|
|
|
22 Ağustos 2002 - Ertelememeli |
Merhaba Kahveci Dostlar,
Ligler başladımı bende de bir heyecan başlar. Maçı nerede seyredicem? Hangi yorumcuya inanıcam? Kimi kızdırıcam? Maç gecesi telefonu kapatmak zorunda kalacakmıyım? gibi sorular hafta sonu gündemimi oluşturur. Kahve Molası'nında futbol konuşmanın yersizliğini biliyorum ama napalım ki şu aralar siyasetle yatıp futbolla kalktığımız için, bir iki kelam edeyim istiyorum. Tuttuğu takım hariç, takdirimi kazanmış olan Fatih Altaylı dünkü yazısında, şu erteleme konusuna değinmiş. Yerden göğe kadar haklı olduğunu teslim etmem gerekiyor. Sen geçen sene adamlar Roma'da dayak yiyip gelince istedikleri ertelemeye karşı çık, sonrada kalk şampiyonlar ligi vize maçı var diye Antep maçını ertelettir. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Neymiş yorgun olurlarmış, konsantrasyonları bozulurmuş.
Futbol oynamaktan başka meziyeti ve işi olmayan insanların, spor yapıp üstüne de para aldıkları bir ortamda yoruluruz demelerine gerçekten içerliyorum. Alt tarafı haftada 2-3 gün çıkıp 90 dakika top oynayacaklar. Maç olmasa antreman yapacakları için fazladan bir enerji sarfiyatı da olmayacak. Okul zamanlarımı hatırlıyorum, sabahtan akşama kadar koşar, hergün birkaç maç yapardık. Yorulmak nedir bilmezdik. Kaldı ki ne kimse bize para verir, ne de fazladan yemek yiyip, vitamin alırdık. Demek ki amatörle, profesyonel ruh arasındaki fark ta buymuş işte. Sakatlanmaktan korkmalarını anlarım, ama bu da işlerinin riski. Bu riski 5 kuruş ekstra almadan taşıyan insanları düşününce, futbol endüstrisinden ekmek yiyenlerin yorulmaya hakkı yoktur diyorum. Altaylı'nın yaklaşımı farklı olsa da spor konusunda birkerede aynı düşünceyi paylaşmak hoşuma gitti doğrusu. Hoş bu sefer ben takımımı sattım ama napalım fanatizminde bir sınırı var.
...........
Birkaç gün sonra yeni bir heyecan fırtınası başlıyor. 12 dev adam zoru başarmaya çalışacaklar. Maç saatlerinin geceye sarkması pekçoğumuzu uykusuz bırakacak. Varsın olsun, onlar ellerinden geleni ardlarına koymasınlar, biz uykusuz kalmaya hazırız.
Bugün biraz boş konuştum farkındayım. Yoğun bir günün ardından biraz yorgun gözlerle yazmaya çalıştım yazımı. Ama erteleme için kimseye başvurmakta aklımın ucundan bile geçmedi. Siz de bugünlük idare edin beni artık. Bu arada yazı konusunda tekrar bir durgunluk dönemine girdik. Anketten çıkan ilk sonuçlara göre yeni, değişik konu ve konuklara ihtiyaç var bilesiniz. Hadi artık silkinin şöyle , çekin klavyeyi önünüze, alın kahveden bir yudum, sonra başlayın yazmaya. Devamı gelir korkmayın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Temizlik vakti
Dün size bilgisayarlarımızın baş düşmanı voltaj değişikliklerinden söz etmiştim. Bugün de biraz temizlikten söz edelim. Bundan birkaç yıl önce arızalı bir bilgisayarı açtığımda hayretler içinde kalmıştım. Board'un üzerinde karıncalar cirit atıyordu. Arızaya sebep olanlarda bu küçük haycancıklardı. Birkaç yıldır kullandığınız bilgisayarlarınızın artık temizlik zamanı gelmiş demektir. Öncelikle hiç çekinmeden vidaları söküp kapağını açmanız gerek. Korkmayın içinde herhangibir kabloyu yerinden oynatmazsanız, zarar vermezsiniz. İçini açtığınızda hayretler içinde kalacaksınız. Bu kadar toz bunun içine nasıl birikmiş diye söyleneceksiniz. Yapmanın gereken elektrik süpürgesiyle dikkatli bir şekilde tozları almak. Sakın ola nemli bez kullanmayın. Özellikle halı serili odalarda bulunan makinaların fanları kısa sürede tıkanır ve soğutma işlevini yerine getiremez olurlar. Buda makinanızın ısınmasına dolayısıyla performansının düşmesine neden olur. Gereğince soğumayan CPU makinanızı sık sık kilitler. Dış yüzeyi makina kapalıyken nemli ve hafif sabunlu bezle silebilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken tamamiyle kurumadan makinayı açmamaktır. Aynı işlemi kapalıyken ekran üzerine de uygulayabilirsiniz. Yeni sezona girerken, bilgisayarlarımıza da birer kış temizliği yapalım ne dersiniz?
|
UĞUR YÜCEL "HOUSE OF SAMBA"
Park Orman, 22-29 Ağustos Perşembe 2002, 22:00
Uğur Yücel, Ağustos ayı boyunca “House of Samba” gecelerinde Park Orman'da sahne alacak.
5 hafta süresince, her Perşembe akşamı Parkorman’da müzikseverlerle buluşacak olan Uğur Yücel ve iki kişiden oluşan ekibi, perküsyon performanslarıyla izleyicilerine farklı geceler yaşatacak.
|
Araştıran Kahveci : Başak Postacı |
BÜYÜK İSKENDER - III
Şimdi ne olacak?:
İskender tahta çıkar çıkmaz, babasının ölümünü fırsat bilip ayaklanma hazırlığındaki Yunan Devletleri'ne karşı alınacak tedbirler üzerinde durdu.
Babası, yıllar süren savaşlarının neticesinde Avrupa kıtasındaki Yunan Birliği'nin Liderliğini [nihayet!] elde etmişti. Bu liderliğin kendilerinden saymadıkları barbar bir ulus tarafından bilek gücüyle elde edilmiş olması, kendini beğenmiş Yunanlıları gerçekten rahatsız ediyordu, ama işte bükemedikleri bileği öpmek zorunda kalmışlardı ve bu durumun geçici olmasını diliyorlardı.
Yunanlıları ("Yunanlılar" diyorum ama bunu, milli birlik ve beraberlik duyguları içinde hareket eden tek bir devlet sanmayın. O zamanlar, bugünkü Yunanistan topraklarında, kökenleri aynı ama geçimsizlikleri ve hırsları yüzünden bin parçaya bölünmüş, sözde federasyon ama gerçekte her gün birbirleriyle savaşan pek çok devletçik bulunuyordu.) kendine bağlayan Phillippos, ölmeden önce, yıllardır hayali ile yanıp tutuştuğu "Anadolu Seferine" hazırlanıyordu. Bu seferin amacı Anadolu kıyılarındaki Yunan şehir devletlerini Pers egemenliğinden kurtarmak ve nihayetinde Pers İmparatorluğu'nu ortadan kaldırmaktı. Böylece, 150 yıl önce Perslerin İmparator Xerxes komutasında Atina'yı ve Yunanlıların kutsal buldukları bütün tapınakları yakıp yıkmalarının intikamı alınmış olacaktı. Phillippos da bu kutsal seferin Başkomutanı olarak artık gerçek bir "Yunanlı" olarak anılmayı hakkedecekti.
Phillippos'un ölümü Yunan Devletlerinin epeydir kaçmış olan keyiflerini yerine getirdi. Zira, kimse uzun saçları ve temiz, traşlı yüzüyle onlara göre erkekten çok kadına benzeyen bu çocuk-kralın Yunan Birliği'ne hükmetmeye devam edebileceğine inanmıyordu ve artık ayaklanmalarının tam sırasıydı!
· Karizma Önemlidir:
Burada yeri gelmişken İskender'in yaptığı pek çok şey gibi, "ilk" olan fiziksel özelliklerinden bahsetmek uygun olabilir: Dönemin özellikle asilleri arasında pek moda olan, neredeyse "olmazsa olmaz" özelliği kısa saç ve sakal, İskender'de yerini "uzun saç ve traşlı bir yüze" bırakmıştır. Bugün için hiç bir anlam ifade etmeyen bu özellik, o dönem için yıkılan bir tabuydu. (Gerçi ondan hoşlanmayanlar sakalının çıkmadığını ve bunun ezikliğinden saçlarını uzatarak kurtulmaya çalıştığını iddia etmişlerdir, ama bu yaklaşımın İskender'in herşeye kafa tutan, cüretkar kişiliğine uygun düşmediği açıktır.) O farklı bir Kral olacaktı ve bu özelliği fiziğine de yansımıştı!
Fiziği bu kadar övülmüş veya tartışma konusu yapılmış tarihi karakter az olsa gerek, zira İskender'in sadece saçları ve sakalsızlığı değil; boyu, gözlerinin rengi ve hatta boynu (evet, doğru duydunuz "boynu"!) dahi yüzyıllardır süren tartışmaların konusu olmuştur. Gösterişli giysilere ve parfüme olan düşkünlüğü de, bugün bizim pek de anlayamayacağımız sebeplerden, irdelenmiştir.
Belki biraz hayal kırıklığı yaratabilir ama Büyük Kral'ın boyu şaşırtıcı derecede kısadır, hatta kısalığı o kadar su götürmezdir ki, bu konudaki tartışmalar "uzun-kısa" şeklinde değil, "kısa-daha kısa" şeklinde cereyan etmiştir. Boyunun kısalığı, kendi resmi tarihine de yansımış çeşitli anekdotların konusu olmuştur: Issus Savaşı'nda Persleri yendikten sonra Pers Kralı Darius'un esir düşen maiyetini arkadaşı Hephaistion ile ziyarete gittiğinde, Ana Kraliçe daha uzun ve gösterişli olan Hephaistion'u kral zannetmiş ve onun ayaklarına kapanmıştır. Yine, nihayet Pers tahtına çıkarken, Pers Krallların yüksek tahta çıkmak için basamak olarak kullandıkları tabure İskender'e yetmemiş, tahta çıkabilmesi için bir "masa" (insaf!) kullanması gerekmiştir.
İskender'in paralar ve mozaikler üstündeki suretini veya heykellerini incelerseniz, gözlerinin abartılı biçimde büyük olduğunu farkedeceksiniz. Bunun bir nedeni İskender'in tanrısallığını vurgulamaktır. Diğer ve bana göre daha insani olan nedeni ise, kendisini tuhaf biçimde herkesin sevmesini sağlayan güzel gözleri ve içindeki yangını ustaca örten "munis" bakışlarıdır. Bu bakışlar hafifçe sola eğik tutulan bir boyunun üzerinde olunca, ortaya bir de "Romantik İskender" çıkmaktadır. Günümüzün modern doktorları bile İskender'in "yana yatık boynu" üzerinde kafa yormuşlar ve sonuçta bu eğikliğin ender rastlanan ve düzgün görmeyi engelleyen bir göz rahatsızlığından kaynaklanmış olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Gözlerinin ise birbirinden farklı renkte (biri siyah biri yeşil) olduğu yazılır. Ama bu iddianın da sırf İskender'in tanrısal görünüşünü pekiştirmek üzere ortaya atıldığına inanmak daha doğru olur.
İskender'in ilk anda sadece fiziğiyle estirdiği rüzgarın kısa zamanda kasırgaya dönüşeceğini o günlerde kimse hayal edemezdi tabii...
3. BÖLÜMÜN SONU - Devamı var
Yazının başlangıcını okumak için tıklayınız.
|
İlyada'nın Büyüsü
Bir kızım olsun çok istemiştim, olmadı. Ama abimin sekiz yaşındaki kızı bana bu keyfi tattırdı. Kızımmış gibi bana benziyor, birbirimizi seviyoruz.
Her yaz tatile abimlerle birlikte gideriz. Yolda yeğenim Deniz'i oyalamak için ona masallar, hikayeler anlatırım. Bu yaz ona Troya savaşını, İda Dağındaki ilk güzellik yarışmasını, aklımda kalan bir kaç Anadolu efsanesini anlattım. Zaten mitoloji masal tadındadır, bayıldı. Tatilin ikinci, üçüncü günü aynı hikayeleri bilmem kaçıncı kez anlattırdığında, hep ilgiyle dinledi. Dördüncü gün elinde bir kağıt kalemle yanıma geldi.
-- "Selcan Hala, Athena ne tanrıçasıydı?" diye sordu.
Sonra diğerlerini sordu, hepsini not etti. Tatil boyunca kağıdını yanından ayırmadı. Hikayeleri tekrar tekrar anlattırdı.
Tatilden bir ay sonra, o tekrar Bozcaada'dayken bir gün telefonda konuştuk. Bana İlyada'yı okumaya başladığını söyledi. Nasıl hoşuma gitti anlatamam. İlyada ona ağır gelebilir, büyük ihtimalle sıkılır, bitiremez. Ama yüreğinde bir kıpırtı yaratacaktır, eminim.
Schliemann'a babası yedinci yaş gününde Homeros'un İlyada ve Odysseia kitaplarını armağan etmiş. Almanya'nın bir köyündeki yoksul çiftçi ailesinin zeki oğlu Schliemann, öyküden öyle etkilenmiş ki tüm yaşamını Troya şehrini bulmaya adamış. Ailesinin maddi durumu kötü olduğundan okuma olanağı bulamayan Schliemann, önce bir şirkette katiplik yapar. Daha sonra Amsterdam'da bir iş kurar ve burada kaldığı dört yıl boyunca yedi dil öğrenir. İşleri nedeniyle Rusya'ya, Amerika'ya sehahatlar yapan, yeni diller öğrenen Schliemann, bir süre sonra çok zengin olur. Otuzlu yaşlarında ölü dillere de merak sarar ve eski ve yeni Yunanca ile Latinceyi de öğrenir. Artık parası vardır, tek isteği Homeros'un Troya'sını bulmaktır. Bu amaçla İlyada'sı elinde Çanakkale'ye gelir. O zamanın Amerika başkonsolosu ona Hisarlık Tepesini gösterir, bu höyüğün altında Troya'nın olabileceğini söyler. Sonunu biliyorsunuz: Osmanlı'dan kazı iznini alır, önce kalıntıları bulur, sonra Troya Hazineleri olarak adlandırılan gömüyü. O gün işçilere bir bahaneyle izin verir, karısı Sophia'yla birlikte tüm bulduklarını önce Yunanistan'a oradan da Almanya'ya kaçırır. İkinci Dünya Savaşı sırasında bu hazinenin Rusya'nın eline geçtiği söylenir. Ne olduğu pek bilinmez ama bir daha gün ışığına çıkmamıştır Troya'nın hazinesi.
Schliemann'ın öyküsü beni hep etkiler. O'nun macerasını bazıları para tutkusu olarak açıklar. Ben bu tutkuyu ancak İlyada'yı okuduğum zaman anlayabildim. Öyküdeki ölümlü insanlarla, ölümsüz tanrı ve tanrıçaların sahip olduğu iyilik, adalet, yiğitlik, hüzün, mertlik, kıskançlık, arkadaşlık gibi duygular, yaşadıkları doğa, dökülen kana kızıp yatağından taşan ırmaklar, Zeus'un savaşı izlediği dağlar insanı öyle bir içine alıyor ki, orayı görmek, şimdi boş olan ovaya bakıp o günleri hayal etmek hatta yaşamak bir tutkuya dönüşebiliyor. Ancak böyle bir tutku insanı Almanya'dan Çanakkale'ye getirip üç bin yıl önce yıkılmış Troya'ya ulaştırabilir.
Deniz, bir Troya'ya ulaşır mı bilinmez ama bu öykü ona tüm yaşamı boyunca sevinç katacak, hiç kuşkum yok.
Azra Erhat'ın İş Bankası yayınlarından çıkmış 'Homeros/Gül ile Söyleşi' adında bir kitabı var. İlyada'yı yani Troya'nın öyküsünü yeğeni Gül'e anlattığı kitabında Erhat, sizi bu büyülü dünyanın içine çeker. Kitap okumayı sevmeyen çocuklarımızın bu kitabı sıkılmadan okuyacaklarını sanıyorum. En azından denemeye değer. Onlar okumazsa siz okuyun. Ali Baba'yı, Keloğlan'ı anlatır gibi anlatın onlara bu Anadolu masalını, sonra götürün onları Hisarlık Tepesi'ne, birlikte Hektor'un, Akhilleus'un höyüklerini arayın.
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın |
Küçük oteller, küçük sevinçler-2
Bu yaz konuk olduğumuz küçük otelleri ve aldığımız küçük sevinçleri sizlerle paylaşmayı sürdürüyorum.
Bu kez, Ayvalık'tayız.. Karaağaç-Artur yakınlarında geçen bir kaç haftadan sonra, bir kaç günlük kaçamak daha yapacağımız küçük, sevimli mekanların ilk durağı Ayvalık olacak.. Ben, öncü keşif kolu olarak bir başka bahane de yaratıp, bir gün önceden Ayvalık'a yolumu düşürüp, yine "Küçük Oteller" kitabından hedeflediğim adresi bulmaya çalışıyorum.
Adreste kent içi, PTT arkası olarak yazılmış, "Yalı Pansiyon"un izi. Daracık Ayvalık ara sokaklarına arabamı park ettikten sonra afallıyorum. Bu bina ve araç yoğunluğunda, kentin ortasında nasıl ve nerede Yalı olabilir? Gezenler bilir, yakın zamanda Ayvalık karşıda Cunda Adası, ilerde Sarmısaklı sahilleri ve Şeytan Sofrası ile bilinir oldu.. Neyse, baktım olacak gibi değil, bir marangoz atölyesine yanaşıp sordum, aradığım adresi. Adamcağız, burnumun dibindeki yaşlı binayı bana gösterdikten sonra, "Aman fikrini değiştirme, buranın dışında eski Ayvalık'I bulamassın. Çok istersen akşamda Cunda'da balık yersin olur biter, burnunu dışarı çıkarma" diye ekledi..
Yalıyı bulduk.. Asıl sürpriz, bahçe kapısından girince başladı. Onlarca yaşlı ağaç içinden, tarif dışı güzel bir deniz manzarası ve elbette muhteşem konağın silüeti.. Aman allahım, resmen afallıyorum.. Çoğu yabancı, ancak en fazla beş,altı çift sabah kahvaltılarını yapıyorlar, çakıl taşları üzerindeki sevimli masalarda..
Evin sahibi Çetin Bey, ben artık ona Çetin Ağabey diyeceğim.. O da bir köşede kahvesini yudumluyor, yanındaki sandalyeye buyur ediyor.. Derdimi anlatıyorum ve artık fazla israrlı bir biçimde yarın için oda istiyorum. Bu konakta yine öylesine az oda ve öylesine bir talep var ki, Çetin Ağabey basit blok notu elinde, telefonları yanıtlamakta zorlanıyor.
Köşk tam, 170 yıllık. Önceleri İtalyanların elçilik benzeri binası ve sonraları uzun sure ünlü bir Yunanlı Komutanın evi olarak kullanılmış. Doğma büyüme Ayvalıklı olan Çetin Ağabey, yıllar yılı denizci asker olarak görev yaptıktan sonra (dünya tatlısı Arnavut göçmeni eşi Mediha Ablayı sonradan tanıyacağız), burayı yetmişlerin sonunda satın almış. Uzun yıllar, üç çoçuğuyla burada yaşamışlar.. Derken seksenlerin ortasından itibaren, pansiyon olarak ta kullanmaya başlamışlar ve kısa sürede yabancı gezi kataloglarına-kendiliğinden-girmişler. Nihayet, "Küçük Oteller" kitabı bu alçakgönüllü ünlerini pekiştirmiş..
Çetin Ağabey, gerçekten talebe karşılık verememekten bunalınca, son bir iki yıldır şaka yollu kitap dışı kalmak için ricada bulunmaya başlamış. Konağın içine girince, bu yoğun ilginin nedenini daha bir anlıyorum. Avizelerinden, koridorlarına, oda eşyalarından aynalara, her köşesi ayrı bir tarih öyküsünü kulağınıza fısıldamaya başlayan bu mekanı da inanın anlatmak olanaksız.
Sezen Aksu, Erol Evgin gibi ünlülerin hemen her yıl birkaç günlüğüne de olsa, denizi kucaklayan üst odaları şimdiden rezerve ettirmeleri de sürpriz değil.. Ben kahvemi yudumlarken, bu sevimli mekanın bu doğal insanlarının yüreklerine onulmaz bir acının düştüğünü öğreniyorum. Evin küçük oğlu, üç yıl once hemde 29 yaşındayken Ayvalıkta bir trafik kazasına kurban gitmiş. Geriye eşi ve çok sevimli iki kız çoçuğu ve acı kalmış. Çetin Ağabey, her yıl yabancıların birkaç milyon doları bulan satın alma taleplerine daha ne kadar dayanacağını bilemiyor, şimdilik bildiği, bu onulmaz acıyı buradaki koşuşturmayla unuttuğu..
Ben, yarın görüşmek üzere Karaağac'a dönüyorum. Yarım saate sığışan gerçek üstü bir mekan ve insan zenginliğini yudumlamaya başlayarak. Ertesi gün akşam üzeri, eşimle Yalı Pansiyon'a vardığımızda, Sevgili Çatin Ağabey'in kendi odasını bize hazırladığını görüyoruz. Bu oda, deniz görmese de, mobilya ve herşeyiyle konağın en özgün adası kuşkusuz..
Saat altıyı geçiyor. Bira soruyorum.. Ne yazik ki içki ruhsatlari yok. Ancak, dişarıdan alıp getirmenize sıcak bakıyorlar.. Biz güneşin yavaş yavaş Cunda sahilleri üzerinden alçalmaya başlamasını izliyoruz, bir yandan da Çetin Ağabey ve Mediha Hanım'I dinliyoruz. Bu ara, sonradan daha yakınlaşacağımız Hollandalı Jaap ve Türk eşi Ayla evin tesadüfen o gün oralarda olan üç kız torununu allayıp, pullayıp, Yunan ezgileri eşliğinde bir defileye hazırlıyorlar..
Önünüzdeki deniz girilecek kadar temiz, zaten yabancılar giriyorlar bile.. Akşam Cunda Adasında balık yiyoruz.. Elbet güneşi Yalımızda batırdıktan sonra.. Cunda çıkışı yine kitapta yer alan Ortunç Tatil Köyüne uğruyoruz. Burası, Ayvalık ve Cunda'nın tüm hayhuyundan uzak, adanın bir başka köşesinde 20 odalık minik bir tatil köyü.. Gece izlenimlerimiz sınırlı ancak oda-kahvaltı kişi başı 31 dolar gibi görece pahalı bir fiyatı olduğunu öğreniyoruz. Bizim sevimli Yalımızda aynı karşılık yalnızca 15 milyonTL'sı. Sabah kahvaltısı yine çok sevimli, yalı bahçemizde..
Ne yazık ki daha fazla kalma isteğimize hem bizim hem de Yalının konuk proğramı izin vermiyor.. Biz de Bozcaada'nın yolunu tutuyoruz..
Cumhur
|
HATIRAMA GELDİN
Bu ev beni basıyor sevgilim
Bir kere de sen basmıştın
Çok hüzünlü bir şarkıya benziyor odalar
Duvarlar kendi aralarında dedikodu yapıyor
Lamba, kırıldığı yerde duruyor
Ben, seni hatırladığım yerde
Günlerimiz CD olsaydı, istediğimizi çalardık
Bir yeniden bir eskiden birbirimizi yaşardık
Hırsızı olurdum pırıltının, gözlerinden çakan
Başımı alıp giderdim senin ayaklarınla
Yatıştırırdın beni, çorba içirirdin, öperdin
Ben seni evde, sen beni her yerde
Bugün canım biraz ağlamak istiyor
Biraz dedimse haykıra haykıra, sen yoksun
Sen belli ki uzakların olmuşsun
Ben yakınında bir yere gömülmüşüm
Seni bana vermemişler, önemsememişler
Cezalıymışım meğer her yerde
Beni bir kızıl hatmi büyüttü
Özlemim dışarıda kaldı
..........<>..........
SIRADAKİ ADAMIN ŞARKISI
“ Bugün yine gönlümün bahçesinde gezindim” tek yeşil
olan Kahve içtim, dilek tuttum, kısmet aradım
Bugün yine geçim derdine düştüm, polislere küstüm
Haberlere çıktım,vücudumu topladım yoldan
Bugün yine seni hayal ettim, sinemaya gitmedim
Yastığımla nikah tazeledim, elimi aldattım
Bugün yine kavağa çıktım balıkla, rakıyı yeniledim
Ağzımla kuş tuttum, meşhur oldum, ruhum duymadı
Bugün yine kendimle barıştım, üstüme geçirdim
Yüzümü boyadım, tribünde coştum, evimde yoruldum
Bugün yine hayatımı düşündüm, kitapsızlık yaptım
Fikrimi değiştirdim komple, bir beden büyük
Bugün yine borcum vardı baykuşa, güvercine
Yiğitim ben dedim, yitiğim, kendimi aradım telefonla
Bugün yine karışık duygularla tost yedim, ayran içtim
Televizyonlara kumandan oldum, zapingledim milleti
Bugün yine hasta oldum sana
Hasta la vista
Oğuzhan Akay
|
|
Düşmanı merak
İki Kırşehirli kardeş kan davalısı düşmanlarına pusu kurmak için fırsat kollar.
Birgün düşmanlarının saat 3'te ıssız bir yoldan geçeceklerini haber alıp pusu kurarlar ve beklemeye başlarlar. Saat 3 olur düşmanları gelmez. 4 olur, 5 olur gelmezler.
Küçük kardeş merak edip, ağbisine sorar.
-Ağbi bunlar geç kaldılar, Allah göstermesin başlarına bir iş gelmiş olmasın ?
...........
2008 olimpiyatları İstanbul'da
2008 olimpiyatlarından notlar:
* istanbul olimpiyatları görkemli bir törenle
açıldı...olimpiyat meşalesine gaz verilmesi
unutulduğu için yaşanan birbuçuk saatlik gecikme
süresinde,gülben ergen ve pınar eliçe dönüşümlü olarak
konser verdi...uygur kardeşlerin esprileriyle süslenen
konser sonrasında çeşitli kafilelerden 459 sporcu
türkiyeyi terketti.
* olimpiyat meşalesi yakıldı fakat aniden çıkan lodos
sonucu söndü...meteoroloji yetkilileri ve spordan
sorumlu devlet bakanı,canlı yayında birbirlerini
şerefsizlikle suçladılar..olimpiyat meşalesinin
yerine geçici olarak camekan içinde mangal ateşi
konuldu.
* olimpiyatların simge hayvanı martı remzi,oyunların
beşinci gününe yetiştirildi.bilindiği gibi daha önce
kedi cavit,lüfer muhittinve deli dana volkan
düşünülmüş,son andan ihaleye simit mafyasının
karışmasıyla martıda karar kılınmıştı..
* olimpiyatların ilk altın madalyasını atıcılık
dalında porto riko kazandı.ödül töreninde porta
rikonun ulusal marşı bulunamadı,sezen cumhur önal
mikrofona ıslıkla i found my love in portofinoyu çaldı..aldıkları aşırı
alkolün etkisiyle,hedef tahtalarına tribünden ateş
eden ünlü kabadayı gebzeli fuat ve dört adamı göz
altına alındı.
* olimpiyat köyüne kaçak olarak girip,sporcular için
yapılan evlere yerleşen 82 aile olimpiyat jandarması
tarafından zor kullanılarak çıkarıldı..memduh papatya
isimli yurttaş,jandarmalara saatlerce direndikten
sonra polonyalı iki güllecininde yardımıyla etkisiz
hale getirildi.
* kumkapıda hesaba itiraz eden nijeryalı 400 metreci
uho maçinki,esnafla küfürleşti..olayın büyümesi
üzerine,koşarak uzaklaşan maçinki,görgü tanıklarının
şahitliğiyle 400 metrede dünya rekorunu kırmış oldu..
* olimpiyat köyüne yolcu taşıma konusunda çekişme
yaşayan bakırköy ve şirinevler hattı dolmuş şöförleri
taşlı sopalı meydan kavgası etti,17 kişi yaralandı..
* kürek yarışları için boğazda mücadele eden
sporcular,panama bandıralı bir şilebin altında ezilme
tehlikesi geçirdiler..spordan sorumlu devlet bakanıyla
boğaz geçiş yetkilileri canlı yayında birbirlerini
haysiyetsizlikle suçladılar...kürek yarışının
birinciliği panama bandıralı şilebe verildi...
* olimpiyat köyündeki seyyar satıcıdan midye yiyen
japon sumo güreşçisi oka hirro, 300$ istenmesi üzerine
"ben sadece 91 tane midye yedim,bu hesap çok fazla"
diyerek ortalığı birbirine kattı...midyeci ve yedi
arkadaşının üzerine oturan somucu,vinç kullanılarak
kaldırıldı...midyecinin daha sonra olay yerine
çağırdığı bin kadar akrabası oka hirroyu linç etmek
istedi,facia olimpiyat jandarması tarafından önlendi!
* bayrakların yanlış olduğunu iddia eden cibuti
olimpiyat kafilesi,oyunlardan çekilme tehditinde
bulundu... kafile başkanı aberre haiwudu,reha muhtar
tarafından canlı yayında ikna edildi!..
* bu olimpiyatlarda ilk kez denenen deve güreşi,japon
kale maç,üç adet bozuk parayla elden kale yapıp gol
atmaca ve surata lazer point tutma dallarında başka
ülke katılmadığı için türkiye altın gümüş ve bronz
madalyaları aldı.
* bayanlar maraton dalında sporcuların yanlarında
koşan,ilaçlı meşrubat ikram etmeye çalışan,ambulans
süsü verilmiş minibüsle maratonda fenalaşan bayan
atletleri kaçırmaya yeltenen 6 kişilik bir çete
yakalandı.
* olimpiyat köyü içindeki minik caminin mahyasına
"yaşasın olimpiyat" yazdırılması din adamlarını
birbirine düşürdü... bir kısım uzman "spor cana can
katar,toksin ve mikrobu atar,bu slogan caizdir" derken
karşı görüşte olanlar "hristiyan icadının reklamını
yaptırmayız,olimpiyat iyi bi şey olsaydı 4 yılda
değil,her yıl,her an yapılırdı" şeklinde konuştular.
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.antihirsiz.com Özellikle çalınan elektronik araçları kaydedebildiğiniz bir site açılmış. Çalıntı malların satışı sırasında sizin kaydınıza rastlanırsa bulunma olasılığı var. Denemeye değer gibi görünüyor.
http://www.kabak.com/
Hoşça vakit geçirebileceğiniz eğlenceli sitelerden biri daha. Vakti olanlara.
http://www.yasamsaglik.com/
Adından da anlaşılacağı üzere detaylı bir sağlık sitesi. İnteraktif teşhis bile koyuyorlarmış.
http://www.kardebil.com/
"Karınca Davranışları Gözlemi Yöntemiyle Deprem Tahmin Projesi" İlginçlikler devam ediyor. Projenin arkasında kimler var öğrenemedim ama üye olup siz de projeye katılabilirsiniz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
ezWebcar v2.0 [502k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=103715
Internet üzerine kullanışlı bir eklenti. Arkadaşlarınızla aynı web sayfasında gezebiliyor, isterseniz cahat te yapabiliyorsunuz. Gezdiğiniz siteye notlar ekliyebiliyoe, bir dahaki ziyaretinizde bu notları okuyabiliyorsunuz. Hoş ve kullanımı kolay bir program.
MP3 Folders v2.03 [2.1M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=102252
MP3 dolu kalsörlerinizi düzenleyen, ID tagleri değiştirebilen. Playlistler oluşturup size kolay dinleme olanağı sağlayan bir program. MP3 tutkunlarına duyurulur.
|
|
|