|
|
|
22 Temmuz 2002 - Ayşe Kıbrıs'taymış... |
İyi haftalar dostlar,
20 Temmuz 1974'te, Ayşe tatile çıktığında, o dönemi yaşayanlar hatırlayacaklardır, okulların tatil olması nedeniyle pek çoğumuz sahillerde keyif çatıyorduk. Ancak birde aynı dönemi, korku, endişe, merak ve en önemlisi gurur dolu geçirenler de vardı. Askeri bölgelerde yaşayan ailelerden bahsediyorum. Şu benim meşhur "Topçu" önekine maruz kalan, mahfel, gazoz ve havuza konu olan Topçu Okulu da onlardan biriydi. 20 Temmuz'dan çok önce başlayan hazırlıklar bize tatbikat hazırlığı diye yutturuluyordu. Hergün yaşanan asker ve teçhizat sevkleri hayatımızın en önemli olayı haline gelmişti. Bizler havuzda günümüzü gün ederken babalarımız eşyalarını topluyor, her akşam mesai bitiminden sonra mahfelde toplanan aileler, bir gün sonra sevk edileceklerin listesini öğrenmeye çalışıyordu. 2 bölgeye yığınak yapıldığından, sevk edileceklerin gidecekleri yer de önemliydi. Trakya bölgesine gidenler, muhtemel Yunan saldırısına karşı önlem alacaklar, güneye gidenler ise bizzat Kıbrıs'a çıkacaklardı. Her ikisi de endişe vericiydi, ama güneye gidecekler daha şanssız olarak nitelendiriliyordu. Çünkü genel kanı Yunan'lıların saldırmak gibi bir yanlışa düşmeyecekleri yönündeydi.
Sonunda beklediğimiz oldu ve sıra babama da geldi. Tesellimiz kendisinin Trakya'ya gönderilmesiydi. Hayatımın en duygulu anlarından biri olarak daima hatırlayacağım uğurlama seremonisi sırasında, babamın beni bir kenara çekip, tüm aileyi bana emanet etmesi, doğruluktan, dürüstlükten taviz vermemem için öğütleri hala kulaklarımda. Aslında bu gidişin dönüşü olmayabilir diyordu usul usul. Birbirimize söyleyemediğimiz pekçok şeyi bakışlarımızla halletmiştik. İçimdeki gurur öylesine güçlüydü ki, tek bir damla gözyaşı bile dökmemiştim. Aslan babam benim.
Harekatın başlamasıyla birlikte, asıl endişe dönemi başladı. Gene her akşam mahfelde toplanan erkeksiz aileler, açıklanan haberleri dinliyorlardı. Ölen ve yaralananlar, kayıplar, geri dönenler, yeni gidenler, kahramanlık hikayeleri şen kahkahaların yerini almıştı.
Eylül'e gelindiğinde işin rengi ortaya çıkmış, ortalık durulmuştu. Şimdi dönenleri karşılamak zamanıydı. Dönenler kimi zaman gittikleri gibi, kimi zaman da elleri dopdolu geliyordu. Bu sefer de yağma dedikoduları almış başını gitmişti. Özellikle Ada'ya ilk ayak basan bazılarının edindiği malk mülk bugün bile merakla dinlenen efsanelere dönüşmüştü. Maraş bölgesindeki 5 yıldızlı otellerden şu anda geriye dört duvar kaldığı göz önüne alınırsa, efsanelerin boyutları da ortaya çıkacaktır. Çıkartma gemilerinin dönüşte kargo taşımacılığında kullanılması, el konulan dönümlerce portakal bahçeleri, evler, arabalar,vb. dedikodular belki de bugün içinden çıkılamaz duruma dönüşen Kıbrıs sorununun temel taşlarıydı. Savaşın sonunda ganimet mübahtır belki bilemem ama, Vatan Millet Sakarya kavramlarını kişisel çıkara dönüştürme olgusunu bugün de fazlasıyla yaşadığımız için bana pek te anlaşılır gelmiyor, üzgünüm.
Babam mı? O, 3 ay boyunca Meriç kıyısında nöbet tuttuktan ve "Albay" rütbesini omzuna taktıktan hemen sonra geri döndü ve emekliliğini istedi. Yukarıda sözünü ettiklerimin kararında etkisi varmıdır bilmiyorum, zira bu konuyu kendisiyle hiç konuşmadık. Hoş konuşsak ta, yıllarını verdiği o camianın eleştirilmesine katlanamaz. Haklıdır da. Askerlikte çürük patatese yer olmadığını savunur her zaman. Sepette çürüyen patates diğerlerini de çürütmeden sepetten ayrılıyorsa ne ala tabi.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Super-off-line
İlk kurulduğu günlerden beri Superonline abonesiyim. Bir yılda 2,5 milyon, 3 yılda 10 milyon aboneye ulaşacaklarına dair hayal kurduklarında da yanlarındaydım, 5 yılda ancak 500 bin civarına ulaştıklarında da. Kullandığım eposta adresi heryerde kayıtlı olduğundan, abonelikten vazgeçmem de olanaksız. Ancak KabloNet ve ADSL seçeneklerine geçtikten sonra dial-up aboneliğimi sona erdirip, ömür boyu eposta adresi kampanyalarından yararlanarak, ve verdikleri sözlere güvenerek aboneliğimi sürekli yeniledim. Bir zamanlar iş ortağı olarak da hizmet verdiğim Superonline, geçtiğimiz Cuma günü anlamsız bir uygulama başlatarak, kimi kullanıcıları için, haber vermeksizin, hatlarını offline yaptı. Bunun ne anlama geldiğini özetlemek gerekirse; örneğin dial-up abonesiniz, işiniz gereği değişik yerlerde çalışıyor dolayısıyla değişik ISP'lerden internete çıkıyorsunuz. Superonline POP3 hesabınızdan mesajlarınızı okuyorsunuz ancak iş göndermeye geldiğinde Superonline "Hooppsss" diyor. Sen benim abonem olabilirsin ama benim SMTP (epostayı gönderen sunucu) sunucumu kullanabilmek için illaki benim üzerimden bağlanmalısın. Hadi diyelim haklısın. Peki, bar bar bağırarak sattığın 3 eposta adresi yada uzun dönem eposta aboneleri ne yapacaklar? Adamlara tek dial-up hakkı ama 3 eposta hesabı veriyorsun, aynı anda üçüde eposta alıp göndermek istediklerinde, yada uzun dönem eposta aboneleri, başka ISP den bağlanıp seni kullanmak istediklerinde, "nayırrr nolamaz" diyorsun.
Gerekçeleri daha da komik, sunucularına binen yükün azaltılması. Yahu onlar senin abonelerin, parayı alırken iyi ama iş hizmete gelince, siz bana yüksünüz mü diyeceksin. Diyeceksiniz ki adam sizin onun abonesi olduğunu nasıl anlayacak. Anlıyordu efendim. Çünkü birbaşka ISP den bağlanıp superonline SMTP sunucusunu kullanmak istediğinizde "Authentication" uygulanıyordu. Yani siz mesaj göndermek için de olsa kullanıcı adınızı ve şifrenizi kullanıyordunuz. Bu durumda benim abonem olmayanlar da benim sunucumu kullanıyordu demek olur mu? Eğer abonelerinizin size getirdiği yükten söz ediyorsanız, bırakın bu işi de, yükten gocunmayanlar yapsın. Daha iyi hizmet (!?) adına POP'ları kapatıp numaraları iptal ederken, krizdir haklarıdır dedik ama son yaptıkları işin tutarlı hiçbir yanı yok. Yol yakınken, haber vermeden uygulamaya koyduğu bu işleme derhal son vermesini istediğimi, kendi adıma hakkımı aramak için her türlü mecrayı kullanacağımı hatırlatmak isterim. Eğer siz de mağdurlardansanız, mutlaka duygularınızı dile getirmenizi rica ederim. İndimde Super-off-line olarak değişen adlarını kısa sürede Superonline yapmaları dileğiyle.
|
Misafir Odası: Tanju Akdeniz |
Elde Etmek ve Elde Tutmak
Televizyon kanalları, gazeteler, 'billboard'lar, radyolar reklamdan geçilmiyor. Hemen hepsi de 'elde etme'ye yönelik. "Vardın mı tadına bırakamazsın bir daha"; "Deneyin seveceksiniz"; "Bizi başkalarıyla kıyaslamayın, üzülürsünüz", "Gelin, görüşelim"; "Herkese uygun çözümler bizde" ve daha niceleri. Tüm sloganlar tanışmayı, eşikten adımını attırmayı, müşteriye ulaşmayı ve/veya elde etmeyi hedefliyor.
'Ne var bunda?' diyeceksiniz. Bunda bir şey yok elbette. Sorun, bir kez elde ettikten sonra başlıyor: Elde edileni elde tutmak.
Elde tutmak söz konusu olduğunda ise işler değişiyor. Stratejiler farklılaşıyor. Eskiden 'Değerli Mudimiz' diye başlayan mektupların yerini beni adımla, soyadımla tanıyan, doğum günümü, evlilik yıldönümümü hatırlayan bilgisayarlar aldı. Satıcı-alıcı ilişkileri karı-koca ilişkilerine doğru evriliyor. CRM ya da Müşteri İlişkileri Yönetimi kavramını duymayan kalmış mıdır?
Sanıyor musunuz ki şirketler bugün oldukları noktada kalacaklar? Annenizin kızlık soyadını bilmekle yetinecekler. Rekabet arttıkça cümle kapısından yatak odasına doğru ilerlemekte hiç tereddüt etmeyeceklerinden emin olabilirsiniz. İzin vermem mi dediniz? İzin isteyen olursa vermeyebilirsiniz elbette.
İster beğenin, ister karşı çıkın; şirketler bu konuda bizden öndeler. Onlardan öğreneceklerimiz var. Aslında onlar da bizden öğrendi ama biz unuttuk onlara öğrettiklerimizi. İlişkileri canlı tutmaktan söz ediyorum. O ilk heyecanı kaybetmemekten söz ediyorum. Alışverişin sürekliliğinden söz ediyorum. Duyguların değiş-tokuşundan söz ediyorum. Rekabetçiliğin sürekliliğinden söz ediyorum.
Öğrencilik çağlarımdaki arkadaşlarımla rastlaşıyoruz bazen. 20-25 sene geçmiş aradan. Elde edilip edilmediklerini 100 metre öteden sıfıra yakın bir hata payı ile söyleyebilirim size. Hafif öne eğik bir baş, düşük omuzlar, pantolon kemerini boylamasına ikiye katlayan bir göbek, bol giysiler, göze batmayan iddiasız renkler, standart bir saç traşı, az sayıda aksesuar hep bir ağızdan farkedilmek istemediğini haykırır gibidir. 'Ben elde edildim ve elde tutuluyorum' der gibidir yürüyüşü. Kapamıştır kendini ilişkilere, heyecanlara, aşklara...
Oysa hatırlıyorum aynı kişinin saatlerce ayna karşından çekilemediğini. Hatırlıyorum üç kere üstünü değiştirip, kokular sıktığını. Omuzlar dik, karın içerde, göğüs daima şişkin yürüyüşlerini. Gözlerindeki ışıltıyı, kalbindeki çarpıntıyı, ellerindeki terleri silişini hatırlıyorum. Bana sevgilisini gururla tanıştırışını hatırlıyorum.
Ben sormasam söz etmeyecek karısından. 20 sene önce sevgilisinden -şimdiki karısı- başka bir konudan konuşmasını bilmediğini sanırdınız halbuki. Çocukları da olduğunu öğreniyorum sorduktan sonra. "Ne var ne yok görüşmeyeli?" sorusunun tek yanıtının ekonomik kriz olduğunu düşünüyor olmalı. Telefonlarımızı veriyoruz birbirimize. Görüşelim diyoruz. İster sahtekarlık deyin, ister iyi görünme kaygısı. Ne onun arayacağı var, ne de bende onu aramak için en ufak bir istek. Vedalaşıp ayrılıyoruz.
Elde tutulanlar böyle de, elde tutanlara bakalım bir de. Elde etmek adına sizde hiçbir heyecan uyandırmayan bu adamı elinde tutmak isteyen bir kadın hakkında ne düşünürsünüz? Ya da karısı hakkında söylenen 'anneannem bile daha genç duruyor' sözlerine kulaklarını tıkayan bir erkek ne gibi duygular uyandırır sizde? Birbirlerini o kadar seviyorlar ki dış görünüşe önem vermiyorlar mı dersiniz? Yoksa 'tencere yuvarlanmış...' mı?
İlişkide heyecanı 'sürekli' kılmayı istemeyen var mıdır? Kendiliğinden iyiye gitmiyor hiç bir şey. Heyecanı sürekli kılmak için ilişkiye sürekli bir 'tazeleyici' eklemek gerek. Duyguların önceliklerini doğru koymak gerek. Rekabete izin vermek gerek. Hiçbir rekabetçi özelliği kalmamış, kimsenin elde etmek istemeyeceği birini elde tutmanın kolaycılığına kapılmamak gerek. Kendini sürekli geliştirmek, elde tutulmaya değer biri olmak gerek.
Kolay mı? Değil elbette eğer kendinizi elde edilmek kadar elde tutulmaya da 'değer' buluyorsanız...
Şimdi çekin göbekleri içeri, fırlasın göğüsler öne, sevgilinize onu sevdiğinizi bir kez daha söyleyin. Ama ilk günkü gibi. Rakiplerden mal kaçırır gibi...
Tanju Akdeniz
|
Komik Kahveci : Suat Sungur |
YAKA KÖY ( TLOS )
Bir önceki yazımda, devamı yarın diye bitirmiştim. Sıcaklarda,gün kavramım kalmadı atladım, kusura bakmayın!... Unutmadan, bir konu da; yazılarımı eskilerin deyimi ile çala kalem yazıp yolluyorum, sevgili editörüme güvenerek!!! (merak etme hataları düzeltirim demişti). Eski yazılara bir göz attım da, aman Allahım !! Ne hatalar yapmışım okuyanlardan özür dilerim..
Gelelim Yaka Köye, Saklı Kent’te gelmeden yolu ayrılıyor Tlos’un. Likya’lılardan kalma gizemli bir kent kalıntısı. Tlos’u geçtikten bir iki kilometre sonra varıyorsunuz Yaka Park’a. Ovadan 650m yüksekliğinde, bir cennet köşesi. Yeşillikler içersinde, her yerden fışkıran son derece soğuk su ( içinde 15 dakika durana yemek ısmarlıyorlar ) yaz sıcaklığını bahara döndürüyor. Burası aynı zamanda bir alabalık üretme çiftliği, seçtiğiniz balıkları ağaç üstlerine yapılmış tahta balkonlarda yiyebiliyorsunuz. Yaka Park'ta bizi en çok etkileyen şey ; barda yüzen balıklardı!!! Şimdi diyeceksiniz ki, bu da ne?
Çok güzel yapılmış bir barın ortasına kanal açmışlar, her taraftan fışkıran suyu, bu kanaldan da geçirmişler içine küçük balıkları salmışlar. Siz diyelim ki rakı içiyorsunuz, bardağınızı bu kanala koyuyorsunuz rakı oluyor buz... Bu arada balıklar bardaklar, şişeler arasında yüzüyor. Ama öyle balık ki bunlar, elinizi suya sokup okşamanıza izin veriyorlar!! Bizde öyle yaptık, rakıları içip balıkları okşadık. Şimdi yazarken fark ettim de biraz sapıklık gibi geldi :-))
Şaka bir yana, inanılmaz bir duygu bu, böyle bir yeşillik, böyle bir huzur her mekana nasip olmaz, ne diyelim Allah sahibine bağışlasın!!!!
Usta şairin dediği gibi, “rakı şişesinde balık” olamadık ama şişenin dibinde balığı elledim...
Kalın sağlıcakla.....
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan |
Sera Üretimi - 2 -
- Nerede kalmıştık Çekirge?
- Bizim seranın hangi malzemeden yapılacağını konuşmuştuk..
- Haa, evet.. Şimdi, bak sayfaya bir fotoğraf koydum, gordün mü? İşte böyle bir sera yapmak peşindeyiz. Yükseklik olarak, 180cm ile 200 arası uygun olacaktır. Tabii daha kısa da yapabiliriz.. Duruma göre kendimiz karar vereceğiz. Derinlik olarak da 50 cm iyidir. Genişlik, hiç değilse 100 cm olmalı.. Ölçüye herkes kendisi karar versin.
- Tamam da, nasıl birleştiricez biz bunu?
- Paslanmaz çelik vida en uygunu.. Bu vidalardan mesela Bauhaus'ta bulabilirsin.. Spaxx marka.. Pahalı da değil.. Şimdi, ben bu seranın imalatını fazlaca detaylı anlatmaya niyetli değilim.. Bilen bilmeyene öğretsin!!
|
|
Neticede iki tane ön kapağı olan bir dolaba ihtiyacımız var.. Bu iş beni aşar abi diyorsan eğer, ben araştırdım mesela www.libend.com.tr adresinde bu bizim fotoğraftaki sera var, zoruna giden bastırır parayı alır..
- Usta su koyverdin be...
- Be güzelim neticede burası bir 'kaffe molası' değil mi senin deyimle.. Şimdi, buradaki önemli konulardan biri de bizim seranın kaplama malzemesi. Ben cam kullanmayı pek sevmiyorum. Çünki, cam hem kırılgan hem de ısı yalıtımı zayıf. Ancak ısıcam kullanırsan daha iyi ısı yalıtımı sağlayabiliyorsun, bu durumda da çok ağırlaşıyor yapı..
- Peki ne kullanıcaz biz?
- İki seçenek var, biri ucuz fakat çok uzun ömürlü değil, diğeri biraz pahalı, ama çok uzun ömürlü. En ucuz çözüm, bildiğin sera örtüsü naylonu.. Kilo ile satılır, her yerde bulursun, makasla kesip, raptiyeyle monte edebilirsin.. İki üç yıl kadar idare eder.. Pahalı olan ise, polykarbonat levha.. Bu çok hoş bir malzemedir, maket bıçağı ile kesebilirsin.. Çift cidarlı olduğu için ısı yalıtımı çok iyidir, 10 yıl ömrü var malzemenin.. Işık geçirimi de cama çok çok yakındır. Hafiftir ve kırılmaz.. Ben polykarbonatı öneririm anlıyacağın.
- Nerden bulcaz bunu biz?
- Pek çok firma ithal ediyor.. Mesela General Electric Plastics'in malını SEL kauçuk temsil ediyor.. Karaköy'de olması lazım.. Bir de geçenlerde internette rastladım, www.zetyapi.com bu firma da ithal ediyor. Kabaca hatırladığım kadarıyla, levha boyu 6 mt eni de 140 cm gibi birşey olacaktı.. 8- 10 mm gibi bir kalınlık yeterli.. Fiyat tam aklımda değil ama, ısıcam'dan ucuz..
- Peki usta, artık bu şeffaf dolabımızı yaptığımızı varsayalım.. Şimdi sırada ne var?
- Bunu balkona yerleştiriyoruz.. Tercihen Güney'e bakan bir balkon olmalı.. Her yön olur aslında.. ama Kuzey'den uzak durmak lazım.. Kışın aşırı soğuk olur. Haa, bu arada, dolabımızın (seramızın) en altı ve arkası da dahil olmak üzere her tarafının kaplı olması şart, unutma.. Yani ortam tamamen dış etkilerden yalıtılmış olmalı. Artık, raflarımızı yerleştirip üretim ve büyütmeye başlayabiliriz.. Sera'da alacağın sonuç, insanı hayrete düşürecek kadar başarılıdır.. Nerdeyse bitkilerin büyümelerini seyredebileceğin kadar sağlıklı ve hızlı gelişirler.
- Deme yahuu.. ço zevkli..
- Öyledir..
- Peki, seranın içine ne gibi aparatlar koymamız lazım?
- Bence en gerekli malzemelerden biri, maxima- minima termometre..
- Nası bişey o?
- Gün içinde ulaşılan en yüksek ve en düşük sıcaklıkları kaydeden bir termometre..Hergün okursun, log book da diyebileceğimiz, günlük işler defterine not edersin.. Böylelikle içerideki ısı düzeyi ile bitki gelişimi arasındaki korelasyonu da zamanla kurmuş olursun..
- Usta, bu günlük yeter bu kadar.. kafam şişti benim.. yarın devam etsek?
- Anlaştık..keselim o zaman..
|
Birini yargılamak istediğin zaman, önce gökte üç ay değişene dek, Onun ayakkabılarıyla yürümelisin. Kızılderili Atasözü
Bir gamzeye aşık olan nice erkekler, bütün kadınla evlenmek hatasına kurban olmuşlardır.. Wochenend
Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerliyebiliyor. James B.Conont
"Bana sorarsanız hüzünlerini kadınlar güzel bir broş gibi yakalarında taşıyorlar. Soyunurken ilk önce hüzünlerini çıkarmaları da belki bundan." Ahmet Altan
"Çocukken her sabah Tanrı'ya yeni bir bisiklet için dua ederdim. Ama sonra Tanrı'nın çalışma metodunun böyle olmadığını anladım ve kendime bir bisiklet çalıp her sabah günahlarımı affetmesi için Tanrı'ya dua ettim." Emo Phillips
|
|
Susarak
Güneş altında söylenmedik söz yokmuş...
Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi...
Ne gece ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz...
Ben de söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde...
Hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik...
Ben de susuyorum sevgimi saklayıp içimde...
Duyuyorsun değil mi suskunluğumu nasıl haykırıyor...
Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim...
Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde...
Aziz Nesin
..........()..........
SORU KİPİ ŞİİRLERİ
- 1 -
yaza hazırlamak için
kışın gömerler kayıkları denize
bu gün yatırıldığım hüzün
deniz midir gözleri umut çiziği güne?
-2 -
ayak değmemiş yağmur ormanlarına
düş değimi uzaklıkta bozkırda
açarken tomurcuk
söylesene çocuk nerelidir yüreğin?
-3 -
hangi renktir yalnızlık?
sevdalar ne renk?
ille de kırmızı mıdır aşk?
belki de mavi
kanadında uçurduğu için uçuk mavi
ya renksiz bırakılmış
boya kitabıysa yaşam?
- 4 -
coşup taştıkça içim dışıma
nereden çıkıyor
bu iki ayaklı
kurutma kağıtları?
- 5 -
kunt bir çember mi aklın simgesi?
dik açılı kutularda mı kilitli duygular?
yorgun sesler salınırken köşelerinde
nerelerde gizlenir üçgenler?
Aslı Durak
|
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.cccturtle.org/contents.htm
Dalyandaki carettalarımızın yumurtlama döneminin başladığı şu günlerde ilginizi çekebilecek bir site. Deniz kaplumbağalarının ilginç yaşamlarından bahsediliyor.
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=20110 Prof. Dr. H. Örcün Barışta tarafından hazırlanan ''Osmanlı imparatorluğu dönemi Türk işlemeleri'' adlı kitaptan faydalanılarak, Kültür Bakanlığı tarafından bizlere sunulan hoş bir kaynak.
http://www.darphane.gov.tr/hparalar/kuslar/TURKIYEKUSLARI.htm Kolleksiyon meraklılarının Türkiyedeki en iyi kaynaklarından bir tanesidir darphane. Bu sayfada kuşlar serisinin adresini veriyorum. Meraklısı olanlar diğer hatıra para ve madalyonlara ulaşabilirler.
http://yakutiye.ai.mit.edu/ 1996 yılında amatör müzisyenler tarafından kurulan Cambridge Musiki Cemiyeti'nin web sayfası. Çalışmaları, repertuarları ve diğer ayrıntıları paylaşmışlar.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
GigAlarm v1.201 [33k] W9x/2k/XP FREE
http://users.bigpond.net.au/glina/GigAlarm.htm
Adı üsütnde bir program daha. Text yada ses olarak istediğiniz hatırlatmaları ayarlayıp, uyarılabileceğiniz bir program. Benim gibi hatırlatılmaya ihtiyacı olanlardansanız, mutlaka deneyin.
Context Thumbview v1.0.b1 [107k] W9x/2K/XP FREE
http://contextmagic.netfirms.com/image-viewer/
Bir resmi görmek için, çift tıklayıp programın açılmasını beklemeye artık gerek yok. Program, sağ tuş seçenekleri arasına bir de "View Thumbnail" seçeneği ekliyor. Seçiyorsunuz, resmi görüyorsunuz. Ondan sonra yapacaklarınız size kalmış. Çok kullanışlı bir program. Tavsiye edilir.
|
|
|