|
|
|
12 Ağustos 2002 - Karizma Kokulu Liderler... |
Yeni bir haftaya daha merhaba,
Dün akşam 18:00 sularında izledim bu genç kızı. Çankırı'dan kalkıp gelip Avrupa Şampiyonu oldu. Yarışın son anlarını koltuğun üzerinde zıplaya zıplaya seyrettim. Dayanamadım ağladım inanın. Helal olsun sana Süreyya Ayhan.
İşte çalışmanın, sabrın, inancın sonu. Göreceksiniz 23 yaşındaki bu kız daha bizi çok ağlatacak. Ben razıyım böyle gözyaşlarına. Hepsi helal olsun ona. |
|
..........
Üzerimizden koskocaman bir yük daha kalkmış olarak giriyoruz haftaya. Sonunda Derviş istifa etti. Biz de bu maskaralığa son nokta konuldu diye rahatladık ister istemez. Hoş aslında bu problemin daha ilk yarısı. İkinci yarısı ve esas final, Derviş'in seçimi olacak. Tüm iyi niyetiyle merkez solda birlik arar görüntüsüyle bizleri 1-2 hafta daha "compensan"a mahkum edecek gibi görünüyor. Yalnız bu adamcağıza birilerinin, kovboy filmlerindeki kızılderili kabileleri ile Türkiye'nin farkını anlatması gerekiyor. Kabile şefleri, gelecek bir iki fıçı ateş suyu uğruna, manituya kavuşana kadar bir beyaz adama katlanabilirler belki ama Türkiye'de liderler, kendisini, kendilerinden matah gören beyaz adama asla tahammül etmezler. Tahammül eder görünüp uygun anı beklerler. Günü geldiğinde de bir anda adamı üniversiteye geri yollarlar haberi olsun. Bu memleket ne adamların üstünü bir çırpıda çizmiştir, hafızalarınızı yoklayın. Hele bugün piyasalar da olumsuz bir gelişme olmaz da normal seyrini sürdürürse, görün bakın o liderler ve medya Derviş'i neyin gerisine sokup çıkaracaklar. Unutmamalı ki, arkasına aldığı rüzgar hafif bir melteme dönüştüğünde, yelkenleri tekrar şişirmek için Amerika'daki üfürükcülerin bile nefesi yetmeyecek. Nacizane fikrim, biranevvel birlikte yola çıktığı YTP ye katılıp, rüzgarı tekrar arkasına alması. Herşey olumlu olursa o zaman birlik çağrıları yerine zaten ulaşacaktır.
Son günlerde benim asıl takıldığım lider, Erdoğan. Nereye çıksa, yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır demiyor mu? delleniyorum. Anladık İstanbul megakent, yönetmek zor ama belediye yönetimi, memleket yönetimiyle karşılaştırılabilir mi? Hazret İtalyan elbiselerle süslediği karizmatik görüntüsüne bir de Erbakan Hoca'nın el,kol ve parmak hareketlerini ekleyince küçük dağları ben yarattım diyor. Neymiş çağıracakmış alacaklıları " 6 ay size kapik yok, sonra düşünürüz" diyecekmiş. Zannediyor ki karşısında el pençe divan duran gariban mütaahhit olacak. Çıkardığın tahvillerin faiz ödemesini birgün geciktir de bak ne oluyor memlekette gör Sayın Başkanım. 12 milyon insana ettikleri ile, 65 milyon ve yedi düvele edeceklerini bir kefeye koymuyor mu, delleniyorum arkadaş. Bir de değişmemiş de, gelişmiş Sayın Başkan. Maddi olarak geliştiğine hiç kimsenin şüphesi yok da acaba manevi olarak ta epeyce geliştim demek mi istiyor onu merak ediyorum. Hani cihat yolunda epey bir yol aldım demeye mi getiriyor acep. Bir de "Doğur doğurabildiğin kadar, nüfusun çok ve genç olsun" özdeyişi var başkanın. E ama haklı, ben de her düğünden o kadar parayı kaldırsam, doğurturum Allah ne verdiyse, ne yalan söyliyeyim.
..........
Bir sevgili yazarımız okuyucu profilimizi merak etmiş. Her ne kadar yazısında bana sataşma varsa da sorusunu yanıtlamaya çalışayım. Bildiğiniz üzere "Kahve Molası" na abone olmak için eposta adresinizi vermeniz yeterli. Bu nedenle ayrıntılı bir profil çıkarmak olanaksız. Ancak gelen okuyucu mesajlarından anladığım kadarıyla, yaş aralığımız 20-55, çoğunluk çalışan kesim, bunlara öğrenci ve kalifiye işsizleri de katmak mümkün. Kadın, erkek oranının hemen hemen eşit olduğunu sanıyorum. Demek oluyor ki, geniş bir tabana sesleniyoruz. Tirajımız, web üzerinden okumalar da dahil olmak üzere günlük 3-4 bin dolaylarında. Herşeyin ötesinde, demokratik, çağdaş Türkiye'den yana, mutlu ve sağlıklı olmayı, sevmeyi ve sevilmeyi isteyen bir topluluğuz sevgili kahveciler. Her geçen gün de aramıza yeni yeni dostlar katıyoruz. Doğrumuzla, yanlışımızla bizlere katlanan herkese teşekkürler.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Püf Noktaları
Aldığım sorulardan biri de "Internet Explorer'ı her açışımda dial-up bağlantı sihirbazının karşıma gelmesini nasıl önleyebilirim?" oluyor. Bu son derece basit ama gözden kaçan çözümü anlatmak istiyorum.
İnternet Explorer'ı açın. Araçlar(Tools) / İnternet Seçenekleri (Internet Options) ni seçin. Karşınıza çıkan pencerede Bağlantılar (Connections) sekmesini seçin. Ortadaki seçim alanında "Hiç bir zaman bağlantı numarası çevirme (Never dial a connection)" yi işaretli hale getirin. WinXP de ise aynı işlemi, Start/Control Panel/Network Connections a girip buradan "Advanced menu/Dialup preferences" i seçin. Burada da "Enable autodial by Location" ın önündeki check işaretini kaldırın. İşlem tamam. Bundan böyle siz istemedikçe internete bağlanmak için rahatsız edilmeyeceksiniz.
|
UĞUR YÜCEL "HOUSE OF SAMBA"
Park Orman, 15-22-29 Ağustos Perşembe 2002, 22:00
Uğur Yücel, Ağustos ayı boyunca “House of Samba” gecelerinde Park Orman'da sahne alacak.
5 hafta süresince, her Perşembe akşamı Parkorman’da müzikseverlerle buluşacak olan Uğur Yücel ve iki kişiden oluşan ekibi, perküsyon performanslarıyla izleyicilerine farklı geceler yaşatacak.
|
Misafir Kahveci : Ozan Özkaracan |
KAYIP
Her bir nefes verişim birçok şey bağırırken, nefes aralarımdaki sessizliğe dokunmaya öyle korkuyorum ki. Eslerimi emniyetli bir limana demirleme isteği belki şu an gövdemdeki yükü boşaltma çabamın gerçeği. Suretini satır aralarında arayan bir roman kahramanıyım sanki, sanki okudukça sonunu değil, nerde başlayıp, nereye vardığını merak ettiğim bir (iç)öyküyüm..
Ben yürek burkan değil, yürek yakan aşkları özledim. Ben yalın aşklarda, mutlak aşk acılarını özledim. Bir sokak çocuğunun çırılçıplak ayağı kokan, bir tecavüz kurbanının kanıyla lekelenmiş, öksüz bir çocuğun gözlerindeki ifadeyle çizilmiş uykusuz aşk sancılarım, aşka dair herşeyin olduğu, aşksız aşklarım var benim. Bir kuş sesi, ya da bir ağaç gölgesine duyulan upuzun emniyetli aşk zamanlarından sonra yeniden cesaretlendiğim bir insana duyulan tehlikeli aşklara, tüm insana dair sevgisizlikleri dahil edişime duyarlılık diyebilir miyim? Bir insanı bir şehirle bütünleştirip sevmeye, ya da aşkı tüm katmanlarıyla harmanlayıp tek odakta sulayıp büyütmeye çalışmaya, aşk diyebilir miyim?
Maddenin bu denli kütleleştiği bir yaşamda, soyut diyarlarda ne cüce ne de deve olamamak mı Alice’in yeni yüzyıl macerasızlığı? Polyanna tecavüzü fantazileştirip artık mutluluk oyunlarına gerek duymuyor mu? Külkedisi üvey annesinden de mi üvey? Çocukken kandırılmışlar olarak, nasıl olur da büyüyüp kendimizi kandıracak hikayelere kahraman olamıyoruz; ya da birileri bunu yaparken, biz neden kurgu deyip çöpe fırlatıyoruz birçok yaşamı?
Artık ismim olmak istemiyorum, aslında artık olmak istemiyorum. Neden yaşam bana kıyıda köşede kalmış bir hayatı çok görüyor? Neden ben adı, adresi bilinmeyen bir semtte, isimsiz, kimliksiz duygu sarhoşu gecelerden bu denli mahrum bırakılıyorum? Neden yalnız yaşlanamıyorum, ya da neden birlikte yaşlanacağımla hep ayrı düşürülüyorum?
Her yanım İstanbul kokuyor, her yanımdan özlem dikenleri fışkırıyor o şehre. Minareleri, köhne semtleri, pis kokan insanları, çöp dolu sokakları çok özledim, arındığım o şehri çok özledim. Işığımın bir şehirde gölgelenişini çok özledim.. Mutlak acılarım yok benim, sanki dini bir takvimdeki ay dönümleri gibi kaderimdeki döngüler; bir hafta dolunay, bir diğer hafta hilalim. Ezan seslerinin takvimde ileri geri akışı gibi kanamamın şiddeti. Yatağım hep bembeyaz bir çarşaf, uyuyorum bulutlardayım, uyanıyorum bulutlarda. Nerde içinde boğulduğum eski kan gölleri? Kan izimle aşkımı yazdığım karanlık duvarlar, içki kokan, tütün tüten, mum ışığıyla gölgelenen gecelerim nerde?
Sevgilim diyen dilimin yüreğime baş kaldırışı, özümün iç mahkemelerimde beni reddedişi, kimliksizliğim. Kimim ben, kimeyim, kiminim, kimdeyim? İsmimi aşk listelerinde çeltikleyenlere nispet, kimliksizim. Sadece isimlerden ziyade sevişmelerin bakiriyim ben. Oysa ne çok sevgi, ne çok sevgili güncem var gibi hep. Yalan güncelerinin doğrucu satırları neden senin elinde şu an? İtirafname mi, savunma mı, yoksa susmak mı bu paylaşılanlar? Kayboldum. Beni bul diye bağırıyorum ama duymadın, duymuyorsun. Köy kahvesine gelmemiştin, bu sefer çıplak bir ormanda çamurlu bir piknik ikindisinde saplanıp kaldım. İçim içimi yiyor, yüreğim uçurum kenarlarında ip atlıyor, dilim haylaz isimlerle yakan top oynuyor. Kayboldum. Bul, geceye çıkar yeniden, tut yüreğimden, o gün beklettiğin o köy kahvesine götür beni...
Ozan Özkaracan
|
Ters Köşe: Mehtap Akdeniz |
Geceleyin bir ses böler uykumu
İçim ürpermeyle dolar..
Nerdesin?
Bir ayı aşkın bir süredir tatildeydim. Uzun bir aradan sonra birikmiş kahvemolası yazılarını okumak hayli zamanımı aldı. Pek çok yeni keyifli yazarın yepyeni tatlarına alıştım bile.
Ahmet enişteee!! Sığacık'ı bilmeyen İzmirli'ye izmirli demem ben. Geçen hafta oradaydım acayip güzel bir marina olma yolunda sığacık koyu.
En çok da şiir köşesine hayretler içinde kaldım. Editörümüzün 'Bugün yirmi üç nisan neşe doluyor insan' şiirinden başka bir şiir bildiğini bilmiyordum. Şiir köşesine küçük bir katkı.olsun diye yazı başlığımı bile bir şiirden aldım. Başlığa uygun bir kısa anımı da hemen aktarayım size. Eh ne de olsa herkes seyahat anısı anlatıyor benim neyim eksik.
Birkaç gün önce Alsancak'ta 'La Mare'de muhteşem midye menülerinin neredeyse tamamının tadına baktıktan sonra gece son otobüs ile üç hatun İzmir'den, İstanbul'a doğru yola çıktık, yola çıkar çıkmaz anonstan bir ses duyuldu.
- Değerli xxx seyahat yolcuları..
Allahım o ne ses, o ne nefes. Adam sanki seyahat bilgisi vermiyor ön sevişme yapıyor. Cep telefonunuzu kapayın falan demiş ama cep telefonunu falan düşünecek hal bırakmıyor insanda. Öyle bir bed room sesi ki öle böle değil;
- Sen her şeyi bana bırak hayatım.. Sen rahat ol arkana dayan ve gözlerini kapa...diyor sanki.
Ben de öyle yaptım. İstanbul'a kadar cep açık geldik tabii ki. Susurlukta uykumun arasında;
- Sayın xxx seyahat yolcuları... şeklinde kulağıma fısıldaşır gibi bir ses duydum.
Rüyadamıyım dereken ışıklar yandı. Yanımdaki arkadaşımla gülüşüp sizleri andık..
- Anaaa!! Sevişme molası mı verdik?..
- Yok be güzelim, kahvemolası.
Geceleyin bir ses böler uykumu
içim ürpermeyle dolar
Nerdesin?
Mehtap Akdeniz
|
Fincanın İçinden: Melih Çelik |
Hava Durumu Köyü
Hava durumları televizyon kanallarında eskiden çok fazla rağbet görmezken haber kanallarının artmasına paralel ilgi odağı olmayı başardılar. Bunda her saat yayınlanmaları, sadece ertesi günün değil, sonraki üç güne ait değerleri vermelerinin büyük etkisi var.
İşte bu, sanki bir saat öncesine göre değişmiş gibi her saat izlemeye başladığımız hava durumu programlarında şehirlerimizin havasından sonra deniz suyu sıcaklıkları ve rüzgar şiddetlerine yer verilir. Tam o anda duyduğumuz çeşitli isimler vardır. İğneada - Sinop, Sinop - Batum arası diye devam eder gider. Sinop ve Batum bilinen yerler, ama İğneada neresidir ki? O an haritada Türkiye'nin kuzeybatısında bir yer olduğu gözümüze çarpar. Herhalde orada ufak bir adadır diye geçiştirir herkes, ama öyle midir peki?
Bu yazıya başlığım aslında "İğneada" ya da Türkiye'nin Ucundaki Köy: İğneada olacaktı. Ama tam ekranın karşısına geçip bu satırları yazmaya başladığımda duyduğum bir gökgürültüsü yazının başlığını değiştirtti.
Aranızda gidenler muhtemelen vardır, gitmemişseniz bile çeşitli seyehat dergilerinden, gizli cennet olarak tanıtılan yerlerden duymuş olabilirsiniz. Hava durumlarından gelen göz aşinalığınız biraz olsun bilgi aşinalığıyla pekişmiş, içinden ve çevresinden çeşitli fotoğraflarla zenginleşmiştir.
Kaç yıl önce gitmiştim oraya hatırlamıyorum, ya üç ya dört sene geçmiştir herhalde üzerinden. Aslında iki arkadaşımla birlikte Fethiye Kelebekler Vadisi olan güzergahımız, önce birinin, ardından diğerinin caymasıyla tek kişilik bir tura dönüşmüştü. Onların karar verme sürecinde İstanbul'un gecelerinde sokaklarda dolaşıp, bir mayıs ayının sabah ayazını yaşama fırsatı bulmuştum. İkinci arkadaştan gelen bana bir iki gün daha ver çağrısına, "bu kadar gün bekledim, ben gidiyorum" diyerek yanıtlamış ve önceden dergilerden resimlerini gördüğüm bu yere gitme kararı almıştım.
İğneada'ya gideceğim gün şu günlerde sayıları hızla artan 24 saat açık bir market/kafede sabahlamış, günün ilk otobüsüyle otogarın yolunu tutmuştum. Bir önceki gün otogara gidip danışmaya "İğneada'ya hangi firma gidiyor?" diye sorduğumu anımsıyorum. Ama nafile, danışmadaki bayan bana tuhaf gözlerle bakıp "orası neresi?" diye bir soru yöneltti. Ben de Kırklareli diye yanıtladım, o zaman şu numaraya git diyerek şu an numarasını hatırlamadığım perona gönderdi beni. Adres doğru gibiydi, perondaki şirket Kırklareli'ne gidiyordu, ama ben İğneada'ya seferiniz var mı, varsa ne zaman diye sorduğumda beni bir başka firmaya gönderdi. İçimden hadi bakalım, bulduk galiba diye düşünürken üç beş peron ötedeki firmaya gittim ve sordum, İğneada'ya seferiniz ne zaman?
Saat 16:00 civarıydı, aldığım yanıt son seferimiz yarım saat önceydi şeklindeydi. Anlaşılan bir gece daha İstanbul sokaklarındaydım. Ertesi günkü ilk sefer için biletimi alıp oradan ayrıldım. Sabah erkenden otogara gittim, ufak bir moladan sonra otobüse bindim ve artık gidiyordum. İğneada, beni bekle, geliyorum!..
Aklımda çeşitli sorular vardı. Acaba dergilerde gördüğüme ne kadar benziyordu? Kalacak yer bulabilecek miydim? Her yeri gezebilecek miydim? Niye bir fotoğraf makinem yoktu ki!.. türünde sorular uzayıp duruyordu. Kafamdaki soruları dağıtıp camdan etrafı seyretmeye başladım. Otobüs TEM üzerinden giderken Çorlu'dan sonra E5'e girdi, oradan da ağır ağır ilerledik. Lüleburgaz'a gelmiştik, ben ilk kez görme fırsatı bulabildiğim bu yerlerden aklımda daha çok şey kalması için gözümü dört açmışken Lüleburgaz'dan içeri saptık. Alabildiğine genişçe bir düzlüğün tam ortasından yola devam ediyorduk, çevrede çok fazla değişiklik olmadığından artık yola eski dikkatimi vermiyordum. Ta ki ileride dağları görünceye kadar. Yeniden cama yaklaştım etrafı izlemeye başladım. Dağları çıkmaya başladığımızda hafifçe sis bastırmıştı, yukarılarda ise sis buranın hakimi benim dercesine size yolu göstermiyordu. Otobüsün şoförü belki de hergün gidip geldiği bu yollarda hiç sis yokmuşcasına ilerledi. Yokuşu çıkarken bir çeşme gördüğümü hatırlıyorum, içinde kaynak suyu vardır, dursak da su alsak demiştim hatta...
Artık dağların tepelerindeydik, az önce uzanan uçsuz bucaksız ova ardımızda kalmış, büyükçe bir ormanın içerisinde yol almaya başlamıştık. Sis yine vardı ama ağaçların üstünde kalıyor, yola kadar inemiyordu. Yol biraz daralmıştı, ara ara kamyonlar, nadiren de arabalar görüyordum. Yolda bir ara sert bir fren yaptık, ama durmadan devam ettik. Herkes neler oluyor gibisinden kafasını uzatırken, muavin yolun ortasında bir 'tilki' olduğunu, onu ezmemek için fren yaptığımızı söyledi. Tilkiyi görebilmek için etrafa baktım, ama ağaçların arasında kaybolmuştu bile.
Bir süre gittiğimiz bu orman yolu tek tük evlerle bir yerleşim yerine yaklaştığımızın habercisiydi. Ben İğneada'ya geliyor muyuz diye düşünürken İğneada'dan bir önceki durak olan Demirköy'e geldiğimiz ortaya çıktı. Durduk, otobüsteki yolcuların neredeyse hepsi inerken sadece ben kalmıştım. Tek İğneada yolcusu ben miyim diye düşünürken Demirköy'den yaklaşık beş on kişi daha bindi. Ve biz yarı dolu otobüsle tekrar yola çıktık. Aradaki mesafeyi tam hatırlamıyorum ama yine ormanın içinden gide gide İğneada'ya vardık. Sonradan arabayla 2-3 saat sürdüğünü öğrendiğim yolu otobüsle 5,5 saatte katetmiştik.
Yılını tam hatırlamasam da bir 19 mayıs öğleden sonrası İğneada'ya varmayı başarmıştım. Bagajdan çantamı alırken kalabileceğim bir pansiyonu nerede bulabileceğimi sordum muavine. Tarif basitti, düz git, soldaki ilk sokağa girip sağa dön! Kolayca bulmuştum pansiyonu ama kapı bütün ısrarlarıma rağmen açılmıyordu, o sırada sokaktan geçen biri "siz bekleyin, hemen evsahibini çağırayım" dedi. Kısa bir bekleyişten sonra işte pansiyon sahibi karşımdaydı. O tarihte oda için 1,5 milyona anlaştık, sezon henüz açılmadığı için sadece odayı verebileceğini, kahvaltı ve yemeği kendimin halletmem gerektiğini söyledi. Çantamı odaya koyup etrafı gezmeye başladım. İlk dikkatimi çeken oradaki binalar en fazla 3-4 katlıyken yaklaşık 10 katlı, köyün tam merkezinde kabası bitmiş bir inşaat oldu!.. Aslında şanslıydım, o tarihteki tek turist olarak İğneada hakkında tüm bilgileri öğrenebilirdim.
İğneada sahili inanılmaz uzunlukta bir yer, plajının ise ilginç bir özelliği var. Yıllar önce MTA orada bir araştırma yapmış ve sahilde kumların arasında altın zerrecikleri olduğunu tespit etmiş, ancak maliyeti çok fazla olduğu için çıkartmıyor ve öylece bırakıyor. Yani anlayacağınız oraya giderseniz altınlar üzerinde yürüyebilir ve hatta güneşlenebilirsiniz:)
Kumsalın bir başka özelliği ise yaz mevsimi dışında motorsiklet tutkunlarının gözdesi olması. Buraya kalabalık ekipler halinde gelip upuzun sahilinde kros yapıyorlarmış. Yazının sonundaki linklerden birinde bizzat onların gözünden İğneada yorumlarını okuyabilir, bol miktarda bulunan kalkan balıklarını görebilirsiniz.
Köy kahvesinde öğrendiğim başka şeyler de oldu, mesela ortada devasa duran şu inşaatın hikayesi. Yıllar öncesinde bir yatırımcı buranın turizm açısından iyi bir potansiyele sahip olduğunu düşünerek bir otel yapmaya karar vermiş. Ama tam inşaat devam ederken vefat edince işler karısına kalmış, karısı da bu işi yapamayacağını düşünerek elinden çıkarmaya karar vermiş. Ancak o yıllarda İğneada çok az bilindiği, yeterince popüler olmadığı için inşaatın bir alıcısı çıkmamış. İğneada'ya daha sonra tekrar gitme fırsatı bulamadığımdan şu anki durumunu bilmiyorum, ama o çapta bir otelin çarçabuk el değiştireceğini sanmam.
İğneada tabii ki sadece bunlardan ibaret değil. Çevresinde bulunan minik göllere gidebilir, belediyenin o tarihte ücretsiz -şu anki durumunu bilmiyorum- sağladığı alanda çadırınızı kurabilirsiniz. Hayır, ben çadırda kalmak istemiyorum derseniz hemen sahildeki evleri dilerseniz 3 ay boyunca kiralama imkanınız var. Ev kiralarını bilemiyorum ama o tarihte İstanbul'da okul kantininde bir bardağını 100 bin liraya içtiğim çayı köy kahvesinde 25 bin liraya içtiğimi söylersem kafanızda birşeyler canlanabilir.
İğneada Türkiye'nin hakikaten ucunda bir yer, Bulgaristan sınırına olan mesafeniz sadece 12 kilometre! Köyün tamamını yürüyerek dolaşmanız yarım saatinizi dahi almaz. Balık seviyorsanız iskeleye inip taptaze balıkları alabilirsiniz. Oradaki balıkçılar bu balıkları İstanbul'a da götürdüklerini söylemişlerdi.
Yine İğneada ile ilgili bir bilgiyi ise İstanbul'a dönerken öğrenmiştim. Gidişimi anlatırken bahsettiğim bir çeşme vardı. Yanıma oturan İğneada'lı bey oradaki yokuşun meşhur olduğunu, arabanın motoru kapatılsa dahi kendi kendine yokuşu çıkabildiğini söylemişti. Daha sonra bunu kendisi de denemiş ve doğru olduğunu görmüş (O'nun yalancısıyım yani). Arabayla gidecek olursanız yol boşken deneyebilirsiniz, ne de olsa yakıt tasarrufu...
Son bir not, İstanbul'a döndüğümde çevremdekilere İğneada'dan bahsettiğimde, orası neresi, gerçekten bir ada mı, hangi limandan gidebiliyorsun türü sorular sordular. Siz de İğneada'yı sadece hava durumlarından biliyor ve oranın bir ada olduğunu sanıyorsanız umarım bu yazı doyurucu bir yanıt olmuştur.
Düşünün, yıllar önce gerçekleştirdiğim ve sadece 24 saat süren İğneada maceramdan bu kadar yazı çıktı, daha anlatılacak çok şey var ama en iyisi gidip yerinde görmek. Aşağıya İğneada hakkında bilgi alabileceğiniz bazı linkleri ekliyorum. Cumhur Aydın Bey'in "küçük oteller" yazısına biraz daha kuzeyden bir ek olsun benimki de. Bol köpüklü kahveler efendim, görüşmek dileğiyle...
Melih Çelik
İğneada Linkleri:
http://www.sihirlitur.com/gezi/igneada/
http://www.hogtr.com/PhotoGallery/010317/
http://www.cevre.gov.tr/genelbilgiler/sulakalan/igneadalonguzu.htm
http://www.geziturkiye.com/html/gezimap1.asp?id=GM390200
http://www.gezikolik.com/atlas/haber.asp?haberid=49
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan |
Öğretmenlerimiz
Hepimizin hayatında, ilkokul, ortaokul ya da lise yıllarından kalan bir iki öğretmeninizle yaşanmış anılar vardır. Bu insanlar bir şekilde sizde derin izler bırakmış, size şu ya da bu yolla kendisinden ciddi bilgi ve görüşler aktarmıştır. Aradan yıllar geçtikten sonra, düşündüğünüzde, aslında sizi siz yapan pek çok şeyin içinde, ortaokul yılarında, bu hocanın bir konuda anlattıkları, ya da genel tutumu kalıştır aklınızda.. ders konuları değil..
Bu anlamda, bende ilk kuvvetli izi bırakmış olan hocamız, sevgili Reşat Eroğlu idi. Reşat bey okulun lojmanında kalan, sakin, orta yaşı geçmiş, saçları hep düpdüzgün taralı, titiz, ve uzak sayılacak bir hocaydı.. Bize resim ve yazı derslerine gelirdi.. Şu gün, eğer yazıları düzgünse arkadaşlarımızın, muhakkak ki bunda onun çok emekleri oldu..
Yalnız ve pek arkadaşı olmayan birisi olarak hatırlıyorum kendisini.. Akli dengesi yerinde olmadığını düşündüğümüz bir karısı vardı. Pek ortalarda görmezdik bu kadıncağızı.. Ama görünce de hakikaten hafif tertip bir gariplik sezinlerdik davranışlarında. Anlatılan rivayete göre, ya bir uçak kazası ya bir otomobil kazası, böyle bir olayda, kendilerinin gözleri önünde biricik çocukları yanarak ölmüş, bu olay neticesinde Reşat hoca içine kapanmış, eşi de aklını kaybetmişti..
Reşat bey'den aklımda kalan en belirgin hikaye, çok yağmurlu bir kış günü, bloğumuza oldukça uzak bir binada olan odasından çıkıp, sınıfa girdi.. Şemsiyesi olmasına rağmen ıslanmıştı.. Her zaman yaptığı gibi, saygı ve özenle, kaşkolunu çıkardı, katlayıp kenara koydu, sonra paltosunu.. Kalın gözlüklerinin arkasından bakarak, o boğuk sesiyle 'günaydın' dedi.. Bu arada, çocuklardan biri, 'Hocam, bizim sınav sonuçları olacaktı?' deyince.. 'Hay allah.. ben sınav sonuçlarınızı unutmuşum, kusura bakmayın.' Deyip yeniden aynı özen ve saygıyla giyinip, onca yolu, o yağmur altında gerisin geri yürüyüp, not defterini alıp, tekrar sınıfa döndü.. Aslında küçük ve önemsiz gibi görünen bu olay, nedense bende yer etmiş.. 'Bekleyiverin haftaya söylerim notlarınızı, bu yağmurda geri yürünmez şimdi..' bile demeyip, sadece özür dileyen bir sakin, saygılı insan.. Allah rahmet eylesin..
İkinci bir hocamız Türkçe/Edebiyat öğretmeni, Hasan Gökçe.. Ne hoş bir insandı o da.. Ortadan ayrılmış hafif uzun saçları.. Mütevazı ve temiz giysileriyle yakışıklı sayılırdı.. Gerçekten edebiyata meraklı ve bilgili birisiydi. Derslerde sık sık uzun sohbetler yapar, bize anılarını, kitaplardan alıntılar falan anlatırdı..Bir anısı aklımda derin iz bırakmıştır..
Hasan hoca, küçük bir Anadolu kasabasında bir okulda müdür yardımcısı olarak görev yapmakta.. Senenin sonu gelmiş, müsamere yapılacak, ve oldukça önem veriyor bu işe, genç müdür muavini.. Uzun süre çalıştırıp çocukları, şarkılar, tiyatro oyunları ezberleniyor vs.. Ve o gün gelip çatıyor. Herşey hazır, Müdür kendisinden bir de açılış konuşması yapmasını rica etmiş.. O da konuşmasını hazırlamış, bekliyor sahneye çıkmayı.. Az sonra, vakit tamam diyorlar, ve sahnenin arkasından geçip, perdenin arasından çıkıyor ortaya.. En ön sırada, bilindiği gibi, kasabanın ileri gelenleri, savcılar, belediye başkanı, müdürler vs.. Bizim genç muavin, ezberinden söylemeye başlıyor konuşmasını.. Sonunda da lafı bağlamak için, bir şiirle tamamlayacağını söylüyor konuşmasını.. Çok çok iyi ezbere bildiği bir şiir.. Ve başlıyor okumaya.. İlk üç-beş mısrada bir sorun yok.. Yağ gibi kayıyor kelimeler dilinden.. Ne var ki, bir yere geliyor.. dikkati dağılıyor... unutuyor diyeceğini.. Bir bilinç boşluğuna düşüyor. Sanki, doğal bir es vermiş gibi, dikiliyor sahnede.. Tüm salon sessiz... Çıt çıkmıyor.. Bütün gözler üzerinde..Hasan hoca, konuşmasını bekleyen zevatın suratına bakıyor.. bakıyor.. saniyeler boşa aktıkça artıyor heyecanı.. ve öyle bir an geliyor ki.. artık.. şiir arasında verilebilecek 'es'lerin en uzununun alacağı zamandan da uzun bir süre geçiyor... Yapacak hiçbirşey yok... Geri dönüş imkansız, devam etmek anlamsız.. Zaten hatırlamasının da mümkünü kalmamış o heyecandan..
Kaldırıyor başını genç muavin.. ve bağlıyor sözlerini..
'Yarım kalan herşey güzeldir...'
Ne dersiniz.. Hoş değil mi...
Tüm sevgili öğretmenlerimizi saygıyla anıyorum..
|
En uzak mesafe ne Afrika'dır,
ne Çin,
ne Hindistan,
ne seyyareler
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan...
CAN YÜCEL
..........<>..........
HIYARARŞİ
Hıyar diyorum
Yoo, ben turşuyum diyor
RENGÂHENK
Bir yelkenli bayrağı al
- - Mor da olabilir - -
Almış yaprağına rüzgârı
Rumca bir şarkı patlatıyor
Denizin gözüne gözüne
Mubalâğa lâz oldu vre sevgilim
Aramızda bu yaz
Pontuslarını zaptetmeye birbirimizin
Selvi yeşili serenlerimize
Beğenmediysen o yeşili
- - Nefti mi? Değil. - -
Camgöbeği olabilir meselâ
Suların pöstekisinde sevişmek için
Mubalâğa yaz oldu bu yaz
İkimiz de ömrümüzün güzünde
Fuzulî'nin dediği Gedây - ı Muhteşemler
Bitkiniz tatlı - işemeden
Böyle böyle deryadil oluyor derya
Derûnumuzdaki...
Uyuyalım mı dedin vre sevgilim?
Gaflet ki, o bayrağı al yelkenliden
- - Mor da olabilir - -
Dalgalarla dalga geçen geçerken
Kucağımıza atlayan bir lâpindir
Menzilimiz Pontus değil Azrail
Ve önümüz sırf ebabil...
Lâkin o da ölecek bir gün mutlak
Bizcileyin yaşarsa bir yaz
Bunu Rabiş'in camına
Bayrağı al bir yelkenliye yaz !
- - Mor da olabilir ama- -
Rumca bir şarkı patlataraktan
Ağaran siyaha doğru
Siya siya !..
İki ceset ki aşktan boğulmuş
Kasımpatları gibi patlayan kulaklarıyla
Tozlarından tuzlarından donanmalar kurulmuş
Gidiyorlar Cezayir'i fethe yeni baştan
Biri erkek biri dişi
İki korsan
Güler'le Can...
İkisi de birbirinden alâ
İkisi de mubalâğa !
Şiirin bütün felâketine rağmen
İkisi de yaşıyorlar hâlâ ...
Böylece tekmil oluyor yavaş yavaş
Bütün bir sonbahar...
CAN YÜCEL
|
|
Kötü Kader
Barda, içki bardağına dalgın dalgın bakan bir adam oturuyordu. Neredeyse yarım saattir bu durumu değişmemişti. Derken, kavgacı görünüşlü, azman bi kamyon sürücüsü bardan içeri girip adamın yanına tünedi, adamın elinden içki bardağını alıp bir dikişte fondipleyiverdi. Zavallı adam ne yapacağını bilemeyip birden ağlamaya başladı. Bunu gören azman kamyon sürücüsü insafa gelip, "Hey, kes sunu, Sadece şaka yaptım, sana başka bir içki ısmarlayacağım, hiç böyle ağlayan bir erkek de görmedim" dedi. Zavallı adam cevaben ; "Hayır, hiçte düşündüğün gibi değil. Bugun hayatımın en berbat günü galiba. İlkin uyuyakalmışım ve işime geç kaldım. Patronun ters günüymüş, kudurdu ve beni işten kovdu. Üzgün dargın binayı terk ederken, arabamı aradım ancak park ettiğim yerde değildi, çalınmıştı. Polise gidip durumu anlattım ancak bir şey yapamayacaklarını söylediler. Eve dönmek için bir taksi çevirdim, taksiden inip eve girmek üzereyken cüzdanımı ve tüm kredi kartlarımı takside düşürdüğümu fark ettim. Gözden kaybolmakta olan taksiye bakakaldım. Eve girdim, o ne?, karım yatakta bahçevanımızla sevişmiyor mu ! Hirsla oradan ayrılıp bu bara geldim. Hayatıma son vermeyi intihar etmeyi düşünüyordum. Birden sen çıkageldin ve benim bütün zehirimi içtin."
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://web.bilkent.edu.tr/inet-turkey/edu-webs.html
Genellikle çocuğumuz veya bir yakınımızın eğitimi için araştırma yapılması gerektiğinde hemen kaynak bulmakta güçlük çekeriz. Türkiye genelindeki eğitim kurumlarının hemen tamamının web sayfalarını bu adreste bulabilirsiniz.
http://www.tdk.gov.tr/sozluk.html
...Türkçe Sözlük dilimizde yaşanan gelişmelere bağlı olarak sürekli güncellenmektedir. Şu anda sözlükte 98.861 anlam bulunmaktadır... Türk dil kurumunun güncel olarak sunduğu Türkçe sözlük.
http://www.aviarts.com/demos/flash/abadjarhythm/index.html
Bu sayfa için ses kartınızın olması gerekiyor. Girdiğiniz sayfada enter tuşunu klikledikten sonra, Sesini duymak istediğiniz müzik aletinin altındaki X işaretini kaldırıp play tuşuna basıyorsunuz. İyi dinlemeler.
http://www.friendsvet.com
...Kobayın sessiz ve sakin bir yaşam şekli vardır. Bu hayvanlar rekabete ve kıskançlığa neden olmamak şartıyla aynı kafeste iki erkek,bir dişi olarak yaşayabilirler... Evinize almayı veya beslemeyi düşündüğünüz hayvan dostlarımızla ilgili ayrıntılı bilgiler.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Anti-MAL 2.0 [506k] W9x/XP FREE
http://download2.thaiware.com/program6/anti-mal20.zip
Tayland yapımı, son derece ilginç bir program bu sefer size. Bir elektronik BÖCEKSAVAR. Çıkarttığı seslerle sivrisinek, hamamböceği ve fareyi ekarte ettiğini iddia ediyor. Doğru söyleyip söylemediğini deneyemedim ama sesleri dinledim. Beni korkutmadı, demekki ben haşarat sınıfına girmiyorum. Bir deneyin bakalım, çalışırsa mutlaka haber verin.
Zoom Player v2.70 [570k] W9x/2k/XP FREE
http://www.inmatrix.com/files/zoomplayer_download.shtml
Son derece işlevsel hazırlanmış basit bir media player. Özellikle DVD çalarken yaşanan pekçok soruna çözüm bulunmuş. Kısaca bir bedava media player'dan ne bekliyorsanız fazlasını bulmanız mümkün. Deneyin, pişman olmayacaksınız.
|
|
|