KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND

 27 Ağustos 2002 - Aaa de bakim!


Merhaba Dostlar,

Pazar akşamı 10 sularında Maslak'tan dönüyorum. TEM'in üzerinden geçen köprü üzerinde bir kalabalık, trafik arapsaçı, sağ tarafa dizilmiş sıra sıra arabalar. Hay allah nolmuş derken, sağ korkuluğun yaklaşık 10-15 metrelik bölümünün yıkılmış olduğunu farkettim. Aşağıya bakan insanların varlığından az önce koca bir kamyonun orada aşağıya düştüğünü düşünerek, hiç yapmadığım birşeyi yaptım ve sağa çekip ilk boş bulduğum yere durdum. Arabadan atlayıp geriye doğru koştum. Gördüğüm manzarayı size anlatmaya çalışayım da anlayın nasıl bir şok yaşadığımı.

Öncelikle, eğer o korkuluklar mukavvadan yapılmadıysa o hale gelmesi için mutlaka kocaman birşeyin çarpmış olması gerekirdi. Yırtılan yerin tam altı, gece işçileri hanımların görücüye çıktıkları kocaman yeşil alan. İşlerini orada icra eyledikleri de rivayet edildiğinden, mazallah tepelerine düşen koca bir kamyonun yarattığı manzaranın nemenem birşey olabileceği aklıma gelince ürperdim.

Yaprak gibi aşağıya yatmış korkuluğun kenarından aşağıya kafamı uzatınca az kalsın küçük dilimi yutacaktım. Aşağıda bir bordo Doğan, tekerlekleri kırılmış vaziyette düz bir şekilde duruyor. Haliyle camı çerçevesi kalmamış. Etrafta ne bir polis ne bir cankurtaran var. Amma, hazır ve nazır SAS komandolarına taş çıkartacak çeviklik ve hızda orada bitiveren 2 adet TV kamerası, ışıklarını yakmış, arabadan çıkan adamlarla röportaj yapıyor. Kameralar öyle dandik falan değil, 30 kiloluk aktüel haber kamerası. Hangi kanal olduklarını kestiremedim. Röportaj yaptıkları adam yukarıyı göstererek, sanırım karayollarına küfrediyordu. "Şunları adam gibi sağlam neden yapmazlar kardeşim?" der gibiydi. Bu arada kameramana da el kol işaretleriyle "Çekmesene kardeşim, ayı mı oynuyor?" dediğini sanıyorum. Ancak yılmaz komando kameraman hiç istifini bozmadan kamerayı adamın burnuna kadar sokup çekime devam ediyordu. Ayrıca elbetteki ayı oynuyordu. O korkuluğu yıkacak Doğan'ın en az 150-160 km hız yapması gerekirdi. Ve o saatte, o yolda bu hızı yapana ayı demek az bile. Hatta bu konuda ayılara haksızlık edildiği bile düşünülebilinir.

Etraftaki ahalinin hayret nidaları arasında 10 dakika kadar orada kaldım. Ben ayrıldığımda polisten ve cankurtarandan eser yoktu daha. Hoş cankurtaranlık bir durumun olmadığı kendilere bildirilmiş olabilirdi tabi. Poliste nasılsa gelirdi. Benim asıl dikkat çekmek istediğim konu, TV muhabirlerinin durumu. Bu adamlar eğer aşağıdaki muhterem hanımlarla röportaja gelmedilerse, ne biçim bir hızla olay mahalline ulaşmışlardı, inanın takdir edilmesi gereken bir durum. Bu kameramanlara tıbbi müdahale kursları verilse, inanın hızır acil servise gerek bile kalmaz. Dün televizyonlar verdimi bilmiyorum, gören varsa anlatsın. Adamın ne söylediğini gerçekten merak ediyorum.

..........

Ev kadınları, ev işlerini yaparken sporcu gibi kalori harcıyorlarmış biliyor musunuz? Yemek yaparken dakikada 3 kalori harcıyan kadınlarımız, sanıyorum tadarken aldıkları 15 kaloriyle durumu aleyhlerine çeviriyorlar. Oysa dikkat etseler, mesela, yemek yaparken bir yandan da tabakları bir raftan öbür rafa dizseler, vallahi de rejim yapmalarına gerek kalmazmış. Zira dendiğine göre eşya taşımak dakikada 8 kalori harcattırıyormuş. Hele bir de tek elle tabakları taşırken öbür elle camı silseler, buyrun size yanan 5 kalori daha. Tencereyi nasıl karıştıracaklarını bilemem. O konuda bir bilgi yok üzgünüm. Bu arada masabaşı işi yapanların yaktığı kalori sadece 2 ona göre. Aslında ona göre değil, tam bana göre. Bel hizamda bulunan can simitlerinin nedeni de böylelikle anlaşılıyor tabi. Bilgisayar önünde dakikada 2 kalori harca, içtiğin 8 kupa şekerli kahveyle 5 kalori yükle. Her geçen dakikayla kalorilerine kalori, simitlerine susam ekle. Yok bu iş böyle olmayacak. İlk fırsatta sevgili Dr.Ender Saraç'ı ziyaret edeceğim. Arkadaş kontenjanından bir randevu koparırım sanırım. Verdiği diyete dayanabilirmiyim bilmiyorum ama şu susamlardan da kurtulmak istiyorum artık canım.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kıraathane Sahibinden


Püf Noktaları

Bilgisayarlarımızın vazgeçilmez parçalarından biri de yazıcılardır. InkJet yazıcıların hayatımıza girmesiyle renkli çıktılarla, fotoğraf kalitesindeki baskılarla tanıştık. Ancak her şeyin bir bedeli olduğu gibi, kullandığımız inkjet kartuşlarının da bir bedeli var. Şu anda piyasada 60-80$ civarında iş görür yazıcılar bulmak mümkün. Oysa kullanılan kartuşların fiyatı bir türlü düşmüyor. Yeni bir kartuş için 25-30$'ı gözden çıkarmanız gerekiyor. Yeniden doldurulan kartuşları belki bir çoğunuz denediniz yada en azından duydunuz. Gelişen teknolojiyle birlikte bu işler için de bir yan sektör oluştu. Düzgün dolum yapan yerlerde çok kaliteli mürekkep ve dolum araçlarına ulaşılabiliyor. Bunlardan biride meşhur Kadıköy'deki Yazıcıoğlu İş Merkezinde. Sırf bu iş için getirilmiş makina ve mürekkeplerle hemen her cins kartuşa dolum yapıyorlar. Dilerseniz mürekkebi ve doldurma aletini satın alarak kendiniz de doldurmaya çalışabilirsiniz. Ama Paskalya yumurtası gibi ellerle ortalıkta dolaşmaya da hazır olmalısınız. Size tavsiyem, kullanılmış kartuşunuzla oraya yada bu işi yapan başka biryere gidip bir kere denemeniz. Şu anki fiyatlarla orjinalinin 3te biri fiyata maledeceğiniz kartuş işinizi rahatlıkla görebilir. Malum, devir ekonomi devri.

 Kahvecinin Günlüğü


  • SERTAP ERENER & LEVENT YÜKSEL
    Rumeli Hisarı'nda yıldızlı geceler...
    Rumeli Hisarı, 27-28 Ağustos, 21.00


  • Rumelihisarı Konserleri
  • UĞUR YÜCEL "HOUSE OF SAMBA"
    Park Orman, 29 Ağustos Perşembe 2002, 22:00
    Uğur Yücel, Ağustos ayı boyunca “House of Samba” gecelerinde Park Orman'da sahne alacak. 5 hafta süresince, her Perşembe akşamı Parkorman’da müzikseverlerle buluşacak olan Uğur Yücel ve iki kişiden oluşan ekibi, perküsyon performanslarıyla izleyicilerine farklı geceler yaşatacak.


  •  Araştıran Kahveci : Başak Postacı


    BÜYÜK İSKENDER - VI

    Yıldırım İskender:


    Baharla birlikte, dinlenmiş ve güçlenmiş olan Ordu Gordion'dan Güney Anadolu'ya ve oradan da Mısır'a gitmek üzere ayrılır. Gerçekte İskender bir an önce "Kralların Kralı" ve "Büyük Kral" diye de tanınan Pers Kralı Darius'la karşılaşmak istemektedir, ama bunu ne zaman ve nerede olacağı bilinmemektedir. Aceleciliği, ne yazıkki Tarsus'ta hastalanması nedeniyle, 2 ay kadar kesintiye uğrar, ki bu da Darius'un savaş için gerekli hazırlıklarını tamamlamasına yetecek bir zamandır.

    Geçen zaman ve yaşanan bu "ilahi" olaylar İskender'in ününü Pers Sarayı'na da taşımıştır. Ordusunun Granicus Nehri'ndeki yenilgisini hazmedemeyen İmparator Darius sayıca İskender'inkinden çok daha büyük bir ordu ile başkenti Susa'dan ayrılmış, bir yerlerde İskender'i kıstırmak üzere Anadolu'ya doğru ilerlemeye başlamıştır. İskender ise yaklaşan tehlikeden habersiz, yeni atlattığı hastalığının yarattığı güçsüzlükten kurtulmaya çalışmaktadır. Haberi aldığında son sürat Darius'un olduğu yere gider, bu o zamanki şartlarda öyle bir sürattir ki, hiç beklemedikleri anda İskender'i karşılarında gören Persler dehşetli bir şaşkınlık yaşamışlardır.İki Ordu Tarsus yakınlarında, İssus'ta karşılaşır ve müthiş bir savaşa tutuşurlar.

    Ordusunun sayıca az olmasına rağmen, İskender, zekice taktikleriyle, bu büyük savaşın da galibi olur, "sürat" in bir komutan ve Ordu için sahip olunabilecek en iyi özellik olduğunu gösterir. İskender'in pek çok savaşı gibi, bu savaş da taktik ve planlamaları ile Dünya Savaş Tarihi'ne geçmiş, pek çok uzmanı meşgul etmiştir. Darius ise kendisi uğruna savaşan ordusunu ve ailesini dahi savaş meydanında bırakarak kaçmış, akıllı bir kral olmasına rağmen, savaş meydanındaki büyük hataları ile en azından "iyi komutan" sıfatını hakketmediğini göstermiştir. Bu savaştan muazzam bir ganimet ve İskender'in takibeden 5 yıl boyunca sevgilisi olacak Barsine adında Pers asillerinden güzel bir kadın kalmıştır.

    Tüm bu olanlar, tahta çıktığından bu yana yenilgi yüzü görmemiş olan genç Kral'ın kendisinin Tanrı Zeus'un soyundan, yani bir tanrı olduğuna dair şüphelerini iyice arttırmıştır. Her ne kadar kendisi buna inanıyorsa da, dindarlığı nedeniyle bu durumun dini olarak da onaylanmasına ihtiyaç duyuyordu. Bunun için de antik dönemin en ünlü orakllerinin yaşadığı, Mısır çölünde, Siwah vahasındaki Zeus-Amon Tapınağı'na gitmeye karar verdi. Ama oraya gitmeden önce, yolundaki bir kaç engeli daha aşması gerekmiştir.

    İşte İskender'in "deha" olarak anılmasına neden olan iki olay daha bu arada gerçekleşti:

    İssus'tan sonra son sürat bugünkü Suriye'ye giren İskender Akdeniz kıyısında birbirinden pek de uzak olmayan iki şehrin [ Tyra ve Gaza ] direnişi ile karşılaştı. Her iki kentte, anlaşıldığı kadarıyla [ve tıpkı Teselyalılar gibi] coğrafi konumlarının verdiği güvenle direniyorlardı.

    Tyra kıyıdan biraz açıkta, bir adanın üzerine kurulmuş ve sağlam surlarla çevrilmiş, cesur savaşçılarıyla meşhur, aynı zamanda da Pers donanmasının kalbi konumunda olan bir şehirdi. Bu özellikleri nedeniyle kendine güveni tamdı. İskender, yine de, savaşmadan önce klasik sorusunu elçileri vasıtasıyla Tyralılara yöneltmiştir. Tyralıların bu soruya cevabı feci olur: Elçileri öldürüp, surlardan denize atarlar ve bu manzaranın İskender'i ne hale getirdiğini artık biliyorsunuz. Öfkeden köpürerek, o güne kadar duyulmamış bir emir verdi Ordusuna: kıyıdan Tyra'nın kentinin olduğu adacığa kadar bir köprü yapılacak, askerler ve o dönem için mühendislik harikası sayılan [ve Makedon Ordusunun ayrıcalıklı olmasında ciddi payı bulunan] mancınıklar bu köprüden yürütülecekti. Emri alanlar duyduklarına inanamadılar, bu bir şaka olmalıydı ama Krallarının şaka yapmadığını hemen anladılar.

    Böylece tam 7 ay sürecek olan Tyra kuşatması başladı: Mühendisler ve askerler gece gündüz çalıştılar, planları bizzat Kral'ın kendisi çizdi ve köprünün yapım çalışmalarında askerlerinin yanından hiç ayrılmadı, onlara sürekli moral verdi (derinliği aniden ve keskin şekilde değişen bu denizde İskender'in derinlik ölçümlerini nasıl yaptığı bugün bilim adamlarının merak ettiği detaylardan biridir). Bu acaip çalışmayı yüksek surlarının ardından seyreden Tyralılar Makedonlarla mütemadiyen dalga geçtiler. Bu tavır İskender'i daha da hırslandırdı, köprünün tam bitmek üzereyken bir fırtına sonucu yıkılması bile O'nu planından vazgeçiremedi. Bu olumsuz olay, Kral ile en güvendiği Generali yaşlı Parmenion arasında tarihe geçen bir diyoloğa sebep olmuştur: Yaşlı ve tecrübeli general bu fırtınanın hayra alamet olmadığını düşünerek İskender'e "Senin yerinde olsaydım, bu kuşatmadan vazgeçerdim" der. İskender'in cevabı kısadır: "Ben de vazgeçerdim, eğer Parmenion olsaydım!"

    7 ayın sonunda, yine bir seher vakti, Tyralılar da, tıpkı Teselyalılar gibi, uyandıklarında gördüklerine inanamadılar: Şehirleri suyun üzerinde duruyormuş gibi görünen ve fakat boyları kendi surlarından bile yüksek olan mancınıklarla kuşatılmıştı. Bundan sonrası günlerce sürecek [ve bu sefer Tyralıların da zekice taktikleri ile renklenen] bir savaştır. İskender, sonunda düşmanın direnişini kırabildiğinde, klasik yöntemine başvurdu: Taş taş üstünde kalmadı, Tyra halkının büyük kısmı öldürüldü, yüzlercesi "ders olması için" sahilde çarmıha gerildi, kalanlar köle olarak satıldılar.

    Tyra'ya kadar İskender'in generalliği "mükemmel" den ziyade "iyi" olarak değerlendirilmiştir. Tyra kuşatmasından sonra ise tarihe geçen "Büyük" sıfatını hakketmiştir.

    İskender engeller ne kadar aşılamaz göründüyse o kadar tahrik olmuş, savaşın tadını daha çok çıkarmıştır. Kolay başarı istememiş, zorluklar sonucunda elde edeceği başarının düşmanlarının sinirlerini harap edecek kadar "sıra dışı" ve "tanrısal" olacağına inanmıştır. Başarısızlık ise büyük bir utanç ve yüzkarası demekti O'nun için! İşte bu motivasyonu İskender'in her geçen gün hedefini yükseltmesine neden olmuştur. Hatta bundan tuhaf bir zevk aldığı söylenebilir.

    Bu "coşmuş" duygularla Tyra'nın ardından, Gaza'nın sonunu getirmiştir. Ne yazıkki Gaza da, Teselya ve Tyra' nın yaptığı gibi, coğrafyasına güvenme hatasına düşmüş ve bunun bedelini "yok olarak" ödemiştir.

    6. BÖLÜMÜN SONU - Devamı var

    Yazının başlangıcını okumak için tıklayınız.

     Günün Kahvecisi : Betül Kasnaklı


    Memleketimin değişken manzaraları,

    İzin dönüşü gördüm ki kahve molasına yeni dostlar katılmış, okuyucu anketleri yapılıyor, yeni bölümlerin açılış çalışmaları var ve kahve molası hergün daha güzele koşuyor. Çok memnun oldum. Edtörümüzün çabasını kutlamak gerek.

    Tatil dönüşü arkadaşların soruları Bodrum'a mı Antalya' ya mı ya da Ayvalık taraflarına mı gittin şeklindeydi. Benim yanıtım ise onlara biraz değişik geldi. Ilgaz dağlarına tırmanıdım, İnebolu, Evrenye, İlişi, Abana dolaştım şeklinde oldu. Memleketimin manzaraları oralardı. Sahil boyu çay bahçeleri, içeceğini iç, yiyeceğini ye, kitabını oku, günesin doğuşunu-batışını izle istediğinde hadi denize, bir de mevsim kısa olmasa . O insan kalabalığı, bir şeyler satmak için bağıran satıcı yok. Sanki o kasabaların sahibi gibi elini kolunu sallaya sallaya gez. İnsanlar güler yüzlü ve siz İstanbul'dan gelmişsiniz ya ne çok şey biliyorsunuzdur der gibi bakıyorlar. O kır kahvelerinde , ekonomi nasıl gidiyor ?, oyumuzu kime verelim? şeklinde yapılan sohbetlerde tek otorite kabul ediliyorsunuz sanki. Ya da ben öyle hissettim. Ağzınızdan çıkacak her sözcük onlar için nasıl da önem taşıyor.Oysa yaptığım iş dışında hiç bir konuda ne çok bilgili ne de deneyimliyim hele otorite hiç değilim. Hasbelkader yaşamla ilgiliyim okadar.

    Biliyormusunuz evlerin çoğu bahçe içerisinde içinde meyve ağaçları ve mevsim çicekleri. İstanbul'da milyarlarca lira hatta dolar ödeyipte almak istediğiniz cinsten. Safranbolu evleri diye nam yapmış evlerden çoğu. Onlarda korunmaya alınmış tabi. Birçoğunda hala oturma devam ediyor. İnebolu'nun eskiden Patiriyoz (Rum ismi) diye adlandırılan bugünün Karadeniz mahallesinde dolaşırken bahçelerinin kapılarında oturup el işi yapan, sebze kurutan hanımlar sizi çağırıyorlar yabancı olduğunuz anladıklarından buyur ediyorlar evlerine. Kendilerine has şiveleriyle sohbet ediyorlar yüzlerindeki sevecenliği, mutluluğu kıskandım için için. Kendi kendime ne oldu sanki okumuş olmak , eğitimli olmak, kültürlü olmak , işinin olması, benim yüzümde de böylesi bir ifadeyi yansıtıyormuydu. Hiç sanmıyorum. Sürekli koşuşturma, sürekli mücadele, bir yerlere yetişme telaşı vardı bende ve sonucunda ise yine de istediğim hazzı yakalayamıyordum. Oysa orada bana ikram ettikleri çayı içerken onların yüzlerindeki o huzur, sımsıcacık içime yansıdı. Diğer işlerinin yanında kazanda çamaşır kaynatırlarken yüzlerinde hiç te kaygı , telaş belirtisi yoktu. Ailelerinin direkleri diye adlandırdıkları kocalarının getireceği ekmekle yetinmek , kocalarından önüne yemek koydukları için duyacakları bir kaç güzel söz onlara yetesi imiş . Çocuklarının okuması çok önemliymiş onları yanlız koysalarda . Bir "Okumalı onlar" deyişleri varki . Sımsıcak, sıcacık bir aile olabilmişler, komşuları ile dost olabilmişler, paylaşabilmişler yokluklara rağmen.

    Dönüşte hep neden diye düşündüm. Neden şehir insanları farklı diye. Kıskançlık, rekabet, geçimsizlik, arkadan vurma tatminsizlik dolayısıyla huzursuzluk . Hayatından mutlu olan insan sayısı her geçen gün azalmakta, güven yok, sadakat yok kiminde çalışmak için iş de yok. Artan sağlık problemleri. Birde bizi çok ilgilendiren gündemi meşgul eden siyasi belirsizlik nedenleri ve sonuçları. Hepinizin bildiği şeyler yani. Kendi kendimizin yok ettiği değerler, hani İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin yaptığı gibi ağaçlandırma veya yeşilendirmek için verdiği çaba. Önce yok et sonra var etmek için uğraş. Hani ihanet edip de etmemiş davranmak gibi. İçinde saklandıkça daha çok kaybolmak gibi...

    Şimdi gündemde seçim var. En önemli şeydi Sn.Derviş'in hangi partiye katılacağı sanki ekonominin düzelmesine , insanların refahına katkısı olacakmış gibi. Olsaydı birbuçuk yılda tek başına hazineyi yönetirkende olurdu. Sandığa gidip oy vermeye çekiniyorum. Ne değişecek.? Sokaklardaki çocuklar için kim ne yapacak ?, Kız çocuklarının hala okutulmadığı yerler var, nasıl bir program izlenecek? Yolu olmadığı için köylerinden okullarına gidemeyen çocukların sorunlarına, kar yağdığında yol olmadığı için hastaneye yetiştirilemeyen hastaların yitirilişine nasıl son verilecek? Rüşvet nasıl önlenecek,? Nerede ise yok olmakta olan tarım nasıl güçlenecek.?İşsizliğe nasıl çare bulunacak?. Daha yeni sanayi yatırımları yapılacak mı gibi sorular sormadan bir sürü şey geliyor insanın aklına. Söz çok, icraat yok.

    Gördüğünüz üzere dostlar bıraktığımız yerden başlamaktayız yeniden ve yaşanılan o bir kaç günlük rüyadan uyanmak zorunda bırakılıyoruz onca sorunla baş etmek için.

    Sevgiyle ve hoş kalın.

    Betül KASNAKLI

     Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


    Hannover ve CEBIT - 1

    Her dünya bilgisayarcısı gibi; : Hannover'deki CEBIT fuarına gitmemiz farz olmuştu bir zamanlar nedense ! Bu furyaya uyarak şirket arkadaşlarımızla 5'er gün dönüşümlü biz de gitmeye karar verdik. Yıl 1994 ve aylardan Mart ( Bu arada geçen yazımda Londra'ya 1992 değil 1993'ün Ekim ayında gitmişim ). Neyse o zamanlar internet de yok nasıl bir yerdir acaba bu Hannover ? Bu arada geyik muhabbetleri başladı zira evlerde 4-5 gün konuk olarak kalacağız. " Benim ev sahibem 30 yaşındaymış seninki 55 oğlum ! " gibi geyiklerle bindik uçağa. Tüm uçak CEBIT'ciler normal yolcu yok : Hatta uzun yıllar görmediğim ilkokul arkadaşım Timur'u bile buldum uçakta :

    - Sende mi bilgisayarcısın oğlum ?
    - Yok ya ben stand görevliyisim. Fuarda bizim de bir yerimiz var !

    Öğrendiğimiz kadarı ile Almanya'nın Niedersachsen eyaletinin başkenti imiş Hannover. Bizim Eskişehir havasında bir kent ( yakın zamanda duyduğuma göre; Eskişehir özellikle Üniversite nedeniyle çok güzel bir portreye bürünmüş ). Yerleştik evlerimize ve akşam yemeği için sözleştik. İstemeden benzettiğim kentle denk geldi ama öğrendim ki hemen hemen tüm kentlerin bir ilk kurulduğu zaman var ve bu semte ALTSTADT diyorlar yani OLD CITY ve dolayısıyla ESKİŞEHİR : Lokantalar, kiliseler, vs. en eski yapılar dolayısıyla buralarda. Tabi yemekte gecenin konusu önce senin evsahiben mi benim evsahibem mi daha GENÇ ve arkasından bu yemekte acaba domuz var mıdır ? üzerine kuruldu. Benim teyzem 60 yaşlarında, ingilizce tek kelimesi yok, tarzanca idare ediyoruz. Yatak odasını bana kiralamış, kendi salonda açılır kapanır bir divanda yatıyor. Bir de mutfak ve tuvalet içinde banyo var evde en fazla 70 m2. Bana anahtarından vermişti hemen, paşa gönlüm ne zaman isterse gelebilirdim eve. Liste yapmış 4-5 gün boyunca sabah kahvaltısında neler vereceğini ve kahvaltı saatini. Yaş 60 ama teyzem kendine 3-5 kuruş gelir olsun diye bu avrupanın sayılı fuar organizasyonlarının yapıldığı kentte, böyle yakalamış yaşamı bir kıyısından…

    Fuar gerçekten çok güzeldi, yetişemiyorsun, dünyanın devleri orada. Sevgili genç arkadaşlarım mutlaka gitmeli, sevgili yönetici arkadaşlarım da mutlaka gençleri göndermeli diyorum ( Hoş bu krizde tuvalete bile gitmek zor zenaat, ya biraz uzun kaldımsa masama döndüğümde bir A4 kağıdı bulur muyum endişesi de yok değil hani !

    Bir de prostat tehlikesi var bu krizin gel de kızma, gidin lem gençler düzenli yapın ...işinizi : ).

    Hannover'de anlatacaklarım devam edecek ama şunu söylemeden geçmeyeyim .
    Kaufhoff mağazalarının saç kurutma bölümündeki bayana resmen AŞIK olmuştum.
    Dönüşte de nerdeyse yeni bir valiz almak durumunda ve gümrükte de :

    - Ne layn bu kadar elektrikli alet yoksa kaçakçı mısın ?

    sorularıyla karşılaşmayayım diye bastım frene : Sadece şu Braun modeli lütfen ! :-))

    asesen@turk.net

     Dost Meclisi


    Söylediklerinize dikkat edin düşüncelere dönüşür...
    Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür...
    Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür...
    Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür...
    Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür...
    Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür...
    Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür...

    Gandi

     Tadımlık Şiirler


    Ölüm Gelmişse

    Bitmişse
    Kızıllığını,avuç avuç içtiğimiz şafaklar
    Öğleler,ikindiler çoktan geçmişse
    Bir akşam üstü garipliği
    Sarmışsa her yeri
    Güneş devrilmiş
    Renkler solmuş
    Sesler kesilmiş
    Son kuşlar da geçip gitmişlerse ufuktan
    Ve çiçekler
    Bükmüşse boyunlarını dalgın dalgın
    Bil ki ölüm saati gelmiştir
    Senden uzak,kendimden uzak
    Tüm umutlardan ve her şeyden uzak
    Ben ölmüşümdür uzaklarda bir yerde
    Gövdesini kurtların oyduğu
    Bir ağaç gibi devrilmişimdir

    O anı sen bileceksin herkesten önce
    Herkesten iyi sen anlayacaksın
    Çaresizliğini, yıkılmışlığın
    Sevdiğin adamın
    Ve seni nasıl sevdiğini
    Duyacaksın derinden derine
    Belli belirsiz
    Bir gölge düşecek gözlerine
    Fakat ağlamayacaksın,ağlayamayacaksın
    Sen tek gelinim,sen tek kadınım
    Sen güzelim nazlım bebeğim
    Kadersizim benim
    Gülerken ağlayanım,ağlarken gülenim
    Varlığım nedenim alınyazım benim
    Elbette ağlamayacaksın
    Çünkü sonsuzluklar
    Sonsuz sevenler içindir
    Çünkü ölüm
    Sevmeyi ve ölmeyi bilenler içindir...

    Ümit Yaşar Oğuzcan

    ..........<>..........

    Güller Ağlardı

    Ne zaman ayrılık saati gelse
    En vazgeçilmez yerinde yaşamın
    Duysak ayak seslerini akşamın
    Ve sokaklardan el ayak çekilse
    Bir ürpertiyle duyarım o zaman
    Seni çağıran sesi uzaklardan
    Ne zaman ayrılık saati gelse
    Bir gariplik çöker içime birden
    Kalan tek anı gibi bir devirden
    Durmadan çalınır o gamlı beste
    Sanki bilir de hazin öykümüzü
    Bulutlar ağlar, kararır gökyüzü
    Ne zaman ayrılık saati gelse
    Bir çaresizliği anlatır gibi
    Birden değişir gözlerinin rengi
    Mavi solar, koyulaşır yeşilse
    Sarınca ruhunu eski bir hüzün
    Uçar gider pembeliği yüzünün
    Ne zaman ayrılık saati gelse
    Uzatsan özlemle dudaklarını
    Tüm ağaçlar döker yapraklarını
    Ne çiçek kalır ortada, ne bahçe
    Sadece uğultusu o rüzgarın
    Ve bir umut kırıntısı: belki yarın
    Ne zaman ayrılık saati gelse
    Bir fırtına çıkmışçasına, büyük
    İçimizdeki güllerin boynu bükük
    Bir zaman kalakalırım öylece
    Neden sonra gittiğini anlarım
    İçimde güller ağlar, ben ağlarım

    Ümit Yaşar Oğuzcan

     Biraz Gülümseyin


    gerçek bir hikaye

    Amerika'nin kuzeyinde bir yerlerde yeni tanışmış iki genç haftasonu kaçamağı için bir kayak merkezine gidiyorlarmış. Dışarıda fena bir soğuk varmış, acayip de kar yağmaktaymış. Çift tanışma çabaları içinde hafiften flört vaziyette, kikirdeyerek, oynaşarak hava koşullarının elverdiği ölçüde yol almaktaymış.

    Ancak kızın çişi gelmiş. Delikanlı biraz dayanmasını rica etmiş. Bir süre daha gitmişler ama kız dayanamaz hale gelmiş: "Duralım, ben arabanın arkasında hallederim" demiş. Durmuşlar, kız inmis arabayı kendisine siper etmiş, pantolonunu indirip işini görmeye baslamış. Çocuk centilmen bir tavır içinde kafasını çevirip bir kez bile bakmadan kızı beklemiş. Beklemiş... Beklemiş...

    Kizcağız işini bitirmiş ama ayağa kalkmaya çabalıyor, ama bir türlü kalkamıyormuş. Çünkü çömelirken kalçasını metal tampona yaslamış, hava sıfırın altında olduğundan yapışıp kalmışmış. Pantolonu inik bir vaziyette olduğundan, yeni tanıştığı çocuğa da seslenip yardım istemekten utanıyormuş. Arabayı itmiş, montunu çıkarıp, kalçasına sürterek ısıtmaya çabalamış ama nafile...

    En sonunda can havliyle "İmdaaat" diye haykırmış. Delikanlı zaten iyice meraklandığından koşup gelmiş ki, manzara fena. Bir süre apışıp kaldıktan sonra, durumu anlayıp kızı kurtarmaya çabalamış.

    Ne yaptılarsa olmamış. En sonunda çocuğun aklına bir fikir gelmiş, ama bu yaşadıkları rezaleti ikiye katlayacağından, söyleyemiyormuş. Kız yerde kıçı-başı açık otururken donma raddesine geldiğinden, fazla dayanamamış ve aklına gelen çözümü kıza açmış.

    Kız haliyle duyar duymaz "Hayıır! Olamaz" şeklinde nida etse de; biraz düşününce başka çare olmadığını kabul etmiş. Böylece delikanlı fermuarını indirip, kızın kalçasına işemeye baslamış.

    Sonuçta kız kurtulmuş. Ama çift kayak merkezine kadar birbirleriyle tek kelime konuşmadan gitmiş ve ayrı odalar tutmuşlar. Böylece muhtemel bir beraberlik, son yılların en garip sakarlığı yüzünden başlamadan bitmiş.

    Bu hikaye Amerika'nin ünlü show programı Leno Show'da anlatılmış. Gerçekten olmuş. En azından Leno Amcamız öyle diyormuş.

     Kahveden Önce: Balık


    Soslu Karides (4 Kişilik)

    Malzeme:
    Karides(iri), 24 adet
    250 gr krema
    1 bardak beyaz şarap
    1 adet havuç
    1 sap kereviz
    1 baş kuru soğan
    1 adet limon
    ½ demet maydanoz
    5 çorba kaşığı un
    1 bardak zeytinyağı
    karabiber
    tuz

    Yapılışı:
    Çiğ karideslerin baş ve kabuklarını ayıklayın, sonra karidesleri içinde limonlu su bulunan bir kaba koyup 30 dakika kadar dinlendirin. Kevgirde suları süzüp durulayın. Una bulayıp kızgın zeytinyağında kızartın. Tavadaki yağı süzüp bir kenara alın ve tavada kalan karideslerin üzerine şarap dökün. İnce kıyılmış havuç, soğan, kereviz yaprağı tuz ve biberle karıştırılıp karideslere ilave dilerek 10 dakika kadar pişirilir; bilahare karidesler bir başka tabağa alınır. Kalan karışım kuvvetli bir ateşe oturtulup krema karıştırılarak eklenir. Biraz koyulaşınca karidesler eklenir ve bir taşım kaynatılır. Tabaklara dağıtıldıktan sonra ince doğranmış maydanoz serpilerek sıcak servis yapılır.

     Kıraathane Panosu



    PANO EMRİNİZE AMADE

    Duyurularınız için kullanabileceğiniz bu köşe sizin için. Yazın yollayın yayınlansın...
    Vallahi de Billahi de bedava:-)))

     İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


    http://www.saklikentgorge.net/
    Bizzat gördüğüm ve beğendiğim yerin web sayfası. Gitmeyi ve hatta konaklamayı düşünenlere bir ipucu vereyim: ağaç evlerde bir kişi yarım pansiyon 12.500.000 TL. Kanyonda gezinti ve nehirde rafting gibi türlü aktivitelerin olmasıda cabası.

    http://www.kadinlar.com
    Kadınlara özel bir site. Bazı kısımlar 18 yaşından büyüklere ayrılmış; fakat gerekli uyarılar konulmuş olması güzel. Kadınların yaşamlarında karşılaşabileceği her türlü konu hakkında ayrıntılı ve faydalı tavsiyelere yer verilmiş.

    http://www.haberdar.com/
    Yeni bir haber portalı. Genellikle farklı kaynaklardan derleme haberlerden oluşan bir yapıya sahip. En güzel tarafı aynı anda bir çok gazeteyi birden okuyor gibi oluyorsunuz. Ağırlıklı kaynak ntvmsnbc.com

    http://hum.amu.edu.pl/%7Ezbzw/glob/glob1.htm
    Okul yıllarında büyük atlaslarımız vardı. Ülkeleri ve hatta şehirleri farklı kategorilere göre sınıflandırıp, harita üzerinde bize sunardı. İşin içine teknoloji girince olayın boyutları tamamen değişiyor. Buyrun görsel ziyafete.

     Damak tadınıza uygun kahveler


    Food Composition v1.0 [1.6M] W9x/2k/XP FREE
    http://www.siestasoftware.com/food.htm
    Yediklerinizin karbonhidrat, protein ve yağ oranlarını merak ediyor ve dengeli beslenmek istiyorsanız bu programı kullanmalısınız. Yaklaşık 6000 adet yiyeceğin bulunduğu bir database'i var. Değişik miktarlar için değişen oranlarıda izlemeniz mümkün. Tek dezavantajı ingilizce olması. Ama belki yiyeceklerin ingilizce karşılıklarını da öğrenmek hoşunuza gider.

    File Detective v1.1 [399k] Windows (All) FREE
    http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=104997
    Bu program bilgisayarınızdaki yada CD lerinizdeki dosyaları indeksleyerek birer rapor haline HTML olarak hazırlıyor. Bunu kullanarak, CD lerinizin içeriğini tutabilir, tekrar tekrar CD'nin içine bakmak zorunda kalmayabilirsiniz. Bence işe yarar bir program.
    http://kmarsiv.com/sayilar/20020827.asp 27 Ağustos 2002 - ©2002-kmarsiv.com
    istanbullife.com