|
|
|
6 Ağustos 2002 - Bekleyemem Kardeşim |
Merhabalar Dostlar,
Hayat boyu sofra kültürü ile aram iyi olmamıştır. Yanlış anlaşılmasın sofrada eliyle yemek yiyip ağız şapırdatanlardan değilim tabi. Sözünü ettiğim kültür, gurmelere özgü zevk-i sefa kültürü. Önce göz, sonra mide doyacak anlayışının hakim olduğu, her lokmayı uzun uzun çiğneyip zaman öldürdüğünüz bir kültürden söz ediyorum. Kültür açıklarken bile kültürsüzlük yaptığımın farkındayım, ama napiyim ki durum bu. Yıllarca yatılı okullarda okumuş biri olarak, yemek denen olayı, geçiştirilesi bir ihtiyaç olarak gördüm hep, ne yalan söylim. 1 saatlik yemek molasında, daha fazla top oynamak, kız arkadaşla daha çok içli dışlı olmak, kopya hazırlamak için maksimum zamanı yaratmaya çalışırdık. Yemeğe ayrılan 5 dakika içerisinde de, Allah ne verdiyse yutmaktan başka yapacak birşey kalmıyordu doğal olarak. Yemek değil, yutmak... Ben yapamazdım ama, aramızda çorba, musakka, pilav ve muhallebiyi bir tabağa boca edip yutanlar bile vardı. Iggghhh demeyin sakın, gerekçe hazır, midede karışmıyormu sanki, önceden karıştırsak ne çıkar yani. Göz zevki sıfır olsa da, beslenme tam anlıyacağınız. Okul bittikten sonra da bekar evleri falan deyince aynı alışkanlık sürdü gitti. Fast food alışkanlığı da eklenince, bel çevresine sarılan can simitleri vücudumun ayrılmaz parçaları oldular doğal olarak.
Şimdi kalkmış Dr. Haluk Saçaklı, "Son lokmanızı 20.dakikada yiyin" diyor iyi mi? Bak şimdi, al başına belayı. 2 dakikada tüm yemeği yut, sonra 18 dakika bekle ki son lokmayı yutasın. Bu arada 2 sigara tellendirip bir de dizi seyrederim ben ama anlaşalım. Yoksa geçmez o 18 dakika. Masanın diğer yanında oturanlar konuya hakim olamasalar da bir gariplik olduğunu sezerler mutlaka. Onlara uzun uzun açıklama yapmak yerine de, gazete küpürünü kesip cüzdanıma koyarım. Sorduklarında da, alın size cevabı diye gözlerine sokarım olur biter. Siz doktordan dahamı iyi bileceksiniz, dengeli ve sağlıklı beslenmenin kuralı masada 18 dakika daha oturmaktan geçiyor. Hani diyorum ben bu arada ayağa kalkıp 40 adım atsam bir işe yarar mı? Bilirsiniz bir laf vardır. "Yemekten sonra ya 40 adım atmalı ya da sırtüstü yatmalı" der büyüklerimiz. Aslında bu durum Roma dönemindeki yatarak yemek alışkanlığı için birebir. Yut yemeği sonra bir 18 dakika kestir, al son lokmayı, olsun bitsin. Yok bu işi bana göre değil. Ben 2 dakikada yediğim 2 kap yemeği 1'e indireyim en iyisi. Sanırım hakkımda hayırlısı bu.
Pascal Nouma bizi diskoya götürmeye sonunda geldi. Gelir gelmez de, ayrılırken birbirlerine sevgi ve saygılarını sunan medyayla hoş bir muhabbete başladı. Neymiş adam daha ilk geceden Reina'ya gitmiş, 2 duble viski içmiş. Yahu sizin başka derdiniz yokmu? Sonunda adamı çıldırtıp, üstlerine saldırtacaklar. Maksat malzeme çıksın. Arada bir iki muhabir zayiat verilmiş çokmudur. Benim bu işe aklım ermiyor. Adam kalkmış Fransa'lardan gelmiş, 1 ay sonra kapanacak eğlence mekanlarını görmeyecek mi? Daha ligler bile başlamamışken, adamcağıza musallat olmak niyedir. Bir de adamın lokmalarını saymıyorlar mı? 2 duble viski, 1 paket çitos, 2 dilim pizza yemiş. Acaba son lokma için 20.dakikayı beklemiş mi? Hayır sırf meraktan soruyorum, yoksa bana ne elin izbandutundan. Valla vurdu mu ses getirir. Hoş şimdiye kadar kimseye vurmadı ama, el kol hareketleri, çişten nasibini alan duvarlar, konu hakkında epeyce fikir sahibi yaptı bizleri.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Mecbur değilsiniz...
Superoffline'nın yediği naneden sonra, haklı olarak pekçok kişi "Biz artık kendi alan adımızı eposta adreslerimizde kullanamayacak mıyız?" telaşına düştü. Şimdi şöyle bir konuya bakarsak. Eğer alan adınızın kayıtlı olduğu sunucu kendi SMTP sunucusunu size kullandırıyorsa, korkacak hiçbirşey yok. Kimden bağlanırsanız bağlanın gönderim ve alım işini rahatlıkla yapacaksınız. Bu konuda ki tereddütlerinizi sakın ola "Help Desk" lere sormayın. Genellikle önlerinde ki yazılı metinden cevap vermeye çalıştıklarından "Hayır efendim bizim size verdiğimiz adresten başkasını kullanamayacaksınız" cevabını vereceklerdir.
İnternete bağlantı yaptığınız ISS ile aldığınız sunum ve posta hizmeti arasında hiçbir ilişki yoktur. İnternete bağlandığınızda aldığınız hizmetin kapı komşunuzda ya da fizanda olması hiç farketmez. Bu konuda sizlere, sunum hizmeti aldığınız veya almak istediğiniz kuruluşlar yardımcı olacaktır. Özetle, kendi alan adınızı internet bağlantısı yaptığınız ISS üzerine kayıt ettirmeye mecbur değilsiniz. Aynı yerde olmasının getireceği bir takım kolaylıklar olsa da, alacağınız hizmeti ve ücretleri gözönüne alınca, kolaylıklar kolaylıkla gözardı edilebilir.
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan |
Adalet Mülkün Temelidir
Ben diyorum ki:
'Yahu, her aklımıza gelen konu da olmaz ki.. Hem bakalım insanlar bizim yazdıklarımızı okumak istiyorlar mı? Yani konu seçimlerimiz isabetli mi?'
Editörüm diyor ki:
' Bu o kadar da önemli değil.. İyi yoldayız, olumlu eleştiriler alıyoruz, hem tekdüzeliği de engelliyor, farklı konulardan bahsedilmesi..'
Madem öyle, devam ediyoruz, zaman zaman marangozluk ya da çiçekçilik konularından uzaklaşsak da muhtelif konuların kapılarını aralayıp içeri bakmaya..
Efendim, bizim ülkemizde algılanan riskler öylesine yüksek ki, genellikle hep endişeli, kaygılı ve güvensiz yaşıyoruz.. Bunda etkili olan binlerce unsur var muhakkak.. Adam, uçakta yanına şişman birini oturttular diye havayolu şirketini dava etmiş!!
Hadi, buyrun bakalım.. Mesela, böyle bir derdiniz oldu diyelim, hani eğer bu bir dertse.. ve mahkemeye gittiniz.. Acaba ne derdi bizim mahkemeler bu konuda.. çok merak ettim gerçekten.
Bizim için 'abes' sayılabilecek böylesi bir konuyu pas geçip, daha canlı bir yaşanmışlık örneği anlatmak istiyorum sizlere..
Bendeniz, bu güvensizlik duygumdan arınabilmek için, yıllardır, en küçük bir birikimimi bile, 'dünyada mekan' prensibine uyarak, arazi vs almak için kullanmışımdır..
İlk olarak Sapanca'da bir arazi aldım, 7 dönümlük bir yer. Çiçek merakım var ya, dere kenarında bir yer buldum, çok da sevdim ve zilliyetli diye tabir edilen bu yeri aldım.. Aradan geçen 5-6 yıl içinde bölgeden orman kadastrosu geçti ve bizim arazi orman sahası içinde ilan edilip, zilliyetlik hakkımız elimizden gitti..
İkinci olarak, bir arkadaşım İzmir'den telefon etti, Bodrum'da 25 dönümlük bir yerin icradan satılık olduğunu söyledi. Birlikte atlayıp gittik, açık artırmaya katılıp sözkonusu yeri aldık.. (bu defa tapulu arazi) ancak, eski mal sahibi aleyhimizde dava açtı, neymiş efendim arazinin satış ilanı Türkiye'nin en büyük gazetelerinde yayınlanmamış, ayrıca satış sırasında tellal 3 kere bağırmamış!! Ve, ne oldu dersiniz? Dava 3-4 yıl sürdü, ve sonunda biz kaybetmiş olduk davayı.. Mahkeme de bu kadar uzun sürdüğü için, devlet paramızı 4 yıl öncesinin ödemesi üzerinden geri verdi biz de bodrum da bir gece rakı içebildik 25 dönüm arazinin parasıyla.
Daha sonra, Köyceğiz Dalyan'da gene bir su kenarında bir arazi buldum. Bu defa 1,5 dönüm.. Yine tapulu.. Aldım.. 250 tane ağaç diktim, yol yaptım, araziyi ıslah ettim falan.. Aradan yıllar geçti, ağaçlar büyüdü vs.. Bir gün bir tebligat, arazi kıyı kenar çizgisi içinde olduğundan, kıyılar da kamu malı sayıldığından tapunun iptal edilmesi için hazine avukatlığınca dava açılmış aleyhimde.. Avukat falan tutup uğraştım.. Sonunda, 1500 M2 yerin 1200 M2'sinin kıyı kenar içinde olduğuna karar verip, tapuyu 300 M2'ye indirdiklerini belirttikleri bir karar çıktı!! Hala uğraşıyorum bu işle.. bakalım ne olacak?
Bu arada, Dalyan'da iki komşu parsel daha almıştım.. 3'er dönümlük iki komşu arazi.. Artık gecikmeden burada bir inşaat yapmak lazım, yoksa bu herifler parça bölük mülklerimizi elimizden alacaklar deyip Belediye'den imar durumlarını çıkarttım ve buna uygun mimari projeleri hazırlattım.. Dalyan'a gidip Belediye mimarına projeleri götürdüm. Projeler beğenildi ve imar mevzuatına uygun bulundu.. Bu arada, belediye mimarı 'yahu, sizin arazilerin bulunduğu bölgede, biz size imar da vermiştik ama, Çevre Koruma Kurulu bu bölgeyi doğal sit alanı ilan etti.. Yani şu anda inşaat yapma izniniz yok!' dedi..... Böylece projelerimiz elde hazır ve fakat hiçbirşey yapamaz vaziyette kalakaldık...
Yıllar içinde almış olduğum diğer araziler, Bozcaada'daki 2,5 dönümlük bağ ve Dalyan'daki bir diğer 6,5 dönümlük yerlerde durumun ne olduğunu artık bilmiyor ve korkudan araştıramıyorum da...İhtimal buralar da ya elimizden gitti ya da hiçbirşey yapma hakkımız kalmadı ama haberimiz yoktur...
Şimdi dostlar, diyeceğim şu, biz zaten yanmışız.. zamanında üç kuruş biriktirip kenara koyduğumuz varlıklarımız da kabul edilemez bir hukuksuzluk ve acaip uygulamalar sonunda elimizden alınıyor.. Sesini çıkartınca da dinleyecek bir merci bile yok..
Benim babam hakimdi.. Çocukken, okul çıkışı sık sık yanına gider, duruşmaları izlerdim. Duruşma salonlarında 'Adalet mülkün temelidir' derler bir laf yazar... O yaşlarda anlamazdım bunun anlamını.. hoş şimdi de anlamıyorum ya.. Sözde adalet şahısların mülkiyet haklarını korur demek istiyor anlaşılan. Nasıl korumaksa bu...
Hani bir yazının sonunda demiştim ya.. siz siz olun, benim dediğimi yapın, yaptığımı yapmayın diye. Burada da aynısını tekrar ediyorum, bu memlekette birşeylere güvenip de yola çıkarken birden fazla düşünün...
|
Hepimizin uyanık kalmak için bir nedeni var.. belki mutluluk,belki keder.. başımızı yastığa koyduğumuzda söylemeyi ertelemiş,bir türlü öznesiyle yüklemini yerlerine oturtamadığız cümlelerimiz gelir aklımıza...söylemek için ya çok geç kalmışızdır yada sessiz harflerle içimizden geçirip,duyuramamışızdır.. işte böyle zamanlarda uyku,en iyi ilaçtır..ama çoktan yakalanmışızdır uykusuzluğa.. yani aslında uykuyu bile kaçırmışızdır..çitlerin üstünden yüzlerce defa atlattığımız koyunlar bile yetişemez imdadımıza... kaybedilen zaman dünde kalmıştır.elimizi uzattığımız yerdedir,bugün.. ama bugünüde çoktan kaçırmışızdır.. tıpkı;elimizde kağıt kalem yokken beynimizden geçen en güzel sözcükler gibi...
Kahkaha atmak isteriz ama bir gülücükle yetindiririz kendimizi.. haykırarak ağlamak ister yürek,onu bile terbiye ederiz.iki damla gözyaşı neyimize yetmez..!
Bir kapıya gidersiniz.o içeridedir.. parmağınız zile gider. o içeridedir.. parmağınız artık zilin üzerindedir. o halen içeridedir.. bir korku sarar içinizi.. yenilirsiniz korkunuza.. zilin üzerinde ümitle bas emrini bekleyen parmağınızı geri çekersiniz.. ve kaçırmışsınızdır bir kere.. o çok yaşamayı çok istediğiniz an’a sırtınızı çevirir, geldiğiniz yere geri dönersiniz.. kaybolmuştur an.. belki dünde, belki bugünde.. çoktan yitip gitmiştir.. zamanı geri döndüremezsiniz.. sözcükleriniz içinizde infilak eder...
Yaşanılacak hiçbir anın kaçırılmaması dileğiyle...
|
Misafir Kahveci: Volkan İnanç |
Niye Ben Ödüyorum
Bir buluşma, her zamanki bildik sahneler ve toplumsal bir yanlış üzerine...
"Eyvah, yine geç kaldım. Şunu yapmasam olmaz sanki, yağmurda çiseliyor. İnşallah bana kızmamıştır" diye düşüne durayım, buluşacağımız yere varmıştım nihayet. Kısa bir cep diyalogundan sonra Merve ile buluştuk. Beni çok özlemişti anlaşılan. Arabaya bindik, Moda da denize nazır bir yerde çay içecektik. Nihayet bir yer bulunca oturduk, bu saatte ve lodos havada neredeyse bir biz vardık o gündüzleri cıvıl, cıvıl mekanda. Akşam karanlığı da çöktüğünden deniz gözükmüyor, sohbetimizi "okey oynayan sigara içen insanlar" konulu manzarayı içeren bir mekanda yapmak zorunda kalıyorduk.
Neyse efendim konular konuları kovaladı, saatler ilerledi, hoş bir sohbetti ve saat epey geç olmuştu. Merve geç olduğunu ve kalkması gerektiğini söyledi. Aslında buraya kadar her şey çok bildik sahnelerdi ve bunu hepimiz hayatımızda birçok kere yaşamışızdır. Ama o an defaatle yaptığım bir şey çok dikkatimi çekecekti. Masadan kalkıldı, hesap ödenecekti. Hesabı tabii ki ben ödedim. Ama olayı yavaş çekimde hayalimde şöyle bir canlandırdım. Sahnede 3 önemli nokta vardı;
1.Masadan kalkarken hesabı ödeyecek kişi olarak gözüne beni kestirmiş olacak ki garson, üzerime doğru hamle yapmış elimi cüzdana atmamı sağlamıştı.
2.Merve tarihsel görevimi yapacağımdan emin bir edayla masada hiç oturmamış gibi yaparak olay mahallinden hızla uzaklaşmıştı.
3.Kadim erkeklik şuuru etkisi ile ben elimi cüzdanıma atarak atılmış, sonrada muzaffer bir kumandan edasıyla olay yerinden uzaklaşmayı düşünmüştüm. Kaldı ki 1. ve 2. şıklardaki sebepler olmasa bile herhalde aynı şeyi yapardım.
Bu yavaş çekim gösteriminden sonra düşünmeden edemedim. Neden hesabı hep erkekler öder, neden bu görev erkelerden beklenir? Ha, sakın ha cimri biri olduğumu falan düşünmeyin. Böyle bir pozisyonda hiç ödememdiğim olmadı ama olayın toplumsal boyutunu düşünüyorum ben. Toplumda hesabı kadının ödemesine müsaade eden bir erkeğe nasıl bakılır sizce? Diyelim bir lokantada yemek yediniz, hesap geldi, hanımefendi nazikçe cüzdanından parayı çıkardı dolgun bir bahşişte bırakarak olay mahallinden uzaklaştı, tüm bu olaylar olurken erkek hayatından memnun ve pişkin bir ifade ile çevreyi temaşa ediyordu. Şimdi size soruyorum olaydaki erkek karakter siz olsaydınız bir daha o lokantaya gidebilir miydiniz? Oraya gidip de garsonların arasındaki muhtemel konuşmaları göz ardı edebilir misiniz? "- Baksana bizim kılıbık gene geldi" ya da "- Helal be abi, herife bak hem en ala besleniyor, hem hatuna ödetiyor, valla helal olsun" ya da "- Böyle asalak bir herif görmedim ya gene mi geldi o?" , "Bu sefer bize ödetmese bari.." şeklinde fısıldaşmalar yapılmayacak zannetmeyin. Oysa bence bu durum gayet doğaldır. Yemeği yiyen ikisi olduğuna göre her ikisi de ödeyebilir. Ancak ben burada hepinizden farklı bir şey düşünüyorum. "Bence hesabı çoğunlukla kadınlar ödemelidir." Durun, durun hemen kızmayın, peşin hükümlüde olmayın. Bu hesap ödemekten kaçan pişkin bir çapkının durumu kurtarma nevinden bir tezi değildir. Aslında bilakis çok önemli toplumsal bir gerçeğe dayanmaktadır. İnanmayan okusun:
Toplumda erkeklerin hesap ödemesi gerektiğine dair yaygın teamül, geçimi erkeğin sağladığı ve maddi kaynak olarak aldığı baskın görevden kaynaklanmaktadır. Bu sav belli bir dönem için geçerli gibi gözükse de şimdilerde geçerliliğini yitirmiş gözüküyor bana. Neden mi? Çünkü artık iş hayatında hem de her kademede kadınlarda boy gösteriyor. Giyim, makyaj, estetik gibi fuzuli masraflarını bir erkeğin şemsiyesi altında karşılamayacaklarını anlayan bu güruh hızla iş dünyasına yönelmiş, güzellik ve çekiciliklerini de kullanarak insan kaynakları ve personel almadan sorumlu kişilerin başını döndürmüş, iş hayatına balıklama dalmışlardır. Böylece hayatlarını kazanmaya başlamış, fuzuli sınıfına girebilecek bir yığın harcamayı yapma ehliyetini de kazanmışlardır. Tüm bunlar olurken, eskiden yani erkeğin para kaynağı, kadının evin hanımı olarak durduğu dönemlerden kalan bir takım alışkanlıkları da terk etmek kadınların işlerine gelmemiştir. Artık onlar hem hayatlarını kazanacaklar, hem dilediği gibi harcayacak ve yiyecekler, bol bol yiyip aldıkları fazla kiloları vermek için fitness salonlarına yüklü paralar akıtacaklar. Tüm bunlar olurken de basit bir yemek sonrası bile hiçbir şey yokmuş gibi hesabı ödemeye yanaşmayacaklardır. Zavallı biçare erkeklik, hesabı garsona ödeye dursun bir yandan kirayı ödemeyi, arabanın masrafını, bilumum faturaları vs. düşünecektir. Üstelik bütün bu haksızlıklar olurken kadın haklarını savunan feminizm diye bir yoğurtla göle maya çalınmaya uğraşılmış, erkekler adına bir şeyler yapmak kimsenin aklına gelmemiştir. Tabii bir de "Kadınlar paralı erkeklerden hoşlanır" fenomeni vardır ki, bu da omuzlardaki yükü daha da ağırlaştırmaktadır. Oysa safi erkeklik hiç bir döneminde paralı kadınlardan hoşlanmayı aklına koymamıştır.
Evet sevgili dostlar,tüm bunların ışığında önümüzde iki yol görünüyor. Ya bundan sonra kadınlar da hesapları ödemeye başlamalılar, ya da işyerlerine yazacakları nazik bir istifa dilekçesi ile yerlerini erkek arkadaşlarına bırakarak, bundan sonraki hayatlarında hesap ödeme zahmetinden kurtulmalıdırlar.
|
Venüs'le buluşma
Editör'den: Dün yayınladığım yazının, kadınları en iyi anlayan yazarımız olan Ahmet Altan ustaya ait olduğunu öğrendim. Kusura bakmasın artık, cahilliğimize versin:-))
|
|
GÜL
Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin
Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazen istasyonu bulamayan bir adamım
Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene
Cemal Süreya
..........<>..........
GİTMEK
gün gelir insan anlayıverir
tek başına yaşlanan bir ağaç olduğunu
o yüzden kederi yazmak isteyebilir
rüzgârın gövdesinde açtığı yaralara
sonbaharda şaşarak öğrenirsin
yaprakların rengine inanmamayı
ve zamanın o müthiş yalanını
o müthiş yalanını tutkunun, ihtirasın
anların, anıların,
çılgın bir nehir gibi kör koşularda
yaşadıklarının ve yaşayamadıklarının
dağlarda, odalarda, avunmalarda
çoğaldın sandığın azalmalarda
ışığını yitirmiş o ölü yıldızlarda
düşen bir yaprağın son gülüşünde açan
yankısız çığlıklarda
şaşarak öğrenirsin
zamanın ve hayatın büyük sırrını
gök sadece yağmura anlatır sonsuzluğu
oysa unutur damla toprağa değer değmez
yağmurun da kederli bir ülke olduğunu
unutmaktan başka güz yokmuş gibi
ve hayattan daha gerçek bir yalan
toprağa ne söyler yağmurun sesi
bir şarkı mı, bir şiir mi, bir güz hikayesi mi
yaşlı bir ağaç olsan, çırılçıplak bir ağaç
ne söylerdin, kalbinde esip duran rüzgâra?
"beni terk et
içimde sonbahardan başka bahar kalmadı"
belki de gitmektir aşk, sadece gitmek
avare bir kederi sarıp yaralarına
rüzgârın devirdiği bir ağaç gibi
köklerini sessizce bırakarak toprağa
Ayten Mutlu
|
|
Kibar restoran sahibi de böyle olur işte. Adamcağız "DÜŞÜRDÜĞÜNÜZ" bile diyememiş...
Adam anahtarcı ama reklamcı olmalıydı, helal olsun valla...
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.gezi-tatil.gen.tr/pera/pera14.html
...Köpeklerin çevresinde üstü başı dökük, dilenci kılıklı insanlar göremezsiniz. Köpekler diğer insanlara aldırmazlar ama, dilenci kılıklı insanları çevrelerine sokmazlar. Hemen havlayıp, onları korkutmaya çalışırlar... Ergün Aydalga - ''Peranın büyük yolu'' adlı eseri.
www.zevzek.com/banu/mektup.html
Link'i tıkladığınızda karşınıza çıkan komutları sakin ve sabırlılıkla uygulayın. Sevdiğiniz kişiye standart formda hazırlanmış bir mail'i kişiselleştirerek göndermenize imkan tanıyor. Ben çok eğlendim.
http://www.sokakkopekleri.net/index.php
Doğru bildiğimiz hikayelerimize göre sokak köpekleri ısırırlar, pistirler, hastalık taşırlar. Ayrıca meşgulüz. Nasıl ilgileneceğiz onlarla? Zaman yok. Ve evet: "Türkiye'de insan canının kıymeti yokken köpeklerle mi uğraşacağız?" Ama herşey bu kadar basit değil.
http://www.musicman.com/mp/tz/tz1.html
Film posteri meraklıları için hoş bir sayfa link'i veriyorum. Bu sayfada Hemen tarzan film posterleri mevcut. Ana sayfaya ulaştığınızda arşivin büyüklüğü hoşunuza gidecektir.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Etcetera v2.0 [4.9M] W9x/2k/XP FREE
http://www.pkpsoft.com/etc/
Genelde Internet Explorer'ımı abuk programlarla kirletmeyi sevmem ama bu program epeyce işlevsel. Belki böylesi bir eklentiye ihtiyacınız vardır. Etcetera, IE ye yerleşiyor. Hızlı aramalar için büyük arama motorlarına sorgu yolluyor, cevapları düzenli bir şekilde karşınıza getiriyor. Hazır 20 adet en iyi sitesinin yanına sizinde eklenti yapabilmenizi sağlıyor ve kolaylıkla bunlar arasında dolaşmanıza olanak veriyor. Denemenizde fayda var diyorum.
Ghostfiles v2.0 [911k] W2k/XP FREE
http://www.lowrieweb.com/ghostfiles.htm
Bu program klasörleriniz için bir nevi mirror klasör yaratıyor. Siz yerini gösteriyorsunuz, gerisini o hallediyor. Bu programı hem önemli dosyalarınızı yedeklemek hem de, örneğin dizüstü bilgisayarınızda çalıştığınız klasörleri, network üzerinde herhangibir yerde kopyalayarak, diğer çalışanlara da dosyaları kullanma olanağı tanıyorsunuz. Network üzerinde çalışanlar için oldukça kullanışlı bir program. Denemenizi öneririm.
|
|
|