyon lira, üçüncü ürün bedava olduğu için toplamdan düşülüyor ve müşteriden 90 milyon lira alınıyor. Fişte de aynen bu şekilde görünüyor. Güzel alışveriş.
Ancak ürünlerden herhangi birini iade etmek ve yerine başka bir ürün almak durumunda kalırsanız size iade edilecek miktar, o ürün için verdiğinizi sandığınız miktarın altında kalıyor. Nasıl mı?
Çünkü aslında üçüncü ürün bedava değil. 15 milyonluk en ucuz üçüncü ürünün 5 milyonu birinci, 5 milyonu ikinci, 5 milyonu kendi tutarından düşülüyor. Siz 3 ürün alıyorsunuz, herbirinden 5'er milyon TL, toplamda üçüncü ürünün toplamı kadar indirim yapılmış oluyor. Dolayısıyla siz elbiseyi 35, ayakkabıyı 45, aksesuarı 10 milyona almış oluyorsunuz. Iş ıadeye gelinci size bu tutarları geri veriyorlar.
Düşünün üçüncü ürün 15 değil de 36 milyon lira olsa, her üründen düşülecek miktar 12 milyon olacak. Yani iade ettiğiniz ayakkabı için 38 milyon lira geri alacaksınız!
Sanmayın ki başıma geldi. Benim işyerim Çarşı'nın üstünde. Öğle tatillerinde dolanırken, her köşede bağıran çağıran bir tüketici görüyorum.
ARA KONU
Bugün spor yazmayayım dedim ama Hasan Şaş beni tetikledi. Dün Roma klübünün teklifi üzerine ne dediğini duydunuz mu? 'Benim Roma'ya gitmemde bir sakınca yok. Ben zaten kavgaya karışmamıştım.' Hala susmuyor devam ediyor: 'Inanmazsanız Cafu'ya sorun. O hep benim yanımdaydı.'
Olabilir mi böyle bir şey? Sanki oradaki olay kişisel bir olaydı! Bunları hiç söylemeyip Roma'ya gitse kim ne diyebilir? Koskoca Figo kaç yıldan sonra Barcelona'dan Real Madrid'e gitmedi mi? Hasan veya bir başkası böyle konuştuğu zaman inanın bütün başarıları gözümde silinip gidiyor, üzülüyorum. Klüpler futbolculara bu konularda da eğitim verseler ne iyi olur. Basketbolcular gibi çocuklarımız özendiği zaman bize keyif verecek sporcular görmek istiyorum.
Acı Kahve Hatırına : Çağhan Tansel |
Kasırga - 1
Sanırım üç hafta kadar önceydi. TRT 2'de siyah beyaz görüntülerle bir filmin olduğunu gördüm. Başları mıydı sonları mıydı bilmiyordum ama Denzel Washington'ı gördüğüm zaman hemen ne olduğunu anlama ihtiyacını hissettim. Birkaç sahne sonra filmin ne olduğunu anladım: Hurricane (Kasırga). Bu film benim uzun süre "Gideyim mi gitmeyeyim mi" ikilemi yaşayıp sonunda gitmememle son bulan bir süreci yaşamama sebep olan filmdi. Konusunu az çok gazetelerden biliyordum ama filmin önemini bilmediğimi izlerken anlayacaktım.
Öncelikle tabii ki Hurricane hakkında biraz bilgi vermeliyim. Hurricane, 1960'lı yıllarda orta siklette mücadele eden bir boksör olan Rubin Carter'ın takma adıdır. Ringde bir kasırga gibi estiği için kendisine bu lakabı takmışlardır. Hayatının en can alıcı ve büyük bir bölümünü kaplayan yönü ise onun haksız yere 30 yılını hapishanede geçirmesidir. Hapishaneden çıkışı tam bir insani zaferdir. ,
Şimdi, bir insan hayatında sadece yalnızlığın ve tek çare olan adaletin birleştiği yolculuğa çıkalım.
Rubin'in hapishane hayatı çok küçükken başlar. 8-10 yaşlarındayken, kendisine saldıran bir adamı çakısıyla kolundan yaraladığı için ıslahevine konmuştur. Burada, hemen filmin başında bir adalet çiğneyici polis karakteri karşımıza çıkar. Polisin ismini hatırlayamadığım için ona X diyelim. X, zencilere karşı olan bir polis tipidir. Bu durum, özellikle o günlerin Amerikasında çok olağan bir durum tabii ki. Rubin, X'in marifetiyle çocuk ıslah evine gönderilir. Orada 19-20 yaşına kadar kalır ve sonunda dayanamayıp kaçar. Orduya katılır, orduda başarılı olur. Boksla ilgilenmeye başlar. Vücudunu da bu arada geliştirmeye ve çalıştırmaya başlamıştır. Öfkelidir Rubin ve bu öfke onun giderek daha da kuvvetlenmesinde en önemli etkendir. Ordudan döndüğü günlerde tekrar aynı polis X ve ekibi tarafından yakalanır, cezasını tamamlaması için cezaevine götürülür. Cezaevindeyken artık kendini tamamen öfkeye teslim etmiştir. Sabah akşam durmadan çalışır. Kafasındaki tek şey kuvvetlenmektir, daha fazla kuvvetlenmek, daha da kuvvetlenmek! Sonunda cezasını bitirir ve cezaevinden tahliye olur. Gideceği ilk yer ringler olacaktır. Ringlere girmesi de yükselmesi de çok hızlı olacaktır. Çünkü artık Rubin vurduğunu deviren bir boksör olmuştur. Onun için maç diye bir şey yoktur, sadece alınacak intikam ve giderilecek öfke vardır. Ünvan maçına kadar yükselir Rubin. Ünvan maçında karşısında beyaz bir şampiyon vardır. Maç başlar, Rubin de vurmaya....Rubin'in her yumruğu sanki her senenin acısını çıkarırcasına beyaz şampiyonun suratında patlamaktadır. Rubin taktiği de artık boşvermiştir. Onun için en büyük taktik öfkesini kullanmaktır. Beyaz şampiyon arada bir savurduğu cılız yumruklarla Rubin'e karşı koymaya çalışır ama atmaya çalıştığı her yumruk ona iki tane indirici yumruk olarak geri döner. Rubin artık bu piç kurusundan kurtulmaya kararlıdır, herkes şampiyonun ve en iyinin kim olduğunu görecektir. İndirici yumruklarını arka arkaya sıralamaya başlar Rubin, bir daha bir daha bir daha...Beyaz şampiyon yerdedir. Çok zor da olsa ayağa kalkar. Beyazın yüzü gözü şişmiştir, nerdeyse ölmek üzeredir. Rubin'de ise en ufak bir şişik veya yara yoktur. Rubin beyaza bakar. Sağ yumruğunu kaldırır ve beyazın üstüne doğru bir adım atıp son yumruğunu indirir:Nakavt!
Bu başarıdan sonra artık tüm Amerika Rubin'i tanımıştır. O sıralarda zenci karşıtı olaylar daha da tırmanmıştır ve Rubin aynı zamanda beyaz karşıtı kimliğiyle de tanınmaya başlamıştır. Bir keresinde kendisiyle röportaj yapmaya gelen beyaz bir gazeteciyle televizyonda olayları izlerken gazeteci ona "Madem bunlara karşısın neden sen de onlarla beraber olmuyorsun?" der. Rubin de "Haklısın belki orda olmalıyım. Düşünecek olursak, oraya gidip yumruklarımla anında 5 kişinin ölüsünü yere sererim. Zenci kardeşlerimle beraber diğerlerini de haklarız. Ne dersin, gerçekten hoş olmaz mı?" diye yanıt verir. Bunu off record olarak söylemiştir ama gazeteci bu sözleri yayınlar. Artık Rubin tüm Amerikada bir "beyaz düşmanı" olarak bilinmektedir.
Rubin bir gece bardayken, çıkmak üzere hazırlandığı sırada yanına zenci bir hayranı gelir. Onunla konuşur ve alkollü olan Rubin ona arabasını kullanmasını teklif eder. Havalara uçarak teklifi kabul eden genç hayran ile Rubin beraber arabaya binerler. Yolda giderlerken bir barda garip şeyler olduğunu fark ederler. İçeri girdiklerinde birkaç polis ile tanıkları görürler. Yerde de üç dört tane ölü yatmaktadır. Oradan uzaklaşırlar. Olayda tanıklar aynı zamanda şüphelidirler çünkü bu tanıklar daha bir gün önce şartlı salıverilmiş ve olay sırasında karşı binada başka bir soygunu yapan kişilerdir. Kendilerinin de o sırada soygun yaptıkları ortaya çıkacaktır. İşte böylesine önemli bir noktada polis şefi X tekrar kendini gösterir ve adamlara bir anlaşma önerir...
Devamı var...
Marmaris'ten : Osman Günay |
DENİZDE SEFA KILAVUZU
Yalnız denizci
"Yalnız denizci" oldukça sık rastlanılan bir tamlama, yalnız sıfatı pek yaraşır denizcilere, teknelere, grup halinde olsalar da yine o yalnızlık hissedilir uzaktan bile baksanız. Biraz da bu kısmından bahsedelim deniz adamlarının. . Deniz adamları dedik te "deniz kadınları" alınmasın, pek sınırlı sayıdadır denizci cins-i latıfler, ama vardır!! Ama genellikle etrafta "solitaire" denince hep erkekler anlaşılır, hele denizdeyse!! Nasıl yalnız olmasınlar ki; denizde teknesinde yaşayanların genellikle evleri yoktur, olanların da pek kulak asmadıkları, tekne malzemelerinin konduğu depo şeklinde gördükleri bir kapalı alandır sadece evleri. . Bu bölümde sadece "yatçı" lardan bahsedeceğiz. Şileplerde, tankerlerde çalışan kaptanlar, deniz adamlarının genellikle evlerinde bekleyen kadınları, çoluk çocukları vardır. Onlar emekli olup, uzun yollarda ağır makina gürültüsü ve pervane vibrasyonu hislerini yoketmek için domates yetiştirmeyi hayal eder dururlar. Onların deniz hayatlarını küçümsediğimiz düşünülmesin sakın, yaptıkları miller, gördükleri havalar, yerler, normal bir yatçının hayatında düşünemeyeceği kadar çoktur. . . .
Gelelim yatçılara tekrar. . . Dedik ya yalnızdır bu denizciler diye, hakları da var. Kadınların çoğu, tekneleri kendilerine bir rakip, adamlarının ona vermesi gereken zamanı çalan bir hırsız olarak görürler. Tekne sahipleri de bu konuda eziyet çekip, bir taraftan eşine, sevdiğine, sevgilisine mi arka çıksın, yoksa onu denizlerde gezdiren, uzaklara yakınlara götüren, imparatorluk sınırlarının çevrelediği sevgili teknesine mi bilemezler. . . .
Kadınlar da bu konuda karşı durulamayacak teoriler geliştirmişlerdir, doğal olarak!! "küçük burası, çocuklarımız n'oolacak, annem denizden hoşlanmaz, deniz tutuyor beni söylemiştim, buzdolabı küçük, evimi özledim" gibi sonu gelmez kadınca yaklaşımları sıralar dururlar. . Haklıdırlar da bir yandan. . Bu tür adamlar kendilerine bir deniz-üstü dünya kurmuş ve kadının o dünyaya adapte olmasını beklemektedirler. Ama heyhat ki;kazın ayağı öyle değildir, kadınlar, olan bir dünyaya adapte olmak yerine o dünyaya yeni bir boyut getirmek peşindedirler. Kadın olmanın şartlarından, gerçeklerinden de biri bu değil mi??Teknedeki takım sandığı, mutfağınız, tenteniz, yastıklar, çarşaflar, mutfak malzemeleri birden yer , hatta bazen nicelik ve nitelik değiştirir!!Seyahat programları, demirlenecek koylar, rotalar "kadın fikri" almadan yapılamaz olur. . . (Arada anlattıklarım kadınları kızdırmasın, kızgın kadınlarla karşı karşıya kalacağımla, 8 bofor kafadan hava tercih ederim ben!!!) Bir de kadınlar için böyle adamlar pek hoş, pek aranır cinstendir, işin böyle bir yanı da var pas geçmeyelim. Denizde yaşayan erkek genellikle atletiktir, tüm sene bronz renklidir, becerikli ve çalışkandır. Kadınlara prensesler gibi davranır, onları ağırlar, gezdirir. . Hepsinin ayrı ayrı anlatacak hikayeleri, geçmişleri, denize çıkış nedenleri vardır ki hepsi başka başka romanlar olur. Biraz uçukturlar, biraz marjinaldirler, ama hepsi denizin farkında olduğu için neredeyse bir filozof gibi işin aslını anlatır, öğretir, hatta daha imajinasyonu olanlar hikayeler anlatır, hiç bilmedikleri bir dünyanın kapılarını açarlar ki; kadınlar buna bayılır. . . . Ama tüm bunlar denizcinin yalnız kalmasını engelleyemez. Arada tekneye tayfa yazılmış(!) kadınlar bir müddet sonra ya deniz hayatının sırrını çözememiş, ya da imparatoru teknesine ihanet ettirememiş şekilde "deport" olurlar. Bunun tam tersi de geçerlidir, tekneler ya bir marinada unutulur, ya da yok pahasına elden çıkarılır. Bizim efsane yatçı da kıravat-ceket , olmazsa bahçıvan kıyafetini takar üstüne, çaktırmadan deniz düşleyerek yaşamına devam eder.
Bizim nesil hatırlayacaktır, Fransız şarkıcı Antoine vardı bir zamanlar. . Hatta galiba kendi dizaynı mıydı neydi yakaları göğse doğru upuzun, çiçekli, pastel renkli gömlekler modaydı o zamanlar, yakalara da "Antuvan yaka" deniyordu. İşte bu Antoine, taa o zamanlardan denize gönül vermiş biri olarak pop starlığından paraları kapıp, kendine önce küçük bir yelkenli , sonra bir alüminyum "cutter"(en güzeli oydu benim için, ismi de unutmuyorum "OM"), Pasifik denizine de kafayı takınca bir katamaran satın alıyor. Durmadan o okyanus senin bu okyanus benim, o ada senin, bu ada hepimizin şeklinde dolaşıp duruyor, gezileri de yazı ve fotografları yayınlayarak "hem iş hem sipariş" konumunda dalgalar arasında yuvarlanıp gidiyordu. . . yalnızlık dedik ya, bu konuda Antoine'ın bir lafı hep aklımdadır "denize yalnız çıkmayı seviyorum, ama çıkar çıkmaz yalnızlık dokunmaya başlıyor, ben de hemen ilk limana bir arkadaşımı, dostumu, ya da sevgilimi getirterek yoluma ancak öyle devam edebiliyorum" . Oldukça yaman bir çelişki bu!!!
Yalnız dolaşanlardan açılmışken söz Pierre Auboireux dan da söz etmemek olmaz tabii ki. . Bu Paris li bir taksi şöförünün hikayesi. . Denize, uzağa gitmeye gönül vermiş kahramanımız, Seine nehrinde bir arkadaşından aldığı ufak bir yelken kursundan sonra bir tekne satın alıyor. Tekne (isim Neo-vent) harap, döküntü ve oldukça yaşlı, benzinli bir motor ve yaklaşık sekiz metrelik su hattıyla amaçtan oldukça uzak gibi görükmesine rağmen, şöförümüz dünya seyahatini attırıyor, dönüş yolunda Kızıldeniz'de tekne artık "kaptan benden buraya kadar, gidemeyeceğim" deyince de turu tamamlamadan bırakıyor. . Bir kısmında yolculuğun, "gittik gidiyoruz, battık ölüyoruz" şeklinde düşündüğü için, kendine benzin bidonlarından, dingisine takviyeler yaparak bir "life-raft" bile imal ediyor, kitapta life-raft ın resmini görmek yolculuktaki herşeyi, tüm duyguları anlamak için yeterli emin olun!!!Hem lisana hakim, hem de çalışkan birileri çıksa da , türkçeye çevrilse bu deniz hikayeleri ne kadar hoş olur, duyulmadık bilinmedik hikayeler ne keyifle okunur kimbilir?? Tamamlanmamış olmasına rağmen etkileyici ve yalnızlığı iyi anlatan hikayelerden biridir bu da!!!Son bir yalnız navigatörden daha bahsedelim de konuyu kapatalım artık. . Bernard Moitissier yine bir Fransız, hep yalnız gezmiş(eşi de zaman zaman yanında ama, denizde yalnızlığa övgüler yağdırır, şimdi kızı da önemli bir solitaire navigatör) en hoş hikayesi de Panama ve Süveyş i kullanmadan (dikkat isterim Cap Horn var arada!!) attığı dünya turunu tamamlamaya 1500 mil kalmışken "yahu yine karaya yaklaştık öbür taraf daha iyiydi "diyerek dünya turunu 1, 5 porsiyon yapan ender denizcilerden!!! Moitissier de denizde durmadan yaratan, durmadan deneyen, hiç bıkmadan yazıp anlatanlardan. . Teknesi hafiflesin, kumanyalar ağırlık yapmasın diye, protein ihtiyacını özel bir süzgeçle süzdüğü korkunç kokulu plankton yemeğe kadar vardırmış biri!! Ama tüm denizciler gibi de balık tutmayı, tutulan balığı mundar etmeden, yarısını kokutmadan hazırlayıp, kemal-i afiyetle göçürmeyi iyi bilenlerden. .
Hatırımda kalan laflardan biri de "ancak bir yere gitmek için limandan çözülür" dür. "Limandan çıkalım da ööyle açıklara doğru rota tutalım" lafını duydunuz mu, hemen anlayın ki hiç bir yere gitmek istenmiyor. . Bunlar hafiften mastürbatif rotalar, seyahatlerdir. Bu cins rotalar hep rahat edilen kıyak bir kasaba marinasında, ya da büyük şehir marinalarında haftasonu yarışları, mangal partileriyle sonuçlanır. . .
Yalnız yapılan yolların da tadı-tuzu ayrıdır, imkanınız varsa hazırlığınızı yapın, kısa-uzun bakmadan bir yol yapın, insanın kendinle baş başa kalabildiği, denize ve teknesine yakınlaşıp, en çok anlaşabildiği durumlardan biri de budur. . . . . Üstelik denizde yalnızken insan gerçek huzurun, gerçek sessizlik ve deniz hayatının ne olduğuna daha iyi karar verebilir. Mutlaka kendi başınıza kaldığınızda lacivert sularda daha önceden bilmediğiniz, tatmadığınız duyguları tadar, yepyeni şeyler hissedersiniz. Kimbilir belki Antoine'a hak vermek bile gelebilir içinizden!!! Üstelik yalnız yapılan her yoldan sonra limana vardığınızda denizcilik dağarcığınıza bir sürü yeni bilgi, tecrübe ve zevkin katıldığını ayrımsayacaksınız;ki bu da değerli bir hazinedir. Hele benim gibi "düzayak akıllı" lar için on kere anlatılıp tarif edileceğine bir kere görüp zorunlu olarak bir kere de yapmak, meselenin çözümü ve düzayak kafaya yerleşmesi için yeterlidir. Ben kendi payıma yalnız döndüğüm her yoldan sonra pek memnun olurum, mutluyumdur. Sebebini sormayın; sormayın ama ben söylenmemiş bırakmayı sevmem söyleyeyim, hep " şu deniz işine bulaşmamış olsaydım, tekne, yelken, dalga, rüzgar nedir bilmeseydim, gözlerim açık giderdi, şükürler olsun ki, o kişilerden değilim" der, ayrıcalıklı hissederim kendimi. . . Bir düşünün 70 milyonun içinde kaç kişiyiz ayrıcalıklılar!!!!
Ayrıcalıklı olmanın da bize yüklediği bazı görevler var elbet. . Hem ayrıcalıklı ol, hem de üzerine düşeni yapma denize ve deniz hayatına karşı, bu kabul edilebilir bir şey değil! Denizde dolaşırken sıkça rastlanır, sintinesini masmavi-yemyeşil koylara basanlar, denize uyumlu (biodegradable) olmayan deterjanlarla her tarafı köpük içinde bırakanlar, çöplerini koylara hatta hiç çekinmeden denize funda edenler mi ararsınız, balık neslini tüketecek biçimde avlananlar, deniz canlılarına koruma ve şefkat göstermesi beklendiği halde tam aksi şekilde davrananlar mı??? Eğer bu bilinç gelişmemişse ne yapsanız olmaz, bir kaç on senede Marmara nın ne hale geldiğini bir düşünün, Ege ve Akdeniz kıyılarımızın geleceği de pek parlak sayılmaz bana kalırsa!!Benim denize attığım yegane artıklar ya balıkların yiyeceği, yemezse de denizde ayrışacak biyolojik yağsız artıklar, ya da boş şişelerdir. Boşalmış şişeleri de açık denizde batsın diye boyun kısmından kırarak, ahtapot ve balıklara yuva olsun diye bazen yüzlerce metre derinliğe gömüyor, pet şişeler ve plastikleri kat'iyetle denize bırakmıyorum. Ayrıca isteyenler her koyda bulunan restoranlara rica ederek çöplerini aldırabilirler, ama pek salık vermem, onlar da demin bahsettiklerimle aynı modellerden oldukları için çöpleri sadece toplayıp kendi restoranlarında az uzağa, ama yine de doğanın tam göbeğine atıyorlar. . .
Her denizci ve hatta her insanın koruması ve kollaması gerekir denizi ve sakinlerini diyor ve konuyu kapatıyorum. . .
Bitti.
Balık Çeşitleri
TRANÇA,SİNARİT:
Trança genelde sinaritlerin irisi için kullanılan bir isimdir. Lagos ve orfozla büyük benzerlik gösterirlerse de ayrı familyalara mensupturlar.
İSTAVRİT:
İstavrit, Marmara ve Boğaz'da balık avlamaya başlayanların ilk tanıştıkları balıktır.Ağzı öne uzayabilen, dişleri ince, gözleri iri, kuyruğu derin çatallı ve vücudu iğ biçiminde olan göçmen bir balıktır. Marmara, Ege ve Karadeniz'de yaşayan yerli türleri de vardır. Marmara'da 15-20 cm, Ege'de 30 cm civarında olurlar. Marmara'da boyu 10 cm'nin altında olan küçük istavritlere kıraça tabir edilir. Karadeniz'in doğusunda istavritler palamut büyüklüğünde, yaklaşık 50 cm boyunda olurlar.Sarıkuyruk istavrit veya sarıkanat istavrit diye anılan tipi sularımızda en çok bulunan türüdür.
İstavritler sonbaharda Marmara'ya iner, mayıs'tan itibaren de Karadeniz'e geri dönmeye başlarlar. Her mevsimde yakalanan istavritin en lezzetli olduğu zaman Kasım ila Şubat ayları arasıdır. Tavası ve fırını çok güzel olur.
İZMARİT:
Ağzı körüklü, gözleri iri, sırt-göğüs ve anüs yüzgeçleri sert diken ışınlı bir balıktır. Sularımızda iki türü vardır: menekşe izmarit ve istargilos. İzmaritin erkekleri dişilerden daha iri olurlar. Dişiler 20 cm civarında olurken erkekler 25 cm'ye kadar uzayabilir.
İzmarit midye, deniz solucanı ve balık yumurtaları ile beslenen bir dip balığıdır. Eti beyaz ve son derece lezzetlidir. Tavası güzel olur. Sonbahar ve kış aylarında ızgarası dahi yapılır. İzmaritler ızgara yapılırken ayıklanmaz. Olduğu gibi pişirilip bilahare derisi, bağırsakları ve kılçıkları ayıklanır. Üzerine limon ve zeytinyağı ile kıyılmış maydanoz eklenerek hazırlanır. Pulları kazındıktan sonra derisi tulum çıkarılarak yapılan tavası da çok güzel olur.
|
|
http://www.virtualchocolates.com
Çukulata severler için ekart sitesi. Çukulatalı kart göndermek isterseniz hemen ziyaret edin.
http://www.ajanstuba.com.tr/
Tüm yasal mevzuata ulaşabileceğiniz bir site. Belki gerekir, elinizin altında bulunsun.
http://www.gshome.com/ Değişik formatlarda müzikleri arayıp bulabileceğiniz bir arama-bulma sitesi.
http://www.holidayfestival.com/ Dünya ülkelerinin tatillerini öğrenmek işinize yararsa, mutlaka ziyaret edin. Papua Yeni Gine'nin bile tatilleri mevcut.
Damak tadınıza uygun kahveler |
sOnar v1.3 [700k] W9x/2k/XP FREE
http://web.tiscali.it/_flat/sonar.jsp.html
Bilgisayarınızdaki her cins sesi düzenleyebileceğiz ve çalabileceğiniz güzel bir program. Bir deneyin bakalım beğenecek misiniz?
SoundField v1.2 [6.0M] W9x FREE
http://www.visiblearea.com/downloads/
Müziğin kulalar kadar göze de hitap etmesiniz istiyorsanız. İşte size program. Müziği görmenizi sağlayan bu güzel programı denemenizi öneririm.
|
|