KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND

 21 Ağustos 2002 - Yağmur Yağdı Böyle Oldu!


Merhaba Kahveci Dostlar,

Yağmur yağdı böyle oldu. Mübareğin dibi delindi sanki. Bardaktan değil ama buluttan öyle bir düşüyorki önüne ne var ne yoksa katıp götürüyor. Götürüp bir yerlere atsa ortalık temizlenecek ama su gidip ilk gördüğü yerde park ediyor. Alın size yüzülebilecek değil 3 metre atlama yarışmaları yapılabilecek derinlikte göletler. Boydan boya yarılmış yolda, makul boyuttadır nasılsa düşüncesiyle ve de kaçacak başkaca delik olmadığından bastım yürüdüm. Sen misin yürüyen. Meğer, benim alışık olduğumuz cinsten bir doğalgaz çukuru sandığım yarık, tekerleklerin ebadından epeyce büyükmüş. Küt dedik oturduk tabi. Yukarı tükürsen tavan, aşağı tükürsen taban, dışarı tükürsen rahmet, kaldık mı arabanın içinde. Öyle bir yerde kaldım ki, trafik arapsaçına döndü. Yarık boydan boya olduğundan, bana kızan bastı gaza, düştü kaldı. 2 şeritlik yolda 4 araba yanyana park ettik. Hadi ben o dümbelekliği yaptım, en azından mazeretim var çünkü ben ilk salaktım. Ya size noluyor? Önünüzdeki nadide örneği görmezlikten gelince boyunuz mu uzadı sanki? Kanter içinde ne yapılabilir diye düşünürken, arabanın önünde 2 kişi belirdi. İnsanın sıvı hali bu olsa gerek diyebileceğim 2 ilahi varlık, tuttukları gibi benim arabayı çukurdan çıkardılar. İyi de şimdi napıcaz. Önüm arkam sobe ebe. Gidicem de nereye gidicem. Arkada sıra sıra arabalar, önümde derinliği denenmiş bir yarık, sağ-sol hepten kapalı zaten. Hendek savaşını kazansak önümüz açık, tutabilene aşk olsun. O hızla eve değil AB'ye bile girerim alimallah.

Ben hala şeker olduğumu sandığımdan arabadan çıkmamakta direniyorum ama baktım olacak gibi değil şöyle bir çıkardım kafamı camdan. Baktım, bizim hendeğin yaratıcısı yağmurun daha önceki kurbanlarından bir kaldırım eskisi dağıtmış bir şekilde yatıyor yanda. Kaldırım taşları olmuş birer ponza taşı, oraya buraya saçılmış. Mühendis beynimi çalıştırıp, kaldırım taşları ile bizim hendeğin arasındaki koralasyon katsayısını hesaplıyıverdim. Sonuç, taşları hendeğe yuvarlarsak, hendek savaşının galibi olabiliriz. Fikrimi beyan eder etmez, 2 taksi şöförü kaldırım taşlarını tekmelemeye başladı. Baktılar olacak gibi değil, birer kaldırım taşını yüklenip atıverdiler hendeğimize. 3,4 derken 5 tane kallavi taş hendeği doldurdu. Sıra derinlik ölçümüne geldi tabi ki. Balıkadam giysim yanımda olmadığından kaçak güreşiyorum haliyle. Tam bir başka cengaver beklerken, ağır siklet şöförlerimizden biri, ayakkabıyı, çorabı çıkartıp, pantolonu sıyırıp, hendeğe doğru seyirtti. Helal olsun bizim kaldırım taşlarına, su adamcağızın ayak bileklerine ancak geldi. Sinirden herkes kahkaha atarken, ben ya allah ya bismillah deyip, dokundum gaza. Floş, faş, küt seslerinden sonra hendeği arkamda bırakıp yeni ufuklara doğru yolculuğuma başladım. Kahraman taksi şöförlerimizi saygı ile anmak boynumun borcu. Ya şansıma, tüysiklet şöförler çıksaydı karşıma, halim nice olurdu herhalde.

Demem o ki, yağmura teslim bayrağını çekmiş İstanbul'umuzun yetkili mercileri ne halt ederler bu durumda. Onlar da benim gibi şeker olduklarını düşünüp kafalarını camdan çıkartmazlar mı acaba? Vatandaş gene kendi tamiratını yapıp yolunu buluyor merak etmeyin. Benim arzum bu tür tamiratlara hazırlıklı yakalanmak. Mesela kaldırım taşlarına takılacak birer kulp, taşıma işini kolaylaştıracağından uygun olabilir. Ya da, emniyet şeridine yığılmış moloz yığınının üstüne bir de kürek bırakılarak, vatandaşa yardımcı olunabilir. Alt geçitlerde yan duvarlara "Acil Durumlar İçin" birer bot yerleştirilebilir. En önemlisi ve de gereklisi, balıkadam giysileri. Çeşitli boylarda giysiler ve tüpler, işe yaramayan logarların yerine konularak, gerektiğinde kullanılmak üzere saklanabilir. Her işini kendi başına görmeye alışmış memleketimin insanları, oluşan göletleri çevirip, alabalık yetiştirme çiftlikleri kurarsa, sakın ola kimse kızmasın. Denizin kenarında olupta, o suyu denize akıtamayan yetkili ve bilgili yöneticilerimiz, çiftlik kenarlarına kurulacak "Canlı Balık" lokantalarında balık yemeye kalkarlarsa havalarını alırlar bilmiş olsunlar.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kıraathane Sahibinden


Elektrik kesintileri

Yağmur yağınca, elektrik kesintilerine maruz kalmakta kaçınılmaz oluyor. Kesintiden ziyade, voltajda ki ani iniş çıkışlar, bilgisayarlarımızın baş düşmanı. Genellikle şirketlerde ki bilgisayarlar, UPS'lerle takviye edildiğinden sorun yaşamazlar. Oysa evlerimiz de iş başa düşüyor. Öncelikle, mutlaka gerçek topraklı prizlerden elektrik almalıyız. Tek bir bilgisayarı besleyecek nitelikte bir UPS almakta da yarar var. Off-Line diye tabir edilen, elektrik olduğunda şehir şebekesini bypass edip bilgisayara aktaran, elektrik kesilince devreye girip aküden besleyen modeller çok daha ehven fiyatlara piyasada bulunabilir. Bunları kullanmaktaki amaç, elektrik kesildiğinde, bilgisayarlarımızı akü yardımıyla kullanmak değil, bize bilgisayarımızı güvenli bir şekilde kapatabileceğimiz zamanı vermelerini sağlamaktır. Özellikle voltaj iniş çıkışlarının yüksek olduğu zamanlarda, eğer koruyucu bir regülatörümüz yoksa, bilgisayarlarımızı açmamak, görebileceğimiz zararı asgariye indirecektir.

 Kahvecinin Günlüğü


  • FAHİR ATAKOĞLU
    Rumeli Hisarı'nda yıldızlı geceler...
    Rumeli Hisarı, 21 Ağustos, 21.00


  • Rumelihisarı Konserleri
  • UĞUR YÜCEL "HOUSE OF SAMBA"
    Park Orman, 22-29 Ağustos Perşembe 2002, 22:00
    Uğur Yücel, Ağustos ayı boyunca “House of Samba” gecelerinde Park Orman'da sahne alacak. 5 hafta süresince, her Perşembe akşamı Parkorman’da müzikseverlerle buluşacak olan Uğur Yücel ve iki kişiden oluşan ekibi, perküsyon performanslarıyla izleyicilerine farklı geceler yaşatacak.


  •  Araştıran Kahveci : Başak Postacı


    BÜYÜK İSKENDER - II

    · İSKENDER'İN YAPI TAŞLARI : ARİSTOTALES VE İLYADA

    İskender gerçekten zeki bir çocuktu. Babası oğlunun sanata saygılı, asil bir Yunanlı gibi yetişmesini istediği için O'na dünyanın gelmiş geçmiş en büyük filozofunu, Aristotales'i, öğretmen olarak tuttu. Aritotales, İskender'i 13 yaşından itibaren 6 yıl boyunca eğitti. Bu en büyük öğretmen ile en büyük öğrencinin arasındaki ilişkiyi hayal etmek bile zor. Ama bugün bilinen; İskender'in çok zeki olmasına karşın aşırı sabırsız ve tez canlı bir kişilik sergilediği, her şeyi rahatça öğrenebildiği halde aklının savaşacağı günde olduğudur. Öyleki, babasının savaş meydanlarından gelen zafer haberlerine herkes sevinirken, İskender "Babam bana fethedecek yer bırakmayacak" diye üzülüyordu. Bilge hoca bu durumdan şikayetçi olsa da, O'nun ileride kendisinin de arzuladığı gibi, hem "büyük" hem de "filozof" bir kral olacağından emindi, bildiği her şeyi İskender'e aktardı, özel öğrenci gerçekten özel muamele gördü.

    İskender'in, hayatına damgasını vuran Homeros'un ölümsüz eserleri İlyada ve Odissey ile tam anlamıyla tanışması bu öğrencilik dönemlerine rastlamaktadır. Özellikle "İlyada" İskender'in hayatına bu dönemde girmiş ve ölene kadar da çıkmamıştır. İskender savaş meydanlarındaki yatağında bile yastığının altında, bir hançerle birlikte, bu eseri bulundurmuştur. İskender İlyada'nın savaşçı kahramanı Akhiellius'a hayrandı. Anne tarafından, kendisinden yüzyıllar önce yaşamış olan bu cesur prense akraba olması, zaman içinde kendisini Akhiellius ile özdeşleştirmesine neden oldu. İskender çocukluğundan itibaren, tıpkı İlyada'da olduğu gibi, hayatta ki en büyük başarının savaşta elde edilen zafer olduğuna inandı, kendi hayatını da mümkün mertebe sevgili kahramanı Akhiellius'un ki gibi yaşamaya özen gösterdi.

    · Philippos'un Ölümü:

    İskender 20 yaşında, babasının ölümü üzerine tahta çıktı. Philippos'un ölümü, tarihin bugüne kadar aydınlatılamamış sırlarından biridir. Zira Philippos, kızı ve İskender'in öz kardeşi Kleopatra'nın düğün töreninde, özel korumalarından biri tarafından ve herkesin gözü önünde öldürülmüştür. Bu konuda dedikodu muhteliftir: Öldüren kişinin Philippos'un artık yüz vermediği eski bir sevgilisi olduğu ve kıskançlık yüzünden Kralı öldürdüğü iddia edilmiştir. (Phillipos'ta her normal (!) antik dönem erkeği gibi biseksüeldi. Biseksüellik antik dönemde, özellikle asiller arasında, gayet normal karşılanan bir davranış biçimidir, bugünkü gibi bir sapkınlık olarak değil, daha ziyade "moda" olarak algılanıyordu. Erkeklerin sonsuz savaşlar nedeniyle hep bir arada ve evlerinden uzakta bulunmaları bu alışkanlığın gerekçelerinden biri olabilir).

    Kralı uyurken dahi yalnız bırakmayan özel bir korumanın intikam almak için daha uygun mekanlar yerine, neden herkesin gözü önünü seçtiği anlaşılamamaktadır. Herşey gözönünde olunca, katil de hemen yakalanmış , İskender'in emrine rağmen, belki işgüzarlıktan belki de delil yok etmek için linç edilerek, öldürülmüştür. Bu nedenle, zaten daha o gün cinayetin üzerine bir sır perdesi inmiştir.

    Bu cinayetin burada fazlaca yer almasının (hatta biraz daha alacak olmasının) nedeni, bazı tarihçilere göre cinayetin asıl sorumlularının İskender ve annesi Olimpias olduğuna dair iddialarıdır. Kanıtlanamamış olsa da, bu iddia, "iyi" ve "kötü" olarak aynı anda ortaya çıkabilen iki İskender karakterine güzel bir örnek teşkil etmektedir.

    Kral Phillippos, kızının düğününden kısa bir süre önce, üst düzey bir Makedon generalin kızıyla ("Euridice") yeniden evlenmişti. Bu evlilik İskender'in anne ve babası arasında zaten gergin olan iplerin kopmasına neden oldu. Bir defa, bu evlilikle, Olimpias'ın resmi kraliçelik ünvanı sona eriyordu. Zira yeni gelin hem "Safkan Makedon" hem de hamileydi. Bu iki özelliğin o dönem için anlamı büyüktü: İskender, annesi nedeniyle, safkan bir Makedon değildi. Dolayısıyla, safkan bir varis İskender'in krallık hayallerinin sona ermesi anlamına gelebilirdi ve o varis de yoldaydı!

    Makedon geleneğinde krallık her zaman babadan (en büyük) oğula geçmemiştir, saf Makedon kanı taşımak krallık için taraftar toplamaya yeterli olmakla birlikte, taht esasen en güçlü olanın hakkıdır. Çocukluğundan itibaren kendisini Makedon tahtına hazırlayan İskender'in bu nedenle babasının yeni evliliğinden olumsuz etkilendiği kesindir. Hatta Phillippos'un evlendiği gece yapılan eğlencede, gelinin babasınının yeni evliler şerefine kadeh kaldırırken söylediği talihsiz sözler, az daha baba ya da oğuldan birinin tarihin yazdığından daha erken ortadan kalkmasıyla sonuçlanacaktı: Kızını bir krala vermiş olmanın zevki ile General Attalus kadehini "Makedon tahtının doğacak olan Meşru valiahtına" kaldırmış ve bu sözler zaten o ana kadar kendini zor tutmuş olan İskender'i çileden çıkarmıştır. "Ne yani, ben piç miyim?" diye bağıran İskender karşısında alkolün etkisiyle yeni kayınpederinin temennisine hak veren babasını bulunca, onunla dövüşmekten (hatta hançerini çekmekten) çekinmemiştir. Bu İskender'in karekterindeki çelişkilerin somutlaştığı ilk olaylardan biridir. O gece olanlar, diğer pek çok şey gibi, net değildir. Muhtemelen araya girenler sayesinde kavga durdurulmuş, böylece baba ve oğul birbirlerinin katili olmaktan kurtulmuştur.

    Kendini bildiğinden beri cesur ve kahraman bir kral olacağını hayal eden İskender, bu hayallerinin önüne hiç kimseyi [babası dahil] çıkarmayacağını, bu olayla açıkça göstermiştir.

    O gecenin ardından baba oğulun uzun süren küslük dönemi başlar, İskender Pella Sarayını terk edip, annesinin yanına, Epir'e gider. Ancak Phillippos'un öldürüldüğü kızkardeşinin düğün töreninde babasının sağ yanında yer alması, küskünlüğün en azından o tarihte sona ermiş olduğunu gösteriyor, ki bunun da İskender'i şüpheli konumundan çıkardığı iddia edilir.

    2. BÖLÜMÜN SONU - Devamı var

    Yazının başlangıcını okumak için tıklayınız.

     Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


    Türkçemiz

    Merhaba tekrar,

    Özcan Yüksek'in 'Türk Dili' üzerine yazdığı enfes yazıyı okuyunca, bu konudaki duyarlılığın artırılması gerektiği bir kez daha ortaya çıkmış oldu..

    Yıllar önceydi, sanıyorum TRT1'de bir program izliyordum. Ekip, dünyanın çeşitli ülkelerini geziyor, ve bu ülkelerdeki ilginç bulduğu yerleri ve kişileri ziyaret ediyordu. Bu sayıdaki kişi ise, Gines Rekorlar kitabına girmiş bir Belçikalı idi. Adamın özelliği ise, dünyada en fazla dili bilip konuşan insan olmasıymış. Sunucu kapıyı çaldığında, adam açtı..

    -Merhaba, biz Türkiye'den geliyoruz, acaba sizinle Türkçe konuşabilir miyiz? Dedi.
    Adam cevap verdi..
    -Merhab, hoş geldiniz, tabii konuşabiliriz Türkçe, ama hangisini istiyorsunuz?
    -Nası yaanii??
    -Yani, Osmanlı Türkçesi mi? İstanbul Türkçesi mi? Uygur Türkçesi mi? Vs vs bir sürü değişik seçeneği sıraladı..Bizim sunucu da şaşırıp..
    -Aman aman, biz bu dediklerinizin bir çoğunu bilmeyiz.. Biz mümkünse eğer İstanbul Türkçesi ile konuşmak istiyoruz.. dedi

    Adam içeri buyur etti bizim ekibi. Oturup sohbete başladılar. Adam küçük yaşlarındayken farkedilmiş dil öğrenmeye olan yatkınlığı, ve yaşamının tümünü çeşitli dilleri öğrenerek geçirmiş.. Şimdi hatırlayamıyorum adamın konuştuğu dillerin sayısını, ama sanırım benim bildiğim toplam şarkı adadinden fazlaydı! Sunucu bir ara, ilginç bir soru sordu adama, tüm bu bildiği diller içinde en çok hangisinin yapısını ve sistemini beğendiğini sordu.. El cevap... 'Türkçe!' El sebep; 'Çünki' dedi adam 'tüm bildiğim diller içinde, kurallarının netliği, kelime üretme mantığı, gramer yapısı vs açılarından bakıldığında, en düzenli sistemli ve mantıklı olan dil Türkçe'dir.. ve bence dünyanın en mükemmel dilidir Türkçe' dedi... Bu hayranlığından dolayı da bu kadar dilin içinde Türkçe'ye özel bir ilgi duymuş hep ve dil öğrenmekten geriye kalan boş zamanlarında Türk edebiyatından örnekler okumuş genellikle..

    Oktay Sinanoğlu ismini duymuşsunuzdur eminim.. Bu sayın profesörümüz bu konuda çok hoş birkaç kitap yazdı, 'Bye bye Türkçe' idi bir tanesinin adı.. Burada anlattığı çok ilginç deneyimleri var Prof. Sinanoğlu'nun. Bilenler bilecektir, ama bilmeyenler için hatırlatmakta yarar var, ünlü şanatcı Esin Afşar'ın erkek kardeşi olan bu üstün zekalı Türk çocuğu, genç yaşında ABD'ye gidip, eğitimini orada tamamlyıp, dünyanın en genç yaşta Profesör'lük ünvanını almış kişisi olarak adını bilim tarihine yazdırmış birisi..

    Emperyalizmin kitabını İngilizler yazmıştır dünyada.. Sonraları, Amerikalılar bayrağı daha da ileri taşımış ve ikinci cildi yazıp konuyu kapamışlardır. Emperyalizmin en önemli silahlarından biri de Kültür Emperyalizmi denen olgu. Bizler, bazılarımız, hep yabancı dillerle eğitim yapan okullarda okuduk.. hala da aynı eziyeti yapmaktayız çocuklarımıza.. Hatta, yabancı dil eğitimi anaokullarında bile zorunlu hale getirilmiş.. Ana dilimizi, aşağılık komplekslerimiz ve yerli işbirlikçilerin de desteği ile öldürmekteyiz. Bir toplumu bir arada tutan, dünya milletleri arasında seçkin ve tanınmış, kabul edilir kişilikli bir yerde tutan en önemli unsur olan dilimizi kaybediyoruz. Ve inanılmaz bir duyarsızlık, umursamazlık içindeyiz bu konuda. İçtenlikle söylüyorum, Oktay Sinanoğlu'nun, yabancı dille bilim eğitimi yapılmasının dünyanın en büyük ahmaklığı ve kişiliksizliği olduğu fikrine, bunu yaşamış birisi olarak tamamen katılıyorum..

    Bu saldırı ve tehdide karşı muhakkak kendimizi savunmalıyız, tepkisiz kalmamalıyız bu gidişe. En azından, dilimizde karşılığı varken sırf daha etkili olacak diye ya da başka bir nedenle kendisini yabancı kelimelerle ifade etmeyi tercih eden birisini uyarmak görevimizi yapmalıyız. Yabancı kelimelerle adlandırılmış olan satış noktalarından alış veriş yapmamalıyız, ya da en azından memnuniyetsizliğimizi ifade etmeliyiz..

    Düşünmeliyiz daha başka neler yapabiliriz diye.

    Daha duyarlı günler dilerim...
    Ana dilinizle....

     Fincanın İçinden: Melih Çelik


    Ayakbastı Parası (II)

    Bu serinin ilk bölümünün sonunda ikinci bölümde ralli dünyasından bahsedeceğimi söylemiştim. Ama tam da yazımın yayınlandığı günün ertesi Formula 1'in patronu Bernie amcamız Türkiye'ye aday şehirleri ziyarete gelince hem o gelişmeleri aktarmak, hem de ilgili haberleri yorumlamak için biraz beklemeye aldım.

    Evet, "bizde F1 yapılır mı?", "biz kimiz ki", "futboldan başka spor işlemez burda abi" muhabbetlerinin kulaklarımızda yer ettiği zamanlardan buralara kadar geldik. Geldik gelmesine de daha alacağımız çok yol var. Hani derler ya kırk fırın ekmek yememiz lazım, bir iki fırın yedik, ama işin özü kırkıncı fırına daha var. Önceki yazımın kısa bir özetini geçmektense sevgili editörümüzün vereceği bir linkle bu sorunu aşacağını düşünerek direkt konuya gireyim. Formula 1'in patronu, bugünlere getiren yaşlı kurt, Türkiye'ye daha önce sadece tatile İstanbul'a gelen Bernie Ecclestone ya da benim yazıda kullandığım şekliye Bernie Amca, iki gün süren Türkiye turunu gerçekleştirdi. Önce İstanbul, ardından da İzmir ve Antalya'daki aday arazileri gezen Bernie Amca anladığımız kadarıyla mutlu bir şekilde özel uçağına atlayıp ülkemizden ayrıldı. Peki neler yaptı, neler konuştu Bernie Amca, gelin sırasıyla bir bakalım:

    İSTANBUL
    Özel uçağıyla İstanbul'a gelen Bernie Amca, ilk olarak Atatürk Olimpiyat Stadı'nın olduğu bölgeye götürüldü. Burası şöyle olacak, böyle tamamlanacak, şusu, busu, o'su olacak tanıtımlarından sonra açıklama yapmaya başladı ve ajanslar ilk yorumları aktarmaya başladılar. Peki İstanbul için neler dedi Bernie Amca;

    "Federasyon başkanı Mümtaz Tahincioğlu, Ecclestone'un araziyi beğendiğini, arazinin Olimpiyat Köyü'nün yanında olmasının ise ayrı bir avantaj olduğunu belirterek, "Ama bu, organizasyonun İstanbul'da yapılacağı anlamına gelmez. Tüm aday şehirleri gezeceğiz. Atatürk Olimpiyat Stadı'nın tamamlanmış olması ise hemen yanında yapılabilecek Formula 1 pistinin maliyetini düşürür" dedi.
    ...

    Ecclestone, "Bu seçimde çok önemli ölçütlerimiz yok. Ama seçeceğimiz kentin dünyada tanınıyor olması önemli. Örneğin İstanbul dendiğinde herkes nerede olduğunu biliyor. Bir diğer ölçütümüz de yarışmacıların gazetecilerin ve izleyicilerin en iyi biçimde ağırlanacağı otellerin bulunmasıdır" diye konuştu.
    ...

    Ecclestone, "Öncelikle aday 3 kente bakacağız. Bizim ve Türkiye için yararlı olan kentte karar vereceğiz. Umuyorum, gelecek ay içinde resmi kararımızı vereceğiz" dedi. Yarışlar için 7 ülkenin aday olduğunu kaydeden Ecclestone, bu ülkelerden 2'sini kabul edeceklerini de bildirdi.

    İstanbul malum koskoca bir metropol, yarışın İstanbul'da yapılmasını isteyenler ikinci alternatif de Kurtköy olsun, hem havaalanı da var, daha sık kullanılır mantığıyla Bernie Amca'yı Kurtköy'e götürdüler. Ama orayı pek gözü tutmamış olacak ki Kurtköy hakkında pek yorum yapmadı.

    İZMİR
    İkinci günün ilk durağı İzmir'di. Şehre inen Bernie Amca'ya Selçuk ilçesine bağlı Pamucak bölgesindeki arazi helikopterle yaklaşık bir saat gösterildi. İzmir aslında ciddi anlamda olumlu yorumlar aldığımız bölge oldu. E tabi, ülkeye milyon dolarlar kazandıracak bir adamın ağzından Türkiye Grand Prix'i %99.9 lafının çıkması insanda güzel duygular uyandırıyor!..

    Selçuk Belediye Başkanı'na göre Bernie Amca, araziye hayran kalmış, hazır oralara kadar gitmişken Hacı da olan Bernie Amca, öğleden sonra Antalya'ya geçti. Biz Antalya'ya uçmadan önce bakalım İzmir'de neler demiş Bernie Amca:

    VIP Salonu'nda bir basın toplantısı düzenleyen Bernie Ecclestone, "Formula-1'in Türkiye'de hangi bölgede yapılacağına birkaç ay içinde karar vereceğiz"dedi. Türkiye'de bu organizasyonun yapılması için çok büyük ilgi olduğunu kaydeden Ecclestone, "Türkiye'ye ne kadar şans tanıyorsunuz?" sorusu üzerine, "Formula 1'in Türkiye ayağının yapılması olasılığı yüzde 99.9" karşılığını verdi. Hangi ölçütlere göre Türkiye'de bölge seçiminin yapılacağı yönündeki bir soru üzerine de Ecclestone, "Ben bu konuda yıllardır deneyimliyim. Hissetmem gerekir, hislerimle karar vereceğim" diye konuştu.

    O her ne kadar %99.9 dediyse de, ya da bizim medya tarafından öyle lanse edildiyse de sonuçta yedi aday ülke var ve sadece ikisi bu yarıştan galip ayrılacak. Rakipler kimler mi? Birkaç tanesini sayayım: Rusya, Çin, Mısır. Rusya'da olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Çin, nüfusuyla müthiş bir potansiyel. Mısır, Akdeniz'in güneyindeki tek yarış ünvanını kapmak istiyor. Diğerlerinin de farklı avantajları var elbette. Neyse, biz Bernie Amca'nın peşinden Antalya'ya geçelim ve bakalım dananın kuyruğu kopmuş mu?

    ANTALYA
    Tam yaz ortasında Antalya'ya gelen Bernie Amca, önümüzdeki yıllarda tatilini burada geçireceğini belirtmiş. Otelde yanınızda görürseniz şaşırmayın :-) Antalya'da da havada tutmuşlar Bernie Amca'yı, bir helikopterle aday pist arazisini göstermişler. Üstüne de birkaç otelde tur attırıp basın toplantısına sokmuşlar. Peki dananın kuyruğu kopmuş mu?

    Ecclestone, bir gazetecinin, Formula 1 yarışlarının düzenleneceği kentin seçiminde hangi ölçütlerin gözönüne alındığını, bu ölçütlere göre Türkiye'de hangi kentin öne çıktığını sorması üzerine, "Ölçütleri değerlendirirken, konaklama tesislerinin, otellerin yeterli olup olmadığını ve kapasitesini ciddi bir biçimde ele alıyoruz. Antalya'da bu kapasitenin olduğunu gördük. Siz bu ölçütü rahatlıkla karşılayabiliyorsunuz. Başka ölçütler de var ama onları daha sonra değerlendireceğiz. Bizim için önemli olan otel konusunda, şu anda Antalya öne çıkmış durumda" diye konuştu.
    ...

    Ecclestone, bir gazetecinin, "Tüm bu ölçütlere göre yarışların Antalya'da yapılabileceğini söyleyebilir misiniz?" biçimindeki sorusunu da, "Söyleyebilirim ama söylemeyeceğim" diye yanıtladı.
    ...

    Ecclestone, Vollka Abramczyk adlı Alman gazetecinin, "Almanlar, Formula 1'i çok ilgiyle izliyorlar. Bunda Formula 1'in şampiyon yarışçısı Schumacher kardeşlerin de etkisi büyük. Her yıl Antalya'ya 2 milyondan fazla Alman'ın tatil amacıyla gelmesi, bu yarışların Antalya'da düzenlenmesi için önemli bir neden sayılmaz mı?" biçimindeki sözlerini ise, "Tabii çok önemli bir neden" diye yanıtladı.

    Neredeyse kopuyormuş dananın kuyruğu, ama biraz sabretmemiz, tanıtıma ve lobiye devam etmemiz ve onay çıkana kadar Bernie Amca'nın peşinden ayrılmayıp diğer adaylarla fazla muhatap olmasını engellememiz gerekiyor. Türkiye'de bunu yapabilecek bir F1 lobisi var. Herşeyin ötesinde Türkiye'nin otomotiv firmalarının fabrika üssü olması, Formula 1 takımlarına sponsor olan firmaların çoğunluğunun Türkiye ofislerinin bulunması nedeniyle yapabilecekleri gizli bir yaptırım var. Ama Bernie Amca bunlardan ne derece etkilenir bilemem. Türkiye'de motorsporları hikayem devam edecek sevgili kahve molacıları. Ayakbastı Parası III'ü kaçırmayın. Bol köpüklü kahveler, görüşmek dileğiyle.

    Melih Çelik

     Dost Meclisi


    Merhaba,

    Gerçekten öğrenmenin yaşı yokmuş...

    Özgür AYAN

    YAŞ 5
    Anne ve babamın birbirlerine bağırmalarının beni ne kadar korkuttuğunu öğrendim.
    YAŞ 7
    Meşrubat içerken gülersem içtiğimin burnumdan geleceğini öğrendim
    YAŞ 12
    Bir şeyin değerini anlamanın en iyi yolunun bir süre ondan yoksun kalmak olduğunu öğrendim.
    YAŞ 13
    Annemle babamın el ele tutuşmalarının ve öpüşmelerinin beni dâima mutlu ettiğini öğrendim.
    YAŞ 15
    Bâzen hayvanların kalbimi insanlardan daha fazla işittiğini öğrendim.
    YAŞ 18
    İlk gençlik yıllarımın keder, şaşkınlık, ıstırap ve aşktan ibâret olduğunu öğrendim.
    YAŞ 24
    Aşkın kâlbimi kırabileceğini ama buna değer olduğunu öğrendim.
    YAŞ 33
    Bir arkadaşı kaybetmenin en kestirme yolunun ona ödünç para vermek olduğunu öğrendim.
    YAŞ 36
    Önemli olanın başkalarının benim için ne düşündükleri değil, benim kendi hakkımda ne düşündüğüm olduğunu öğrendim.
    YAŞ 38
    Eşimin beni hâlâ sevdiğini, tabakta iki elma kaldığında küçüğünü almasından anlayabileceğimi öğrendim.
    YAŞ 41
    Bir insanın kendine olan güveninin, başarısını büyük oranda tâyin ettiğini öğrendim.
    YAŞ 44
    Annemin beni görmekten her seferinde sonsuz mutluluk duyduğunu öğrendim..
    YAŞ 46
    Yalnızca minik bir kart göndererek bile birinin gönlünü aydınlatabileceğimi öğrendim.
    YAŞ 49
    Herhangi bir işi yaptığımdan daha iyi yapmaya çalıştığımda, o işin yaratıcılığa dönüştüğünü öğrendim.
    YAŞ 50
    Sevgi, evde üretilmemişse, başka yerde öğrenmenin çok güç olabileceğini öğrendim.
    YAŞ 53
    İnsanların bana, izin verdiğim biçimde davrandıklarını öğrendim.
    YAŞ 55
    Küçük kararları aklımla, büyük kararları ise kâlbimle almam gerektiğini öğrendim.
    YAŞ 64
    Mutluluğun parfüm gibi olduğunu, kendime bulaştırmadan başkalarına veremeyeceğimi öğrendim.
    YAŞ 70
    İyi kâlpli ve sevecen olmanın, mükemmel olmaktan daha iyi olduğunu öğrendim.
    YAŞ 82
    Sancılar içinde kıvransam bile başkalarına baş ağrısı olmamam gerektiğini öğrendim.
    YAŞ 90
    Kiminle evleneceğin kararının hayatta verilen en önemli karar olduğunu öğrendim.
    YAŞ 95
    Öğrenmem gereken daha pek çok şeyler olduğunu öğrendim.

    -------------------------

    Dün sabaha karşı kendimle konuştum
    Ben, hep kendime çıkan bir yokuştum
    Yokuşun başında bir düşman vardı
    Onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum

    Özdemir Âsaf

     Tadımlık Şiirler


    SU

    Firuze rengi suların önünde diz çökmüş
    bir okçu, elinde altın yayıyla.
    Karalarla kaplanlarla oynuyordu,
    kemanıyla oynadığı gibi.
    Firuze rengi sularda yüzen
    sarı güller...lerin yansıttığı
    yanılsamalar...içindeyim...
    O uzun siyah eldivenimle
    yürüyorum sularda.
    sularla evlilik akuatik yeşillerle
    gri gözlerle bir anima-kadın
    soluk alıp verişi
    karanlık yaprakların ardında
    Bir yıldız gümüş notalar fısıldıyor
    onun da kulağına... dolendo...
    Seslerin ve notaların gümüş
    ağırlığıyla dalıyor sulara, dalıyoruz.
    bir denizaltı konuşması gibi
    artık kimsenin dinlemediği iki insan arasında
    boğulmamak için denizin dibinde konuşmaya çalışan
    İki insan gibi neredeyse
    dolendo
    O uzun beyaz eldivenimle
    tekrar çıktığımda sulara Miras'ım,
    alnıma saplanacak altın bir ok olabilir.
    Erden kızların önünde eğilmiş
    oturuyor olabilirim alnımda altın bir okla.
    Aramızda belirli uzaklıklarla eğilmiş
    şarkı söylüyor olabiliriz gri sulara.
    Aramızda kristal uzaklıklarla
    göğe çekilmiş olabiliriz, ağlayan ünikornlar gibi.
    Orion çekimi belki de yalnızca...

    ..........<>..........

    YOSUN TUTAN YÜREK

    yeşil / siyah seviyorum çok tropik
    bir daha gülümsediğini görmeyeceğim
    kedi gözleri mağaralarda
    yüzlerimiz en eski topoğrafya

    başsız bir leopar ... sürünür geçer yanımdan ...
    dokunuşların ... " hüzünlü tropik " bakışların ...
    sürünür geçer yanımdan ...

    kanıyorum diyorum sana kızıl / kara
    çiziklerim ... yarıklarım ... yaralarım ölümcül tropik ...
    adam-atacağından bir adam tepetaklak yukarı çıkıyor
    antik bir intiharın silüeti

    yüreğimi yaprakların arasına gömdüm diyorum
    yeşil / kara kanıyorum çok tropik

    neyin yaşı diyorum bu gidip gelen
    her sabah gözlerimin çevresine usanmadan çizdiğim

    ölü balıklar su yüzüne doğru ... dev menekşeler ...
    elim kara ... demir parmaklıklar ...
    beni asla içine alamayacak Saragossa sessizlik
    çocukluğum

    birşey yürür üstüme ... elinde bıçak ...
    sürekli bir imge ... tüm bir yaşam ...
    üzerime gelen herşeye kilitlenirim ...

    kilitlenirim mor / yeşillere... turkuaz / karalara ...
    seviyorum diyorum kızıl / kara
    suda fırtına kopmak üzeredir

    yaşıyorum diyorum niçin inanmıyorsun
    çiziklerim ... yarıklarım ... yaralarım kızıl/kara

    yıkıntılarda
    bir gölge
    bir yara
    yosun tutan yürek

    Pars zambağı yalnız ince kumda büyür ...
    bir kadının kalbi büyür ... tropikal bir hastalıktan ...
    ve gölge geçer yıkıntılardan ...

    kedi gözleri ... korku ... dolanır yanımsıra
    bütün gün yağmur yağar barakalara

    bana yabancı bana zararlı
    ürkerek sevdiğim bunca şey arasında
    eğer birgün ölürsem diyorum

    eğer birgün ölürsem ... yıldırım çarparak olsun ...
    tıpkı yaşamım gibi ... noa noa ...

    Lale Müldür

     Biraz Gülümseyin


    Öpücük

    Diskoda bir güzel eğlendikten sonra delikanlı sevgilisini evine götürmüş. Kapıda tam ayrılacakları vakit oğlan bir elini duvara dayayarak kızcağızı kapı ile kendi arasına sıkıştırmıs ve tutturmuş:

    - Bir kere öpücem....
    - Olmaz komşular görür...

    Derken tartışma iyice uzamış, o sırada sokak kapısı açılmış, küçük kız kardeş gözlerini oğuşturarak kapıda belirmiş. Ablasına dönüp:

    - Babam diyor ki, öptürecekse öptürsün yoksa ben aşağı inip o herifi öyle bir öpücem ki annesi bile öpücüğü hissedecek... Hem söyle şu salağa elini diafonun düğmesinden çeksin…

     Kahveden Önce: Balık


    Hamsi Dolması (4 Kişilik)

    Malzeme:
    500 Gr. İri hamsi
    2 adet kuru soğan
    1 demet maydanoz
    ½ çay bardağı sıvı yağ
    Tuz
    Karabiber

    Yapılışı:
    Hamsiler kafaları koparılıp kılçıkları çıkarılarak fileto olarak ayıklanır, yıkayıp durulanır. Her iki tarafı tuzlanır ve biberlenir.
    Soğanlar ince halkalar halinde doğranır; tuz ve karabiber serpilip biraz ovulur. İnce kıyılmış maydanozlar karışıma katılıp iyice karıştırılır.
    Ayıklanmış bir hamsinin üzerine harçtan bir miktar konarak üstü diğer bir hamsiyle kapatılır ve hamsiler hafif yağlanmış bir tepsiye dizilip sıvı yağın kalanı üzerine dökülür ve 150OC sıcaklığa ayarlanmış fırında 40 dakika kadar pişirilir.
    Sıcak veya ılık servis yapılır.

     Kıraathane Panosu



    PANSİYON ARANIYOR

    Bir iki arkadaşım, Sezen Aksu'nun 30 Ağustos'ta Efes Antik Tiyatroda vereceği konsere gitmeyi planlıyorlar. Bir gece Selçuk'da kalmak isteyen arkadaşlarım, burada kalabilecekleri temiz ve fiyatı uygun otel/pansiyon arıyorlar. Böyle bir yerin adını ve telefonunu verebilecek arkadaşlarımız varsa sevinirim.

    Selcan Lafçı

     İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


    http://www.diyetisyenim.com/
    Hacettepe Üniversitesi Dietisyen Klübü'nün hazırladığı işe yarar bir site. Beslenme konusunda pekçok soruya yanıt bulabilirsiniz. Hepimizin ihtiyacı var sanırım.

    http://www.uzay.galerisi.com/
    Amatörce hazırlanmış ama ciddi bilgilerin olduğu bir uzay kaynak sitesi. Astronomi ile ilgilenenler seveceklerdir.

    http://www.yemektarifi.com/yt/yt.asp
    Epeyce yemek tarifine ulaşabileceğiniz bir kaynak site. Kalori değerleri ile ilgili bilgiler de olduğundan kilo problemi olanların ilgisini çekecektir.

    http://turkulerimiz.net/
    Türk Halk Müziği'ni sevenler için hazırlanmış çok iyi bir kaynak site. Türkü sözlerinden, hikayelerine kadar pekçok bilgiye ulaşabilirsiniz.

     Damak tadınıza uygun kahveler


    MakeNewFolder v2.05 [919k] W9x/2k/XP FREE
    http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105134
    Birden fazla klasörü bir kerede oluşturup kolayca açmak için geliştirilmiş bir programcık. Alt klasörlerle birlikte hızla bir dizin yumağı yaratabilirsiniz.

    MediaMenu v1.3 [891k] W9x/2k/XP FREE
    http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105112
    CD içeriğini bir nevi menü olarak oluşturup, gerektiğinde media player'ı devreye sokan bir program. Görsel olarak interaktif CD özelliğini katarak CD lerinizi dinlemek hoş olsa gerek.
    http://kmarsiv.com/sayilar/20020821.asp 20 Ağustos 2002 - ©2002-kmarsiv.com
    istanbullife.com