|
|
|
30-31 Temmuz 2002 - Mahrumiyet Bölgesindeydim |
Merhaba Dostlar,
Editör'den: Pazartesi gecesi 30 Temmuz tarihli "Kahve Mola"mızı yayına vermek için gece saat 4:00 e kadar verdiğim mücadele maalesef sonuçsuz kaldı. İzmir Gülbahçe dolaylarında İnternet'e bağlanabilecek tek bir telefon bulamadım. Telefon buldum da internet için dıt dıt seslerinden başkasını dinleyemedim. Dün de geri dönüş yolculuğu nedeniyle sizlere ulaşamadım. O nedenle Salı günü için hazırlayabildiğim sayıyı salı ve çarşamba sayıları olarak sizlere ulaştırıyorum. Bir günlük atlama için sizlerden özür dilerim. Merak edenlere de ayrıca çok ama pekçok teşekkürler. Artık İstanbul'da matbaanın başındayım. Kahve Molalarımız son hızıyla sürecek merak etmeyin.
..........
Dün kurduğum hayaller bugün gerçek oldu nihayet. Yaptığım kısa Çeşme yolculuğundan sonra muhteşem bir deniz, güneş ve taş üçgeninde aşklarımla güzel bir gün geçirdim. Kum yerine taş dedim ama bir sebebi var. Adına kumsal denilen yerde kum yerine herbiri cilalı taş devrinden kalmışcasına düzgün kesilmiş bembeyaz taşlar vardı. Daha 5-10 yıl önce inlerle cinlerin aşık attığı Dalyan'da şimdi birbirinden güzel siteler boy gösteriyor. Çeşme'ye özgü kıraç toprak, kul gayreti ağaçlarıyla bir nebze olsun yeşillenmiş olsa da insana doğal gelmiyor. En büyük ağacın 1,5 metre dolaylarında olması gölgelenmek için insana akla karayı seçtiriyor. Dolayısıyla güneşlenmek için gayret göstermenize de gerek kalmıyor. Zaten gölge ararken yeterince ışın alıyorsunuz. Hafif hafif esen rüzgara aldanıp ta yanmam nasılsa derseniz, benim gibi kızarmış tavuğa dönüveriyorsunuz.
Bir zamanlar Ilıca ile Çeşme arasındaki tek medeni yerleşim alanı Altın Yunus'ken, bugün Ilıca nerede başlıyor, Çeşme nerede bitiyor anlamak mümkün değil. Çeşme ve havalisi bir mega yazlık cenneti olmuş bile. Yaz aylarında birkaç milyona çıktığını tahmin ettiğim nüfusuna su yetiştirmeye çalışan belediyeye Allah kolaylık versin ne diyeyim.
Ziyaret ettiğimiz dostlarımızla yediğimiz yemeğin ardından içtiğimiz kahveleri yudumlarken dinlediğim 2 kısa hikayeyi de sizlere aktarmak istiyorum.
Bir yurt gezisi sırasında Atatürk, bir masa etrafına topladığı ilin ileri gelenleriyle, ilin sorunlarını konuşurken, etrafında pervane olan garsonu çağırarak " Hadi sor bakalım, kahvelerini nasıl içiyorlar, benimki az şekerli olsun" der. Garson tek tek sorarak siparişleri alır. Kimi orta, kimi sade, kimi de az şekerli ister. Bir zaman sonra garson elinde tepsiyle kahveleri getirir ve tek tek dağıtır. Atatürk kahvesinden bir yudum alır, bakarki gerçekten az şekerli. Diğerlerine de sorar. Hepsinden "Tam istediğimiz gibi paşam" yanıtını alır. Toplantı bitipte dağılırlarken garsonu yanına çağırır ve bu işin sırrını sorar. "Söyle bakim herkesin isteğini nasıl aklında tutup ta hiçbirini karıştırmadın" der. Garson, biraz sıkılarak, "Yok Paşam ben bir tek sizinkini aklımda tuttum, diğerlerine allah ne verdiyse getirdim. Eee, sıkıysa sizin yanınızda beğenmediklerini söylesinler".
İzmir'e girmeden az önce Belkahve'de verdiği mola sırasında Atatürk çay ocağına giderek " Oğlum bana az şekerli bir kahve yapta içeyim" der. Bunu duyan kahveci, "İşte bana bunu yapmayacaktın paşam, öl de öleyim ama bana böyle söylemiyecektin" deyince, Atatürk hafifçe kızarak "Yahu ne söylemiyecektim alt tarafı bir kahve istedik" diye çıkışır. Kahveci, "Paşam, ben günlerdir buna hazırlanıyorum. Sen beni uzaktan ıslık çalarak çağıracak, gel ulan buraya bana kallavi bir kahve yap diyecektin. Ben de sana hünerimi gösterecektim. Sen şimdi buraya kadar gelip benden az şekerli kahve istiyorsun, oldu mu be paşam".
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
DV Kameralar
Aranızda yakın zamanda DV (Dijital Video)Kamera almaya niyetli olanlarınız varsa, dikkatlerini bir noktaya çekmek istiyorum. Piyasada oldukça çeşitli markada ve özellikte kamera bulmak mümkün. Kayıt kalitesinin mükemmelliği ve kolay edit edilebilme özelliği ile fiyatları tuzlu olsa da tercih edilen aletler. Bir dizi satndart özelliğin yanında, pek çoğunda A/V OUT soketi de var. Bunun yardımıyla, kaydettiğiniz görüntüyü VHS videoya aktarmak yada televizyondan direkt görüntü almak, bilgisayarınızda seyretmek mümkün oluyor. Ancak bir de A/V IN soketi olanlar var ki, bu soket yardımıyla da bir başka kaynaktan DV kameranıza görüntü nakletmek, kaydedip saklamak mümkün oluyor. Hatta By-Pass özelliğini kullanarak bağladığınız diğer kaynaklardan bilgisayarınza görüntü nakletme işini de kolayca halledebiliyorsunuz. İdeali her ikisinin de olması. Yeni kameralarda bu noktaya dikkat etmenizde yarar var diyorum.
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın |
Trafik Güvenliğinde bilim..Hemen şimdi!
Gecenlerde bir akşam üzeri, Ankara'da bir otelin seminer salonunda, bir uluslararası dayanışma grubunun düzenledigi "Trafikte Güvenli Bölgeler" adlı çalışma toplantısına davetliyiz.
Öykünün azcık başı ise şöyle. Eşi Amerika'da parlementer bir bayanın yeni doktor çıkmış oğlu Türkiye'de tatil yaparken beş yıl önce güneyde trafik kazasında yaşamını yitiriyor. Kadıncağız, "Ben ne yapabilirim?" diye kafa yoruyor, nihayet ülkesinde "Trafik Kazalarinin Azaltılmasını" amaç edinmiş bir vakıf kuruyor. Türkiye'ye birkaç kez geliyor, yetkililerle görüşüyor. En son geçen sonbaharda geldiğinde, kendisine trafikteki ölümlerin %30'ları aşan bir hızla azalmaya basladiğı müjdeleniyor. Kadıncağız ve beraberindeki heyet saşkın. "Dünya da böyle bir başarı, hamle gorülmedi, ne yaptınız da bunu sağladınız?" diye soruyorlar. Aslında sistemli bir uygulama değişikliği, bir ülke politikası, bilime dayalı bir seferberlik ortada yok... İsin özü, ekonomik krizin araç hareketliliğini ve bağlı olarak kazaları azaltması ve olasılıkla veri hatalarıyla ilgili.. Örnegin bir önceki kurban bayramı ile son bayram arasında Bolu gişelerini kullanan araç sayısında yüzde 40'lara varan azalma var ama kimse bunun ayırdında değil..
Neyse biz gelelim sonrasına. Kadıncağız bir süredir dünyada değisik yörelerde uygulanmaya calışılan "Safe Communities" adlı bir programın tanıtımını yapıyor ve Turkiye'den de böyle bir çaba icin işbirliği talep ediyor. Bir kuruluş bunun organizesini üstleniyor. Küçük bir yerleşim yerinde, değişik kesimlerden katılımcılar, uygulamacı kuruluşlarin desteğinde trafik kazalarının azaltılmasına yönelik model bir işbirliği yapacaklar. Özgün öneride tüm ölümler var ama Turkiye denemesi trafikle sınırlanmış.. Kuruluş, Ankara'da nüfüsu yüzbini aşmış bir Bolgeyi pilot alan seçip, kolları sıvıyor!
Salona, nasılsa yolu Turkiye'ye bir üniversite'ye düsmüş trafikte insan davranıslarını inceleyen Finli psikolog akademisyen arkadaşımla birlikte giriyoruz. İlk görüntü pek güzel.. Muhtarlar, sakinler, öğretim uyeleri, belediye yetkilileri, Jandarma Albay, Kulüp Üyeleri, herkes orada.. Yürütücü Komite, bundan önce Meclis Baskanından, yüksek tirajli gazetelere kadar birçok kuruluşu ziyaret edip, destek sözü almış.. Peki ne yapacağiz? Efendim, komitelere bölünüp, çalışma grupları oluşturacağiz. Mühendislik grubu sorunun nedenini, Jandarma yetkililerinin sağlayacağı kaza raporları ve görüşleri çercevesinde netleştirirken, eğitim komitesi, anket ve belki bir kampanya duzenleyecek… Bizim arkadaşın psikolog olduğu duyuldu ya, pat diye eğitim komitesine alınıveriyor. Cocukcağiz şaşkın, "Ben, okullara gidip, kime neyi anlatacagim?" diye sızlanıyor.
Derken, bir özel üniversitenin trafikle ilgisiz bir bölümünden bir hocamız, üniversitelerinde bu sorunu nasıl çözdüklerine yönelik bir multivizyon gösterisi sunmaya başlıyor. Hocam birkaç yıl önce ailesiyle bir kaza gecirmiş, şans eseri hayatta kalmışlar, o günden sonra yoğun akademik uğraslar, ve ailesinden zaman arttırıp, trafikle de uğraşmaya başlamış. Derken kendisini üniversitenin Trafik Yönetimi'nin başına getirmisler. Multivizyon, Hocamızın kurduğu ekip üyelerini tanımamızla başlıyor. Yirmi kişilik bir kadro, okul kapı baş görevlisinden başlayip, muhasebe müdürüne kadar herkes var, ne ki trafik güvenliği alanında eğitim görmüs, bu alanın psikoloji, mühendislik gibi değisik disiplinlerinde uzmanlaşmış bir kişi, tek bir kişi yok. Hocam, biz bön bön bakarken, "Bazen, bir seyler danışma gereksinimi olduğunda, sağa sola soruyoruz" diyor.. Sağa, sola.. Hocam, normal trafik işaretlerinin önune kocaman levhalar çaktırıp, uyarılar yazmış.. Veri tabanı olusturmuş, resim yarışması düzenlemiş..
Nerden başlasak, hangi yanlışı düzeltsek. Önce ben söz alıyorum. "Bu gönüllü, duyarlı birlikteliğin önemli ve gerekli olduğunu" belirtiyorum ilk , moralleri bozmamak icin. Sonra bu çalışma bir model olacaksa, mutlaka doğru ve bilimsel bir "sorunlar tesbitiyle" baslanmalı (Safety Auditing), çözüm önerileri oluşturulmalı ve ölçülebilir hedeflerle bir eylem planı çizilmelidir diyorum. Eylem planı ortaya çıktığında, bu komiteler ve birliktelik işe yarayabilir diyorum. "ABD'deki modelde olduğu gibi sorunlar belli" seklindeki bir tepki gürüldemeye baslayınca da " Turkiye'de veriler eksik ve hatalıdır. Dahasi hemen hiç bir mühendislik ve denetim uygulaması bilimden temellenmemistir, bu nedenle o model hemencecik burada uygulanamaz. Konunun uzmanlarından oluşan bir profesyonel çaba öncelikle devreye alınmalı" diyorum ki..
Bir başka üniversiteden bir başka öğretim üyesi bayan katılımcı, " Ben onu bunu bilmem, yollar dar, genişletilmeli" diye buyuruyor. Bir diğer sakin onu destekliyor, "evet genişletilmeli" diye haykırıyor.. Dayanamıyor, sözlerini kesiyorum "Yanlış şeyler söylüyorsunuz" diyorum. O ana kadar sakin görünen gurup, birden hareketleniyor, başta jandarma komutanı olmak üzere söz kesmenin uygar bir davranış olmadığını belirtiyorlar ve komutan az once "Sizin dileğinize göre sinyalizasyon yapılmaz "demem den de belki de özel olarak sinirlenmiş olduğundan " Ben gidiyorum" deyip toplantıyı terk etmeye kalkıyor.. Düzenleyenler yolunu kesip, yalvar yakar onu ikna ediyorlar. Komutan bu bölgenin trafiğinden sorumlu, altı aydır bu görevde ve bir terfi olmassa, bir bucuk yıl daha kalacak..
Bu toz duman arasında, bizim Finli akademisyene yarım yamalak çeviriler yapıyorum, kendisi de az buçuk Türkçe anlıyor. O söze giriyor. Diyor ki" Trafik Güvenliğinin Sağlanması bir deprem konusu kadar farklı bilimsel disiplinlerin ilgi alanı olmuş karmaşik bir konudur, sorunlar ve çözümlerin tesbiti Türkiye'de yıllardır yanlış olarak yapılageldigi gibi gönüllülere, bürokratlara bırakılmamalı" falan diyor. Diyor ama onu da, beni de kimse dinlemiyor artik..
Derken bu toplantıyı şereflendirmis en büyük Kulüp Yöneticisi sukuneti sağlıyor. "Konuyu ne kadar detaylandırırsak, o kadar çetrefilleşir.. Net ve direkt eyleme yönelik hareket etmeliyiz" diye tartışmayı bağlıyor.. Kazadan kurtulmus duyarlı profesör hocayla, yolların genişletilmesini savunan bir diğer hoca, son anda toplantıyı terketmesi önlenen komutan ve muhtarlarla birlikte genel tabirle "lamba konulacak" kavşakları belirleme ve kampanya sloganlarını tesbit edebilmek amacıyla komiteler çalışmalarına başlıyorlar.. Onyedi yıldır bu alanda kafa patlatmış bendeniz ile üç uluslararasi proje yürütmüş Finli arkadaşım ise taşların yerine oturacağı bir Türkiye özlemini bir başka bahara erteleyip, kös kös toplantıdan ayrılıyor..
Bu öykünün bu bölümü sona eriyor. Trafik Güvenliği ne zaman bir bilimler mozayiği olarak algınacak? Ne zaman konu uzmanlarını değerlendireceğiz, yetiştireceğiz? Kimbilir? Bu satırları okuyanlar, belki de günlük yaşamlarımda trafikte bilime sırt çevrilmesinin etkilerini açıklıkla algılamıyorlar.. Oysa başta sınırlı kaynakların doğru kullanılmamasının ekonomiye etkilerinden başlamak üzere, kazalara davetiye çıkaran o kadar büyük yanlışlar yapılmaya devam ediliyor ki. Kentler bazında, metro uygulamalarının ertelenip, yoğun trafiği merkezlere çekip, yaya güvenliğini ve trafik akımını çok olumsuz etkileyen yüzmilyonlarca dolarlık katlı kavşaklar bu karmaşanın en somut örneği. Diğer yandan işaretlemesiz kentiçi yollar, durakların ve sinyalisazyonun yanlış seçimi, orta refüjlerin daraltılarak oluşabilecek kazaların şiddetlerinin arttırılması gibi onlarca yanlış uygulama, insanlarımızı, sizleri tehlikelerin kucağına atıyor. Oysa görüntüde dev kavşaklarla kentin geliştiğini, yolların genişletilmesiyle trafğin daha rahat akacağı yanılsamalarını yaşıyoruz.
Sizlere, kamuoyuna düşen, trafikte duyarlılığınızı koruyup, bu konuda da bilimin ve bilim insanlarının önünün açılmasına yardımcı olmak. Belediyelerde, ilgili kurumlarda kaç uzmanın çalıştırıldığını, kararların, uygulamaların bu birikime dayanıp dayanmadığını sorgulamak. Göz boyamalara, şöhretlerin konuşmalarına, eksik, yanlış istatistiklere aldanmamak, trafiği bilimine teslim etmenin yollarını aramakta unutulmamalı.. Bu öykü ile, bunları paylaşmak istedim.
|
Günün Kahvecisi : Betül Kasnaklı |
Her insan kendi içinde yalnızdır.
"Her insan kendi içinde yalnızdır."diye okumuştum . Doğruluk payı yok değildi. İçimizdeki o sonsuz boyutun o kadar azını paylaşıyoruzki. Hep söylediğimiz ; anlaşılamadığımız, yeterince paylaşamadığımız, huzursuzluğumuz, mutsuzluğumuz doğal sonuç olarak ta güvensizliğimiz. Ruhumuzda bulunan sevgi , mutluluk, huzur , cesaret, saflık, bilgelik denizlerinin kendimiz bile farkında değiliz. Sadece şikayet ediyoruz. Dinlerseniz hemen herkes aynı şeyi söylüyor. Hatta baktığınızda size göre çok daha üstün maddi değerlere sahip olanlar bile içlerinde o sonsuz huzuru bulamıyorlar neden?
Dünya gittikçe ve hızla kirleniyor. Ekolojik denge bozuldu. Doğal afetler arttı, mevsimsel ısı değişimlerin uçlarda seyrediyor, savaşlar bitiyor veya yeniden başlıyor; sonuçları sadece yitirilen insanlar ve satılan silahlar oluyor. Bir yandan ticari kazanç diğer yanda kaybedilen insanların dayanılmaz yokluğu, onların ailelerinde bıraktığı dinmeyen özlemleri. Olumsuz enerji öylesine yoğunki yaşanılan ülkelerin önemi yok hemen herkes olumsuz etkilenmiş durumda.
En büyük güç denilen Amerika da bile çoğu insanların mutlu ve huzurlu olduklarını söyleyebilmek olası değil. Gelecekleri olan çocuklarının madde bağımlılığı ve şiddete duydukları ilgi onlar için ürkütücü. Gelecekte idare bu gençlikte olacak. Acaba süper güç olarak kalabilecekler mi?
İşte Enron, telekom devi Worldcom iflasın eşiğinde, kendi ülkelerine verdikleri zarar kadar dünya ekonomisine de etkilemektedirler. İş bilenler ülkemizde borsanın da olumsuz etkilendiğini , güvensizliğin hakim olduğunu söylüyorlar.
Global düşünüldüğünde dünya haritası da önümüze koyduğumuzda ciddi kaousun hakim olduğu görülüyor.
Herkes belli bir refah seviyesinde yaşamak için çaba sarfediyor. Kimi başarıyor da ama o da yetmiyor. Sevgi yok. Aşk bitti, mutluluk nerede?, huzur kalmadı gibi düşünceler ağızlardan çıkmaya başlıyor.Sevgiyi, aşkı tarife başlıyoruz. Şiirler , romanlar yazıyoruz o kacaman ama bir türlü vermeyi beceremediğimiz sevgimiz ve aşkımız için. Huzuru nasıl istiyoruz, mutluluk nasıl da kıymetli bir "AN ". Bunları yitirmeden sürdürme şanşımız neden yok.? Karşı cinsler birbirlerini suçluyor ve derin derin felsefe yapılıyor yapılıyorda kimse taviz vermiyor. Bekliyor, beklentileri ve koşulları hiç bitmiyor.
Sayın Jaques Prevert " Masumi Tayotome'nin sevgi üzerine yazdıklarını ne güzel aktarmış. "Sevgi", eğer,çünkü, rağmen bağlamlarıyla ifade edilmiş,. Özümsediğim "rağmen sevgi" bana göre sadece çocuklarımıza verdiğimiz sevgi. Onun ötesinde "rağmen başlayan sevgiler" bile zamanla diğerlerine karışıyor. Hayır diyenleri alkışlarım. Ne güzel.
Beklentiler var , koşullar var çünkü. Bunları düşünmüyorsanız ne mutlu. Beklenmedik sürprizlere dönüşür beklenilmeden ve koşulsuz gelen güzellikler. Ama arkadaşlar, ruhumuzdakileri bedenimizle ifade etmekte noksanımız var gibi geliyor bana. Hani dış koşullar her zaman var. Ekonomi kötü, işsizlik, var, bankalar fona alınıyor , çark zor dönüyor tamam. Ancak ruhumuzdakileri sonuna kadar kullanmakta kendi elimizde.İçimizdeki yalnızlıktan ancak kendimizi tam ifade edebilme becerisini yakaladığımızda kurtulabileceğimize inanıyorum. Sen becerebiliyormusun diyenlere yanıtım : Deniyorum, egzersiz yapıyorum alışkanlığa dönüştürebilmek için. Ancak itiraf edeyim kolay olmuyor.
Keşke dünya yüzündeki tüm insanlar sonuna kadar mutlu , huzurlu, sağlıklı , güven dolu ve refah içinde yaşasa,. İçsel yalnızlıklar olmasa, gülen yüzler artsa.
Sevgiyle ve hoş kalın
Betül KASNAKLI
|
25 Temmuz 2002 tarihli kahvemolası`nda sayın Ebru Kunt Akın`ın yazısı kıssadan hisseler
2 no lu sonucuna ilave olarak: Sanıyorum 1984 tarihli "Dilekçe Kanunu"
diye tek sayfalık bir kanun var. Bu kanun TC vatandaşlarının dilek ve
şikayetlerini nereye nasıl bildirecekleri ile ilgilidir. Şikayet etmekte
yasal bir davranıştır. Ve ilgili makam 2 ay içerisinde dilekçeye cevap
vermek zorundadır.
İşlerinizde kolaylıklar dilerim.
Cengiz YETİŞ
|
|
Beşinci Mektup
Ayrılık diye bir şey yok.
Bu bizim yalanımız.
Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var.
Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun?
Güneş çoktan doğdu.
Uyanmış olmalısın.
Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi?
Öyleyse ayrılmadık.
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.
Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum.
Önce beklemekten.
Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan.
İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın.
Bir çocugun önce doğmasını bekliyorlar,
Sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini...
Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını,
Kanunlara saygı göstermesini,
İnsanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar.
Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.
Ya o? Ya o?
İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat,
Çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor,
Saadet bekliyor yaşamaktan.
Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık.
Aradıklarının çoğunu bulamamış,
Beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak
Göçüp gidiyor bu dünyadan.
İşte yaşamak maceramız bu.
Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak
Ve yaşayıp beklerken ölmek!
Özleme bir diyeceğim yok.
O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası.
O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı.
O tek güzel yönü bekleyişlerimizin.
İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı,
Yaşantımız özlemlerle güzel.
Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin.
Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem.
Bir ışığı var, bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.
Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam;
Seni özlediğim içindir.
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni;
Seni özlediğim içindir.
Yaşıyorsam; içimde umut varsa,
Yine seni özlediğim içindir.
Seni bunca özlemesem; bunca sevemezdim ki! .
Ümit Yaşar Oğuzcan
|
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.turkelektrik.com/T-Ruzgar%20Turbini.htm
Elektrik enerjisi üretiminin ve kullanımının halen sorun olduğu ülkemizde, alternatif çözüm önerilerinden belkide en kayda değer olanı rüzgar turbinleri. Yüksek mühendis Mahir Aydın'ın teknolojik araştırmalarından sadece bir tanesi. Çöplük gazından elektrik üretimi de araştırma konusu olarak teknoloji sayfasına eklenmiş.
http://www.oursworld.net/roman-kadin-yiyen/mizah-kitap.htm
''Bir kadın - yiyen'in öğleden sonrası''. Yazar Yalçın İzbul'a ait roman'ın elektronik baskısı. Kadın - erkek ilişkilerini tamamen alaya alan yazar, gülünesi ve fakat üzerinde düşünülesi bir anlatım tarzı kullanmış.
http://www.petoftheday.com/ Adından da anlaşılacağı gibi beslediğiniz ve sizinle aynı ortamı paylaşan sevimli yaratıkların güzelliklerinin paylaşıldığı bir site.. Ayrıca mail list'e kaydınızı yaptırıp düzenli bilgi gelmesini de sağlayabilirsiniz.
http://www.astrolojist.com/astroloji/index.htm ...Bazı uzmanlar astrolojiye ait ilk kayıtların M.Ö. 5800 yılına kadar gittiğini belirtiyorlar. Maya uygarlığı, Hindistan ve Çin M.Ö. 2000 yılında astroloji bilimini kullanıyorlardı... Astroloji sadece fal bakmaktan ibaret değildir diyenler için güzel bir mekan.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
msTagger v1.01 [242k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mstagger.prv.pl/
MP3 dosyalrınızın isimlerini ve ID3 tag'lerini kolayca değiştirebileceğiniz kullanışlı bir program. MP3 dosyalarıyla boğuşanlara ısrarla tavsiye edilir.
PowerOff v3.0.0.11 [264k] W9x/2k/XP FREE
http://users.pandora.be/jbosman/applications.html
Gece uzunca bir dosyayı yüklemek için bilgisayarınız açık bırakmayı göze alamayabilirsiniz. Zira iş bitince makinayı kapatmanız, belki reboot etmeniz gerekiyorsur. İşte bu program imdadınıza yetişiyor. Her türlü ayarlamayı yaptıktan sonra yatağınıza yatabilirsiniz. O işi bitirip söylediklerinizi harfiyen yerine getiriyor.
|
|
|