|
|
|
5 Ağustos 2002 - Ellerinize Sağlık... |
İyi Haftalar Dostlar,
Cuma günü hamama giren terler dedim, terlediler ve başardılar. Teşekkür etmeliyiz hepsine. Kendi adımıza olmasa bile çocuklarımız adına teşekkür etmeliyiz. Biz gerekeni yaptık, bundan sonrası onların bileceği iş. AB, CD, EF hiç farketmez, ister alsınlar ister almasınlar. Biz bize yakışanı yaptık. Fiili olarak 20 yıldır uygulamadığımız idamı kaldırdık, her köşe başında zaten konuşulan dillere özgürlük verdik. Uygulamada aynı düzlemde olursa sonuçlarını hepbirlikte göreceğiz. Apo edebiyatı ile oy avcılığına çıkanların söylemlerinin ne denli yersiz olduğunu göreceğiz. Unutulmaya yüz tutmuş bir terörbaşı eskisinin sırtından nema toplamaya çalışanların ellerinden kozlarını aldık. Adamı assaydık, ekmeklerine yağ sürecek, bir kereliğine sözde intikam alacaktık. Oysa şimdi medeniyetin en alasını gösterip, hergün intikam alacağız. Ben kendi adıma umutlandım. En iyi ihtimalle 10 yıldan önce giremeyecekte olsak, yüzümüzün onlardan yana dönük olduğunu barbar bağırdık, yetmez mi?
..........
Ayıptır söylemesi, herkesten önce tiye aldığım Sütaş reklamlarının değiştirilmiş olmasından pek bi hoşnut oldum. Beep ve açıklamasıyla olya daha da komik olsa da, gerekeni yaptıkları için kendilerini kutluyorum, kutlamakla da kalmıyor beepliyorum. Eee aklın yolu bir tabiki. Dün Atıf Hoca'nın da yazısını okuyunca, pek böbürlendim ne yalan söyliyeyim. Ancak bugüne yazmayı planladığım "Süper Ayşe Teyze" parodisini ilk o yazınca, önceliği kaptırdığım için yazmama kararı aldım. Bir dahaki sefere Atıf Hoca'yı gafil avlıcam haberi olsun.
...........
Biliyorsunuz gündemimize birde F1 (Formula 1) girdi. TOMSFED'in İstanbul için yaptığı hazırlık, araya devlet güvencesi girince, bir konkura dönüştü. F1'e İzmir, Antalya, Konya, Kırşehir de talip oldu. 32.Günde Belediye Başkanları kapıştı. Aslında hepsi yerden göğe kadar haklılar. Bu öyle bir olay ki, gittiği yere müthiş bir devinim, canlılık getirecek. Ancak unuttukları daha doğrusu unutmak istedikleri bir nokta var. Bu iş tıpkı güzellik yarışmalarında olduğu gibi, sahipli. Yani bu bir federasyon, komite işi değil. İşin bir patronu var, patronun da zevkleri. Her sene 17 yere turistik gezi yaparken, kendi zevklerini de göz ardı etmiyor tabiki. Sıkı durun size güvenilir bir kaynaktan aldığım tüyoyu aktarıyorum. Patron Bernie Echelson İstanbul'dan ziyade Antalya ve İzmir'le ilgileniyor. Son kararı da hazırlıkları ve altyapıyı gördükten sonra verecek. İstanbul için son derece gereksiz bu organizasyonun İzmir'de yapılmasından yana gönlüm. Bir yarı İzmir'li olarak, hakketmediği bir yatırım fakirliğinin de intikamının böylece alınmış olacağına inanıyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Tatildeyken...
Ençok aldığım sorulardan biri de, "Seyahat sırasında email alıp gönderme işini nasıl halledeceğiz?" oluyor. Bu sorunun pekçok cevabı olabilir. Örneğin, elinizde dizüstü bir bilgisayarınız varsa, zaten telefon hattından başka bir şeye gereksiniminiz kalmıyor. Ofiste yada evde nasıl alıyorsunuz öylece alıyorsunuz. Ama böyle bir olanağınız yok ama internet bağlantılı bir bilgisayara ulaşma olanağınız varsa, o zaman birkaç yoldan birini tercih edebilirsiniz.
Şirket içi kapalı devre bir eposta sisteminiz varsa, dışarıdan buraya erişmek için gerekli bilgileri sistem yöneticinizden mutlaka edinmeniz gerekiyor. Eğer dışardan bağlanmak mümkün değilse ki olabilir, o takdirde geçici olarak kullanabileceğiniz bir ücretsiz adres (Yahoo, Hotmail,vb.) edinmenizde yarar var. Sistem yöneticinizle görüşüp, size gelen epostaları alacağınız bu adrese yönlendirmesini de isteyebilirsiniz. Yok eğer herhangibir ISS üzerinden email kullanıyorsanız, o takdirde webmail olanaklarını araştırmanız lazım. ISS'in webmail konsolu varsa mesele halledildi demektir. Eğer yoksa bu seferde bu tür universal webmail hizmeti veren kuruluşları rahatlıkla kullanabilirsiniz. Bunlardan en önemlisi ve en düzgün çalışanı http://www.mail2web.com . Bu adrese girip önceden dilediğiniz kadar hesabınız için gerekli ayarları yapıp, kendi adınıza özel bir adres almanız bile mümkün. Örneğin; http://www.mail2web.com/cevat diye kayıtlı adrese girdiğinizde daha önce kayıt ettiğiniz hesaplarınıza sadece şifrenizi girmekle erişebiliyor, epostalarınızı okuyup cevap verebiliyorsunuz. Türkçe seçeneğinin de olması cabası.
|
Misafir Kahveci: Yalçın Ergir |
Kahve molası:
“Başlarım cari açığına da, şu duvara fırlatıp atacağım dosyalarına da” deme modundaysanız,
sakin olun. Koyun kahvenizi; kapıya da “gireni oyarım”in kibarcası “rahatsız etmeyin” yazınızı,
oturun koltuğunuza.
Simon &Garfunkel’in Greyhound otobusünde Kathy ile, kayıp Amerika’yı arayan şarkısı
kulaklarınızda canlanırsa bu yazıya devam edebilirsiniz.
Yapacağınız şeyleri asla ertelememeniz, bir daha açılmayacak kapıların önünde asla tereddüt
etmemeniz dileğimle (bunu da bana Rod Stewart öğretmişti)
Bildiğiniz bir yazı; yazarı "hepimiz" iz
* * *
Sarkmış, aşağıya bakıyorum, 3000 metreden. Gözümde gözlük, sırtımda paraşüt, yaşamla
ölümün ince sınırında, uçağın kapısında, bir rüyanın başında.
Elanor Rigby, pirinç toplamakta aşağıda, tüm yalnız insanların arasında.
Ve ben yukarıdayım, evden uzakta, Migros’tan pirinç aldığımı sanacakları kadar uzakta,
New York’taki Özgürlük Heykeli’ni görebilecek kadar da yüksekte.
Her şey yolunda. Yarın yeni bir iş günü daha olacak, taksitler yatacak, yağmurlar yağacak,
Arap Kızı camdan bakacak.
Atlarken ya dalarsam ve unutursam açmayı paraşütümü? O zaman, cuma günü Hakkı ile
tenise gidemem, halıya leblebi de dökemem, parkın ahşap bankına yatıp, ilkbaharın ilk
güneşini bile bekleyemem.
Çok bozulurum, Simon and Garfunkel walkmanimde bana “boksör ve kavgacı”nın hikayesini
anlatırken “Köfteci Ferit”e yürüyemezsem. Bir aralık akşamı, güneş batarken, Ankara Kalesi’ne
çıkıp, Altındağ’ın gecekondularına baka baka ayaklarımı sallayamazsam.
Üç santim, son iki santim ve hooooop, uçuyoruuuuum, uçuyorum işte! Yanımdan geçen rüzgar
değil, yıllar. Beni her metrede, bir zamanlar olduğumdan daha yaşlı, ve olacağımdan daha
genç yapan.
Gölgem, bir cenin gibi büyümekte yerde, ben kayarken yılların arasından bir taş gibi.
Yanında makas ve kağıt da sabırsız beklemekte, yılların arasından düşüp gelen taşı, görmek
için yılların hesabını.
Aysun bir daha öyle konuşursa, Allah belamı versin öpeceğim onu, isterse görsün kapıcı.
İşte Ay’da çıktı, hem de dolunay. Ama ben ondan da uzaklaşıyorum, Ay ışığı altında gölgem
büyüyor, toprak ananın karnında.
Açılmayacaksa bu meret, bari Aysun kucağını açıp beklesin beni.
Ne muhteşem bir kavuşma olur ama, ayıramazlar kaburgalarımızı.
Gülşen, Pide Kebap 49’un camını nasıl indirmişti biz şut çekişirken? “Ben kırdım” demiştim
babama, rehin topu almak için. Aferin, ama, sen memurdun, Gülşen’in babası Amerikan pazarcı.
Bağışla babacığım beni.
Demiryollarının üzerine çivi koyup çakı yapmak çok zevkliydi, hani hiç acıtmayacaktı sünnet?
Hani dişçi sadece bakacaktı? Demek bir kadını öperken alt dudağını emmek gerekiyordu.
Erhan abi, Maltepe’deki randevu evine bile gitmişti. Erhan abili maçlar da bitmişti.
Okulda solcuların afişleri, sağcıların da el yazıları çok güzeldi. Hepsi tek tek iyi insanlardı,
kimin kötü olduğunu çözemeden okul bitti.
Kırkiki defa nisan geldi, kırkiki defa aralık.
Otuzu anlamakla geçti kırkiki nisanın, nasıl sevdiğini birbirini, iki insanın.
Tut ki unuttum paraşütü açmayı, ya da tut ki açılmadı. Yarın da kredi kartı borcu ödemesinin
son günü.
Şimdi cep telefonumla Aysun’u arayıp “seni çok seviyorum” desem?
Ya “şu anda meşgulüm, sonra ara!” derse?
Ata binmeyi öğrenecek kadar vaktim var mı acaba?
“çok çok acil” desem, gelir mi hemen Whooper, Burger King’den? (kolesterole de dikkat
etmek gerekir mi acaba?)
Açılmazsa anasını satayım, iki ters, bir düz takla atıp öyle düşerim ben de, hem de acaip
havam olur.
Sibel ile bir an önce barışmalıyım, umarım naza çekip uzatmaz.
Allah kahretsin, keşke uyuyakalmayıp dün, Polatlı’ya çorba içmeye gitseydim, doğan güneşin
ilk ışıkları dikiz aynamda.
İki gözüm önüme aksın, (bak büyük yemin ediyorum) açılmayacağını bir bilsem şu meretin,
hemen çekip Tuz Gölü’ne bisiklete binmeye giderim. (çok özledim güneşin altında bisiklette
kavrulmayı)
Bu paraşütü katlayan herif de çok kötü bakıyordu hani, bi bok yapmış olmasa bari.
Sevgili Zeynep, özür dilerim. Bak kaç metre kaldı yere, “bırak artık onu” demek için sana
geç kalmış olabilirim, ama lütfen bırak onu. Hem, belki senin paraşütünü de aynı herif katlamıştır.
Ben “Martı”yı kaç yaşında okumuştum? Ya “Küçük Prens”i ve de “Şeker Portakalı”‘nı?
Acaba, “Ezginin Günlüğü”nü yine ilk defa dinlesem, aynı tadı alabilir miyim, ödüm bokuma
karışırken şimdi?
Aslında vaziyeti bir kurtarsam, ilk yapacağım iş, yandaki çalar saati, aldığım saatçinin kafasına
fırlatıp: “saatin bu sabah da çalmadı” diye bağırmak olacak.
Yine geç kaldım. Bugün yeni bir iş günü ve daha kredi kartlarımın borcunu ödeyeceğim.
Gözümde gözlük, sırtımda ceket, yatak ile sokağın ince sınırında, evimin kapısında,
bir rüyanın sonunda.
|
Yazıya başlamadan kaç defa buldum sözcüklerimi, kaç defa kaybettim hatırlayamıyorum... bu nedenle cümlelerim her an erezyona uğrayabilir.. aynı şu bunaltıcı sıcaklarda ruhlarımızın ve bedenlerimizin uğradığı gibi..bugünlerde bakıyorumda herkes yaz mevsimini yaşadığına bin pişman.. nedendir bilinmez içimden ahhh!şu insanoğlu demek geliyor... içinde bir türlü mutlak yargılara kavuşamayan insanoğlu.soğuk kış gecelerinde yazın kavurucu sıcağını özleyen, ani bir kar serpiştirmesinde yolları buz tuttuğunda kışa lanet okuyan, sersemletici sağnaklarda, yaz yağmurlarını hatırlayıp,içlenen insanoğlu...dondurucu soğuklarda,bu havada dışarı çıkılmaz deyip evine hapis olan, kavurucu sıcakta başıma güneş geçer,tansiyonumda var zaten deyip evde ki tüm camları cereyan yapar ümidiyle açıp yine evine tıkılan benim güzel insanım..
Sadece mevsim normallerini aşan sıcaklardan yada ha donduk ha donacağız dedirten soğuklardan tıkılmayız biz evlerimize..gazeteler başlık atar;kalem kağıtlar ele televizyon başına!
Neden?
Seçim zamanı..!
Kim ne demiş.. kim kime çağrıda bulunmuş.. kaç kişi istifa etmiş.. kaç kişi istifa etmek üzereyken,vazgeçip eski yerine geçmiş.. bütün bunların seceresini tutmak yine evlerimizde televizyon karşısında ki bizlere kalmış.. yani anlayacağınız yine tıkılmışız evlerimize.. hiç birimizin aklına, şöyle açık pencerelerimiden kafamızı çıkartmak, hafifde sesimizi çıkartmak gelmemiş.. öyle ya, zaten seslerimiz penceremizden en çok ya karşı ki bakkal hasan amcaya seslenirken yada yemek saati gelip halen ter kan içinde sokakta top oynayan çocuklarımıza çıkmış...
Durum bu haldeyken, nasıl olurda benim sözcüklerim, senin ruhun, onun bedeni, diğerinin düşünceleri erezyona uğramasın...
|
Venüs'le buluşma
Birçok donemeçte kaderimize "buradan sap" diye bağırmak isterken ağzımızı
bile açmadan, sesimizi çıkarmadan, geçip gitmişizdir. O dönemeçte karar
verebilirsek nereye gidecektik hiç bilemeden ve bunu hep merak ederek
başka bir menzile, başka bir geleceğe, başka bir hayata doğru sessizce
yolumuza devam ederiz. Nedir bizi sessiz bırakan peki?
Nedir isteğimize rağmen karar vermemizi engelleyen?
Bazen düşünürüm de, kader bana tuhaf huylu bir arabacı gibi gözükür, sanki
sizi hangi şehre götüreceğini seyahatin başından belirlemiştir de, şehre
vardıktan sonra bazı dönemeçlerde dönüp adresi size sorar.
Hangi semtte, hangi sokakta, hangi evde yaşayacağınızı kendiniz
belirlersiniz.
O dönemeçlerde kararınız ya da kararsızlığınız çizer yolunu.
Kararsız kalırsanız eğer, arabacı o dönemeci geçip devam eder yoluna.
Acaba hayatımızın kaç dönemecinde kendimiz karar veririz ne yana
sapacağımıza
ve acaba hayatımızın kaç dönemecinde kararsızlığımız yüzünden bir dönemeci
kaçırırız.
Ve, o dönemeclerde kararımızı ya da kararsızlığımızı belirleyen nedir?
Geleceğimizin rotasını kararlarımız mı yoksa kararsızlıklarımız mı çizer?
Birçok dönemeçte kaderimize "buradan sap" diye bağırmak isterken ağzımızı
bile açmadan, sesimizi çıkarmadan, geçip gitmişizdir.
O dönemeçte karar verebilirsek nereye gidecektik hiç bilemeden ve bunu hep
merak ederek başka bir menzile, başka bir geleceğe, başka bir hayata doğru
sessizce yolumuza devam ederiz.
Nedir bizi sessiz bırakan peki?
Nedir isteğimize rağmen karar vermemizi engelleyen?
İsteklerimizden daha güçlü nasıl bir duygu var içimizde?
Istvan Szabo'nun, neredeyse sanata düşman olan "sanatçılarla" Paris'te
Wagner'in bir operasını sahneye koymaya çalışan
Macar bir orkestra şefiyle, onun aşık olduğu Amerikalı bir sopranoyu
anlattığı harika bir filmi vardır, "Venüs'le Buluşma."
Genç orkestra şefi bin türlü engelin, entrikanın, kaprisin arasında
istediği gibi bir müzik çalabilmek için kıvranırken, dünyanın
en güzel seslerinden birine sahip olan, zeki, güzel, şımarık ve gençliğini
ardında bıraktığından kaygılı sopranoya aşık olur.
Soprano da bu çocuksu, yetenekli ve çaresiz şefe tutulur.
Macar şef evlidir.
Güzel soprano ise, artık efsane olmuş çok ünlü bir başka Macar şefle bir
zamanlar bir aşk yaşamıştır.
Genç şef, sevdiği kadın, karısı ve hayran olduğu eski sefin korkutucu
efsanesi arasında sıkışır, bir yandan da orkestradaki çesitli sorunların
üstesinden gelmeye uğraşır.
Bütün bunlara rağmen birbirlerine aşklarından sözetmeyi ve birlikte olmayı
başarırlar, harika şevişirler,
kadınların şeviştikten sonra "bu bir mucize" dedikleri o olağanüstü
sevişmelerden.
Bir seferinde prova yapılırken gene orkestrayla şefin arasında sorun
çıkar, şef provayı izleyen sopranonun yanına gelir,
"bunları azdıramıyorum" der "ne yapacağım."
- Azdırırsın, der soprano, beni azdırdığına göre onları da azdırırsın.
Bu bir tek cümle bile şefe ihtiyacı olan gücü vermeye yeter.
Ama hayat her zaman bu kadar güzel değildir şef için.
Sopranoya aşık olduğunu anlayan karısı onu evden kovar, soprano şefin
evliliğini bozmak istemediğinden telefonlarına cevap vermez.
Bütün bu karmaşaya rağmen yeniden biraraya gelirler.
Soprano şefe, "hiç kimseye böyle aşık olmadım" der.
şef de olağanüstü güzellikte sesi olan bu huysuz kadına aşıktır.
Ve, o dönemeç gelir.
Bir sevişmeden sonra yatağın üstünde çırılçıplak birbirlerine sarılmış
vaziyette kucak kucağa otururlarken,
soprano "Paris'ten sonra ne yapacağımızı düşünüyorum" der gülümseyerek.
Gelecekle ilgili bir söz bekler şeften.
Şef sesini çıkarmadan bakar kadının yüzüne.
Tek kelime etmez.
Hayatının belki de en önemli dönemeçlerinden birinde, kadere "buradan sap"
diye bağırmak isterken sessizce durur.
Soprano anlar.
Şef, kadere "buradan sap" diyememiştir.
Operanın ve hayatının "venüsüyle" buluşamayacaktır.
Aşkına ve isteğine rağmen karar verecek cesareti gösterememiş, hayatını
bir başka geleceğe döndürememiştir.
Kimbilir, belki karısının çok üzüleceğini düşünmek, belki sopranonun
kendisinden bıkacağından çekinmek,
belki eski ve ünlü şefin hayali altında ezileceğini sanmak, belki de
sopranonun kaprislerinin kendi geleceğini boğacağından korkmak.
Nedeni ne olursa olsun şef kararını verememiştir.
Henüz varolmayan "gelecekle" ilgili korkular, varolan "an"ı ve o andaki o
olağanüstü isteği hayata geçirmeye engel olmuştur.
Kararsız kalmış, kader yoluna devam etmiştir.
Peki, gelecek nasıl olur da "an"ı böylesine önemsiz ve güçsüz kılabılir?
Neden insan elindeki "an"ı yaşamak yerine, geleceğiyle ilgili hesaplara
takılıp kararsız ve sessiz kalır bir dönemecte.
Gelecek belirsiz ve karanlık olduğu için mi, aydınlık ve belirgin olan
"an"ı böylesine yenilgiye uğratır.
Bilinmeyenden duyduğumuz korku, bilinenin aydınlığı içinde duran istekten
kuvvetli midir?
Belirsiz olan belirli olandan güçlü müdür hep?
O yüzden mi, en önemli dönemeçlerde bazen böyle kararsız ve sessiz kalır
da, çok sapmak istediğimiz yollara özlemle bakarak dümdüz devam ederiz?
Hayatımızın en önemli zaman parçası, henüz gelmemiş olan ve "gelecek"
denilen zaman parçası mıdır?
Böyle zamanlarda kaderimizi belirleyen "dün" ya da "bugün" değil de
"yarın" mıdır?
Yarın, bu korkunç gücünü bilinmez olmasına mı borçludur?
Geleceğin belirsiz karanlığına saklanan korku, bugünün apacık isteğini
neden bir sessizliğe mahkum eder?
Şef, o sessizlik anında bile, o güzel sopranoyu hayatı boyunca seveceğini
ve özleyeceğini bilir, o kadın olmadan
geçecek olan hayatının solgunlaşacağını keskin bir şekilde hisseder.
Yaşadığı acıyı sessizliğiyle kabullenir.
Gelecekten korktuğu için geleceği istediği gibi yaşayamaz.
Karar veremediği için hayatının yolunu kararsızlığı çizer.
Hayatlarımızı kararlarımız mı kararsızlıklarımız mı belirler?
"An"ın isteklerini "geleceğin" endişelerine kurban edenler mi daha mutlu
yaşar yoksa geleceğin acılarını kabul edecek kadar
güçlü bir şekilde "an"ın isteğine sarılanlar mı?
Kaç dönemeçten "Venüs'le buluşamadan" geçtik acaba?
Ve acaba kaçımız gelecek korkusu yüzünden geleceğimizi kaybettik?
Editör'den: Bu yazıyı da bir arkadaşımdan aldım ama kimin yazdığını öğrenemedim.
|
|
Göz
ıssız gece ıssız ev
sessizlikle ip oyunu
yüzüm güzel bir örümcek ağı
saçlarım ipekböceğinin uykusu
anne rahmi
mavi kabarcıkların ninnisi
su şarkı söylüyor
aynı yatakta uyumuştu ağabey
aynı yatakta kök verdi ağaç
aynı yatakta aktı kan ve ırmak
gözkapağı gibi açılıyor ay
kocaman bir kırkayak
yürüyor evin içinde
yankılanırken ayak sesleri
vurarak öldürüyor onu anne
gecenin karınca yiyeni
aşkımı değil şeytanı ye
odur bakanın gölgesini
kaburgalara eken
ıssız bakış ıssız göz
giyotin bölüyor sessizliği
başkalığın uyumuyum ben.
Yaprak Öz
..........<>..........
ÇEKMECE
Büyüklerle ben yapamıyorum
çocuklar da almıyor beni oyunlarına
devlet dairesinde
yangından kurtarılmayacak
sıkışmış bir çekmece gibiyim
açılamıyorum sana
Kardeşiyle sokaklarda hep
bir örnek giydirilen sen
nasıl sevmezsin eşitliği
yürürken düşen çoraplarını
aynı hizaya getirmek için
annen değil miydi önünde diz çöken
Öpüşme sahnesinin tam ortasında
içeri girdiğin yazlık sinemanın
yer göstericisiyim
yürüyorsun fenerimin ışığında
yer:Kız Kulesi
ve sonu ayrılıkla bitecek
hüzünlü bir aşk filmini oynuyor
beyaz duvarında
Bir kez olsun çıkmazken ağzından
seni sevdiğimi
her gün söylememi yadırgama
bil ki bu şehirde
iskelenin verilmesini
beklemeden atlarım vapurlara
Son karesi gibi Red Kit'in
batan güneşe doğru
sürerken atımı
gitme kal demeni bekliyorum
ama yalnızca
rüzgar çekiştiriyor atkımı
Sunay Akın
|
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.geocities.com/ftutumlu2003/index.htm
Çanakkale ve civarında balık avlamayı düşünenlere tavsiye edebileceğim, tecrübe dolu bir site. Tabiki sadece balık tutmayı değil, Çanakkale ve çevresine karşı duyarlı olmayı özellikle hedef edinmiş Feridun Tutumlu.
http://www.adiyamanli.org/turkiye_hakkindaki_hersey.htm
Diyelimki yurtdışından bir arkadaşınıza Türkiyeyi tavsiye edeceksiniz ve fakat özet bilgilere ihtiyacınız var, işte size Türkiyenin özeti. Biraz yanlı ayrıca Adıyamanlı olmasına rağmen güzel bir kaynak.
http://sanatgalerisi.com/
Plastik sanatlar ve el sanatları dallarında kapsamlı bir arşiv. Ayrıca ilgilendiğiniz sanat dalıyla ilgili nerede eğitim alacağınızdan malzeme teminine kadar her türlü bilgiye de ulaşabilirsiniz. Foton isimli sanal dergiyi özellikle görmelisiniz.
http://dc.delikodu.com
...Tapınağın bin aynalı salonuna geçtiğinde bin tane köpek gördü. Korkarak tüylerini kabarttı; kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırdı; korkutucu hırıltılar çıkararak dişlerini gösterdi. Ve bin köpek de tüylerini diktiler; kuyruklarını bacaklarının arasına alıp korkunç sesler çıkartıp dişlerini gösterdiler...
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Companies v1.0 [700k] W9x/2k/XP FREE
http://members.tripo d.com/m-saiedi/companies.htm
Monopoly benzeri bir oyun. 4 kişiye kadar rahatlıkla oynyabiliyor ve oyunlarınızı "save" edebiliyorsunuz. Satın almaya çalıştığınız şirketler meşhur bilgisayar ve otomobil firmaları. İyi eğlenceler.
PingIT v1.0 [48k] W9x/2k/XP FREE
http://www.dswsoft.com/fe atures_pingit.html
"Ping" i bilenler bilir. Ağ üzerindeki bilgisayarlara ulaşırken, yada bir web sitesini kontrol ederken kullanırırz "ping"i. Bu program görev çubuğuna yerleşerek, belirlediğiniz adrese sürekli "ping" atıyor. Herşey yolundaysa "yeşil", hız yacaşladıysa "sarı", bağlantı tamamen koptuysa "kırmızı" olarak sizi uyarıyor. Tavsiyeye şayan bir mini yardımcı program.
|
|
|