|
|
|
3 Temmuz 2002 - Bunama Belirtileri |
Merhaba Dostlar,
Bugün az kalsın sizlerle buluşamayacaktım. Hem işlerin yoğunluğundan hem de internet bağlantımdaki bir sorundan dolayı, matbaa makinamın önüne anca saat 01:00 gibi oturabildim. O yüzden bugün lafı kısa kesip sizi aşağıdakilerle başbaşa bırakacağım. "Aşağıdakiler" lafı yanlış anlaşılmasın lütfen. Ben sadece sayfanın altındakilerden bahsediyorum, yoksa herhangibir sosyal ayırım yapma gibi bir niyetim yok.
Dün Emin Çölaşan'ın yazısını okuyunca, inanmazsınız ama gözlerim doldu. Kenar mahallerden birinde kendi hallerine terkedilmiş yaşlı karıkocadan bahsediyordu sanki. Yabancılaşıp, olaya tepeden baktığınız da bundan farklı düşünmenize olanak yok zira. Halbuki sözü edilenler, bizleri yönetmek için yola çıkmış başbakanımızla, eşiydi. Kanımca asıl doktor müdahalesine ihtiyacı olan Rahşan Hanım. 81 yaşın getirdiği geriatrik sorunların olması kuvvetle muhtemeldir bence. Her işlerini kendilerinin görmesini, böylesi bir durumda, özel hayat ve tutumlulukla bağdaştırmak, kör taklidi yapmaktan öteye gitmez. Başbakan'ın özel hayatı olmaz. O mertebeye gelmiş insanların, herkesten çok korunmaya ve özel bakıma ihtiyacı vardır. Bu bakımı bile reddeden zihniyetin artık doğru kararlar verebileceğini beklemek te abesle iştigaldir. Sonucu ne olursa olsun, Başbakanımızın artık görevi devretmesi, en azından paylaşması elzemdir. Hoş, hiçbir sonuç şu andakinden daha kötü olamaz ya...
Bugün "Dost Meclisi'nde 2 adet yazı göreceksiniz. Bunlardan biri Amerika'da yaşayan Sevgili Esra İnal'dan. Kendisi yakarışlarıma dayanamayıp hemen birşeyler karalamış. Kendisine çok teşekkür ediyor ve onun davranışının sizlere de örnek olmasını diliyorum:-)) İkinci yazı ise, kimden geldiğini bir türlü bulamadığımız bir dostumuzdan gelen eposta. Mustafa Kemal'i anlatan yaşanmış bir olayı nakleden yazıyı şiddetle öneriyorum. Her iki yazıyı da, arzu etmediğim halde, orjinal halleriyle, yani türkçe karakterler olmaksızın yayınlamak zounda kaldığım için de sizlerden ayrıca özür diliyorum.
Dün aldığım bir haberde Reha Muhtar'ın vedası ile ilgiliydi. Bu konuda biraz daha derin araştırma yapıp yazmak kararındayım. Bu konuda sizin de bildikleriniz varsa ve bizlerle paylaşmak isterseniz, size klavyeniz kadar yakınım.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Birşey bulamadım iyi mi?
Bu bölümü genellikle gündüz vakti, salim kafayla yazmaya çalışıyorum. Bu gece biraz geç olduğundan birşeyler yazmak uğruna saçmalamak istemedim. Bu bölümde yer almasını istediğiniz teknik sorularınız varsa lütfen bana iletin. Bu boşluk için de sizlerden bugünlük özür diliyorum.
|
Cem Yılmaz
3 Temmuz 2002 Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda.
|
BABAMIN MEMURİYETİ DOLAYISIYLA…
Beşikdüzü-2 (1968-1971)
Beşikdüzü'de doğa bir harikaydı. Kuzeyde deniz, deniz ve kasaba arasında Trabzon'dan gelen -arasıra kamyon, otobüs, nadiren otomobil geçen- ana cadde. Caddenin kara tarafında kasaba. Bütün evler tek veya iki katlı. Her yer çimen. Öyle bir çimen ki biz çocuklar her gün çimenleri yolup yatak ve yastık yapardık, ertesi gün yine herkese yetecek kadar çimen olurdu. Etrafta elma ağaçları. Kasabanın içinden geçip denize dökülen bir dere. Tam oynamak için, çünkü hiçbir zaman su yüksekliği dizimizin bir karış üstünü geçmezdi. Etrafta otlayan kartpostallardaki kadar sevimli inekler. Yanlarında hem onlara gözkulak olan hem de okulun kadrolu bahçıvanı Ahmet Amca.
Bahsettiğim yıllar 1968-1971 arası. Yazın kadınlar denize girerken yoldan geçen araçlar görmesin diye deniz ile cadde arasına kocaman bir tahtaperde konurdu. Kardeşlerim ve ben yüzmeyi Karadeniz'de öğrendik.
Oralı bir arkadaşımın yukardaki köyüne gittik bir gün. Fındıklar yeni toplanmış, dağ taş fındık yığını. Bahçedeki yığının ortasında da bir yatak. Bildiğimiz çift kişilik yatak. Sanki yatak odasındaymış gibi özenle toplanmış, örtüsü yayılmış. Meğer dedesi ve anneannesi gece fındıkları beklemek için burada yatarlarmış. Bu köydeki evi de unutamam. Kapıdan girince tam karşıda arka bahceye açılan bir kapı daha. Ortası geniş bir avlu gibi, sagda solda odalara açılan kapılar. Tam ortada da kocaman bir salıncak, evin içinde!
Unutamadığım bir diğer görüntü de arkadaşım Asiye'nin annesi, Ahmet Amca'nın karısı Hanife Teyze'nin, tek göz odasında kuzine soba üzerinde bize pişirdiği elmalar.. Kokularını ve tadını hala hatırlıyorum.
Öğretmen okulu'nun bir lokali, bu lokalin mudavimi hanımlar vardı. Burada geceleri eşli, gündüzleri kendi aralarında toplantılar yaparlardı. Konuları neydi bilmiyorum. Bazılarına biz çocuklar da giderdik. Hanımların bir kısmı konken masalarını kurar oynarlarken, diğerleri ilkokulda bu 23 Nisan'da nasıl bır kıyafet hazırlayalımı konuşurlardı. Orada kaldığımız sürece her 23 Nisan'da, okulun tüm çocukları farklı kıyafetli iki üç grup oluştururduk. En güzel tarafı da tüm çocukların bu kıyafet gruplarına katılabilmesiydi. Henüz hazır giyim yaygın değildi. Sanırım Sümerbank'tan kumaş alınır, herkesin annesi dikiş bilir, verilen modele göre giysiler dikilirdi. O zamanlar zengin-fakir farkı yoktu. Daha doğrusu çocukların ruh halini etkileyecek uçurumlar yoktu.
Öğretmen okulunda bir de buyük piyano vardı. Galiba bu da köy enstitüsü döneminden kalmaydı. Bir kaç çocuk müzik oğretmeninden piyano dersi almıştık. Düşünün 1968-69 yıllarında Beşikdüzü denen yerde piyano dersi alan ilkokul öğrencileri. Yine Trabzon'a bağlı ilçe ve köy ilkokulları arasında düzenlenen bilgi yarışmasına katılmıs, benim de içinde bulunduğum bizim okulu temsil eden grup Trabzon'a gitmiş, aynen Hababam Sınıfı filmindeki gibi bir sahnede soruları yanıtlamış ve Trabzon üçünçüsü olmuştuk. Yarışmaya destek veren Etibank Trabzon Şubesi'nin hediye ettiği Milliyet Yayınları'nın Çocuklara Şiirler kitabı hala durur.
Ilkokulun bir bando takımı da vardı. Daha doğrusu öğretmenler ise el atıp, bir bando kurulmasını sağladılar. Yedi ya da sekiz trampet, önde sopa sallayan bir kişi, en arkada uzun boylu, büyük davul çalan bir kız. Her bayramda yürüyüş yaparken çalan bu bandoya halk nasıl gururla ve sevgiyle bakıyordu, hatırlarım. Öğretmen okulunun bandosu ise bana göre muhteşemdi. Hepsi uzun boylu, yakışıklı abıler, sarı sırmalı kırmızı ceket, beyaz pantolanlarıyla herkesi kendilerine hayran bırakırlardı.
Bunları neden anlattım. Şehirde doğup, şehirde yaşamaya devam eden çocuklara çok acırım. Pek çok şey kaçırdıklarını düşünürüm. Bu çocukların benim çocukluğumda duyduğum sorumlulukları, heyecanı, sevgiyi, takım ruhunu, keyfi duymalarını çok isterdim. Elbette dünya değişti. Onların keyif aldığı konular da değişti. Benim köpeğe yakalanmadan elma çalmaya çalışırken duyduğum heyecanı, onlar bilgisayarda futbol oynarken duyuyor. Benim arkadaşlarımla sahiplendiğim mahallenin köpeğine bakma sorumluluğumu, onlar evdeki köpeğini günde iki kez gezdirmek görevi olarak kabul ediyor. Benim derede ayaklarım suyun içinde oynarken aldığım keyfi, onlar Toys'r Us'tan alınmış bir oyuncakla evde oynamaktan alıyor. Benim yüzmeyi önce öğreneceğim, en yüksek ağaca ben tırmanacağım diye arkadaşlarımla girdiğim yarışa, onlar kolej sınavlarında giriyor. Kimbilir belki de yanılıyorumdur. Onlar bizim cocukluğumuzu çok renksiz ve sıkıcı buluyor olabilirler. Yirmibeş-otuz yıl sonra bugünkü çocuk ve gençlerin, bu yıllarını anlatacakları kitapları merakla bekliyorum. Onların nostaljisi, özlemleri ne olacak acaba?
Beşikdüzü hikayeleri devam edecek…
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın |
DRAMA ve KAVALA'dan
Yunanistan gezimizin son ayağı Drama.. Yunanlı rehber bayana sorduğumda, gülümseyerek " Biliyorum adına çok sevilen bir türkünüz varmış ama Drama Köprüsü yok artık. Daha önce de Türk konuklar çok sorunca araştırdık, eski köprü yıkılıp, üzerine yenisi yapılmış "diyor.
Drama Garını yüzyılın başında Fransız mühendisler tasarlamış. Bugün 30 bin nüfuslu orta büyüklükte bir yerleşim. Tütün, pamuk ve mutlaka üzüm. . Tarım ve bağcılık en önemli gelir kaynağı olagelmiş. Her ne kadar tütün depoları artık küçük diskoteklerde olmak üzere değişik amaçlarla kullanılıyorsa da, yine de bu alanlarda Yunanistan'da da özgün lise sonrası Mesleki Yüksek Okulları hala açık.
Drama'da başlayıp, İzmir'de sona eren seksen yıllık bir yaşam öyküsünün ilk izlerini süremem elbet bu kısa konuklukta. Yine de ürpermeden edemiyorum. Bulgaristan'dan daha verimli arazi ve deniz kıyısı özlemiyle buralara göçen Türk kökenlilere Pomak deniliyormuş. Onlardan büyücek kısmı da 1923'de Türkiye'ye göç etmiş ve Akhisar ile Ödemiş'e yerleştirilmişler. . Neden bu iki güzel Ege kenti seçilmiş? Elbet Drama'yı gördüğümde bu merekım da gideriliyor. Drama'nın deniz köşesi yaklaşık 50 km uzaklıkta 80 bin nüfuslu Kavala kenti. Etrafı dağlarla çevrili verimli ovalar ve deniz bağlantısını; bilenler bilir Akhisar'ın, Ödemiş'in tütünüyle bağıyla, Bozdağ' ı - Spil'i ve İzmir'iyle koşutlasak çok zorlamış olur muyuz? Sanmam; en azından o yılların karar vericileri bu benzerliği çoktan kurmuşlar.
Doğdukları yerleri bırakıp, Ege Denizi'nin karşı kıyısına göçenler tek yönlü değil elbet. Atina sokaklarında bir kumaşçı dükkanında karmışıza çıkagelen Pandeli Amca, Türkçe konuştuğumuzu duyunca, ellerimize sımsıkı sarılıveriyor. . Haydi bu kez de, Anadolu'da başlayıp, otuz küsur yıl önce Atina'ya kayan bir benzer yaşam öyküsü. "Beni emekli edecekler ama 2004'de olimpiyatlar için geleceklere İngilizce kim konuşacak? Onun için yaşım yetmişi aşsa da bir süre daha çalışacağım herhalde "diyor.
Drama'nın sokakları bitiveriyor. Bağlar arasından Kavala yoluna çıkıveriyoruz. Drama'lılar şarap tanrısı Dronyssos'un da kentlerinde oturmuş olduğuna inanırlarmış. Belki de ondan öğrendikleri şarap yapma tekniklerini geliştirmişler. Amethystos, Yunanistan'da da çok tutulan şarap markalarından biri. Yalnız şarap mı? Sanatta da önemli adımlar atmaya başlamışlar yakın zamanda. Dökümanter film festivalleri önce ulusal sonra uluslararası kimlik kazanmış bile. Bu yıl Türkiye'ye de festivalleri ile konuk olmalarını heyecanla anlatıyorlar.
Kavala'ya varmadan önce Philippi 'tarihi' kenti. Milat'tan önce 1. Yüzyılın ortasında, 42'de Roma ve Avrupa tarihinin en önemli hesaplaşmalarından birine tanıklık etmişl bu kent. Sezar'a "Sen de mi. . ? " son sözünü söyleten Brütüs'e de Philippi'de karşılaştığı yenilgi sonrası kendi yaşamına kıyma sonu düşmüş. Brütüs bir yana, Roma'nın imparatorluk döneminin başlangıç çizgisi olmuş bu savaş.
Derken Kavala. Kavala'lı Mehmet Ali Paşa'nın evi, imareti. Osmanlı'nın ilk Mısır Valisi Kavalalı gün gelmiş karşı saflara düşüvermiş. Ondan mıdır neden, Yunanlılar Kavalalı'dan arta kalanları korumak ile korumamak ikilemine düşmüşler gibi geldi bana. Bugün Cumartesi Kavala'nın pazarı. Domates 200, maydonoz 500 Drahmi. Saat ikiye yaklaştı. Bir telaş kaldırıverdiler güzelim pazarı. Hoop, nereye? Meğerse, Eylül'ün sonunda bile siesta zamanı. Önünde tüm Yunanistan'ın zeytin ambarı koca Thassos adasıyla bu liman kenti, Osmanlı izleri taşıyan Kavala'ya da veda etme zamanı.
Kıvrılarak, yeniden Drama Garı'na yaklaşırken, karayolu kenarlarında gördüğümüz birkaç mum dikilmiş, küçük camekanlı ikonları anlatıyor rehberimiz. Trafik kaza noktalarına, kayıpların anısına ve olayın unutulmasına inat dikilen mumlar. . İşte o zaman bir hüzün çöküyor üstüme. 1920'de Drama'da başlayan yaşamın, Türkiye'de bir trafik cinayetiyle sonlanmasına inat ben ne yapabilirim diyorum?Buradan bir kopmuş ıhlamur dalını avucuma sıkıştırıp, İzmir'e yollanabilmek usuma düşüyor o an. Öyle yapıyorum, gözyaşıyla Drama'yı geride bırakırken.
|
Kahve Molasinin linki dayim tarafindan bana gonderildigi anda abone oldum, ve yaklasik bir aydan beri surekli takip ediyorum. Yazarlarinizdan Cem Ozbatur'un yakarislari uzerine ben de okur olarak Kahve'nin benim icin ne ifade ettigini birkac cumlede aciklamak istedim.
Kahvenin ozellikle de Turk kahvesinin yalniz bir icecek olmadigini, bir kulturu beraberinde getirdigini yurtdisinda yasamaya baslayinca anladim. Ben Amerika'da yasayan bir Turk vatandasiyim. Cem Yilmaz'in da reklamda "ustune basarak" soyledigi "..bu bizim orfumuz, ananemiz..." dedigi gibi bu kavramin icine ne giriyorsa, burada daha cok sevmeye ve benimsemeye basladim. Cunku modern dunyanin insan hayatina kazandirdigi ne kadar kolaylik, rahatlik varsa, aslinda ne kadar da cok sey goturdugunu gordum. Tabii, bunu farkli kulturlerle de iliskilendirmek mumkun. Ama Turk kulturunun cok ayricalikli bir ogesidir, kahve. Kirk yil hatirindan tutun da, telvesi, kiz isteme seremonilerinin "olmazsa olmaz"i, beraberinde icilen cigaralari, "aaa, sen daha cocuksun, ne kahvesi" reddedisleri, kopugu, fallari, yemek sonralari, aclik bastirmalari, basagrisina, bulantiya karsi limonla beraber deva olmasi vesaire vesaire. Liste uzayip gider.
Dedim ya bir kulturdur kahve. Kahvenin tadi her ne kadar telvesinde, cekilme ve kavrulma kalitesinde aransa da, aslinda sohbetindedir. Tabii, iyi bir kahvenin yaninda tatli bir sohbet varsa, o zaman kahve daha da tadlanir. Ozenle hazirlanmis bir aksam yemeginin ustune bir de kahve olursa, degmeyin keyfimize.
Modern toplumlarda hayatin akisi daha hizli oldugundan insanlarin kendilerine ve baskalarina ayirdiklari vakitler kisaliyor. Yemek, icmek gibi seyler tekduze ve ozensizlesiyor. Hayatlar rutinlesiyor ve insanlar robotlasiyor. Bu kacinilmaz bir gercek, hepimizin hayatlari anneannelerimizin, dedelerimizin yasadiklarindan cok daha hizli ve rutin. Islerimizden arta zaman kalirsa ki, bu da cogumuz icin bu bir luks, kendimize ve ailemize harcamayi yegliyoruz. Dostluklar, sohbetler, saatlerce emek verilerek hazirlanmis sofralara ayiracak vaktimiz olmuyor ve bunlardan mahrum kaliyoruz. Turk mutfagi'nin o "alengirli" yemeklerini cok azimiz;ben dahil; tatbik eder olduk. "Yok onun tuzu, yok onun yagi, sekeri" derken, mutfagimiz da elden kayip gidiyor. Az yeyip oz yemegi bilemedigimizden. Bol kopuklu kahvelerin yerini de yavas yavas makine dugmelerine basarak "robotik" alasimlarla yaptigimiz, karaciger tahribati yuksek alla franca kahveler aldi. Tadini geldigi topraklarin ve rengini uzerinde yasayan insanlardan alan bizim adimizla anilan kahvemizi, yudum yudum ve tadina vararak icecegimize, bidonvari bardaklarda litrelerce makine kahvelerini icer olduk.
Kulturler degisiyor ve yenileniyor. Dunya uzerindeki milletlerin farklari ortadan kalkmaya, dunya "globalizasyon" ile buyuk sirketlerden kurulu bir duzene dogru kaymaya basladi. Bu onlenemez bir gecis. Ya bu duzen icerisinde olacaksiniz, ya da disinda kalacaksiniz, bunun disinda kalanlara da pek hayat yok gibi gozukuyor. Ancak, bu yeni duzende de, buyuk sirketlerin mevcut oldugu yapida, bizleri digerlerinden ayiran nuans icimizde yasattiklarimiz olacak. Kahvesiyle, mutfagiyla, sofra adabiyla, cayiyla, el sanatlariyla. Yoksa, tum bunlar da daha bir cok yitirdigimiz degerlerimiz gibi "sahip cikamadiklarimiz"in yanina eklenecek ve birgun birileri bizlerin ellerimizle ittigimiz bu degerlere mutlaka sahip cikacaktir.
Hepinize bol kopuklu kahveler,
Saygilarimla,
Esra Inal
|
Mustafa Kemal Gibi Düşünmek!..
Tarih, 18 Mayis 2002... Yer, Italya'nin Perugia kenti...
Genç Türk isadami Utku Oguz, bilgisayarinda kayitli son Atatürk fotografini projeksiyon makinesinin aydinlattigi duvara yansitip sözlerini tamamladi:
- Iste, Anadolu aydinlanmasinin temeli olan Türk Devrimi budur...
Perugia'nin önde gelen kisilerinin olusturdugu Felsefe ve Tarih Kulübü'nün üyeleri ve konuklar büyük bir coskuyla alkisladilar genç adami.
Genç adam da bir saatlik ''1918 - 1939 arasi Türkiye ve Atatürk Reformlari'' konferansinin gördügü ilgiden mutlu, biraz da saskindi!..
Kulübün Baskan Yardimcisi Italyan dostu bir süre önce, ''Su hayrani oldugun ve her karsilasmamizda bana anlatip durdugun Atatürk'ü bizim kulüp üyelerine de anlatir misin?'' dediginde hiç tereddütsüz kabul etmis, ama böylesine yogun bir ilgi ve heyecanla karsilanacagini düsünmemisti...
Ama Utku Oguz için o 18 Mayis gecesini asla unutulmayacak kilan yorum, orada konuk olarak bulunan yasli bir Norveçliden geldi:
- Norveç dilinde ''Mustafa Kemal gibi düsünmek'' diye bir deyim vardir...
Herhangi bir problem karsisinda, çözümü imkânsiz oldugu düsüncesiyle hemen kestirmeden teslim olma egiliminde olan, ne yapip edip bir çözüm üretmek için yaraticiligini zorlama zahmetine katlanmak istemeyen ruh ve zihin tembeli kisilere söylenir bu söz... Bu tip insanlara derhal, ''Hayir,
yaniliyorsun bu problemin mutlaka bir çözümü olmali, biraz da Mustafa Kemal gibi düsün'' deriz... Ancak sizin bu geceki sunusunuzdan sonra bu sözün arkasindaki anlami çok daha derin bir sekilde kavramis durumdayim; bu güzel fotograflar esliginde yaptiginiz sunusunuz bana bu yasimda bir sey
daha ögretti; yani benim anadilim olan Norveççe'ye yerlesmis olan eski bir deyimin arkasindaki gerçek ve derin anlami!.. Size bunun için minnettarim...
Genç Türk'ün gözleri yasardi... Dünyanin bir baska ucundaki Ülkenin anadiline bir deyim olarak yerlesmis büyük devrimciyi bir kez daha minnet ve özlemle andi... Yalnizca bir saatlik bir konferans
olarak planlanan gece ancak 19 Mayis'in ilk saatlerinde sona erebildi.
Saatlerce süren tartisma ve yorumlar ise su ortak yargiyla sonuçlandi:
- Atatürk Devrimleri bütün ülkelere uygulanabilecek evrensel bir reçetedir... Zira din ve etnik ayrim temellerine dayanmayan çagdas devlet modeli ne kadar çok ülkede uygulanirsa, dünya o kadar daha huzur
ve baris içinde bir yer olacaktir...
Genç adam gecenin sessizliginde yürürken büyük bir iç sizisiyla ''Türk Devrimi'ni yikmak için yola çikan karsidevrimciligin ülkeyi sürükledigi batakligi, baska çare yok diyerek IMF'nin önünde boyun büken
siyasetçileri'' düsündü. Sonra büyük bir heyecan ve coskuyla yasli Norveçlinin bu kölelik zincirini kirmak için müthis bir formül sundugunu animsadi:
- Mustafa Kemal gibi düsünmek!..
***
Internet'teki posta kutuma, çok sevdigim bir dostum tarafindan gönderilen üç sayfalik bu ''gerçek öyküyü'' defalarca okudum. Utku Oguz'u tanimiyorum... Ama bu ülkede ve dünyanin dört bir yaninda
binlerce, on binlerce, yüz binlerce Utku Oguz oldugunu biliyorum...
Nâzim 'in dedigi gibi:
- Onlar ki toprakta karinca, suda balik, havada kus kadar çokturlar...
Ve onlar ''Mustafa Kemal gibi'' düsünenlerdir... Destani yeniden yaratacak olan da yine onlardir... Onlar Mustafa Kemal'in korkaklar ve karsidevrimciler tarafindan yok sayilan o güzelim ''Bursa Nutku''
nda sözünü ettigi gençliktir...
- Onlar Türk Devrimi'ni sonuca ulastiracak, basi dik, tam bagimsiz Türkiye'yi kuracak olanlardir...
- Ve bilinmelidir ki, bu olacaklar çok yakindir!..
|
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Stackomania v2.5.0 [1.3M] W9x/2k/XP FREE
http://www.geocities.com/stackomania/
Hepiniz oyun kağıtlarından kuleler yapmaya çalışmışsınızdır. Sanal ortamda bunu deneyerek hoşça vakit geçirmek işsterseniz, bu programı hemen indirip yükleyin. Zihin çalıştıran bir oyun.
Gadwin PrintScreen v2.0 [845k] W9x/2k/XP FREE
http://www.gadwin.com/printscreen/
Tek tuşla ekran görüntüsünü yakalayıp, basmak veya resim olarak saklamak isterseniz, derhal bu programı bilgisayarınıza kurmalısınız. Oldukça hoş ve kullanışlı bir program.
|
|
|