KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editör?


HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND

 16 Ağustos 2002 - Sempati mi? Empati mi?


İyi günler hepinize,

Buyrun burdan yakın işte. Sayın Derviş, kararını verdi. Özetle hepten kararsız kalmaya karar verdi. Birçoğunuz gibi bu değerli adama benim de sempatim var. Kendisi sempatik adam gerçekten. Konusuna hakim, saygılı, mütevazi, büyük biraderden destekli, çağdaş sol demokrat(!?) hoş bir adam. Hem de kararlı mı kararlı. Gerçekten kararlı. Neden mi? Çünkü, kararını çok önceden verdi Derviş. Şimdi gelin sempatiyi bir yana bırakıp, Derviş'le empati kurmaya çalışalım, yani kendimizi onun yerine koyup, adamı anlamaya çalışalım.

Bundan aylar önce, biri birinin kafasına kitap atmış, öbürü de onu bize şikayet etmiş, dolar ayyuka çıkmış, borsa dibe vurmuştu ya. İşte o gün ABD'deki bir evin telefonu çaldı.

- Kemal Bey, ben Karaoğlan, nasılsın? İyisindir, iyisindir. CNN verdimi bilmiyorum, bugün şey ettim ben, şikayet ettim. Ekonomi durdu, yok çıktı.. Her ne halt ise, hemen atla gel, at yoksa uçakla gel. Seni Naim gibi karşılatmazsam namerdim. Gel bi el at bize.
- Ohh my god, let me think for a while.. (Biraz düşüneyim diyor)
- Yok tınk mınk. Sana bir bakanlık, istersen iki de olur. Gel buraya, sen, ben, bahçeli evde, mutlu mesut yaşayalım.
- Ama Sir, burda bir düzenim var benim. Karım ne der sonra, sormam lazım.
- Uzatma artık, hakkımı helal etmem valla, gel buraya. Şu kredileri kapalım. Yolumuzu bulalım. Bu arada AB'ye de uyalım. Sonra seçim meçim bişi çıkartır yollarız seni geriye. Bu arada hanımı da hoş tutarız merak etme. Kapalı çarşı, şiş kebap, raki, tenis, deniz derken geçer vakit. Sen şimdi ücretsiz izin al. Burda ücret falan sorun olmaz. Dönünce kaldığın yerden devam edersin.
- Tamam Sir, ben sizi ararım az sonra.
.....

- Who was it my dear? (Hanım, kimdi o diye soruyor)
- Bla bla bla.....
- Ben anlamam sweet honey Dervishim, bana 2003'e NY de girmeye söz verirsen gelirim, yoksa bensiz gidersin bilmiş ol.
- Söz my darling, bir yolunu bulup döneceğiz geriye söz. Şimdi vatan benden görev bekliyor.
.....

- Selam Sir, geliyoruz, hazır olun....
.....

Gerisini biliyorsunuz, geldiler, epeyce yol aldık, umutlandık. Artık Ecevit'ten başka umutlar da olabileceğini anladık. Gün geldi, umutları üçledik. Cem, Özkan, Derviş bizi düze çıkarır dedik. Bir rüzgardır esti, serinledik. Derviş Bey, karar versin diye bekledik. O tutturdu, merkez solda birlik isterim de isterim diye. Çağdaş demokratik sol da bütünlük olmalı dedi, Cem'e gitti. Liderler anlaşmalı dedi, Baykal'a döndü. Tüm bunları sadece bir kişi köşesinde sessiz, sakin izledi. Sesini çıkarmadı. Biliyordu çünkü olacakları, sözleşmişlerdi taa başından. Tası tarağı toplayıp gidecekti Derviş. Şaşıran Cem oldu, biz olduk.

Hadi bakalım şimdi karar verin, merkez solu kim toplayıp birleştirecek? Eskinin tadı Ecevit mi? Benden başkasına lider diyeni vururum diyen Baykal mı? Güvendiği dağlara kar yağan garip Cem mi? Hadi canım siz de, merkez sol, sağ derken, iyice kenara düşen bizleri kim toplayacak asıl siz onu düşünün.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kıraathane Sahibinden


Püf Noktaları

Bir dosyanın üzerinde sağ tıklamayla ulaştığımız menüde "Gönder (Send to)" diye bir seçenek var biliyorsunuz. Acaba bu son derece işe yarayan bölümü ne kadar kullanıyorsunuz? Bunu bilemem ama bildiğim şu ki onunla sandığınızdan da çok şey yapılabiliyor. Bu aslında "C:\WINDOWS\SendTo" diye bir klasör. En çok kullandığınız programlara birer kısayol yaratıp bu klasörün içine atarsanız, dosyalarınızı kolayca bu programlardan istediğinizle açabilirsiniz. Örneğin, bir resim dosyasını izleyebileceğiniz yada edit edebileceğiniz birden çok programınız var. Veya Windows Media Player'ın yanında bir de Winamp kullanıyorsunuz. jpg yada mp3 dosyanızı istediğiniz anda istediğiniz programla çalıştırmak güzel olmaz mı? O zaman aynı dosyaları açan ama farklı işlevleri olan programlara birer kısayol yaratıp bu klasörün içine atın. Böylece son derece kolay bir komut ortamı yaratmış olursunuz. Deneyin bakın, seveceksiniz.

Okuyucu Profili Anketi-1
Okuyucu Profili Anketi-2


 Kahvecinin Günlüğü


  • NEZ
    Rumeli Hisarı'nda yıldızlı geceler...
    Rumeli Hisarı, 16 Ağustos, 21.00


  • FAZIL SAY
    Rumeli Hisarı'nda yıldızlı geceler...
    Rumeli Hisarı, 18 Ağustos, 21.00
  • Rumelihisarı Konserleri
  • MURAT GÖĞEBAKAN
    Murat Göğebakan yeni şarkılarıyla 16 Ağustos Cuma günü saat 19:00'da Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda buluşuyor...
    Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu 16 Ağustos, 19:00


  • UĞUR YÜCEL "HOUSE OF SAMBA"
    Park Orman, 22-29 Ağustos Perşembe 2002, 22:00
    Uğur Yücel, Ağustos ayı boyunca “House of Samba” gecelerinde Park Orman'da sahne alacak. 5 hafta süresince, her Perşembe akşamı Parkorman’da müzikseverlerle buluşacak olan Uğur Yücel ve iki kişiden oluşan ekibi, perküsyon performanslarıyla izleyicilerine farklı geceler yaşatacak.


  •  Ters Köşe: Mehtap Akdeniz


    Şeftalili Yaz Tarifleri

    Bilirsiniz yaz aylarının en nefis meyvelerinden biri şeftalidir. Tüylü yüzeyi nedeniyle kimileri tarafından ele alınamaz bir meyve olmasına karşın tadından çok tropikal kokusudur bu meyveyi çekici yapan. En sevdiğim meyvelerin başında gelen şeftaliyi sadece şeftali olarak tüketmek gerektiğine inanırım hep.

    Hamarat ev hanımı olmanın maharet olduğunu sandığım bilmem kaç yıl boyunca sürekli yemek tarifleri toplar, kitaplarını alır püf noktalarını hap yapar yutardım. Mutfakta denenmiş yemek tariflerinden oluşan bir sepetim mutlaka bulunurdu.

    Mutlu çiftler kulübünün sofralarında uzun uzun yemek üzerine konuşulur sonrada denenmiş yemek tarifleri alınıp verilirdi. Ayşe'nin külbastısı, Berrin teyzenin bayatlamaz kurabiyesi tarifleri o gecelerden kalan en keyifli anılar gibi bir peçeteye not edilir çantalara tıkıştırılırdı. Sonra.... Mutlu dullar kulübüne geçince sofraların konuları da değişti birden. Uzun uzun kuş olup uçamamışlara, kuş olup uçanların tavsiyeleri konuşulup, sonrada denemiş fantezi tarifleri alınıp verilmeye başlandı.

    Bir gün denenmiş şeftalili fantezi tarifi öğrendim. Belki evlilikleri şenlenir diye hemen üç mutlu çift, üç mutlu dul, dokuz kişi bir araya geldiğimiz bir gecede anlatmaya başladım. Aslında amaç, 'bakın ne erkekler var bu hayatta' mesajını ortamdaki erkeklere iletmekti elbette. Ama nerdeeeee....

    - Şeftali kokusuna bayılan bir erkek, ona şeftali kokmak için dünya üzerinde şeftali kokusu kokan bir parfüm bulamayan sevgilisine bir sürpriz hazırlamak ister.

    Küveti doldurur. Tam iki kasa şeftaliyi tüyleri suyun billurluğunu bozmasın diye soyar ve iri iri küvete dilimler. Kararmasın diye de içine bir litre limon sıkar....
    diye tarifi verdim.

    - Evliyken evine bir kilo şeftali almadığına bahse girerim..
    dedi bir kadın mağdur ve fantezinin içine limonu sıktı.
    - Ehhh gerisini anlatmayayım, gari gerisi sizin yaratıcılığınıza kalmış..
    dedim.

    Herkesin kendi yaratıcılığının elverdiği ölçüde, küvette iki kasa şeftali ve en büyük aşkı ile baş başa kaldığı kısa sessizliği dul bir erkek arkadaş bozdu;

    - Yaw o kadar şeftali nasıl yenir be...
    - Hıng!!!

    Elbette bu soruya bir cevabım oldu.. Cevap da sizin yaratıcılığınıza kaldı.

    Sevgiyle kalın

    Mehtap Akdeniz

     Araştıran Kahveci : Başak Postacı


    GLADYATÖR'ÜN HATIRLATTIKLARI

    "ZIT KARAKTERLİ BABALAR VE OĞULLARI:
    TÜM İMPARATORLUKLARIN SONUNU HAZIRLAYAN TEZAT"


    2000 yılında Oscar'ları toplayan "Gladyatör" filmi eminim ki seyreden herkesi etkiledi. Roma'nın "en muhteşem" dönemine epik bir bakış açısı, teknolojinin marifetiyle aynı zamanda görsel bir ziyafete dönüştürülmüştü. Tabii bu arada oyuncuların üstün performansını da göz ardı etmemek gerekiyor.

    Peki, filmdeki bazı karakterlerin gerçekten yaşadıklarını ve gerçek hayatlarında da filmdekinden pek de farklı olmadıklarını biliyor muydunuz? Evet, filmin başında bordo pelerini ve düşünceli yüz ifedesiyle ordusunu izleyen hassas imparator Marcus Aurelius ve hain oğlu Commodus gerçekten yaşadılar.

    Filmdeki "Marcus Aurelius" karakteri, gerçekte Roma'nın en iyi ve en beğenilen imparatorlarından biri olarak kabul edilmektedir. Filmde, kahramanımız General Maximus ile yaptığı konuşmaları fazla dramatik ve abartılı bulanlarınız için de hemen belirtilem: Kendisi aynı zamanda tarihin en ünlü filozoflarından biridir. Görüşleri, halen üniversitelerimizde (ki benim gibi hukukçu olanlar, kendisini "Hukuk Felsefesi" derslerinden hatırlayacaklardır) okutulmaktadır.

    Sanırım sizi yeterince şaşırtıp, dikkatinizi çektim. Şimdi, artık bu güzide şahsiyetten ve ne yazıkki kendisine hiç de yakışmayan öz oğlu Commodus'tan bahsedebilirim.

    "Tarihte Bir Filozof Kral"

    Marcus Aurelius'un (Doğum MS.121-Ölümü 180 ) imparatorluğunu, çocuk sahibi olamayan ve bu nedenle kendilerinin (ve dolayısıyla Roma tahtının) en iyi şekilde varisi olabilecek çocukları veya kişileri evlat edinme yöntemini benimsemiş olan bir dönem Roma imparatorlarına borçlu olduğunu söyleyebiliriz: İmparator Hadrianus hastalıklı ve çocuk sahibi olamamış bir imparatordu. Bu nedenle, Senato Konsüllerinden, 50 yaşındaki akıllı ve başarılı yönetici Titus Aurelius Fulvus'u evlat edinerek, onu tahtının varisi yaptı. Fulvus imparatorluğu 23 yıl boyunca barış ve refah içinde yönetti. O da, tıpkı kendi üvey babası gibi, yeğeni Marcus Aurelius'u evlat edinip, tahtının varisi yaptı.

    Marcus Aurelius üvey babasına hayran bir çocuk olarak büyüdü: Fulvus'un ince düşünceliliği, açık fikirliliği, işine olan sevgi ve bağlılığı Aurelius'u derinden etkiledi. Baba-oğul arasındaki bu sıcak ilişki halkın da sempatisini kazandı ve Aurelius daha tahta çıkmadan halkının gönlünde yerini aldı.

    Aurelius felsefe, din ve ahlak eğitimleri aldı, dönemin moda akımı "Stoacılığın" etkisi altında kalarak, bir "stoacı" oldu. Bu özelliği O'nun gerçekten iyi bir imparator olmasına sebep olduğu için, Stoacı felsefeden kısaca bahsetmekte yarar var:

    Stoacı felsefe okulu, aslen Kıbrıslı olan Zenon tarafından M.Ö. 308 yılında, Atina'da kurulmuştur. "Stoa" Yunanca'da "kemer" demektir ve Zenon derslerini büyük bir kemer altında verdiği için, onun okuluna "Stoacı Okul" denilir. Stoacılar özellikle "ahlak" konusu üzerinde durmuşlardır. Erdemi herşeyin başı saymış ve insanın erdeme kavuşmak için çaba göstermesi gerektiğine inanmışlardır. Sağlık, mutluluk, elem, zenginlik tasaları insanın davranışını etkilememelidir. Erdeme erişmenin yolu ise akla göre yaşamak ve ihtiraslara hakim olmaktır. Davranışlarında aklı kendisine yol gösterici edinen insan erdeme erişebilir.

    Aurelius, bu inançlar doğrultusunda oluşan düşüncelerini zaman zaman (çoğu savaşlar sırasında, karargahında olmak üzere) Yunanca olarak kaleme aldı ve bunları "Meditations" aslı eserinde topladı. Bu eserin en önemli özelliği en kişisel düşüncelerin, akla geldiği gibi ve edebiyat yapmadan, çarpıcı bir şekilde dile getirilmiş olmasıdır.

    Marcus Aurelius 161 yılında imparator oldu ve imparatorluğu 19 yıl boyunca yönetti. Bir stoacı olarak, insanların kardeşliğine inanıyordu. Kendisine verilen görevin gerektirdiği sorumluluk ve yükümlülüklerin bilincine, felfesi aracılığı ile, tam olarak vardı. İmparator olarak sahip olduğu gücü, ciddi bir görev bilinci içinde kullandı ve ihtirasların kendisini yönetmesine izin vermedi. O dünyanın en zeki adamı olmadığının farkındaydı ama sahip olduğu aklı yeteri kadar iyi kullanabileceğine ve Tanrıların "İlahi Aklı" tarafından kendisine yol gösterileceğine inanıyordu. Muhtemel ki, aynı dönemlerde yaşasalardı, Plato, Aristotales ve hatta Konfüçyüs'ün de onaylayacakları bir "filozof-kral" dı O.

    Aurelius, akıllı bir insan olarak, sadece doğru olanı yapmak istedi. Rüşvetin baştan çıkarabileceği biri olmadığını ise artık herkes biliyordu.

    Tahta çıktıktan bir yıl sonra, kendisini yıllar sürecek bir savaş dönemi içinde buldu. Doğu'ya yapılan seferlerden biri sırasında Roma Ordusu'na bulaşan ve çiçek olduğu tahmin edilen hastalık o kadar hızlı yayıldı ki, ordu geri çekilmek zorunda kaldı. Geri dönen askerler, hastalığın imparatorluk içinde de büyük bir hızla yayılmasına sebep oldular. Bu olay tarihe "Büyük Veba" olarak geçti, tam 15 yıl sürdü ve imparatorluk nüfusunun %25'ini yok etti.

    İmparatorluğun insan gücünün önemli bir kısmını kaybetmesi, o sıralarda nüfusu gittikçe artan ve Roma'nın sınır komşularından olan Alman kavimlerini heyecanlandırmıştı. Almanlar öteden beri hayalini kurdukları ılıman Akdeniz iklimini ve Roma'nın sahip olduğu yüksek yaşam standardını nihayet ele geçirebilecekleri düşüncesiyle Danube bölgesi ve İtalya'a saldırmaya başladılar. İmparatorluk için artık sözkonusu olan sınır genişletmek için sefer yapmak değil, mevcut sınırları korumak için savaşmaktı.

    Aurelius İmparatorluk sınırlarını korumayı en önemli görevlerinden biri saydığı için, ordusuyla cepheden cepheye koşarak, bu saldırıların üstesinden gelmeyi bildi. Ganimet elde edilmeyen ve yenilgiye uğratılan halkların da vergiye bağlanmadığı bu seferlerin masrafları elbetteki çok ağırdı ve bunların yükünü vergi mükellefi Roma yurttaşları üstlenmek zorundaydı. Aurelius bu korkunç masrafların yükünü biraz olsun hafifletmek için, hiç bir imparatorun yapmaya kolay kolay cesaret edemeyeceği bir şey yaptı: İmparatorluk mücevherlerini açık arttırmayla satarak, savaş masraflarının bir bölümünü bizzat kendisi karşıladı.

    Savaşlarla geçen bu zorlu dönem beraberinde korkuyu da getirmişti. İmparatorluk sınırları içinde Hıristiyanlığı kabul edenlerin sayısı ve bunların İmparatorluğa karşı direnişi hızla artıyordu. Roma hıristiyanlığı yasaklamış ve bu dini benimseyenleri en ağır şekilde cezalandırmayı bir kaç yüzyıldır devlet politikası haline getirmişti. Aurelius da, öncülleri Trajan ve Hadrian'ın yaptığı gibi, giderek daha fazla sayıda hıristiyanı idam ettirdi.

    Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Aurelius dünyanın (belirtmek gerekir ki, o dönemde "dünya" demek "Roma" demekti!) daha iyi olacağına inanıyordu. Ne yazıkki yaşı ilerledikçe, bu inancı yok olmaya başladı. Artık kendi gücünün bunu sağlamaya yetmediğine ve bu gücün ancak "kollektif" olursa bir anlam ifade edeceğine inanmaya başladı. İnsanları kendilerinde gereken yenilikleri yapmamakla suçluyordu. İnsanoğlunun geçmişteki büyük hatalarını yineleyeceğinden korkarak , ömrünün son yıllarına kötümser ve umutsuz bir insan olarak girdi.

    Bu umutsuzluğu, ne yazıkki O'na kendi kendisinin en büyük hatasını yaptırdı: Aurelius'un kendisini imparator yapan sisteme olan inancı tamdı, Ona göre bu sistem şahıslardan bağımsız ve mükemmel işliyordu, bozulması sözkonusu değildi. Bu nedenle 16 yaşındaki oğlu Commodus'u tahtının varisi yaptı. 180 yılında, Alman kavimlerinin saldırılarına karşı koyarken öldü ve oğlu Commodus tahtın yeni sahibi oldu.

    Böylece, İmparator Trajan ile başlayan ve "imparator" sıfatının babadan oğula geçmesi yerine, yeteneği ve zekası kanıtlanmış kişilere verilmesi geleneği (ki bu dönem tarihçiler tarafından "İyi İmparatorlar Dönemi" olarak anılmaktadır.), Aurelius'un kendi oğlunu varis seçmesiyle sona ermiş oldu.

    SONUN BAŞLANGICI: COMMODUS

    Commodus vasat, daha da kötüsü, hataları ve zaafları devraldığı gücün etkisi ile gün geçtikçe artmış bir karakterdi. Aslında tarihler, onun çocukken son derece iyi tabiatlı olduğunu yazıyorlar. Babasının görev aşkına gıpta ederek büyüdü, ama ne yazıkki Aurelius'un zekasına ve disiplinine sahip değildi. Zorluklara tahammülü ise hiç yoktu!

    İmparator olduğu sırada, Commodus da kendi ordusu ile birlikte, Danube'da görevinin başındaydı. Oysa imparator olur olmaz, önce Ordusuna yüklü miktarda bahşiş dağıttı, sonra Almanlar ile alelacele anlaşıp, onlar aleyhine yürütülen kampanyayı, kendi Generalleri aleyhine çevirerek (belki de bu tavrı filmin konusu için esin kaynağı olmuştur), havanın daha iyi, yaşamın kendisi için daha kolay olduğu ve sadece bir imparatorun yaşayabileceği her türlü zevk ve ihtişamı barındıran Roma'ya döndü.

    Roma'ya dönüşünde (her ne kadar "savaştan adeta kaçar" tavrı Romalı üst düzey yöneticiler tarafından eleştirilse de), bu yakışıklı, sarışın ve sağlam yapılı genç adamın tıpkı babası gibi iyi bir imparator olacağına inanan halkın sevinç gösterileriyle karşılandı.

    Ancak üst düzey İmparatorluk yöneticilerinin, Commodus'un kolaylıkla fiziksel zevkler peşinde sürüklenebilecek bir yapıya sahip olduğunu keşfetmeleri uzun sürmedi. Böylece genç İmparator yüzlerce kadın ve genç erkekle dolu hareminin sadece kendisine has olan zevklerine dalarak, İmparatorluğu gereği gibi yönetememeye başladı. Hatta aşırı lükslerine gereken parayı temin etmek için kamu binalarını ihaleye çıkarıp, en yüksek fiyatı verenlere sattı (Babasının savaş masraflarını çıkarmak için sattığı mücevherleri hatırlayın!!! ).

    Commodus savaşların getireceği zorluklara katlanmaktansa, düşmanlarıyla barış yapmayı tercih ediyordu. Ama artık sabırları taşmış olan Senato üyeleri, O'nun bu tavrını "vatana ihanet" olarak değerlendirdiler ve üst sınıftan bazı zengin Romalıları da yanlarına alarak, Commudus'a karşı örgütlenmeye başladılar. Aralarında Commudus'un kızkardeşi Lucilla'nın da bulunduğu bu grup Commodus'u ortadan kaldırmak için bir suikast planı yaptı. Ancak bu teşebbüsleri, O'nu öldürmekle görevlendirilen genç Senato üyesinin elinde bıçağı olduğu halde uzun bir konuşma yapmak zorunda kalarak Commudus'un korumalarının dikkatini çekmesi nedeniyle, başarısızlıkla sonuçlandı. Suikast planlayıcıları, kızkardeşi Lucilla'da dahil olmak üzere, idam edildiler. Böylece Senato da ciddi biçimde korkutuldu ve sindirildi.

    Commodus, babasının ahlaki standartlarını sürdürmekteki başarısızlığını ve geçmişte aslında iyi bir insan olduğunu kendisine hatırlatan herkesten nefret etti. O, tıpkı İmparator Neron gibi, fiziksel performansı ile tanınmayı ve saygı duyulmayı arzuladı: Fiziksel gücü ile gurur duyuyordu, bu durumu O'nu "Herkül" ü kişisel tanrısı olarak seçmeye ve hatta giderek kendisini onunla özdeşleştirmeye götüren bir saplantıya dönüştü (öyleki, o dönemde kendi adına bastırdığı sikkelerde, Commodus kafasında Tanrı Herkül'ün simgesi olan aslan postuyla görülmektedir).

    Arena'ya girerek gladyatörlerle ve vahşi hayvanlarla dövüşen ilk İmparator oldu. Bu şekilde herkesin hayranlığını kazanacağını umduğu kanlı dövüşleri, ne yazıkki bir imparator olarak kendini küçük düşürdüğü gerekçesiyle halkı tarafından hiç de takdir edilmedi.

    Sıradan insanların (ki bunlar "halk" oluyor) duygularıyla hiç bir şekilde ilgilenmeyen Commodus, Roma'daki korumalarının ve imparatorluk sınırları içindeki askerlerinin sivil halkı sömürüp, onlara karşı acımasız davranmalarına da izin verdi. Bu arada, kendisine muhalif olduklarını bildiği Ordu yöneticilerine karşı duyduğu endişeyi gidermek için, onların çocuklarının "bakım ve gözetimlerini" sorumluluk sahibi bir imparator olarak (!) üstlenerek, ama gerçekte resmen "rehin" alarak, babalarının Ordu'ye ve dolayısıyla kendisine daha iyi hizmet vermelerini sağlamaya çalıştı.

    Commodus'un kendisine muhalif olanların isimlerinden oluşturduğu "Ölüm Listesi" de giderek uzuyordu. Listede adlarının bulunduğunu öğrenenler, Commodus'u ortadan kaldıracak yeni bir suikast planı yapmakla aslında kaybedecek hiçbir şeylerinin olmadığını farkettiler.

    Bu sefer suikastı gerçekleştirecek kişi, büyük bir para karşılığı görevi kabul eden ve Commodus'un en güvendiği korumalarından biri olan çok sevgili "Hamam arkadaşı" idi. Bir yılbaşı gecesi, hamamda silah olarak (mecburen) ellerini kullanan arkadaşı tarafından boğularak öldürüldü. Halka ise geçirdiği felç neticesi öldüğü söylendi ve ne şekilde olursa olsun ölmüş olması, halk arasında büyük bir seviç yarattı.

    Commodus'un 12 yıl süren saltanatı, tarihçiler tarafından "Roma İmparatorluğu'nun çöküş döneminin başlangıcı" olarak kabul edilmektedir.

    Osmanlı'nın da sonunu, iyi eğitimli, gözüpek, çalışkan ve cengaver padişah babaların, taht sırası kendilerine gelene dek yaşamlarını saray içindeki "Kafes" dairesinde (açık tabir ile "hapishane") ve her an öldürülme korkusu içinde sürdürmek zorunda kaldıkları için ne yazıkki sinirleri harap, ruhsal dengeleri bozuk ve eğitimleri yetersiz olan oğullarının hazırladığını düşününce, son sözüm şu olacak: TARİH GERÇEKTEN DE TEKERRÜRDEN İBARET!

    Başak POSTACI
    basakp@nurol.com.tr

    Yararlanılan KAYNAKLAR:
    Rome, From Golden Age to Political Chaos - Frank Smitha
    Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi - İletişim Yayınları
    Hukuk Felsefesi" - Prof. Dr. Adnan Güriz

     Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


    Ritüeller ve Erkekler..

    Bir kadının kapısını açmak... Sigarasını yakmak.. Çoğunlukla biz erkeklerin pas geçtiği küçük ayrıntılar.. hoşluklar..özenler..

    Ben yatılı okulda büyüdüm.. 80 öncesi çalkantılı dönemlerde, bazı davranışları küçük burjuva özentisi olarak sınıflandırıp, kadınları aciz ya da güçsüz sınıflandırmasına soktuğunu düşündüğümüz her türlü davranışı da bir kenara iteleyerek belirledik ilişkilerdeki tutumumuzu..

    Önceki gün, hafta sonunda bir lokale gittik üç beş arkadaş.. İçimizde İzmir'den misafir olarak gelmiş çok da tatlı bir hanım arkadaşımız, kardeşimiz vardı.. Yine bir lise sınıf arkadaşımızın eski eşi.. Son derece düzgün, iyi eğitimli, pırıl pırıl birisi.. Söz maçoluğa geldiğinde, bu arkadaşımız 'Ben maçoluğa da aldırmam, yeter ki insan kendisine bunu itiraf edip, tutarlı ve barışık olabilsin' dedi. Sonra da bir erkekten beklediklerinden bahsederken, kendisini kadın gibi hissetmesini sağlıyacak, onu mutlu edecek olduğunu düşündüğü, basit bazı davranışları sıraladı.. İşte bunların içindeydi, kapının açılması ve sigarasının yakılması detayları..

    Sohbete katılanların tamamında, gördüm ki, artık eski kalıplar geçerliğini yitirmiş bizim kuşak için. O kalıpların içinden sıyrılıp çıkmışlar.. Sorgulayıp, kendilerine empoze edilen tolpumsal doğruları değil, mutlu olmalarını sağlayan detayları özgürce ortaya koyabilir olmuşlar.

    Şık bir sofra, kırmızı şarap eşliğinde belki bir iki dilim peynir, üzüm taneleri, asma yaprağı vs ile bezenmiş bir minik sofra değil midir yaşamımızın o anını özel kılmamızı düşünmemizi sağlayan küçük detaylar...

    Yaşamımızın kalitesini yükseltmekten dem vuruyoruz. Bunun için illa da pahalı ya da lüks tüketimlerimiz olması gerekmiyor. Sadece biraz özen ve gusto.. bunlar fevkalade yeterli kendimizi daha iyi hissetmemiz ve karşımızdakine verdiğimiz özel önem ve değeri hatırlayıp, aktarabilmemiz için.

    İstanbul'da küçük ve kısıtlı bir grubumuz var.. 'Şarap Dostları Derneği' adında.. Ben ne yazık ki iki yıldır aidatları ödeyebilecek maddi imkanım kalmamış olduğu için toplantılara katılamıyorum.. O huzurum da yok zaten.. Böyle şeyler biraz da zaman ve keyif işi değil midir?... Günlük kaygılar nedeniyle o keyif de olmayınca.. bu işler de olamıyor işte.. Neyse, bu grubun onbeş günde bir yaptığı tadım toplantılarında, uzun bir masanın etrafında oturan üyeler, önce tadılacak olan şarabın hangi üzümlerden yapıldığı, hangi sene ve hangi şatonun mahsulü olduğu konusunda bilgilendirilirler, sonra da tadıma geçilir. Tüm bu aktivite, şaraba, emeğe, zevke ve bilgiye bir saygı içerisinde, sakin bir ortamda yapılır. Toplantıların bir tanesi vardır ki, işte o, tüm çalışmaların bir zirvesidir... 'Best of the best' tadımı.. Bu küçük grubun küçük maddi imkanları çerçevesinde toplanmış olan Chateau Margaux'lar mı dersiniz, ya da hangi şarapsa.. en nadide olanları gelir masaya.. Sırayla, yılların en iyi ürünleri, üreticilerin medar-ı iftharları.. Ve bu şaraplar tadılıp üzerlerinde konuşulur artık uzmanlaşmış şarap şövalyelerince...

    Gecenin yaklaşmasıyla birlikte, toplantı hangi otelde yapılmaktaysa o otelin en güzel salonuna geçilip, gene bu işten en iyi anlayan kişilerce hazırlanmış olan bir mönü ve bu mönüye uygun şaraplar eşliğinde enfes yemekler ve tatlılar yenerek senelik program kapatılır.. Bu aktivitede şarap şövalyelerinin kılıçlar, müzik ve özel kıyafetler eşliğinde içeri bir girişleri vardır ki.. görmeye değer gerçekten..

    Gece bittiğinde damağınızda, içtiğiniz mükemmel şaraplar, yediğiniz nefis yemekler ve tatlıların lezzeti, dimağınızda yaşadığınız özel gecenin tadı ile ayrılırsınız toplantıdan..

    Bazen, bu kadar dert varken.. derdim kendi kendime.. doğru mudur bu yaptığım?

    Karar vermekte zorlanmakla beraber bu soruya.. yaşamımızın kalitesini yükseltmek, detaylara önem vermek, çevremizdeki insanlar ve olaylara olan duyarlılığımızı artırmanın, hem kendimize hem çevremize iyi geldiğini düşünüyorum..

    Gelin, bu gece eve giderken, birer şişe kırmızı şarap alalım.. şöyle iyisinden bir şey, en basitinden bir Cabernet Sauvignon mesela.. Ve sevdiklerimizle, yemekten önce, mesela bir mum ışığında, belki mesela balkonumuzda, ya da bahçede.. bir ritüel eşliğinde açalım, tadalım önce, ve güzel bir sohbete eşlik ettirelim değerli şarabımızı..

    Şarap bahane.. ilişkilerimize, yaşamımıza, zorluklara, herşeye bir dur deyip, bir saatliğine de olsa, kendimizi ve eşimizi, birer beyefendi, hanımefendi havasında tutup, alışılmışlıklardan sıyrılarak, o anın tadını çıkartmaya bakalım..

    Yaşamımızı ritüellerle süsleyelim...

     Dost Meclisi


    Üniversite Kuyruğundakilere Uyarılar

    Artık Üniversiteli oluyorsunuz! Işıl ışıl gözleri, kimisi daha 18'inde bile değil fakat yeni bir yolun başındalar. Nasıl da büyük bir sevinç ve heyecan var şu an içlerinde kıpır kıpır yürekleri, zihinlerini yeni bilgilerle donatacakları ve de geleceklerini çizecekleri mekanlara yerleştirilmeyi bekliyor. Büyük ümitlerle gelinecek okullara kimisi istediği yere girdiğine memnun kimisi ise sadece açıkta kalan 1 milyondan fazla kişinin içinde olmadığına memnun. Bu şekildeki bir kötünün iyisi mantalitesinde olan gençliğimiz tabi bu günlere gelmek için ne krizler ne iş bulma sendromlar ne ihtilaller yaşadı. Ama tabi bunlar her toplumun yaşaması gereken sancılar özelliklede bizim gibi Cumhuriyet tarihi çok gibi gözükse bile 75 yıllık olan bir toplum oturması için çok kısa bir süre.

    Neyse ben gene felsefeye fazla dalmadan üniversite yıllarında başınıza kesin gelecek olaylardan bir kaç örnek vererek kendiniz okulun ilk gününden son gününe kadar biraz hazırlamak istiyorum arkadaşlar. Vereceğim örnekler hep ben ve benim gibi arkadaşlarımın yaşamış olduğu olaylar olacaktır. Tabi bu arada bir not düşmeliyim ele aldığım öğrnci kitlesi normal öğrenci statüsünde sayılan biraz kopyacı, biraz az çalışan, gezmeyi seven, yani tam bir üniversite yıllarını hoş anılarla geçirmeye müsait bir kitle.

    Üniversite yılları anıları daha ilk günden kayıt gününden başlar, evet evet daha kayıt gününde traji-komik hatta bazende çok sevindirici olaylar yaşayabilirsiniz. Örneğin kayıda tek başınıza gelmek gibi bir gaflete düştüyseniz yandınız demektir. Çünkü aynı anda birden fazla kuyrukta olamazsınız:) Tabi ne alaka diyeceksiniz. Haklısınız da normalde devlet daireleri gibi çalışan bu kuyrukların başındaki masalar sizi bi o masaya bi bu masaya göndereceklerdir. Ama işte orada bizde akıllılık edip ne yapıyoruz, aynı anda kaç kuyruk var ise hepsine giriyoruz bir bakıyoruz ki beş dakkada işlemlerimiz bitmiş. Çile olacak kayıt telaşı bizim için bir bayram havasına dönmüş.

    Bu kadarla da bitmez kayıt olayları bir de özellikle üniversiteye yeni başlayacak olan bayan arkadaşlarımızın farklı bir durumları daha vardır. Şimdi bu üniversite kayıtlarında çeşitli kulüpler kendi kulüplerini tanıtmak için çırpınıp dururlar ve burada kızlı erkekli birçok Türk evladı amatör ruhla para bile kazanmadan benim kulübüm şööledir bööledir diye yırtınırlar. Sonunda ne mi olur; çok basit burada yırtınan gençlerimizden uyanıkları ve hızlıları üniversite hayatına yeni başlamış olan toy (rookie veya çaylak) arkadaşlarımızı avları oalrak belirleyip bir güzel tavlarlar. Zaten bu tip aktivitelerin en faydalı tarafı da budur yırtınan arkadaşlarımız için.

    Evet kayıt bitti artık dersleri bekliyoruz isterseniz bir dahaki yazıda kaldığımız yerden devam edelim. Dile kolay tam dört yıl hata hazırlık okuyanlar için beş bir de çift dikiş deneyenler için söylemiyorum bile.

    Sevgiyle kalın....

    Olga Ufuk Gören

     Tadımlık Şiirler


    NÂZIM HİKMET

    hüzün ki en çok yakışandır bize
    belki de en çok anladığımız

    biz ki sessiz ve yağız
    bir yazın yumağını çözerek
    ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
    ovayı köpürte köpürte akan küheylan
    ve günleri hoyrat bir mahmuz
    ya da atlastan bir çarkıfelek
    gibi döndüre döndüre
    bir mapustan bir mapusa yollandığımız

    biz, ey sürgünlerin nâzım'ı derken
    tutkulu, sevecen ve yalnız
    gerek acının teleğinden ve gerek
    lâcivert gergefinde gecelerin
    şiiri bir kuş gibi örerek
    halkımız, gülün sesini savurup
    bir türkünün kekiğinden tüterken
    der ki, böyle yazılır sevdamız

    hüzün ki en çok yakışandır bize
    belki de en çok anladığımız

    ..........<>..........

    LAVINIA İÇİN SONNET

    sana da yas yaraştığı söylenir, öyle değil!...
    birden bir dal kırılır, hani düşer ya suya,
    sen o akarsusun... akma!... kendine eğil,
    orda gördüğün dalı, ey solgun lavinia,
    sanki tanır gibisin... belki eski yerinden
    göçmüş bir yaz sözünde unutulan zakkumu
    usulca büyüttündü, akarak ta derinden;

    anımsa, öpüşlerdeki taşı, çakılı, kumu...

    nerde bir yaz olduysa o dalı taşır şimdi;
    ah! al götür, al götür... bırakma bir kuytuda;
    sen onu bıraktıkça ona yaraşırım şimdi
    yas... ansızın köpüklerle sevişen bir duyguda...

    kırık... o yaz aynalarda durulsun diye güyâ
    sana yas değil elbet, yaz yaraşır lavinia...

    Hilmi Yavuz

     Biraz Gülümseyin


    Ördekleri Ezme

    3 adam ölür ve cennetin kapısına gelirler. Cennetin kapısındaki melek onlara der ki:
    - Burada tek kural var, ördekleri ezmiyceksiniz....
    Adamlar bişey anlamaz ama cennete bir girerler ki, her taraf ördeklerle dolu adım atacak yer yok. İçlerinden biri yanlışlıkla bir ördeğin üstüne basar, anında bir melek gelir yanında da görüp görebileceğiniz en çirkin kadın. Melek adama der ki:
    - Sen ördeklerden birini ezdin, ceza olarak bu kadınla seni sonsuza kadar birbirinize bağlıyorum.
    ...ve melek onları zincirle birbirlerine bağladıktan sonra gider.
    İkinci gün adamlardan biri daha yanlışlıkla bir ördeğe basar. Hemen melek çok çirkin bir kadınla gelir ve zincirle ikisini birbirine bağlar. Üçüncü adam tek başına kalır.
    Arkadaşlarının başına geleni gördüğü için ördeklere basmadan etrafı dolaşmaya başlar. Aylar geçer ve adam tek bir ördeği ezmemiştir. Bir gün bakar ki melek ona doğru geliyor, yanında da son derece güzel ve seksi bir kadın. Melek hiçbişey söylemeden adamı bu kadınla birbirlerine zincirler ve gider. Adam bu işe çok şaşırır ama çok da sevinir:
    - Bunu hakedecek ne yaptım acaba?
    Kadın cevap verir:
    - Onu bilmem ama ben bugün bir ördek ezdim...
    ..........

    Sultan'ın teknolojik Versiyonu

    Bu da Sultan'ın tekno versiyonu (Teşekkürler Mert Polatay)

     Kahveden Önce: Balık


    Karides Kavurma (Çin Usulü) (4 Kişilik)

    Malzeme:
    ½ kg karides (cimcime-çiğ)
    4 diş sarımsak
    3 adet yeşil soğa1 adet domates (irice)
    1 çorba kaşığı domates püresi (veya salçası)
    1 kahve fincanı sıvı yağ
    1 adet kök zencefil (kibrit kutusu büyüklüğünde ve taze)
    1 çay kaşığı tane karabiber
    ½ çay kaşığı Tabasco (Acı sos)
    1 çorba kaşığı beyaz şarap
    1 çorba kaşığı soya sosu
    Tuz karabiber

    Yapılışı:
    Sıvı yağı derin bir kapta kapta kızdırın. Zencefilleri ince ince doğrayın. Sarmısakları da ince doğrayın ve ikisini birlikte kızgın yağda yumuşayana kadar pişirin.
    Çiğ karidesleri ayıklayıp karışıma ilave edin ve 2 dakika kadar pişirin. Önceden havanda dövülmüş tane karabiberleri, Tabasco'yu ve domates püresini ilave edip karıştırmaya devam edin.
    Bu arada domatesi de küçük küpler halinde doğrayın ve soya sosu ve şarap ile birlikte karışıma katın.
    Yeşil soğanın yalnız yeşil kısımlarını kibrit çöpü büyüklüğünde daha önceden doğrayıp hazırlayın ve bu aşamada ilave edin. Tad katmak için yeterince tuz ve karabiber serpin.
    Sıcak servis yapın.

     Kıraathane Panosu



    ÖNERİYORUM

    İstanbul'un kargaşasından sıkılmış sessizlik isteyen arkadaşlara Olimpos'u tavsiye ederim. Yatın hamağa, alın elinize kitabınızı hafif müzik eşliğinde birşey içerek dinlenin ya da derenin buz gibi suyunun denize karıştığı yerde denize girin. Size önerebileceğim yer Hobbit Pansiyon denize 50 m uzaklıkta çok şirin bir yer. İlgilenenlere telefon numarası 0 242 825 73 14-21 Tesisin tek kötü yönü var ayrılmak bayağı zor oluyor :)

    Hande Bayülken


    PANO EMRİNİZE AMADE

    Duyurularınız için kullanabileceğiniz bu köşe sizin için. Yazın yollayın yayınlansın...
    Vallahi de Billahi de bedava:-)))

     İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


    http://www.komilizeytinyagi.com.tr/merak_ettikl_center.htm
    Komili tarafından hazırlanmış zeytinyağı sitesi. Zeytinyaği hakkında bilmek istediğiniz, merak ettiğiniz hemen herşey var.

    http://www.maharishi.org.tr/vedik_organik1.htm
    Maharishi ismini transandantal meditasyon ile ilgililenenler bilirler. Maharishi derki '' Hayatın Doğası Mutluluktur. Transandantal Meditasyon Tekniği bunu keşfetmenin en kolay yoludur.'' Ayrıca organik tarım ve rock müzik arasındaki kesişme noktaları.

    http://www.funbun.com/f_wc0802.asp
    Kahve molasında özel bir hizmet: siz kahvenizi içerken özel bir test sizi bekliyor. Aslında en doğrusu kahve tercihiniz sizi ele veriyor.

    http://www.uluslararasiegitim.com/default.asp
    Türkiye dışında eğitim görmek isteyenler için her seviyede eğitim ve burs bilgileri. Ayrıca vize, askerlik ve ülke tanıtım bilgileri de eklenmiş.

     Damak tadınıza uygun kahveler


    iISystem Wiper v2.1 [403k] W9x/2k/XP FREE
    http://nn101.virtualave.net/clean.html
    Uzun süre kullanımdan sonra Windows'ta kalan geçici dosyaları, logları birer birer temizleyen, işlevsel bir program. Sistemle ilgili temizlik yaptığından biraz dikkatli olmanızda yarar var ama çekinmeden kullanabilirsiniz.

    Cache Decimator v31.33.7 [36k] W9x/2k/XP FREE
    http://members.aol.com/gluetube149/cdv3.exe
    Internette gezdiğiniz yerleri, kırdığınız fındıkları:-)) başkalarının meraklı gözlerinden saklamak istiyorsanız, bu minicik program tam size göre. Sistem Çubuğuna yerleşiyor ve size temizlenmeniz için her türlü olanağı sunuyor. Yükleyin beğeneceksiniz.
    http://kmarsiv.com/sayilar/20020816.asp 16 Ağustos 2002 - ©2002-kmarsiv.com
    istanbullife.com