|
|
|
26 Ağustos 2002 - Canım bilgisayarım... |
İyi haftalar Kahveci Dostlar,
Günlerden pazartesi. Şimdilerde sıradan birgün olarak sevmeye başladığım bu günün 10 yıl öncesinde bende uyandırdığı duyguları hatırlamak bile istemiyorum. Dönem, masaüstü bilgisayarların hayatımızda yerini aldığı, 486 işlemcili makinaya sahip olanların kendini şanslı saydığı, şirketlerde yeni yeni ağların kurulduğu, DOS'un bey olduğu, Windows 3.0'ın lüks sayıldığı dönem. Bilgisayarı olmayan bilgisayar şirketlerinin cambazlık yaptığı bilgisayar sektörünün altın dönemi. 3'e maledip 5'e 6'ya satılan bilgisayarlar, yıllık yapılan teknik servis sözleşmeleri, her yıl yenilenen makinaların yarattığı muhteşem bir pazar. Blgisayarcıların kral, patronların kul olduğu zamanlardı.
Denizcilik şirketleriyle çalışıyordum o zamanlar. Sözleşme yaptığım 15 kadar irili ufaklı şirket vardı. Tüm işleri yazışma ve haberleşme olan bu şirketlerin en önemli varlıkları bilgisayarları ve 5-10 makinalık ağlarıydı. Makinalar birbirlerine, bugün için ibrişim hatta halat diyebileceğimiz koaksiyel kablolarla ve BNC uçlarla bağlıydı. Televizyona anten bağlamaktan farksız bağlantılardı. Ağ kurulumu konusunda ihtisaslaşma olmadığından, küçük alanlarda yığılı kablolardan yürümek değil nefes almak bile olanaksızdı. Gelelim kabus dolu pazartesilere. Hafta sonu çalışanların yerini alan temizlikçilerin yarattığı kabus günlerine.
Sabah işe gelip, makinalarını açanların çığlık çığlığa sizi sabahın köründen itibaren aramaya başladığı günlerdi pazartesiler. "Cem, hemen birini yolla makinada tık yok." "Cem, derhal buraya gel, teleks çalışmıyor." " Abi herşey çalışıyor ama ekran kapkara." Birer kişilik ekipler elde malzeme şirketlerin yolunu tutarlardı. Malzeme deyince sanmayın ki koca koca takım çantaları. Hepsi hepsi bir ufak tornavida bir de maket bıçağı. Manzara herzaman aynıydı. Hafta sonu temizliğinde, prizden çıkarılan fişler, altını temizlemek için kaldırılırken kopan ağ ve yerinden çıkan ekran kabloları, ekran temizlenirken oynanan aydınlık ayarı. Hatta, dikkat çeksin diye kıpkırmızı yapılan kesintisiz güç kaynağı prizlerine takılan elektrik süpürgeleri yüzünden yanan UPS'ler. Yapılan işlemler de aynıydı herzaman. Kopan kablo ucunun kesilip, biçilip onarılması ya da çıkan fişlerin yerlerine takılmasıydı tüm yapılan. İnanın Teşvikiye'deki işyerimden Tuzla'ya, çıkan elektrik fişini takmaya, ekranın altındaki aydınlık ayar düğmesini çevirmeye çok gitmişimdir. Hey gidi günler hey. Prize fiş takmayı becerebilen herkesin ekmek yiyebildiği günlerdi o günler. Şimdi ise Microsoft sertifikalı mühendisler işsiz yada 3 paraya çalışıyorlar.
Belki çoğunuz farkında değilsiniz ama son yıllarda yaşadığımız krizden en fazla etkilenen sektörlerden biridir bilgisayar sektörü. Kapanan yada 3-5 kişiyle ayakta kalmaya çalışan şirketlerin içine düştükleri durumu sözlerle anlatmak zor olur. Makina başına 30-40 dolar kar eden şirketlerin kira, eleman, elektrik, telefon paralarını ödemek için ayda kaç makina satmaları gerektiğini varın siz düşünün. Düşünün de verdikleri hizmet için istedikleri parayı helal edin hakedenlere. Bugün, elim ayağım gibi bir uzvum olarak gördüğüm bilgisayarıma ve ona emek verenlere yer vereyim istedim yazımda. Gereken saygı ve sevgiyi esirgiyormuşuz gibi bir hisse kapıldım birden, neden acaba? Başıma taş mı düştü dersiniz?
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Püf Noktaları
Eminim çoğunuz 10 yıl öncekilerden çok daha fazla aşinasınız kullandığınız bilgisayarlara. Operatörlüğün ötesinde de birşeyleri bilmek gerektiğini anlamışsınızdır. Özellikle pazartesi sabahları çalışmayan makinalarla karşılaşırsanız, siz siz olun öncelikle elektrik fişinin takılı olup olmadığını kontrol edin. Normal telefon hatlarından internete bağlanıyorsanız, bağlanamama durumunda ilk kontrol edeceğiniz yer telefon hattınız olsun. Paylaşılan bağlantılarda, paylaşıma sunuculuk eden makinanın açık ve çalışır durumda, "IP Sharer"ın elektrik fişinin takılı olduğundan emin olmadan, bilgi işlemden sorumlu elemanı aramayın. Zaman içerisinde kendi başınıza birtakım sorunların üstesinden geldikçe cesaretiniz ve kendinize güveniniz artacaktır unutmayın. Unutmamanız gereken birşey de, bilgisayarların sanıldığı kadar akıllı değil, aksine siz olmadan bir hiç olduklarıdır. Hepinize sorunsuz bilgisayarlarla, iyi çalışmalar dilerim.
|
UĞUR YÜCEL "HOUSE OF SAMBA"
Park Orman, 29 Ağustos Perşembe 2002, 22:00
Uğur Yücel, Ağustos ayı boyunca “House of Samba” gecelerinde Park Orman'da sahne alacak.
5 hafta süresince, her Perşembe akşamı Parkorman’da müzikseverlerle buluşacak olan Uğur Yücel ve iki kişiden oluşan ekibi, perküsyon performanslarıyla izleyicilerine farklı geceler yaşatacak.
|
Araştıran Kahveci : Başak Postacı |
BÜYÜK İSKENDER - V
"Anadolu'nun Efendisi Geliyor!
Geliyor bir gözünde gündüzü
bir gözünde geceyi taşıyan adam!"
Valerio Massimo Manfredi'nin Büyük İskender Romanından
İskender Anadolu'ya Çanakkale Boğazı'ndan ("Hellespontos") geçerek, M.Ö. 334 yılının Mayıs ayında ulaşmış, gelir gelmez de soluğu, ölümsüz kahramanı Akhiellius'un mezarının da bulunduğuna inanılan Homeros'un meşhur kenti Truva'da almıştır. Truva'da yaptıkları hem Akhiellius'a duyduğu hayranlığı ve hayatını onunkine uydurma çabasını, hem de dini [ve batıl] inançlarının yoğunluğunu göstermiş olması bakımından önemlidir. Akhielius'un mezarında, O'nu onurlandırmak için bir ayin düzenletmiştir. Sevgilisi olduğuna inanılan çocukluk arkadaşı Hephaistion'un da İskender'in hayatındaki önemi bu ayinle ortaya çıkmıştır.
Truva'dan ayrılan İskender, kısa bir süre sonra, Granicus Nehri'nde (bugünkü Biga-Kocabaş Çayı) yerel Pers Ordusu'nun kendisini beklediğini öğrendi. Perslerle bu biraz ani ve ilk ciddi karşılaşma İskender ve Ordusunun zeka ve hızın ürünü olan başarısıyla sonlandı.
Truva'daki ayinle ilahi duyguları kabaran ve bu ilk ciddi savaşında güçlü Pers Ordusunu yenerek kendisine duyduğu güveni perçinleyen Genç Kral, daha kendisi ulaşmadan, başarılarının ve mucizelerinin ulaştığı Anadolu kentlerine doğru ilerlemeye başladı.
Sardis, Lidya, Efes, Priene, Miletos, Halikarnassos, Karya, Alinda, Likya bölgesi ve Phaselis, Aspendos, Sagallassos, Gordion, Ancyra (Ankara), Kilikya, Tarsos (Tarsus), Alexandretta (bugünkü İskenderun, evet İskenderun'u İskender kurmuş!)… Bugünün bu turistik antik kent harabelerinde bir zamanlar İskender'in de dolaştığını (ve bir kısmında epeyce yaşadığını) biliyor muydunuz?
İskender ulaştığı bu şehirlerde [Miletos ve Halikarnassos hariç] seviç gösterileri ile karşılandı, halk "Kurtarıcı" olarak gördüğü bu Genç Kral'ın sergilediği mucizeleri ("başarı" kelimesinin antik çağdaki eş anlamlısı !) anlata anlata bitiremiyor, İskender'in bu haliyle ancak bir "tanrı" olabileceği inancı hızla yayılıyordu. (Antik Yunan'da tanrılar insan görünüşlü, ama insan üstü yeteneklere sahip olarak hayal edilmişlerdir. Bu inancın bir uzantısı olarak, savaşlarda üstün başarılar gösteren insanların da, hele bu insanlar genç ise, tanrıların soyundan olduğunun kabul edilmesi yaygın bir davranıştı. Ama bir insanın daha yaşarken tanrı olarak kabul edilip, ibadet edilmesi muhtemelen ilk defa oluyordu.)
Kentler bir bir kapılarını O'na açtılar, İskender de meşhur cömetliğini bol bol gösterme fırsatı buldu: Pers egemenliğinden kurtardığı kentlere, kendisini tanımaları şartıyla, özgürlüklerini bahşetti ve özlemle beklenen demokrasiyi geri getirdi, halihazırda Perslere ödenen vergileri kaldırdı (ama bu vergileri başka isim altında alacak kadar akıllıydı!), gittiği her herde tapınakları ziyaret etti, buralara tadilatları için bağışlar yaptı, başta Zeus olmak üzere, Yunan tanrılarına adaklar sundu. Direnenlerin ise sonları klasik oldu. Miletos'ta, kahinlerin kehanetlerini dinleyerek, gücünün zayıf olduğu denizlerde hiç savaşmamaya karar verdi. Alinda'da, [bugün Bodrum Müzesi'nde mumyasını görebileceğiniz] Karya Kraliçesi Ada'nın "manevi oğlu" oldu.
Kışı geçirmek üzere gittiği Gordion'da Kraliyet Sarayında, yüzyıllardır çözülememiş bir düğüm olduğunu duymuştu, orakller (tanrıların ağzından konuştuğuna inanılan din adamları) "bu düğümü çözecek olan kişinin Dünya'nın Hükümdarı olacağı" kehanetinde bulunmuşlardı. Bu ünvanın kendisinin olacağına yürekten inanmış olan İskender, doğal olarak bu düğümü çözmeye talip oldu. Ama bu sefer işi zor görünüyordu, düğüm gerçekten çözülecek gibi değildi. Bunu farketmesi ile hançerini çekip, düğümü ortadan ikiye ayırması arasında çok zaman geçmemiştir. Yüzyıllardır çözülememiş düğümün bir kaç dakika içinde, tek bir hançer darbesi ile çözülmesini, İskender'in muazzam hırsının ve sabırsızlığının sadece yeni -ve bir diğer- göstergesi olduğunu kabul etmek gerekir; zira "zeka göstergesi" olarak yorumlamak o zamana kadar bunu akıl edememiş olan insanlara haksızlık etmek olacaktır.
5. BÖLÜMÜN SONU - Devamı var
Yazının başlangıcını okumak için tıklayınız.
|
kasımda aşk başkadır
Bugün bir film izledim.. mutlaka çoğu kimse izlemiştir benimle birlikte.. geçen senenin epey göz yaşartan,yüreği şöyle bir burkan bir filmi.”kasımda aşk başkadır”...iyi ki geçen kış değil de,bu yaz izledim bu filmi. aksi takdirde,kışın o hüzünlü günlerinde,bugün akıttığım göz yaşlarının daha fazlasını akıtırdım...kırk sekiz yaşında ki bir adam ve henüz yirmi yaşlarında ki genç bir kadının öyküsü...genç kadın kanser,adam ise bu yaşına kadar sevgiden çok uzakta yaşamış,bağlılıktan kaçan ve hayata karşı korkuları olan bir iş adamı.. ama işler kızı sevmeye başladığında değişiyor. Belki de ilk defa gerçek sevginin,bağlılığın ve gerçek korkunun nasıl olduğunu anlıyor.. genç kadın bu büyük aşka ve bağlılığa rağmen filmin sonunda,sonsuzluğa doğru yolculuğa çıkıyor.. hayata gözlerini kapayıp,sonsuz gökyüzünde gözlerini bir kez daha açtığında sanırım buruk ama keyifli bir yolculukta bulacak kendini...filmin beni en etkileyen sahnelerinden biri finaliydi.. adam kızı kaybetmiş ama başka bir şey kazanmıştı. sevgiyi.. yıllarca arayıp sormadığı kendi kızı ve kızının çocuğuyla bir gölde,bir kayığın içinde,torununa biberonunu tutarken görüyoruz adamı.. ve kızı babasına dönüp;buna inanamıyorum,babam ve bebeğim yan yana ve karşımda diyor...
Evet filmin sonunda sevgilisini kaybediyor adam ama hayata dair o kadar çok şey kazanmışken buluyor ki kendini.. belki hayatta defalarca kaybettiği kendini buluyor...film bittiğinde gerçek dünyaya döndüm. başka kanallara döndürdüm kumandamın yönünü.. haberlere baktım. gerçek dünya yine içimi kararttı.. gasplar,cinayetler,dedikodular.. bir yandan yaklaşan seçim...filmi tekrar izlemek istedim...biraz daha masal dünyasında kalabilmek için...dergiye baktım bugün son gösterimiydi...iyi ki izlemişim...güzel bir aşk hikayesiydi..ve sonra tanrıya şükrettim.dedim ki;tanrım iyi ki aşk var..iyi ki adem ve havvayı yaratmışsın..sonra cennetinden kovmuş olsan bile..yoksa nasıl yaşardık...sevgilerle...
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın |
Küçük oteller, küçük sevinçler-4
Troya, Geyikli noktasından Çanakkkale-İzmir karayoluna bağlanan 30km'lik yol ve ören yerine ulaşan asfalt ilave bir 3 km'lik yolla karşımıza çıkıyor. Bu ayrılma noktası, rastlantı ya, Çanakkkale'den de 30km. Hava olağanüstü sıcak, saat öğlen bir. Herhalde biz tek başımıza oluruz derken, bulduğumuz kalabalığa şaşırıyoruz. Hiç kuşku yok ki, Troya yakın dönem kazıları ve kazı başkanı Prof. Korfman'ın "Troya eski bir Yunan kenti değil, Anadolu yerleşimidir" gibi spekülatif demeçleriyle gündemdeki en popülar ören alanı ve uzun sürede böyle kalacak.
Ancak burayı ilk meshur eden ünlü Ilyada ve Odysseia destanları yazarı İzmirli hemserimiz Homeros olmuş. Homeros'un yapıtları sonradan Batı kültürünün miladı kabul edilirken, Batı'nın kendi uygarlık kökeninin Homeros'un Troia'sina ve destanların dili de dahil diğer bazı izlerle Yunanistan'a bağlanması da bu yorumlarla gelişiyor.. Şimdi, önce arkeoloji dunyasını sarsan, sonra da daha genis etkileri olacağı savlanan Prof. Korfmann'in kazı bulgularına dayanarak söyledikleri bu yorumu altüst ediyor.
Troya kuşkusuz ayrı bir yazının konusu.. Yedi ayrı tarih dönemine endekslenen kazı katmanları, buranın dörtbin yılı aşkın süredir değişik uygarlıklarca sahiplenildiğinin kanıtı. Alanı gezerken, bu dönemlerin kaçınılmaz bir biçimde neredeyse tümüyle birbirine girdiğini özenle yerleştirilen kazı bilgi levhalarından izliyoruz. Girişteki Truva Atı'nın öyküsünü ise biliyorsunuz..
Buradan, gerisin geriye Assos'a yollanıyoruz.. Assos ve çevresi bizim yabancımız değil. Doksanların ortasında arkadaşlarla bir kaç kez buraya konuk olmuş, dinlenmiş gözlemlerde bulunmuştuk. Bizim Oteller kitabının ilk baskısında Behramkale köyü içinde yalnız bir pansiyonun adı yer almıştı. Eris pansiyon. Mitolojide huysuzluk, hırçınlıkla anımsanan Eris adının tersine, nefis bir vadi manzarasının hakim olduğu dingin bir ortamdan söz ediliyordu. Kitabın son baskısında Assos yöresindeki küçük mekanların sayısı beşi aşmış. Biz, "ilk her zaman özgündür" felsefesiyle buradan rezervasyon yaptırdık. İlk sahip bir emekli müze müdürü olarak görülüyor. Oysa ben telefonda önce bir bayan sonra bay Amerikalıyla görüşmüş ve mutlaka beş çayına, kendi el yapımı kekleri eşliğinde sohbete katılmamız önerilmişti.
Saat dörde yaklaşırken pansiyonumuzu buluyoruz. Burası eski taş bir köy evi, yalnızca dört odalı ve evsahiplerimiz Amerikalı çiftde aynı mekanda bir başka bölümde yaşıyorlar. Ev yine özgün ve sevimli biçimde restore edilmiş ve vadi manzarası gerçekten muhteşem. Ancak bu konaklamanın bizler için asıl sürprizi bu Amerikalılar.
Ya ne iş, Clinton Amca demeye kalmadan anlatıyorlar. Bay Clinton Amerika'da çok popüler üniversite ve eğitim kurumlarında eğitim ve pedagoji alanlarında görev almış, nihayet Fas'ta üç yıl eğitim direktörlüğü yapmış.. Hadi bakalım.. Peki Türkiye? Derken Şarık Tara beş yıl once Enka Okullarını kurarken, üstadın izini buluyor ve Enka Okullarının başına getiriyor. Bizim Bay Clinton tam beş yıl bu okulların kurucu genel direktörlüğünü yapıyor. Eşi de aynı okullarda eğitmen olarak görev yapıyor.
Bay Clinton anlattıkça Türkiye'deki görevinin ve yapmaya çalıştıklarının sıradan bir vitrin çalışması değil tam aksine oldukça farklı bir eğitim modeli çalışmasının ilk mayalanması olduğunu kavrıyoruz. Bize kendi direktifleriyle Türkçeye kazandırılan Vakıf yayını bir kaç kitap gösteriyor ve değişiklikleri uzun uzadıya anlatıyor. Bu ara, eşinin elinden nefis kekler ve çayda bu sohbete eşlik ediyor. Clinton'dan dinlediklerimiz ve onun aracılığı ile edindiğimiz kitaplardaki model arayışları da kesinlikle ayrı yazı konuları olcak boyuttta ve ilginçlikte.
İstanbul'da çalışırlarken ayda en az bir kez Assos'a gelir olmuşlar bizim Amerikalılar. . Giderek burada yaşamaya karar vermişler. Eris Pansiyonu satın almışlar ve iki yıla yakın bir süredir bir aylık Amerika gezileri dışında burada yaşayayıp, pansiyonu işletiyorlar. Dört çocukları dünyanın ayrı köşelerinde, hem mühendislik hem de tıp okuyan şimdi ise üç çocuğunu da okula göndermeyip, evde onların eğitimleri dışında hiç bir şey yapmayan kızlarının öyküsü bile ayrı bir yazı konusu olacak her halde.
Ne diyorduk? Güya biz Assos'u ve pansiyoncuğumuzu sizlerle paylaşacakken Clinton'ların öyküsünü anlattık.. Yani, aktarılmayacak gibi de değil. Saat sekize yaklaşırken biz mi onların elinden kurtuluyoruz yoksa onlar mı sıvışıyorlar belli değil, paçayı kurtarıp, Behramkale ören yerinin tepesinden güneş batışını izlemek üzere köy içine yollanıyoruz..
Son gelişimizde Assos sahilinin çığrından çıkmak üzere olduğunu görmüştük. Bu kez Behramkale'nin kesinlikle elden gitmek üzere olduğunu anlıyoruz. Güneş batışını izlemek üzere, benim sayabildiğim, tam onsekiz aile/grup tarihi eserlerin içine konuşlanmış durumda. Bazıları portatif buzdolaplarda dahil rahatlıkla bir küçük pansiyonun gereksinimini karşılayacak kadar içki çeşidini buralara kadar çıkarmış, çoluk çocuk kendilerinden geçmişler. Tavla oynayanlar, ebe yapanlar ne ararsanız var.. Güneş iyi ki batıyor ve biz lokantaların bulunduğu sahile yollanıyoruz.
Clinton Amca'nın önerdiği sahilin sonunda en alçakgönüllü restaurant. Yine de iki kişi otuz milyonla zar zor sıyırıyoruz. Güya deniz çuprası 6 milyon ama patates kızartması 5 milyon. Taş bina yanında gece yarısı canlı müziği dinleyip, azcık ferahlıyoruz. Ertesi gün, Kadırga sahilinde kısa bir deniz molası ve Amerikalılara veda..
Biz Havran yoluyla Balıkesir üzerinden dönmeyi tartışırken, Clinton elli ayrı harita ve kaynakla, bize Ezine-Çan ve Biga üzerinden gitmemizi öneriyor. Öylede yapıyoruz. Bu yabancıların bilmediği bir şey kalmamış! Kitaptaki diğer küçük yerlerden birçoğu bizim konakladığımız yer gibi köyün içinde ya da çevresinde eski binaların restore edilmesiyle ortaya çıkmış.. Bir tek Berceste Otel, uzun süre Sütlüce koyunda Çağın Moteli işletenler tarafından yine ısssız bir köşede yeni yapılmış..
Assos tarihiyle, deniziyle yine de çok özel bir köşe.. Amerikalıları tanımakta ilginçti.. Kaz Dağı, Ayvalık, Bozcaada ve Assos derken geldik bizim kısa konukluklarımızın sonuna..
Küçük otellerden, küçük ama unutulmaz keyifler aldık.. Bizce denemelisiniz..
|
Bana Bir Şarkı Söyle
Özledim sesini ne olur konuş
Bir gül açtır zamanların ötesinden
Karanlıklar içindeyim, kapkarayım bugün gel
Gök mavisinden, deniz mavisinden
Bana bir şarkı söyle
İçimde bir şey kımıldıyor
Gözlerim kan çanağı, yorgunum, uykusuzum
Bir baksana ne haldeyim deli divane
Yaralıyım, çaresizim umutsuzum
Bana bir şarkı söyle
Yağmur ol yağ üstüme, güneş ol ısıt
Sokul karanlığıma ışıklar gibi
Al beni, en uzaklara götür
Sesin aksın içimde bir pınar gibi
Bana bir şarkı söyle
Bütün renkleri kat birbirine
Buram buram bir turuncu getir geçen yazdan
Bir tüy gibi, bir bahar dalı gibi
Hafiften, inceden, güzelden, en beyazdan
Bana bir şarkı söyle
Bazen kar nasıl hazin yağar bilirsin
Kurşuni bir gökyüzünden ağlamaklı
İşte öyleyim, kapkarayım bugün gel
En hüzünlü sesinle, en dokunaklı
Bana bir şarkı söyle
Ümit Yaşar Oğuzcan
..........<>..........
Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden
Yiğit harmanları, yığınaklar,
Kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
Dize getirilmiş haydutlar,
Hacınlar, amana gelmiş,
Yetim hakki sorulmuş,
Hesap görülmüş.
Demdir bu...
Demdir,
Derya dibinde yangınlar,
Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs...
Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
Çelik kadavrası korugan'ların.
O"lu"nmu"ş, canım,o"lu"nmu"ş,
Murad alınmış...
Gel gelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Olum, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
Otuz iki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe,yemeğe...
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asil, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asil biz biliriz kederi.
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı,kınsız,uyanık,
Ve genç bir mısradır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklimi,
Surmuş, filiz vermiş içimde sevdan,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu,ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yasamama sebep...
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl issiz, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım sigaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
Ahmet Arif
|
|
Aman Patron
Patron, başarılı genel müdürü odasına çağırdı ve iltifata başladı:
- Evladım, seni tebrik ederim, genç yaşına rağmen çok başarılı oldun.
şirketi büyüttün. Zararını kapatıp kara geçirdin. Seni tebrik ederim.
- Çok teşekkür ederim efendim.
- Bu başarılı çalışmandan dolayı seni ödüllendirmek istiyorum.
- Sağolun efendim.
- Ödülün şudur: Seni Brezilya'daki şubemizin başına tayin ediyorum.
- Amaaan, yapmayın efendim.
- Neden, memnun olmadın mı?
- Olmadım sayın patronum.
- Niye ama evladım?
- Efendim ben Brezilya'yı ve Brezilya'lıları pek sevmem.
Oradan ya futbolcu çıkar ya da fahişe.
- Bana bak, kendine gel, ne biçim konuşuyorsun öyle,
sen bilmiyor musun benim karım Brezilya'lı?
- Yoo, hayır bilmiyordum efendim, karınız hangi takımda oynuyor acaba?
Kim olduğumu biliyormusun?
Bankaya yeni bir memur girer.Bir masa verilir, oturur.
Ama masada kağıt, kalem,bilgisayar hiçbir şey yoktur.
Genç çok sinirlenir, kendisine verilen numaralardan
depo müdürlüğü olarak bildiğini çevirir.
Karşısına çıkan ilk
kişiye bağırıp çağırmaya, küfretmeye başlar:
- Ne dalgacı heriflersiniz, bankamı kreş
mi kardeşim burası,
hemen istediklerimi getirin, gelirsem
dağıtırım orayı ona göre.
Telefondaki ses sakin bir tonla cevap verir:
- Siz kiminle konuştuğunuzu biliyor
musunuz acaba?
- Hayır, kiminle konuşuyor muşum bakalım?
- Ben bu bankanın müdürüyüm!
Çocuk yutkunur:
- Peki siz kiminle konuştuğunuzu biliyor musunuz?
- Hayır.
- Ohhh, çok şükür...
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.psikoturk.net/ Psikolojik pekçok test bulabileceğiniz psikiatri kaynak sitesi. Kendiniz ölçmek için bir fırsat.
http://www.yesilelma.com/
Kilo problemi olanlara yardımcı olmayı iş edinmiş sitelerden biri daha. Güzel hazırlanmış ama epeydir güncellenmemiş bir site. Belki işinize yarar.
http://www.superevariders.com/html/index.php
...bir cumartesi gecesi ortak tutkuları chopper olan bir grup genç Ağlayan Kayalar'da kurdukları kampta gece sahildeki ateşin başında muhabbet ederken hepsinin içinde bulundukları hayata aykırı ortak bir ruhları olduğunun farkına vardılar...
http://www.turkrock.com/
Adı üstünde Türk rockçıların buluşma noktalarından biri. Güzel bir çalışma.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Cfont Pro v1.6 [223k] W9x/2K FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105136
Bilgisayarınıza yüklü tüm fontları görebileceğiniz, düzenleyebileceğiniz, silip ekleyebileceğiniz çok kullanışlı bir program. İstediğiniz teksti, istediğiniz boyda, renkte ve artalan rengini değiştirerek gösterebilmesi de cabası.
Doughnut v0.7 [232k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105123
Masaüstündeki açık pencereleri yukarı doğru toplayıp sadece bilgi bandını gösteren bir program. Görev çubuğuna atmak yerine açık pencereleri bu şekilde kullanmak oldukça kullanışlı oluyor. Deneyin isterseniz.
|
|
|