KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri


lola + bilidikid DIGITURK'te

 5 Ağustos 2002 - Ellerinize Sağlık...


İyi Haftalar Dostlar,

Cuma günü hamama giren terler dedim, terlediler ve başardılar. Teşekkür etmeliyiz hepsine. Kendi adımıza olmasa bile çocuklarımız adına teşekkür etmeliyiz. Biz gerekeni yaptık, bundan sonrası onların bileceği iş. AB, CD, EF hiç farketmez, ister alsınlar ister almasınlar. Biz bize yakışanı yaptık. Fiili olarak 20 yıldır uygulamadığımız idamı kaldırdık, her köşe başında zaten konuşulan dillere özgürlük verdik. Uygulamada aynı düzlemde olursa sonuçlarını hepbirlikte göreceğiz. Apo edebiyatı ile oy avcılığına çıkanların söylemlerinin ne denli yersiz olduğunu göreceğiz. Unutulmaya yüz tutmuş bir terörbaşı eskisinin sırtından nema toplamaya çalışanların ellerinden kozlarını aldık. Adamı assaydık, ekmeklerine yağ sürecek, bir kereliğine sözde intikam alacaktık. Oysa şimdi medeniyetin en alasını gösterip, hergün intikam alacağız. Ben kendi adıma umutlandım. En iyi ihtimalle 10 yıldan önce giremeyecekte olsak, yüzümüzün onlardan yana dönük olduğunu barbar bağırdık, yetmez mi?

..........

Ayıptır söylemesi, herkesten önce tiye aldığım Sütaş reklamlarının değiştirilmiş olmasından pek bi hoşnut oldum. Beep ve açıklamasıyla olya daha da komik olsa da, gerekeni yaptıkları için kendilerini kutluyorum, kutlamakla da kalmıyor beepliyorum. Eee aklın yolu bir tabiki. Dün Atıf Hoca'nın da yazısını okuyunca, pek böbürlendim ne yalan söyliyeyim. Ancak bugüne yazmayı planladığım "Süper Ayşe Teyze" parodisini ilk o yazınca, önceliği kaptırdığım için yazmama kararı aldım. Bir dahaki sefere Atıf Hoca'yı gafil avlıcam haberi olsun.

...........

Biliyorsunuz gündemimize birde F1 (Formula 1) girdi. TOMSFED'in İstanbul için yaptığı hazırlık, araya devlet güvencesi girince, bir konkura dönüştü. F1'e İzmir, Antalya, Konya, Kırşehir de talip oldu. 32.Günde Belediye Başkanları kapıştı. Aslında hepsi yerden göğe kadar haklılar. Bu öyle bir olay ki, gittiği yere müthiş bir devinim, canlılık getirecek. Ancak unuttukları daha doğrusu unutmak istedikleri bir nokta var. Bu iş tıpkı güzellik yarışmalarında olduğu gibi, sahipli. Yani bu bir federasyon, komite işi değil. İşin bir patronu var, patronun da zevkleri. Her sene 17 yere turistik gezi yaparken, kendi zevklerini de göz ardı etmiyor tabiki. Sıkı durun size güvenilir bir kaynaktan aldığım tüyoyu aktarıyorum. Patron Bernie Echelson İstanbul'dan ziyade Antalya ve İzmir'le ilgileniyor. Son kararı da hazırlıkları ve altyapıyı gördükten sonra verecek. İstanbul için son derece gereksiz bu organizasyonun İzmir'de yapılmasından yana gönlüm. Bir yarı İzmir'li olarak, hakketmediği bir yatırım fakirliğinin de intikamının böylece alınmış olacağına inanıyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kıraathane Sahibinden


Tatildeyken...

Ençok aldığım sorulardan biri de, "Seyahat sırasında email alıp gönderme işini nasıl halledeceğiz?" oluyor. Bu sorunun pekçok cevabı olabilir. Örneğin, elinizde dizüstü bir bilgisayarınız varsa, zaten telefon hattından başka bir şeye gereksiniminiz kalmıyor. Ofiste yada evde nasıl alıyorsunuz öylece alıyorsunuz. Ama böyle bir olanağınız yok ama internet bağlantılı bir bilgisayara ulaşma olanağınız varsa, o zaman birkaç yoldan birini tercih edebilirsiniz.

Şirket içi kapalı devre bir eposta sisteminiz varsa, dışarıdan buraya erişmek için gerekli bilgileri sistem yöneticinizden mutlaka edinmeniz gerekiyor. Eğer dışardan bağlanmak mümkün değilse ki olabilir, o takdirde geçici olarak kullanabileceğiniz bir ücretsiz adres (Yahoo, Hotmail,vb.) edinmenizde yarar var. Sistem yöneticinizle görüşüp, size gelen epostaları alacağınız bu adrese yönlendirmesini de isteyebilirsiniz. Yok eğer herhangibir ISS üzerinden email kullanıyorsanız, o takdirde webmail olanaklarını araştırmanız lazım. ISS'in webmail konsolu varsa mesele halledildi demektir. Eğer yoksa bu seferde bu tür universal webmail hizmeti veren kuruluşları rahatlıkla kullanabilirsiniz. Bunlardan en önemlisi ve en düzgün çalışanı http://www.mail2web.com . Bu adrese girip önceden dilediğiniz kadar hesabınız için gerekli ayarları yapıp, kendi adınıza özel bir adres almanız bile mümkün. Örneğin; http://www.mail2web.com/cevat diye kayıtlı adrese girdiğinizde daha önce kayıt ettiğiniz hesaplarınıza sadece şifrenizi girmekle erişebiliyor, epostalarınızı okuyup cevap verebiliyorsunuz. Türkçe seçeneğinin de olması cabası.

 Kahvecinin Günlüğü


  • CEM YILMAZ
    Rumeli Hisarı'nda yıldızlı geceler...
    Rumeli Hisarı, 5-6-7-8 Ağustos, 21.00
    25 000 000 TL - 20 000 000 TL
  • Rumelihisarı Konserleri
    Açık Hava Konserleri
  • İLHAN ŞEŞEN
    Most Production'dan Açıkhava Konserleri...
    Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, 6 Ağustos, 21.00
  •  Misafir Kahveci: Yalçın Ergir


    Kahve molası:

    “Başlarım cari açığına da, şu duvara fırlatıp atacağım dosyalarına da” deme modundaysanız, sakin olun. Koyun kahvenizi; kapıya da “gireni oyarım”in kibarcası “rahatsız etmeyin” yazınızı, oturun koltuğunuza.

    Simon &Garfunkel’in Greyhound otobusünde Kathy ile, kayıp Amerika’yı arayan şarkısı kulaklarınızda canlanırsa bu yazıya devam edebilirsiniz.

    Yapacağınız şeyleri asla ertelememeniz, bir daha açılmayacak kapıların önünde asla tereddüt etmemeniz dileğimle (bunu da bana Rod Stewart öğretmişti)

    Bildiğiniz bir yazı; yazarı "hepimiz" iz
    * * *
    Sarkmış, aşağıya bakıyorum, 3000 metreden. Gözümde gözlük, sırtımda paraşüt, yaşamla ölümün ince sınırında, uçağın kapısında, bir rüyanın başında.

    Elanor Rigby, pirinç toplamakta aşağıda, tüm yalnız insanların arasında.

    Ve ben yukarıdayım, evden uzakta, Migros’tan pirinç aldığımı sanacakları kadar uzakta, New York’taki Özgürlük Heykeli’ni görebilecek kadar da yüksekte.

    Her şey yolunda. Yarın yeni bir iş günü daha olacak, taksitler yatacak, yağmurlar yağacak, Arap Kızı camdan bakacak.

    Atlarken ya dalarsam ve unutursam açmayı paraşütümü? O zaman, cuma günü Hakkı ile tenise gidemem, halıya leblebi de dökemem, parkın ahşap bankına yatıp, ilkbaharın ilk güneşini bile bekleyemem.

    Çok bozulurum, Simon and Garfunkel walkmanimde bana “boksör ve kavgacı”nın hikayesini anlatırken “Köfteci Ferit”e yürüyemezsem. Bir aralık akşamı, güneş batarken, Ankara Kalesi’ne çıkıp, Altındağ’ın gecekondularına baka baka ayaklarımı sallayamazsam.

    Üç santim, son iki santim ve hooooop, uçuyoruuuuum, uçuyorum işte! Yanımdan geçen rüzgar değil, yıllar. Beni her metrede, bir zamanlar olduğumdan daha yaşlı, ve olacağımdan daha genç yapan.

    Gölgem, bir cenin gibi büyümekte yerde, ben kayarken yılların arasından bir taş gibi. Yanında makas ve kağıt da sabırsız beklemekte, yılların arasından düşüp gelen taşı, görmek için yılların hesabını.

    Aysun bir daha öyle konuşursa, Allah belamı versin öpeceğim onu, isterse görsün kapıcı.

    İşte Ay’da çıktı, hem de dolunay. Ama ben ondan da uzaklaşıyorum, Ay ışığı altında gölgem büyüyor, toprak ananın karnında.

    Açılmayacaksa bu meret, bari Aysun kucağını açıp beklesin beni. Ne muhteşem bir kavuşma olur ama, ayıramazlar kaburgalarımızı.

    Gülşen, Pide Kebap 49’un camını nasıl indirmişti biz şut çekişirken? “Ben kırdım” demiştim babama, rehin topu almak için. Aferin, ama, sen memurdun, Gülşen’in babası Amerikan pazarcı. Bağışla babacığım beni.

    Demiryollarının üzerine çivi koyup çakı yapmak çok zevkliydi, hani hiç acıtmayacaktı sünnet? Hani dişçi sadece bakacaktı? Demek bir kadını öperken alt dudağını emmek gerekiyordu. Erhan abi, Maltepe’deki randevu evine bile gitmişti. Erhan abili maçlar da bitmişti.

    Okulda solcuların afişleri, sağcıların da el yazıları çok güzeldi. Hepsi tek tek iyi insanlardı, kimin kötü olduğunu çözemeden okul bitti.

    Kırkiki defa nisan geldi, kırkiki defa aralık. Otuzu anlamakla geçti kırkiki nisanın, nasıl sevdiğini birbirini, iki insanın.

    Tut ki unuttum paraşütü açmayı, ya da tut ki açılmadı. Yarın da kredi kartı borcu ödemesinin son günü.

    Şimdi cep telefonumla Aysun’u arayıp “seni çok seviyorum” desem? Ya “şu anda meşgulüm, sonra ara!” derse?

    Ata binmeyi öğrenecek kadar vaktim var mı acaba? “çok çok acil” desem, gelir mi hemen Whooper, Burger King’den? (kolesterole de dikkat etmek gerekir mi acaba?)

    Açılmazsa anasını satayım, iki ters, bir düz takla atıp öyle düşerim ben de, hem de acaip havam olur.

    Sibel ile bir an önce barışmalıyım, umarım naza çekip uzatmaz.

    Allah kahretsin, keşke uyuyakalmayıp dün, Polatlı’ya çorba içmeye gitseydim, doğan güneşin ilk ışıkları dikiz aynamda.

    İki gözüm önüme aksın, (bak büyük yemin ediyorum) açılmayacağını bir bilsem şu meretin, hemen çekip Tuz Gölü’ne bisiklete binmeye giderim. (çok özledim güneşin altında bisiklette kavrulmayı)

    Bu paraşütü katlayan herif de çok kötü bakıyordu hani, bi bok yapmış olmasa bari.

    Sevgili Zeynep, özür dilerim. Bak kaç metre kaldı yere, “bırak artık onu” demek için sana geç kalmış olabilirim, ama lütfen bırak onu. Hem, belki senin paraşütünü de aynı herif katlamıştır.

    Ben “Martı”yı kaç yaşında okumuştum? Ya “Küçük Prens”i ve de “Şeker Portakalı”‘nı? Acaba, “Ezginin Günlüğü”nü yine ilk defa dinlesem, aynı tadı alabilir miyim, ödüm bokuma karışırken şimdi?

    Aslında vaziyeti bir kurtarsam, ilk yapacağım iş, yandaki çalar saati, aldığım saatçinin kafasına fırlatıp: “saatin bu sabah da çalmadı” diye bağırmak olacak.

    Yine geç kaldım. Bugün yeni bir iş günü ve daha kredi kartlarımın borcunu ödeyeceğim.

    Gözümde gözlük, sırtımda ceket, yatak ile sokağın ince sınırında, evimin kapısında,

    bir rüyanın sonunda.

     Taze Kahveci: Ahu Yücel


    Yazıya başlamadan kaç defa buldum sözcüklerimi, kaç defa kaybettim hatırlayamıyorum... bu nedenle cümlelerim her an erezyona uğrayabilir.. aynı şu bunaltıcı sıcaklarda ruhlarımızın ve bedenlerimizin uğradığı gibi..bugünlerde bakıyorumda herkes yaz mevsimini yaşadığına bin pişman.. nedendir bilinmez içimden ahhh!şu insanoğlu demek geliyor... içinde bir türlü mutlak yargılara kavuşamayan insanoğlu.soğuk kış gecelerinde yazın kavurucu sıcağını özleyen, ani bir kar serpiştirmesinde yolları buz tuttuğunda kışa lanet okuyan, sersemletici sağnaklarda, yaz yağmurlarını hatırlayıp,içlenen insanoğlu...dondurucu soğuklarda,bu havada dışarı çıkılmaz deyip evine hapis olan, kavurucu sıcakta başıma güneş geçer,tansiyonumda var zaten deyip evde ki tüm camları cereyan yapar ümidiyle açıp yine evine tıkılan benim güzel insanım..

    Sadece mevsim normallerini aşan sıcaklardan yada ha donduk ha donacağız dedirten soğuklardan tıkılmayız biz evlerimize..gazeteler başlık atar;kalem kağıtlar ele televizyon başına!

    Neden?

    Seçim zamanı..!

    Kim ne demiş.. kim kime çağrıda bulunmuş.. kaç kişi istifa etmiş.. kaç kişi istifa etmek üzereyken,vazgeçip eski yerine geçmiş.. bütün bunların seceresini tutmak yine evlerimizde televizyon karşısında ki bizlere kalmış.. yani anlayacağınız yine tıkılmışız evlerimize.. hiç birimizin aklına, şöyle açık pencerelerimiden kafamızı çıkartmak, hafifde sesimizi çıkartmak gelmemiş.. öyle ya, zaten seslerimiz penceremizden en çok ya karşı ki bakkal hasan amcaya seslenirken yada yemek saati gelip halen ter kan içinde sokakta top oynayan çocuklarımıza çıkmış...

    Durum bu haldeyken, nasıl olurda benim sözcüklerim, senin ruhun, onun bedeni, diğerinin düşünceleri erezyona uğramasın...

     Dost Meclisi


    Venüs'le buluşma

    Birçok donemeçte kaderimize "buradan sap" diye bağırmak isterken ağzımızı bile açmadan, sesimizi çıkarmadan, geçip gitmişizdir. O dönemeçte karar verebilirsek nereye gidecektik hiç bilemeden ve bunu hep merak ederek başka bir menzile, başka bir geleceğe, başka bir hayata doğru sessizce yolumuza devam ederiz. Nedir bizi sessiz bırakan peki?
    Nedir isteğimize rağmen karar vermemizi engelleyen?

    Bazen düşünürüm de, kader bana tuhaf huylu bir arabacı gibi gözükür, sanki sizi hangi şehre götüreceğini seyahatin başından belirlemiştir de, şehre vardıktan sonra bazı dönemeçlerde dönüp adresi size sorar.

    Hangi semtte, hangi sokakta, hangi evde yaşayacağınızı kendiniz belirlersiniz.

    O dönemeçlerde kararınız ya da kararsızlığınız çizer yolunu.

    Kararsız kalırsanız eğer, arabacı o dönemeci geçip devam eder yoluna. Acaba hayatımızın kaç dönemecinde kendimiz karar veririz ne yana sapacağımıza ve acaba hayatımızın kaç dönemecinde kararsızlığımız yüzünden bir dönemeci kaçırırız.

    Ve, o dönemeclerde kararımızı ya da kararsızlığımızı belirleyen nedir?

    Geleceğimizin rotasını kararlarımız mı yoksa kararsızlıklarımız mı çizer? Birçok dönemeçte kaderimize "buradan sap" diye bağırmak isterken ağzımızı bile açmadan, sesimizi çıkarmadan, geçip gitmişizdir.

    O dönemeçte karar verebilirsek nereye gidecektik hiç bilemeden ve bunu hep merak ederek başka bir menzile, başka bir geleceğe, başka bir hayata doğru sessizce yolumuza devam ederiz.

    Nedir bizi sessiz bırakan peki?

    Nedir isteğimize rağmen karar vermemizi engelleyen?
    İsteklerimizden daha güçlü nasıl bir duygu var içimizde?
    Istvan Szabo'nun, neredeyse sanata düşman olan "sanatçılarla" Paris'te Wagner'in bir operasını sahneye koymaya çalışan Macar bir orkestra şefiyle, onun aşık olduğu Amerikalı bir sopranoyu anlattığı harika bir filmi vardır, "Venüs'le Buluşma."
    Genç orkestra şefi bin türlü engelin, entrikanın, kaprisin arasında istediği gibi bir müzik çalabilmek için kıvranırken, dünyanın en güzel seslerinden birine sahip olan, zeki, güzel, şımarık ve gençliğini ardında bıraktığından kaygılı sopranoya aşık olur.
    Soprano da bu çocuksu, yetenekli ve çaresiz şefe tutulur.

    Macar şef evlidir.

    Güzel soprano ise, artık efsane olmuş çok ünlü bir başka Macar şefle bir zamanlar bir aşk yaşamıştır.

    Genç şef, sevdiği kadın, karısı ve hayran olduğu eski sefin korkutucu efsanesi arasında sıkışır, bir yandan da orkestradaki çesitli sorunların üstesinden gelmeye uğraşır.

    Bütün bunlara rağmen birbirlerine aşklarından sözetmeyi ve birlikte olmayı başarırlar, harika şevişirler, kadınların şeviştikten sonra "bu bir mucize" dedikleri o olağanüstü sevişmelerden.

    Bir seferinde prova yapılırken gene orkestrayla şefin arasında sorun çıkar, şef provayı izleyen sopranonun yanına gelir, "bunları azdıramıyorum" der "ne yapacağım."

    - Azdırırsın, der soprano, beni azdırdığına göre onları da azdırırsın.

    Bu bir tek cümle bile şefe ihtiyacı olan gücü vermeye yeter. Ama hayat her zaman bu kadar güzel değildir şef için. Sopranoya aşık olduğunu anlayan karısı onu evden kovar, soprano şefin evliliğini bozmak istemediğinden telefonlarına cevap vermez. Bütün bu karmaşaya rağmen yeniden biraraya gelirler.

    Soprano şefe, "hiç kimseye böyle aşık olmadım" der. şef de olağanüstü güzellikte sesi olan bu huysuz kadına aşıktır.

    Ve, o dönemeç gelir.

    Bir sevişmeden sonra yatağın üstünde çırılçıplak birbirlerine sarılmış vaziyette kucak kucağa otururlarken, soprano "Paris'ten sonra ne yapacağımızı düşünüyorum" der gülümseyerek.

    Gelecekle ilgili bir söz bekler şeften.

    Şef sesini çıkarmadan bakar kadının yüzüne. Tek kelime etmez.

    Hayatının belki de en önemli dönemeçlerinden birinde, kadere "buradan sap" diye bağırmak isterken sessizce durur.

    Soprano anlar.
    Şef, kadere "buradan sap" diyememiştir.

    Operanın ve hayatının "venüsüyle" buluşamayacaktır.

    Aşkına ve isteğine rağmen karar verecek cesareti gösterememiş, hayatını bir başka geleceğe döndürememiştir.

    Kimbilir, belki karısının çok üzüleceğini düşünmek, belki sopranonun kendisinden bıkacağından çekinmek, belki eski ve ünlü şefin hayali altında ezileceğini sanmak, belki de sopranonun kaprislerinin kendi geleceğini boğacağından korkmak.

    Nedeni ne olursa olsun şef kararını verememiştir.

    Henüz varolmayan "gelecekle" ilgili korkular, varolan "an"ı ve o andaki o olağanüstü isteği hayata geçirmeye engel olmuştur.

    Kararsız kalmış, kader yoluna devam etmiştir.

    Peki, gelecek nasıl olur da "an"ı böylesine önemsiz ve güçsüz kılabılir? Neden insan elindeki "an"ı yaşamak yerine, geleceğiyle ilgili hesaplara takılıp kararsız ve sessiz kalır bir dönemecte. Gelecek belirsiz ve karanlık olduğu için mi, aydınlık ve belirgin olan "an"ı böylesine yenilgiye uğratır.

    Bilinmeyenden duyduğumuz korku, bilinenin aydınlığı içinde duran istekten kuvvetli midir?

    Belirsiz olan belirli olandan güçlü müdür hep?

    O yüzden mi, en önemli dönemeçlerde bazen böyle kararsız ve sessiz kalır da, çok sapmak istediğimiz yollara özlemle bakarak dümdüz devam ederiz? Hayatımızın en önemli zaman parçası, henüz gelmemiş olan ve "gelecek" denilen zaman parçası mıdır?

    Böyle zamanlarda kaderimizi belirleyen "dün" ya da "bugün" değil de "yarın" mıdır?
    Yarın, bu korkunç gücünü bilinmez olmasına mı borçludur?
    Geleceğin belirsiz karanlığına saklanan korku, bugünün apacık isteğini neden bir sessizliğe mahkum eder?

    Şef, o sessizlik anında bile, o güzel sopranoyu hayatı boyunca seveceğini ve özleyeceğini bilir, o kadın olmadan geçecek olan hayatının solgunlaşacağını keskin bir şekilde hisseder. Yaşadığı acıyı sessizliğiyle kabullenir.
    Gelecekten korktuğu için geleceği istediği gibi yaşayamaz.

    Karar veremediği için hayatının yolunu kararsızlığı çizer. Hayatlarımızı kararlarımız mı kararsızlıklarımız mı belirler?

    "An"ın isteklerini "geleceğin" endişelerine kurban edenler mi daha mutlu yaşar yoksa geleceğin acılarını kabul edecek kadar güçlü bir şekilde "an"ın isteğine sarılanlar mı?

    Kaç dönemeçten "Venüs'le buluşamadan" geçtik acaba?
    Ve acaba kaçımız gelecek korkusu yüzünden geleceğimizi kaybettik?

    Editör'den: Bu yazıyı da bir arkadaşımdan aldım ama kimin yazdığını öğrenemedim.

     Tadımlık Şiirler


    Göz

    ıssız gece ıssız ev
    sessizlikle ip oyunu
    yüzüm güzel bir örümcek ağı
    saçlarım ipekböceğinin uykusu

    anne rahmi
    mavi kabarcıkların ninnisi
    su şarkı söylüyor
    aynı yatakta uyumuştu ağabey
    aynı yatakta kök verdi ağaç
    aynı yatakta aktı kan ve ırmak

    gözkapağı gibi açılıyor ay
    kocaman bir kırkayak
    yürüyor evin içinde
    yankılanırken ayak sesleri
    vurarak öldürüyor onu anne

    gecenin karınca yiyeni
    aşkımı değil şeytanı ye
    odur bakanın gölgesini
    kaburgalara eken

    ıssız bakış ıssız göz
    giyotin bölüyor sessizliği
    başkalığın uyumuyum ben.

    Yaprak Öz

    ..........<>..........

    ÇEKMECE

    Büyüklerle ben yapamıyorum
    çocuklar da almıyor beni oyunlarına
    devlet dairesinde
    yangından kurtarılmayacak
    sıkışmış bir çekmece gibiyim
    açılamıyorum sana

    Kardeşiyle sokaklarda hep
    bir örnek giydirilen sen
    nasıl sevmezsin eşitliği
    yürürken düşen çoraplarını
    aynı hizaya getirmek için
    annen değil miydi önünde diz çöken

    Öpüşme sahnesinin tam ortasında
    içeri girdiğin yazlık sinemanın
    yer göstericisiyim
    yürüyorsun fenerimin ışığında
    yer:Kız Kulesi
    ve sonu ayrılıkla bitecek
    hüzünlü bir aşk filmini oynuyor
    beyaz duvarında

    Bir kez olsun çıkmazken ağzından
    seni sevdiğimi
    her gün söylememi yadırgama
    bil ki bu şehirde
    iskelenin verilmesini
    beklemeden atlarım vapurlara

    Son karesi gibi Red Kit'in
    batan güneşe doğru
    sürerken atımı
    gitme kal demeni bekliyorum
    ama yalnızca
    rüzgar çekiştiriyor atkımı

    Sunay Akın

     Kahveden Önce: Balık


    Füme Balık Tabağı

    Malzeme:
    1 dilim somon füme
    1 dilim mersin füme
    1 dilim lakerda
    4 adet sardalya tuzlama
    4 sap dereotu
    2 adet salatalık
    2 adet domates
    4 adet marul yaprağı
    4 ince dilim rokfor peyniri

    Yapılışı:
    Domatesleri dörde bölüp birer adet marul yaprağı ile birlikte tabakların ortasına koyun. Füme dilimleri dörde bölüp rulo yapın. Daha önceden en az iki saat elma sirkesinde dinlendirip tuzunu giderdiğiniz lakerda ve tuzlu balığı yıkayıp tabaklara taksim edin. Üzerlerine birer damla zeytinyağı ile limon ilave edin. Balıkları domatesin etrafına dizin. Aralarına soyulup dilimlenmiş salatalıkları ve dereotlarını yerleştirip süsleyin.
    Tabağın bir kenarına da bir ince dilim rokfor peynirini yerleştirin ve soğuk servis yapın.

     Kıraathane Panosu



    ARANIYOR

    Yirmi yıl kadar önce Çekirdek Sanat Evi tarafından yapılan 'Antik Yunan ve Roma Müzikleri' kasetini arıyorum. Bu konuda yardımcı olabilecekler bana hkaragoz@anet.net.tr adresinden ulaşabilirler.
    Hüseyin Karagöz

     İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


    http://www.geocities.com/ftutumlu2003/index.htm
    Çanakkale ve civarında balık avlamayı düşünenlere tavsiye edebileceğim, tecrübe dolu bir site. Tabiki sadece balık tutmayı değil, Çanakkale ve çevresine karşı duyarlı olmayı özellikle hedef edinmiş Feridun Tutumlu.

    http://www.adiyamanli.org/turkiye_hakkindaki_hersey.htm
    Diyelimki yurtdışından bir arkadaşınıza Türkiyeyi tavsiye edeceksiniz ve fakat özet bilgilere ihtiyacınız var, işte size Türkiyenin özeti. Biraz yanlı ayrıca Adıyamanlı olmasına rağmen güzel bir kaynak.

    http://sanatgalerisi.com/
    Plastik sanatlar ve el sanatları dallarında kapsamlı bir arşiv. Ayrıca ilgilendiğiniz sanat dalıyla ilgili nerede eğitim alacağınızdan malzeme teminine kadar her türlü bilgiye de ulaşabilirsiniz. Foton isimli sanal dergiyi özellikle görmelisiniz.

    http://dc.delikodu.com
    ...Tapınağın bin aynalı salonuna geçtiğinde bin tane köpek gördü. Korkarak tüylerini kabarttı; kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırdı; korkutucu hırıltılar çıkararak dişlerini gösterdi. Ve bin köpek de tüylerini diktiler; kuyruklarını bacaklarının arasına alıp korkunç sesler çıkartıp dişlerini gösterdiler...

     Damak tadınıza uygun kahveler


    Companies v1.0 [700k] W9x/2k/XP FREE
    http://members.tripo d.com/m-saiedi/companies.htm
    Monopoly benzeri bir oyun. 4 kişiye kadar rahatlıkla oynyabiliyor ve oyunlarınızı "save" edebiliyorsunuz. Satın almaya çalıştığınız şirketler meşhur bilgisayar ve otomobil firmaları. İyi eğlenceler.

    PingIT v1.0 [48k] W9x/2k/XP FREE
    http://www.dswsoft.com/fe atures_pingit.html
    "Ping" i bilenler bilir. Ağ üzerindeki bilgisayarlara ulaşırken, yada bir web sitesini kontrol ederken kullanırırz "ping"i. Bu program görev çubuğuna yerleşerek, belirlediğiniz adrese sürekli "ping" atıyor. Herşey yolundaysa "yeşil", hız yacaşladıysa "sarı", bağlantı tamamen koptuysa "kırmızı" olarak sizi uyarıyor. Tavsiyeye şayan bir mini yardımcı program.
    http://kmarsiv.com/sayilar/20020805.asp 5 Ağustos 2002 - ©2002-kmarsiv.com
    istanbullife.com