|
|
|
28 Haziran 2002 - Saksafoncu geliyormuş... |
Merhabalar Dostlar,
Bugün Sayın Başbakan'ımızın grup toplantısında yaptığı konuşmayı izleyince, hah dedim tamam artık o da bu işin yürümeyeceğine karar verdi. Ancak aynı saatlerde piyasalarda ki dalgalanmayı görünce, bir anda 180 derece döndü ve 2004'e kadar işimizin başındayız deyiverdi. Şu anda beni ne dediğinden çok, nasıl olduğu ilgilendiriyor. Başbakanımız gerçekten hasta. Yaptığı her hareket ona acı veriyor. Bunu yüzünden, sesinden anlamamaya imkan var mı? Kendisi konuşmaya çalışırken, arka sıralarda gözyaşlarını tutamayan bayan milletvekilinin dilinin ucuna kadar gelen ama söyleyemediği şeyleri ben söylemek istiyorum. "Sevgili Genel Başkanım, sizi böyle görmek bana acı veriyor. Bizlerin ardına takıldığı, bunu fazlasıyla hakeden sizi böyle görmek bizi kahrediyor. Herşey bir yana, siz bir yana. N'olur artık direnmeyin. Bırakın, gidin, yatın, dinlenin, iyileşin, size yalvarıyorum." Üç aşağı beş yukarı buna benzer birşeyler geçmiştir aklından eminim. Çünkü ona saygı ve sevgi duyan herkesin hissiyatı bu. Allah korusun, ilerde başına gelebilecek en kötü durum sonrası, çekecekleri vicdan azabını öngörüp, ona göre davranmalı dostları.
..........
Çöpe atılacak 1000 dolarınız var mı? Varsa bana verin ya da Clinton'u 1 saat dinlemek için çöpe atın. Saksafonunu parlatacak cilası bitince, yeni cila almak için de yeterli ödenek bulamayınca, yüzbinlerce dolar ücretle o konferans senin bu seminer benim tura çıkan sabık başkanın son durağı Çırağan Sarayı. Eğer adam çıkıp, Monica'yla geçirdiği saatleri anlatacaksa helal olsun aldığı para. Morale şiddetle ihtiyacı olan iş adamlarımıza iyi bir moral dopingi olacaktır eminim. Ancak, Türkiye'nin AB'ye girmesini desteklediğini söylemek için o parayı alıyorsa, yazıklar olsun buna çanak tutanlara. Yahu ona verdiğiniz paranın dörtte birine benim anlatabileceklerimi bir duysanız valla küçük dilinizi yutarsınız. Amerikan büyüklerinin parayla verdiği bu konferanslara oldum olası hastayımdır zaten. Bir zamanlar da Kissinger'la kahvaltı edebilmek için ne dolaplar çevirip, ne paralar vermiştik adama. Neyse, zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış. Adam pazarlama dehası. "1 saat konuşur birde yemek yer gelirim, sonra da gider şu yeni Ferrari'ye bakarız birlikte" diye Hillary'e not bırakmıştır herhalde.
..........
Az önce Leyla Çalışkan'ı izledim televizyonda. Yaptığı işte en iyi olmaktan başka düşüncesi olmayan başarılı basketbol koçu Leyla Çalışkan. Ne olduğunu, ne istediğini bilen, doğru bildiklerini dibine kadar savunan, biraz da şanslı bir kadın. Beni hayretlere düşüren, cinsel kimliğini bulma yolunda kendince en doğru kararı veren bir genci, sırf kendi egosu yüzünden evlatlıktan reddeden bir babayla karşılaşmam oldu. Bir ananın ya da babanın evladından vazgeçmesi için ne gibi bir neden olmalı diye bir soru sorulsa size, ne cevap verirsiniz? "Hiç" ten başka bir cevabı kabul etmek, ana ve baba kavramlarıyla çelişkiye düşer. Kendi canından kanından bir insanı, cinsel kimlik arayışında yalnız bırakmak, hele bunu bir de sosyal durumu korumak uğruna yapmak affedilemez. İşte öncelikleri kavrayamamış bir baba örneği. Acıdım, Leyla'ya değil, babasına.
..........
Çarşamba günü kaçırdığımız finalin küçük kardeşini, Cumartesi günü halledip, Dünya Üçüncüsü olarak dönmek istiyor millilerimiz. Bizler de bunu gönülden destekliyor, bize bu zevki de yaşatmaları için ellerinden geleni yapmalarını istiyoruz onlardan. Bu onur onlara da bizlere de yıllarca yetecektir. Cumartesi günü hepinize yürekten başarı dilekleri... Hayallerimizin çok ötesine geçtiniz zaten, bunu bir de dereceyle süsleyin biz de keyiften geberelim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Onların da canı var...
Bilgisayarınızın zamanla hantallaştığına, sık sık kilitlendiğine şahit olup, bir bilene danışma ihtiyacı duymuşsunuzdur mutlaka. Bunun nedeni, bilgisayarınızın ihtiyarlığı yada sizin yanlış kullanımınızla açıklanamaz. Bunun tek nedeni, zamanla beyni buruşan, kullandığımız yaygın işletim sistemi "Pencereler"dir. Windows'98 le devrini tamamlayan klasik işletim sistemi, internetin yaygınlaşmasıyla birlikte, 3.parti yazılımlarla daha çok karşı karşıya kaldı. Aynı anda 3-4 çeşit işletim sistemine uygun olarak üretilmeye çalışılan yazılımlar, alt yapı olarak daha az güvenli "Pencereler"e zaman içinde zarar vermeye başladılar. Sonuç olarak elimizde, teorik olarak her yola gelebileceği iddia edilen, ancak programlara yüklenildikçe, beyni buruşan bilgisayarlarımız kaldı. NT tabanı üzerinde yükselen 2000 ve XP versiyonları ise, profesyonel tabandan gelen deneyimini kullanarak çok daha güvenli bir hale geldiler. Ancak 1 yıl önce aldığımız bilgisayarlarımızdaki donanım uyuşmazlıkları nedeniyle bu güvenli işletim sistemlerini kullanma olanağı henüz pek yaygınlaşamadı.
Peki beyni buruşan bilgisayarlarımıza ne gibi bir tedavi uygulamalıyız? En güzel çözüm her zaman en radikalidir. Yani herşeyi silip tüm sistemi yeniden yüklemektir. Zira, zamanla sistem dosyaları şişmekte, her yeni kurulan programla birlikte, registry kayıtları altüst olmakta, dolayısıyla gereksiz dosyalar makinalarımızı hantallaştırmaktadır. Tıpkı çok yemekten mide fesadı geçiren insanlar gibi. En radikal çözümün 1 saat içinde tüm sorunları halledebileceği yerde, tedavi için saatlerce, bazen günlerce uğraşmanın hiç bir nedeni yoktur. Önemli dosyalarınızı yedeklediğiniz takdirde, yeniden yüklemenin size getireceği hiçbir ek külfet yoktur. Tabi tüm bu basit işlemleri yapabilmeniz için konudan biraz haberdar olmanız gerekiyor. Eğer kendinizden emin değilseniz, siz gene de bir bilene danışın, kaybetmez, kazanırsınız.
Beşiktaş Kültür Merkezi Açıkhava Konser ve Gösterileri
12 Haziran- 3 Temmuz 2002 tarihleri arasında Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda ,
Beşiktaş Kültür Merkezi tarafından organizasyonu gerçekleştirilen Açıkhava Konser ve Gösteri Günleri: Sezen Aksu, Sertab Erener, Kıraç, Sultans of the dance, Fahir Atakoğlu, Kardeş Türküler ve Cem Yılmaz ile unutulmaz İstanbul gecelerinde izleyicisiyle buluşuyor...
29 Haziran Fahir Atakoğlu
30 Haziran Kardeş Türküler
Harbiye Açık Hava Etkinliklerinin biletleri Biletix'te satışa sunulmuştur.
Biletix Çağrı Merkezi: 0 216 454 15 55
Günün Kahvecisi : Zeynep Özbatur |
Lola+Bilidikid ve Türkiye Maceraları...
Merhaba Sevgili Kahve Molası okuyucuları,
Dün bu sayfalarda gördüğünüz üzere, benim yaşamımdaki dönüm noktası olmuş olan Lola ve Bilidikid Türkiye'deki maceralı uğraşlardan sonra Digitürk'ün salonlarında bu gece başlıyor. Bu anlamda Digitürk yetkililerine teşekkür borçluyum. Çünkü bu kadar güzel ve özel bir filmi değerlendirme ve izleyicilrle paylaşma fırsatını yarattılar. Yazının başlığında da görüldüğü gibi Lola ve Bili Türkiye'de pek çok macerayı ve aslında benim sinema serüvenimi başlattı. Size kısaca bahsetmek istiyorum...
Bu macera 1997-2000 yılları arasında bir süreç ve aslında geriye dönüp bakıldığında, Türkiye'deki gelişimi ve bazı farklılıkları görebiliyorum. 1997 yılında biz genç ve reklam sektöründe çok hızla yükselen bir şirketken, Almanya'dan Zero film, Kutluğ Ataman aracılığı ile bizi öğrenerek, Türkiye'ye ortak arayışı için bir ziyaret yapacağını belirtti. Ardından biz ve birkaç yapım şirketi ile görüştü. Projenin Türk bacağında bizim olacağımıza karar verildi. Elbette bu sürecin başlaması, benim doğup büyüdüğüm reklam sektöründen yavaş yavaş uzaklaşmam ve yeni bir yola, farklı bir disipline doğru açılmamdı. Bunu başlarda çok hızlı farkettim, ancak sinema okulunu bitirmiş, yıllarca reklam yapımcılığı yapmış biri olarak yeni yollar ve bakışlar keşfetmek oldukça kayifli ama bir okadarda zordu. Üstelik ben bu sularda yüzmek için çok zor bir proje seçmiştim. Çünkü o günlerde biz bu filmden kime bahsetsek, 'Gay filmi sakın girmeyin bu işe' yada 'burası Türkiye, burada bu işer yapılamaz' diyorlardı. Ben bunlara hiç aldırmadan yol almaya çalışıyordum.
Filmin çekimleri Almanya'da yapıldığından benden beklenen fazla birşey yoktu...Sadece Türkiye'den sağlanması gerekenleri sağlıyor ve Berlin'e yaptığım seyahatlerde Alman yapımcı ile Türkiye'de neler yapabileceğimizi konuşuyorduk. 1998'de film tamamlandı ve burada dağıtımcılarla görüşme yapıp izletebilmem için bana bir kopya gönderildi. Bütün dağıtımcılar, filmi izliyor, beni kutluyor ama biz bu filmi gösteremeyiz diyorlardı. Türkiye'de gay filmi oynatamayız, ürküyoruz gibi şeyler söylüyorlardı. Halbuki, filmi anlamıyorlardı çünkü film aynı zamanda birçok şeyi anlatıyordu, Almanya'da 3. kuşak Türkleri, insan hikayelerini... yani önemli bir politikası da vardı, tabii önyargısız olanlar için.
1999 Berlin Film Festivali'nde Panorama Bölümü açılış filmi olması ve jüri ödülü alması, Türkiye'de gazetelerde çıkan haberler, burada vizyona sokabilme konusunda hiçbir gelişme sağlayamamıştı. İşte o günlerde filmin Uluslarası İstanbul film festivali'nde Uluslararası Yarışma'ya seçilmesi ve ödül kazanması herşeyi değiştirdi. Kısa süreli de olsa Özen film ile dağıtıma girdi, ardından dünyada önemli festivallerde ödüller kazandı... Ancak vizyona çıkarken ki tedirginlikler Tv satışında da maceralı bir şekilde sürdü ve en sonunda Digitürk bu filmi
değerlendirmeye karar verdi ve bu akşam vizyon salonlarda başlıyor. İzlemenizi tavsiye ediyorum... Umarım beğenirsiniz...
Sevgiyle,
Zeynep Özbatur
Marmaris'ten : Osman Günay |
Merhaba herkes,
"Yazı yazmaya oturmanın nedeni nedir?" sorusunun cevabı pek çeşitlidir herhalde... Bu günden güne değişse de benimki birazcık dertleşmek, akıl almak belki de.. "Futbol, final oynuyoruz, Brezilya ya beş çekeriz, ah-vah Şaban" derken Dünya Kupası da bitiyor, kalıyor muyuz "cinnet vatanım" la başbaşa tekrar??? Eh, durum böyle olunca biraz da ne yapacağımızı düşünmek, belki taktik ve siyaset geliştirmek lazım.. Ben düşünüp düşünüp biryere geliyor, sonra da tam anlamıyla "ipin ucunu kaçırıyorum".. İsterseniz hep beraber başlayalım.. Ama önceden objektif, bağnaz olmayan, kötümserce(!), devlete güvensiz bir vatandaşmışsınız gibi düşünün, sonra senaryolaştıralım.. Yukarıdaki sıfatları özellikle koydum. Koydum ki; adaptasyon zorluğu çekmeyin, ben de kendimi belki daha iyice anlatabilirim...
Şimdi başlıyoruz, hele bugün Ecevit " Pek içim çekmiyor ama, galiba erken seçim gözüktü!!" dedi ya, işte size en zor konu!! Kime güvenecek, kimi başımıza getireceğiz?? Bugüne kadar Türkiye nin siyasetini yönlendirmiş, hatta oluşturmuş "politikacı" adı altındakilerden bahsetmeyeceğiz.. Neden bahsetmiyoruz, biliyorsunuz. Çünkü bu modellerde zaten politika diye bir şeyden bahsetmek mümkün değil, onlar halkı kandırmak, sağı-solu dolandırmak, yeni soygun ve içetme operasyonlarına hazırlanmakla vakit geçiriyorlar... Bir düşünsenize her iktidar değiştiğinde devlet kademesinde ne kadar çok memur, bürokrat ve teknokrat yer değiştiriyor ?? Bu nasıl bir düzendir, maden oraya getirdiniz bırakın adam işini yapsın, yok oraya yakışmıyordu, getirirlerken neredeydiniz, Personel Dairesi , ya da Personelden sorumlu müdür falan yok mu?? Bakanlıklarda her iktidar partisi değiştiğinde yeni elemanlar ortaya çıkıyor, bu konuda hesap sorabilecek olan yok mu???
En çok koalisyon protokolü dedikleri şeyde afallamıştım.." Şu bakanlık bizim-bu bakanlık sizin, eğer bu bakanlığı verirseniz, biz de öbür bakanlığı veririz size, yoksa misketlerimizi alır gideriz, iktidar olacaksak anca-kanca beraber" şeklinde pazarlıklar oluyor, kimse de "Yaw kardeşim neyi paylaştırıyorsunuz, oralarda çalışacak adam bu işi en iyi yapacak olandır, en iyi partili, en cömert işadamı değil" demiyor... Demek ki ne diyeceğiz " Seçimle iktidar değişikliği bizde sadece oradan buraya atanmaya yol açar, bu da devletin bir süre çalışamamasına".. Ayrıca bu trilyonlarca lira da seçim harcaması, sinir bozulması, hileli sandık, satın alınmış oy gibi "türkçe" deyimler oluşturmuştur ki; sormayın gitsin...Gördünüz mü "ipin ucu" kaçtı işte!!!
Size bir şey söyleyeyim mi, demin yazdıklarımı baştan bir okudum, böyle bir yazıyı ne yayınlarlar, ne de okurlar.. İnsanın sinirini oynatıp, ayar kaçırmaktan başka bir şeye benzemez.. İyisi mi , ben size bir balık tüyosu vereyim, etli-sütlü, erken seçim-Hakan Şükür bırakayım da bir kadeh rakının yanına kızarmış balığı koyun tarifteki gibi, yanına da soğan piyazıyla, birazcık taze ekmek, bu akşamlık belki de bir şarkı sıkıştırırsınız dudağınızın kenarına, yarına Allah kerim....
Şimdi zamanı, tavalık bütün balıkları özel bir şekilde kızartmaktan bahsedeceğiz.. İstavrit hele kıraçası, izmarit, kupez, ispari, melanurya gibi balıklarda pek güzel olur, barbun-tekir gibi balıkların özel tadını bozabilir, en güzeli istavritle oluyor... Balıkları ayıklayın, yıkayın tuzlayın... Una bulayıp da içine bir tek rakı koyduğunuz suya batırıp daha sonra kızgın yağa atarsanız özel bir tad elde edeceksiniz.. Rakı fikrini sayın üstad Ali Pasiner den duymuş, sulu rakıya batırtıp kızartmayı da ben modifikasyon olarak uydurmuştum.. Denemeler-degüstasyonlar yapılmıştır.. Hem görüntü hem tad on numara ... Belki seçim-geçimi de unutur, bana bir selam yollarsınız...
Kendinize iyi bakın, rakıyı fazla kaçırmayın...
Selamlar
BEN VE BEN GİBİLERİN DÜŞÜNCELERİ;
Üniversite yılarında çok güzel kahve içtiğimiz mekanlarımız vardı ve bu kahveleri birbirini çok seven 7 arkadaş birlikte içerdik. Yarına dair umutlarımız hiç bir gençliğin hayal bile edemiyeceği kadar güzeldi. Tam 11 yıl olmuş ve bu hayallerimizden hiç bir şey kalmamış. Eminim ki biz ve bizim gibilerin de hiç bir hayali kalmadı.
Türkiye'yi kurtarmayı hayal etmiyorduk ama canımız kadar sevdiğimiz ülkemize yararlı olmak adına çok şey yapacaktık. Şanslı bir kuşak olduğumuzu düşünüyorduk, hiç değilse abilerimiz kadar şanssız değildik. Yaşım 31 ve bunları düşünen 7 arkadaşımdan 3'ü şimdi yurtdışında ve biz kalan 4 arkadaş hala direniyoruz ama nereye kadar!... Önce İstanbul'a isyan ettik ardından bizleri nötr sayan ve bizleri yönettiklerini düşünen zavallılara.
2 ayrı toplum yarattık "olanlar ve hiç olmayanlar" yada başka bir deyişle "hayalleri gerçekleşenler ve hayal kurmayı dahi unutanlar". Sevgilerimizi dahi kaybettik, ağlayabilmeyi dahi unuttuk, hesap sormamayı, duyarsız olmayı sıradan saydık.
Şimdi koca hiçlerin ülkesinde çocuklarımız için endişe duyup ana haber bültenlerinde kötü şeyler duymamak için vakit harcıyoruz. Artık sıcak akdeniz insanları değiliz ve en acısı artık gençte değiliz. Yitirilmiş bir kuşak olarak çocuklarımızın çalınmış geleceğini istiyoruz. Kalan 4 lerin hep kalmasını ve gülmeyi unutmuş ülkemizi geri istiyoruz.
Kenan OĞUZ
|
http://www.transparency.org/
Şeffaflığın global anlamını keşfetmenize yarıyacak özel bir site. Şeffaflığı "Deniz Akkaya" vari anlamadığınızı umuyorum:-))
http://www.tilemachine.com/#
Tekrarlayan şekilli duvar kağıtlarını on-line olarak gerçekleştirip, save edebileceğiniz harika bir site. Mutlaka bir ziyaret edin. Çok ilginizi çekeceğine eminim.
http://www.nzp.ca/ Puzzle ve küçük oyunları bilgisayarınıza yükleyebileceğiniz bir site. Belki hoşunuza gider.
http://browsers.evolt.org/ Sadece 2 tane tarayıcı var zannediyorsanız aldanıyorsunuz. Yüzlercesini birarada görmek için bu siteyi ziyaret edin derim ben. Belki içlerinden biri sizin için IE nin veya Netscape'in pabucunu dama attırabilir.
Damak tadınıza uygun kahveler |
Say The Time 5.0 [3.8M] W9x/2k/XP 30 Gün DENEME
http://www.provenio.ws/downloads/
Saati sesli olarak öğrenmek ilginiz çekerse, bu programı deneyebilirsiniz. Sesli uyarılar da cabası. İyi eğlenceler yani.
YahooPOPs! v0.2 [373k] W9x/2k/XP FREE
http://yahoopops.sourceforge.net/
Yahoo hesaplarınızdaki epostaları, POP3 hesabıymış gibi, bilgisayarınıza almanıza olanak sağlayan bir programcık. Son derece kullanışlı. Yahoo kullanıcılarına şiddetle önerilir.
|
|