KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND

 19 Ağustos 2002 - Depremin Sanatsal İzdüşümü!..


Yepyeni bir haftaya daha merhaba,

Bu hafta sonunu 17 Ağustos'u anmadan geçmek olmazdı. Marmara Bölgesinde o 45 saniyeyi yaşayıpta geçtiğimiz Cuma gecesi saat 03:02 de yüreği titrememiş biri olduğunu sanmıyorum. O gece uyuduğumda saat 4'ü geçiyordu. Yaşadığımız 45 saniye ve sonrasını an be an hatırladım. Dizlerim titredi. Yapılan anma törenlerinin arasında birtanesi olağanüstüydü. Yüzlerce beyaz balonun, üzerlerine yazılmış isimlerle birlikte göğe yükselmesi bana kalırsa, saygının, yaratıcılığın ve en önemlisi sevginin dışa vurumuydu. Eminim o balonlar yollarını bulmuş sahiplerine ulaşmıştır. Başka balonlar uçurmak zorunda kalmayacağımız günlere ulaşmak ümidiyle, Cumartesi gecesi izlediğim bir belgeselden söz etmek istiyorum.

01:00 sularında, TRT1'de Değirmendere ile ilgili bir belgesel vardı. Başını izleyemediğim için, konuya hakim olamadan, özellikle zamanı unutup, izlemeye koyuldum. Değirmendere'de gerçekleştirilen "Uluslararası Heykel Sempozyumu"ydu konusu. Sekizincisi düzenlenen sempozyumda, Japonya'dan, Almanya'dan, Macaristan'dan, Hindistan'dan gelen heykeltraşlar, halkla içiçe eserlerini yaratıyor ve daha sonra seçtikleri yerlere kendi elleri ile dikiyorlardı. Fikir olarak ta, uygulanma biçimiyle de harikaydı. 1 ay süresince o birbirinden güzel eserlerin bir kütükten hayat bulmasını izlemek gerçekten çok güzeldi. Bugüne kadar 46 sanatçı tarafından üretilen 49 eser Değirmendere sahilinin en güzel yerlerini süslüyordu. İşte dedim, yıkılan bir kentin yeniden varolma çabası ancak bu kadar güzel olabilir. Yaklaşık yarım saat bu düşüncelerle belgeseli huşu içinde izlerken, biranda Alev Gürzap'ın açıklaması ile buz kestim. Belgeselin çekim tarihi 22 Temmuz 1999'du, yani depremden tam 26 gün önce çekimleri bitmişti. Ancak montaj aşamasına gelindiğinde, deprem olmuş ve depremden sonraki görüntüler de belgeselin sonuna eklenmişti. Denizin altına gömülen sahilden arda kalan birkaç heykel de sergilenemeyecek biçimde hasar görmüş, sağda solda yatıyordu. 15 dakika boyunca kendime gelemedim. Boğazıma birşeyler düğümlendi. Konuşamadım da.

Hayatımızın her bölümünü bir şekilde etkileyen bu felaketin, sanatsal anlatımı da ancak böyle olurdu diye düşündüm. Japon heykeltraşla resim çektiren çocuklardan bazılarının belki şu anda yaşamadıklarını düşünmek bile kahrolmama yetti. Ne olursa olsun, klasik felaket görüntüleri yerine bu tür bir belgeselle anmayı akıl eden TRT'cileri kutlamadan geçemiyeceğim.

Değirmendere'nin şu anki halini bilemiyorum ama ilk fırsatta gidip görmek istiyorum. Belki aramızda İzmit'li dostlar vardır ve bizi aydınlatırlar.

..........

Derviş'in kaçış planı sürüyor farkında mısınız? Baykal'ın hafta sonu ettiği lafları duydukça köşesinde kıkır kıkır güldüğüne eminim. Herşey planladığı gibi gidiyor. Artık CHP'ye katılmamak için de geçerli nedenleri var. Yalnız unuttuğu birşey var ki, o da bu milletin kendini tutkal sananlara değil, özverili, güvenilir liderlere ihtiyaç duyduğu. Tutkala fazla su karıştığı için tutmuyor, güvenilirliği de her geçen gün örseleniyor, haberi ola.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kıraathane Sahibinden


Püf Noktaları

Windows 98 de en gereksiz şeylerden biri de, bilgisayarınıza girişi engellemek için var olduğu sanılan windows giriş ekranının şifre bölümü. Eğer bir kere şifre yazmak gibi bir gaflete düştüyseniz, sanırsınız ki, şifreyi doğru yazmazsam içeri giremem. Oysa "İptal" tuşunu tıkladığınız da içeri rahatlıkla girebilirsiniz. Denemediyseniz mutlaka deneyin. Haa, illa da bir şifre koruması isterseniz, size en kolay yolu anlatayım. Ekran koruyuculardan birini çalıştırın ve şifre ekleyin. Yani ekran koruyucusunu kapatmak için şifre sorsun. Sonra seçtiğiniz ekran koruyucunun "scr" uzantılı dosyasına bir kısayol yaratarak bunu da "Programlar/Başlangıç" klasörüne kopyalayın. Bu durumda her windows açılışında ekran koruyucu hemen devreye girecek, çıkmak için de şifre isteyecektir. Bunu geçmenin tabi ki yolu var ama bazı misafir kullanıcılar için caydırıcı olacağı kesin.

 Kahvecinin Günlüğü


  • YAŞAR
    Rumeli Hisarı'nda yıldızlı geceler...
    Rumeli Hisarı, 19 Ağustos, 21.00


  • Rumelihisarı Konserleri
  • UĞUR YÜCEL "HOUSE OF SAMBA"
    Park Orman, 22-29 Ağustos Perşembe 2002, 22:00
    Uğur Yücel, Ağustos ayı boyunca “House of Samba” gecelerinde Park Orman'da sahne alacak. 5 hafta süresince, her Perşembe akşamı Parkorman’da müzikseverlerle buluşacak olan Uğur Yücel ve iki kişiden oluşan ekibi, perküsyon performanslarıyla izleyicilerine farklı geceler yaşatacak.


  •  Ankara'dan : Cumhur Aydın


    Orda kimse var mı?

    Büyük depremin bir kaç yıl öncesi Karamürsel'de iki yıla yakın süre yaşamış olmamız, çektiğimiz acıyı katmerleştirdi.

    Her gün ekmek aldığımız Ali Amca'nın, geceler boyu bilgisayar başında çalıştığımız Cemal'in ölüp gitmesi, deniz kıyısındaki evimizin kullanılamaz duruma gelmesi, hala orada yaşayan yakınlarımızın kıl payı yaşamda kalması, yirmi bin kayıbın büyük yürek sızısı içinde bize ait özel notlar..

    Dahası da var kuşkusuz.. Ne inanılmaz öyküler ortaya çıktı deprem sonrası. Karadeniz Ereğli'deki konutları, büyüklerimizin evinin hemen yanında olan Komutan'a, haydi saklamayayım çoğu kez gıpta ile bakardım. Bu kentin sevimliliği bir yana, konutun güzelliği dillere destandı. Neden sonra onun elinden rahmetli Savaş Büke adına konulan öykü ödülünü almam bu gıptaya seçkin bir insanı tanımanın saygısını da eklemişti. İşte bu asker, depremden yalnız bir gün önce, yeni atandığı Gölcük Komutanlığına doğru yola çıktı ve ne yazık ki, o gece, ertesi günkü devir teslim konuşmasını hazırlarken sevgili eşini ve kızını yitirdi. Kendisi aylarca süren hastane günlerinden sonra şimdi hayatta, eğer bunu bir şeye benzetebilirseniz..

    Dünyanın bu en büyük yıkımlarından birinin sonrasında neler neler yaşandı, tartışıldı, anımsayacaksınız.. "Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak" dendi. Gerçekten yakınlarını yitirenler için hiç bir şey eskisi gibi olamazdı ama bu sözler Türkiye'nin kapısını yumruklayan değişimin daha fazla ertelenemez olduğunu vurgulamak için kullanılmıştı.

    Öncelikle depremselliği kanıtlanmış alanlara yerleşimlerle başlamıştı yanlışlar. Sonrasında, Türkiye'nin her köşesinden gelen göç dalgaları; yakın tarihte deprem acıları da yaşamış Adapazarı, Gölcük, Karamürsel ve Yalova gibi görece küçük yerleşimlerin birden bire ölçüsüz büyümesine yol açtı. Bu büyüme, rant hırsına yenik düşmüş cahil, yarı cahil halkın gözü dönmüş gibi ucuz ve çok katlı konutlara saldırmasıyla at başı gitti. Bu çarpık kentleşmeye, belediyeler siyasi beklentileri içinde sessiz kaldılar ve hatta çanak tuttular. Mühendislerde gerek bilgisizliklerinden ve gerekse çarkın dişlileri durumuna geldiklerinden seslerini yükseltemediler. Zaten bu toz duman içinde kimsenin onlara gereksinimi de yoktu. Nihayet, merkezi idarede bu yangını söndürmek şöyle dursun, bazı cılız dürüst çabalara kulak kabartmadı, kulak çekti.

    Hemen her yıl değişik noktalarda ola gelen irili ufaklı depremler ve kayıplarımızı da kimse doğru dürüst umursamadı. Derken Gölcük depremi ile pandoranın kutusu açıldı ve tüm cerahat ortaya saçıldı.

    Eşlerini, aşlarını, evlerini yitirenlere sokaktaki vatandaşta dahil yardımlar ulaştırıldı. Geciken ama giderek insanüstü düzeye yükselen bir kurtarma savaşı verildi.. Ya sonrası?

    Gelin son üç yıla şöyle bir dönüp, bakalım: Medya ve toplum, uzun süre özellikle İstanbul'u etkileyecek olası bir diğer büyük depremin senaryo tefrikalarına daldı. Şükürler olsun, artık yedi yaşındaki çocuklar bile değişik uzmanlara refere ederek Marmara'daki fayın tek parçalı mı yoksa iki atımda mı kırılacağını, şiddetin yedinin üstünde mi, altında mı olacağı konusunda fikir sahibi..Oysa, artık geliyorum diyen bu deprem de dahil diğerleri için mevcut sorunlu binalara müdahale edilmesi, bunların terk edilmesi ya da güçlendirilmesine yönelik hiç bir adım atılmadı.

    Yeni yapıların ve bazı az sayıdaki mevcutların deprem risklerine göre kontrol edilmesi, yapılan bazı yasal düzenlemelere karşın sulandırıldı, tecimselleşti. Sorunlu alanların, fay zonlarındaki verimli ovaların yerleşimden arındırılması tartışılmadı bile.. Belki de hepsinden önemlisi, yaşanan bunca acıya karşın gerek siyasilerde ve gerekse bireylerde "köşe dönme" felsefesinden kaynaklanan rant oyunları büyük ölçüde sürüyor..

    1999 Gölcük ve Düzce depremlerinde yaşamlarını yitirenlerin anıları önünde bir kez daha saygı ile eğiliyorum, dinmez acıları yaşayan yakınlarına yeniden tahammül gücü diliyorum.

    Ve bu kez yıkıntılara değil ama, bu ülkenin "yaşayan" insanlarına sesleniyorum: "Ne zaman bilime önem vereceksiniz?. Ne zaman çağdaşlaşmanın yolunu açacaksınız? Ne zaman kendi küçük çıkarlarınızdan arınıp, bu ulusun tümünün mutluluğu için çaba harcayacaksınız?

    Her birimiz.. Ne zaman?

    Heey.. Orda kimse var mı? Bir duyan var mı?

    Ses verin!

    Cumhur

     Kahveci Ozan : Ozan Özkaracan


    Tüm poşet mahkumlarına ithafen..

    Poşette Yaşamak


    Birgün gelecek kapağında adımın yazılı olduğu bir roman denemesinin Önsözü; bu yaşama olan insanlık borcumu ödeyişim bu satırlar.. Beynimde defalarca eskizlerini şekillendirdiğim bir yaşanmışlığın aslında ilk itirafı.. Yalansız, kaygısız, bir hastalığın irinlerini birine ilk gösterişim..

    Klavyedeki tuşlarla iletişim kurmakla ''poşette yaşamak'' arasındaki bağlantıyı birebir kurabilmesini beklemedim hiç kimseden.. Belkide, bu bağlantıyı kurabildiğim için bu denli bilebiliyorum, ve belkide, ne ailem, ne dostlarım, ne sevgilim, ne de doktorum beni değil sadece bir maddenin eksenindeki gezegenleri keşfetmeye çalıştıkları için kum tanesi coğrafyamın keşfedilmeyişi.. Bedenimden yayılan koku, ellerimde, yüzümde, saçlarımda ve kıyafetlerimdeki yapışkanlık ne kadar anlatabilir ki ben burdayım, ben korkağım, ben yalnızım, ben şımarığım, ben mutsuzum, ben umutsuzum nidalarını, ya da kim bu ihtimalleri beyninde ismimin önüne sıfat yapacak kadar sahiplenebilir, sevebilir cismimi..? Onca üzülenin, onca endişelenin kendine dönük, kendi içinde nefret ettiği maddenin benim en sevdiğim olduğunu düşünüşü, boğazımı yakan, eklemlerimi hergün biraz daha zayıflatan tadın iğrençliğiyle ne denli örtüşebilir..? Şakaklarımda dolaşan solucanların bir yapıştırıcıdan doğmuş nice şeytansılar olduğuna kim inanabilir..? Kepenkleri indirilmiş bir hırdavatçı ya da kırtasiyenin nefesi tertemiz bir gecenin müjdecisi olduğunu kim bilebilir..?

    Neyle savaştığımı bilirken beni seven insanlarla da savaşmaktan kendi savaşımı hep kaybettim ben.. Ne pis kokulu vıcık vıcık bir zevkti, ne de poşetteki yaşamlar savaşını verdiğim.. Ne sağlığım, ne de sağlıksızlığımdı.. Kendimden kaçışım hiç değildi.. Bilincimi kaybettiğimin düşünüldüğü her yeni bir poşet aslında yeni bir yüzleşmeydi.. Aynadaki çirkin yüzümü seyretmeme izin vermeden bana zorla maskeler giydiren yargıları algılamıyor muydum, üzülmüyor muydum, kırılmıyor muydum..? Bilmediler, bilmesinler.. Ne acı ki, defalarca kafa derimi parçalayarak temizlediğim günah benimdi.. Binbir yalanı bir poşette doğrulamaya çalışırken, bana sevdalı milyon büyüklükteki birçok yüreğe bir yalan kaldı sadece poşetlerin hışırtılı devinimlerinden.. Gördüğüm yüzler, poşetteki tüm vizyonlar kadar yalancı aslında sebebim, ama artık doğrularım o denli sabıkalı ki, ben gerçeklerimi çoktan tüm kulaklardan firar ettirdim..

    İlk kez sana ve belkide bir tek sana itirafımdır poşetteki yaşamımda figüran dahi olamayışım.. Ben yalan, yanlış repliklerin uykusuzluğuna dayanabilenlerden olmadım, olmayacağım.. Poşetleri paramparça edip, tüm tehlike arz eden kepenkleri beynimde kapattım dün gece.. Başta ben olmak üzere, poşetinin içindekiler kadar dışındakiler de bu denli yalan ve yanlışken artık doğru olmanın, doğruyu aramanın ve doğrularla yaşamanın daha onurlu ve yüce bir ben burdayım savaşı ve çığlığı olduğuna inanıyorum.. Şakaklarımda yumurtlamayı bekleyen solucanların doğuşunu engelleyemem ama doğup büyüyecek şeytansıları bu kez beslemeyeceğim.. O şeytansıları defalarca var edip öldürmüş biriyim ben.. Gelsinler, beynimi, bedenimi son kez kemirsinler ve kanım akınca zehirimden ölsünler son kez..

    İnsanlı ya da insansız, sevgiyle ya da sevgisiz, poşetlerin şeffaflığındaki ikiyüzlülüğü bu denli görebilmişken artık kendime şeffaflaşmak en doğrusu.. Saçımdan kopan tutamlar, iç organlarıma sinen yabancı yapışkanlık ve tenime sinen pis koku için kendimden sonsuz kez özür diliyorum..

    Artık, poşette değil, mentol tadı nefes alışlarda yaşama umuduyla uyanacağım yeni güne.. Tüm poşet mahkumlarının birgün tertemiz, poşetsiz bir yaşama beraat etmesi umudu ve duasıyla uyanacağım..

    Ozan Özkaracan

     Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


    Peynir Ekmek İşleri

    Ansiklopedi okur musunuz? Ben bayılırım.. Bir zamanlar, kendimce bir proje başlatmıştım.. Ana Britannica'nın her gün birkaç sayfasını okuyacaktım.. Gelin görün ki, bu proje zor işti.. Tamamını okuyabilmek istediğim için, iligil ilgisiz herşeyi yutmaya başladım.. ama zamanla bu bende bir hazımsızlık yapmaya başladı.. Tabaktaki herşeyi yemeyi istemez olmuştum. Bu sefer de atlamak gerekiyordu, atlayınca da tamamını okuyamamış oluyordum falan.. Zamanla tavsadı benim proje.. Ama aklımda bazı okuduklarım kaldı ki, zaman zaman paylaşmak istedim insanlarla.. Sizlere de kendimce enteresan gelen bazı konulardan bahsetmek istiyorum..

    Bu günki konumuz Peynir..

    Peynir ve ekmek, bence insanın yaratıcılığını konuşturabileceği çok hoş konulardır. Uzun süredir yeni ekmek yapmıyorum.. Ama bu işle uğraştığım dönemlerde, taşlaşmış özel kreasyonlarımdan tutun da, basbayağı yenebilir durumda ekmekler de pişirebiliyordum.. Namaz kılmakta olduğu gibi, bu işte de niyet önemlidir. Nasıl ki, namaza duran kişi, 'Niyet ettim Cuma namazını kılmaya..' derse, ekmek yapacak olan da 'Niyet ettim bir ekmek pişirmeye..' demeli.. Çünki sonunda kabul edilebilir bir sonuç çıkıp çıkmayacağını genellikle bilemezsin. Tabii, herkesin kendince denenmiş ve oturmuş bazı reçeteleri vardır.. ama eğer sözkonusu olan yeni bir ürün denemekse, o zaman dikkatli olmakta yarar var. Dilerseniz ekmek konusuna sonra bakalım, bu günki yazımızı peynire ayıralım.

    Benim çok sevdiğim bir soru ile başlayalım işe; 'Yoğurdun mayası yoğurttur, peki peynirin mayası nedir?' Aslında bu soru hafif şaşırtmalı bir soru, ama böyle sorunca daha çok hoşuma gidiyor. Evet, nedir peynirin mayası? İşte yaratıcılık bence buradan başlıyor.. Yani bir insan, bunu nasıl akıl eder de bulur.. 'hayret bişey' dedikleri bu olsa gerek..

    Eskinin ünlü yemek ansiklopedisi 'Altın Tabak'tan okuyoruz:
    'Peynir mayası, süt kuzusu veya süt buzağısının dört bölümlü midelerinin kıtna (şirden y.n.) diye adlandırılan ve barsakla birleşen dördüncü bölümünden yapılır. Maya yapılmak üzere, kıtnası alınacak olan kuzu veya buzağının, hiç ot yememiş, anne sütünden başkaca bir gıda almamış, en çok iki haftalık yavru olması gerekmektedir.

    Böyle bir yavrunun kıtnası ile yapılan maya o kadar kuvvetlidir ki, bir gram kuru maya ile, 6000 litre süt mayalanabilir! '

    Hadi, gene bu ansiklopedide anlatılan Kaşar hikayesini dinleyelim:
    'Kaşar peyniri, bundan 100 yıl önce Selanik'te yapılmıştır. Vatanı Türkiye'dir. O zamanlar Bulgaristan da bir Türk eyaleti idi ve Balkanlarda büyük çapta koyunculuk yapıldığı için o ölçüde peynir yapılırdı.

    Kaşar peyniri Selanik'te bir tesadüf eseri olarak Raşel isminde bir yahudi kızı tarafından bulunmuştur. Babası büyük bir beya peynir yapımcısı olan Raşel bir gün beyaz peynir için hazırlanan büyük bir teleme kitlesini kaza ile içinde kaynar su bulunan kazana düşürmüş ve bunu çıkarıncaya kadar da teleme kitlesi erircesine yumuşamıştır.

    Raşel, telaşla bu haşlanmış teleme kitlesini tesadüfen tezgah üzerinde bulunan bir yoğurt karavanasına koyup, sıkıca bastırarak, içinde hava kalmayacak şekilde kalıplamış ve üzerini örterek, olgunlaşmaya bırakmıştır. Raşel, böylece beyaz peynirden daha lezzetli ve boyasız, tabii şekilde sarı bir peynir elde edilince durumu babasına bildirmiş, babası da tadıp beğendiği bu peyniri hahama götürmüştür.

    Musevi dininde, yenilip içilecek maddelerin haham tarafından muayenesi ve onun yenmeye veya içilmeye elverişli olup olmadığı kararını vermesi gerekir. Eğer yenip içmeye elverişli ise 'Koşer' değilse 'Turfa' hükmünü verir. Bugün bile Musevi dükkan ve kasaplarında satılan yiyecek maddelerinde, bilhassa tavuk ve etlerde haham tarafından vurulmuş 'Kaşer' damgası vardır. Mutaassıp Museviler, bu damgayı görmedikçe tavuk ve et yemezler.'

    İşte hahamın yiyip beğendiği ve 'Kaşer' dediği bu peynir, aynı adı alarak dünyaya gelmiş..

    Laf peynirden açılmışken, peynirlerin kraliçesi diyecek olursak, diğerlerine pek de haksılık etmiş olmayacağımızı zannettiğim Rokfor'un bir iki detayından bahsedelim.. Bu peynir Fransa'nın aynı adı taşıyan kasabasında üretilmekte, ve bu üretimde kasabanın çevresindeki doğal mağaraların ve hazırlanan rokfor küfünün rolü büyük. Rokfor küfü, üçte ikisi buğday unu, üçte biri çavdar unu karışımından hazırlanan bir hamurla üretilen bir ekmeğin, pişirildikten sonra bu mağaralarda birbuçuk ay süreyle küflendirilmeye bırakılmasıyla elde ediliyor. Birbuçuk ayın sonunda her tarafı küflenen bu ekmekler dilimlenip kurutuluyor ve öğütülüp toz haline getiriliyor. 100 kilo unla yapılan ekmekten 15 kilo küf elde edilir. 100 kilo peynir için 10 gram küf yeterlidir.

    Peynirle ilgili bilgi şimdilik bu kadar.. Yanına bir şişe kırımızı şarap ve mum, bir de hoş bir müzik.. size yaşadığınızı hissettirecektir..

     Tadımlık Şiirler


    TÜRK-YUNAN ŞİİRİ

    sıla derdine düşünce anlarsın
    yunanlıyla kardeş olduğunu
    bir rum şarkısı duyunca gör
    gurbet elde istanbul çocuğunu

    türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
    olmuşuz kanlı bıçaklı
    yine de bir sevgidir içimizde
    böyle barış günlerinde saklı

    bir soyun kanı olmasın varsın
    damarlarımızda akan kan
    içimizde şu deli rüzgâr
    bir havadan

    Bu yağmurla cömert
    bu güneşle sıcak
    gönlümüzden bahar dolusu kopan
    iyilikler kucak kucak

    bu sudan bu tattandır ikimizde de günah
    bütün içkiler gibi zararı kadar leziz
    bir iklimin meyvasından sızdırılmış
    bir içkidir kötülüklerimiz

    aramızda bir mavi büyü
    bir sıcak deniz
    kıyılarında birbirinden güzel
    iki milletiz

    bizimle dirilecek bir gün
    Ege'nin altın çağı
    yanıp yarının ateşinden
    eskinin ocağı

    önce bir kahkaha çalınır kulağına
    sonra rum şiveli türkçeler
    o Boğaz'dan söz eder
    sen rakıyı hatırlarsın

    Yunanlıyla kardeş olduğunu
    sıla derdine düşünce anlarsın

    Bülent Ecevit - Londra, 1947

    ..........<>..........

    UYUM

         halk ozanı Levnî'ye özen

    boşluğa bulut buluta yağmur
    yağmura toprak ne güzel uymuş

    gündüze güneş güneşe tarla
    tarlaya başak ne güzel uymuş

    başağa buğday buğdaya insan
    insana emek ne güzel uymuş

    emeğe eylem eyleme yürek
    yüreğe sevgi ne güzel uymuş

    Bülent Ecevit

     Biraz Gülümseyin


    Soğuk Kış

    Sonbaharda, kızılderililer şeflerine kışın soğuk geçip geçmeyeceğini sormuşlar. Herhangi bir fikri olmayan şef, kışın soğuk geçeceğini ve hazırlanmak için odun toplamaları gerektiğini söylemiş. İyi bir önder olan şef, en yakın telefon kulübesine gittikten sonra Ulusal Hava Durumu Servisi'ni arayıp sormuş:
    - Kış soğuk mu geçecek?
    Telefondaki adam:
    - Evet, bu kış epey soğuk olacak.
    Şef, köye geri dönüp odun toplama işini hızlandırmış. Bir hafta sonra, şef tekrar Ulusal Hava Durumu Servisi'ni aramış:
    - Kış çok mu soğuk geçecek?
    Telefondaki adam:
    - Evet, bu kış gerçekten oldukça soğuk olacak.
    Böylelikle şef geri dönüp adamlarına bulabildikleri bütün odun parçacıklarını dahi toplamalarını söylemiş. Bir hafta sonra, şef tekrar Ulusal Hava Durumu Servisi'ni aramış:
    - Bu kışın çok soğuk geçeğine kesinlikle emin misiniz?
    Telefondaki adam:
    - Kesinlikle, kızılderililer deli gibi odun topluyor.

     Kahveden Önce: Balık


    Hamsi Mücver (4 Kişilik)

    Malzeme:
    250 Gr. hamsi
    2 adet iri patates
    2 adet yumurta
    1 tutam dereotu
    1 su bardağı un
    Sıvı yağ (Zeytinyağı olabilir)
    Tuz
    Karabiber

    Yapılışı:
    Hamsileri kafalarını koparıp kılçıklarını çıkararak fileto olarak ayıklayın, yıkayıp durulayın. İkiye ayırıp her iki tarafını tuzlayın ve her filetoyu tekrar ikiye bölün.
    Patatesleri soyup ince rendeleyin, sıkıp suyunu çıkarın. Rendelenmiş patatesleri bir kaba alın ve önce yumurtaları ilave edip iyice karıştırın. Sonra sırası ile unu, ince kıyılmış dereotunu, hamsiyi, tuz ve karabiberi ilave edip tekrar karıştırın.
    Tavada sıvı yağı iyice kızdırın. Çorba kaşığı ile karışımı yağa dökün ve mümkün olduğu kadar yassılaştırın. Bir yüzü kızardıktan sonra diğer yüzünü çevirerek kızartın. Bu işlemi karışımın tamamı bitene kadar tekrarlayın.
    Kızarmış mücverleri kağıt havlu serilmiş servis tabağına alın.
    Sıcak servis yapın.
    Not:
    Daha hafif olmasını istiyorsanız, karışımın tamamını yağlanmış tepsiye döküp 180oC'a ısıtılmış fırında da pişirebilirsiniz.

     Kıraathane Panosu



    PANO EMRİNİZE AMADE

    Duyurularınız için kullanabileceğiniz bu köşe sizin için. Yazın yollayın yayınlansın...
    Vallahi de Billahi de bedava:-)))

     İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


    http://www.thaiware.com
    Daha önce www.download.com adresini bilenler için alternatif bir software sitesi. Tek farkı ana dilin thaice olması ve tabiki bazı detaylar ingilizce. Shareware, freeware ve trial olan bir çok software kullanımınıza sunulmuş.

    http://www.alkol.gen.tr
    Alkol kimine göre zevk, kimine eğlence kaynağı ama bazıları içince sapıtıyor. Alkol bir araç olmaktan çıkıp amaç halini almışsa alkolizm başlıyor. Bu site alkolizmi masaya yatırmış. Nedir, zararları nelerdir, tedavi edilebilirmi ve tavsiyeler.

    http://www.moradam.com
    ...Ben kimim sorusundan yola çıkarak uzun ve dolambaçlı şüphe yöntemi sonunda varlığını ispatlamaya çalışan Descartes’in cogito ergo sum - düşünüyorum o halde varım önermesinde... Sanat, moda, felsefe, mimari, ekonomi, .. sanal dergi moradam.

    http://www.metu.edu.tr/home/wwwokgt/indeks.html
    ...Amacımız insanları doğaya ve özel olarak da kuşlara daha duyarlı hale getirmek, kuş gözlemcilerin sayısını arttırmak ve ODTÜ kampüsünde ve civarlarındaki kuşları incelemek... ODTÜ kuş gözlem topluluğu

     Damak tadınıza uygun kahveler


    Notesbrowser v1.2 [2.1M] W9x/2k/XP FREE
    http://www.notesbrowser.com/
    Özellikle Outlook kullanmayanlar için güzel bir not ve yapılacak işler programı. Ufak bir ajanda programı da denilebilecek bu programda ayrıca alışveriş listeleri de yapmak mümkün. Deneyince seveceğinizi sanıyorum.

    Window Sizer v1.0 [148k] W2k/XP FREE
    http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105132
    Windows'un görüntü alanını kolayca değiştirebilmenizi sağlayan küçük bir program. Özellikle web sayfalarıyla uğraşanlar değişik çözünürlükte sayfalarını görmek isterler. İşte bu minik program tam bu işe göre.
    http://kmarsiv.com/sayilar/20020819.asp 19 Ağustos 2002 - ©2002-kmarsiv.com
    istanbullife.com