|
|
|
5 Eylül 2002 - "Dev"diler, "Dev"rildiler... |
Merhaba Dostlar,
Yugoslavya hezimetini seyredip matbaanın başına oturdum. Rezil bir oyunla, utanç verici bir yenilgi aldık. Yugoslavlar ihtiyarmış, hepsi NBA şımarıklığındaymış, biz onları yenermişiz,vs. Masal hepsi. Bireysel olarak bakıldığında hepsi birer NBA oyuncusu olacak nitelikte belki ama bir araya geldiklerinde akortsuz zurna gibiler. Piyano demiyorum, çünkü piyanonun akordu olmasa bile arada hoş sesler çıkarabilirsiniz. Bunlar delikleri tıkalı zurnadan beter. Ne hücum var ne savunma. Kimse kalkıpta buraya gelmek başarıydı, bu çocukları kutlamak lazım demesin. Avrupa ikincisi olmuş bir takım, Dünya şampiyonasına gelip bir Lübnan bir de Angola'yı yenip nal topluyorsa, bu ikinciliğe de şüpheyle bakmak gerekir. Sonra demezler mi adama, her horoz ancak kendi çöplüğünde öter diye.
Kenar yönetiminin hataları, oyuncuların şımarıklığı derken alın size sonuç. Eee haksızda sayılmazlar, dev adam diye diye öyle bir şişirdik ki sonunda patlayıp havayı koyverdiler işte. Turnuva boyunca ilgimi ençok Amerikalıların gösterdiği ilgisizlik çekti. NBA hızına alışmış seyirci, Dünya Şampiyonasını es geçti. Her maçta adeta şov yapan Türk seyircisi de olmasa, seyircisiz oynanacaktı maçlar. Ama en çok üzüldüğüm şey de muhteşem reklamlar yapan sponsorların sloganlarının havada asılı kalması oldu diyebilirim. 30 sayı gerideyken, İstanbul'dan Amerika'ya basket atan Hidayet'i, maskeli Mehmet'i seyretmek hiçte güzel olmadı. Bari yapacakları son 2 maçı kazanıp 9. olsalar da biz de biraz teselli bulsak. Düşünmek bile istemiyorum ama daha önce yendiğimiz 2 takıma da yenilirsek seyreyleyin siz gümbürtüyü.
..........
Geçen gün Sevgili Didem Kolunan'ın yazısını "Dost Meclisi"nde okudunuz mu bilmiyorum. Genç arkadaşımla aynı fikirde olmamama rağmen, çekinmeden yayınladım. İstedim ki birileri de çıksın, "Öyle olur mu?" desin. Sevgili Mustafa Uyal hariç, bir Allahın kuluda çıkıp birşey demedi. Bundan 2 hatta 3 sonuç çıkarılabilir. Birincisi "Kahve Molası" okunmuyor. Ki buna katılmak mümkün değil, çünkü dün yaşanan arıza nedeniyle bazı arkadaşlara ulaşamayınca tam 37 tane "Noldu benim molama?" başlıklı eposta aldım. Demekki okunuyor. İkinci muhtemel sebep, okuyanlar aynı fikirde. Üçüncüsü de, umursamıyoruz. Birinciyi bir kenara koyarsak, diğer ikisi, al birini vur ötekine cinsinden. Sevgili Didem çok da güzel açıkladığı sebepleri sıraladıktan sonra "BEN OY VERMEYECEĞİM." diyordu. Sanırım ilk defa oy kullanacak olan Didem'i bu düşünceye sevkeden gelişmeleri hepimiz yaşadık, yaşıyoruz. Acı olan, onun gibi düşünen gençlerin hatırı sayılır sayıda olması. Ne yazıktır ki, kendilerini ifade edebilecekleri bir siyasi oluşumu bir türlü bulamıyorlar ve özlemini çekiyorlar. Kendi adlarıyla parti kuran zırtapozları da gördükçe önlerinde tablo gitgide renksizleşiyor.
Ammaa... bu kısır döngüden çıkmanın da tek yolu bu seçimler unutmayın. Ona, buna, şuna kızıp oy vermemekle, siyaseti, siyasetçiyi cezalandırmıyor, birilerinin ekmeğine yağ sürüyorsunuz unutmayın. Siz verseniz de vermeseniz de birileri seçilip bizim yerimize kararlar alacak. Mükemmeli ararken, idealin peşinde koşarken, küçük ayrıntıları kaçırıp, önümüzdeki birkaç yılı daha siyaha boyamak istemiyorsak, kötünün iyisi de olsa, birilerine karar verip "OY VERMELİYİZ". Oy vermeli ve sonra hesap sormayı da bilmeliyiz. Hepimiz verdiğimiz tek bir oyla seçimin sonucunu tayin edecekmişcesine duyarlı davranırsak, aklıselim mutlaka galip gelecektir. Biz seçmenlerin elini taşın altına koyma ameliyesi de bu işte. Birileri seçilmek için çabalarken biz de doğruya en yakını seçmeye özen göstermeli, taşın altındaki elimizin ezilmemesini sağlamalıyız. Sevgili Didem'i böyle davranmaya zorlayanlar utansın diyeceğim de diyecek yerlerim acıyor. Ar damarları öyle çatlamış ki, utanmayı bırakın övüne övüne yeniden seçilmek için milyarlar harcıyorlar.
...........
Gelelim asıl önemli konuya, yazı stokları gitgide eriyor haberiniz olsun. Eski yazarlardan yeni eserler beklerken, yenilerden de biraz daha çaba istiyorum. Sakınola "Ne yazacağım?" diye bana sormayın. Bu engin denizde konu sıkıntısı çekmek, pota dibinden basketi kaçırmakla eş anlamda ona göre.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Telekom'a su kaçmış
1 haftadır gerek internet hatlarındaki yavaşlama gerekse zaman zaman tümden kesilme şikayetleri yoğunlaştı. Bunun nedeni yağan yağmurlar diyor yetkililer. Ben onu bunu bilmem ama 2 gündür telefonlarımdan biri arızalı. Aynı hat üzerinden kullandığım ADSL'nin maşallahı var. Bağlanmasına bağlanıyorsun da biryere gitmek istediğinde yürüyerek gitsen daha çabuk varırsın. Hafta başından beridir de sabahları saat 9-12 arası turnet hatları hepten kesiliyor. Kala kala bir tek uydu hatlarına kaldığımızdan yavaşlama kaçınılmaz oluyor. Seçim öncesi kimsenin gözünün yaşına bakmadan kontür ücretlerine zam yapan Türk Telekom, aynı titizliği, verdiği servise de gösterse keşke. Arıza saatlerinde kolaysa bir yetkiliye ulaşmaya çalışın. Sanki tüm telekom telefonları aynı anda Adana ile irtibata geçiyor. Galiba bunlarda bir tane tuş var. Basıyorlar tüm telefonlar meşgul sinyali veriyor. Neden olmasın, yaparlar valla. Tek cevap veren güzel sesli telesekreterler. Onlar da "Kaydınız alındı efem" diyip telefonu kapatıyorlar. Sonra bekleki arıza düzelsin. Halbuki biri karşınıza çıkıp, "Maalesef yıldırım düştü böyle oldu." dese rahatlıyacaksınız. Mesela beni arayan müşterilerime ben öyle diyorum oluyor. Neyse bu aralar internette dolaşırken biraz sıkıntı çekiyorsanız bunun nedeni Türk Telekom'dur bilmiş olun.
|
HACIENDA
Akbank, American Express yaz etkinlikleri çerçevesinde, Amsterdam'dan gelen ve son zamanlarda Sabor adlı parçaları ile dünya müzik listelerinde hızla 1 numaraya yükselen Hacienda sizlere enerji ve eğlence dolu bir gece yaşatacaklar...
New Yorker, Kuruçeşme - Tel : 0212 265 69 12 5 Eylül Perşembe 22:30
CEBIT EURASIA BİLİŞİM 2002
3-8 Eylül 2002
TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi - Beylikdüzü
http://www.cebitbilisim.com
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan |
Fatma Hanım
Yaşlanıyoruz evet.. Neyse ki, herkese eşit ilerliyor zaman.. Belki bazılarımız içimizden, zamanını daha dolu geçirip, yaşama biraz daha fazla anı sığdırmayı başarıyor. Belki bazılarımız daha fazla farkında olarak yaşıyor. Kimimiz ise, öylece, geldiği gibi ve geçtiğini de anlayamadan tüketiyor günlerini...
Ama gün gelecek, hepimiz şimdikinden çok farklı, belki çok ihtiyar ve bunamış insanlar olacağız.. Nasıl da uzak gibi duruyor değil mi?
Bugün,yaşlı bir insanla aramda geçen, gerçekten hem hoş hem de komik bir anımı anlatmak istiyorum.
Sanırım 6-7 yıl kadar önceydi. Ankara'da bir işim vardı, öğlen saatlerinde çıkıp Istanbul'dan akşama doğru vardım Ankara'ya. Kayınvalidemin evine gittim. O zamanlar onun da annesi sağ. Oldukça yaşlı, oldukça da dinç bir kadın. Ne var ki, aklı zaman zaman gidip geliyor. Gene de sözü sohbeti çok tatlı, konuşkan bir insandı rahmetli.
Akşam sofraya oturduk, epey hoşbeşten sonra yattım. Sabah erken saatte bir toplantım var, kalktım vakitli, giyinip, yıkanıp traş oldum.. Kahvaltı sofrasına oturduk.. Bir gece önce birsürü sohbet ettiğimiz ihtiyar anneanne, tanıyamadı o anda beni.. Belki kıyafetim değiştiğinden, belki traş olduğumdan.. bilemiyorum artık.. Alıcı gözüyle baktı.. Sonra dönüp kızına:
-Bak görüyor musun, şu yabancılar nasıl da düzgün oluyorlar? Tertemiz, mis gibi insanlar..
Nerelisiniz oğlum?
-Nazilli'liyim teyzecim..
-Güzel.. Nerede oturuyorsun?
-Istanbul'da..
-Evli misin?
-Evet, evliyim..
-Varmı çoluk çocuk falan?
-Evet, bir oğlum var.
-Ne güzel. Nedir ismi?
-Baran..
-Aaaa ne tesadüf.. Bizim de bir torunumuz var, onun da adı Baran.. Hem babası da dün akşam buradaydı..
demez mi.... Artık hesap edin bendeki durumu... Nur içinde yatsın derler ya.. hoş kadındı rahmetli Fatma hanım.. çok hoş...
|
Misafir Kahveci: Tunca Tünay |
En büyük armağanı yaşamın...
Şile’de sabah çok dingin başlar yaz günleri. Ola ki doğa kendisiyle dövüşmesin. Genelde güne erken başlar ve sabahın sessiz şölenine katılırım. Evimin bir yanı tepelere bakar ,bir yanım sonsuz deniz. Aslan burcu yanım ille de yeşili ister ve ben o yana giderim.
Günün gürültüsü başlamadan ,doğadaki her şeyi ayrı ayrı algılamağa çalışırım. .İstem dışı yaptığım bu davranış giderek bende bir alışkanlık oluşturdu. Bildiğim seslerden farklı bir ses, kokulardan farklı bir koku arar oldum. Fesleğenimin en ufak bir esintide, domateslerimin ille de ıslandığında verdiği koku günün bana ilk armağanıdır.. Akşam kapattığı yapraklarını açmak için gün ışığını bekleyen gazanyamın, yaşamı kucaklama sesini asla kaçırmak istemem. Gazanya ve sanırım adı ipek çiçeği olan bir sürü renkli çiçeğim, gün battığında dünyaya kapılarını kapatıyor, içine kapanmadan öte depresif bir davranış sergiliyorlar. Ta ki ertesi gün güneşe kavuşana kadar… Fesleğen esintiyi bekliyor ,domates ille de suyu, gazanya ve ipek çiçeği güneşi…
Doğadaki bitkileri izlediğimde,benzer yanlarımızın umduğumuzdan fazla olduğunu gözlemledim. Tüm canlıların gereksinimi olan yaşam ögelerinin canlılar üzerindeki etkileşimi çok değişken. Doğa ile iletişimini kokusu ile kurabilen fesleğen neden ille de onu sevgiyle okşayacak rüzgarın yelini bekler? Güneşi gördüğünde tüm yüreğinin gizlerini açan gazanya gün battığında neden kendini içine kilitler? Bu soruların yanıtını aradığımda, tüm canlıların yaşam ile doyuma ulaşan bir ilişkiye, özel etkenlerle vardığını düşünüyorum. Benliğimizden bir şeyler verebilmemiz ya da bize sunulanları sevinçle alabilmemiz için hep ayrı şeyler istiyoruz.
Buradan ,doğadaki tüm canlıların tümünün isteklerini karşılamasının tek ortak yolu sevgidir gibi bir yoruma gidilebilir belki de. Bu yorum bence çok kolay ve sığ olma tehlikesini de getirebilir yanında.
Sevdiğinden alındığında yaşamın en büyük armağanı olan sevgi, almak istemediğimizde ne denli üstümüze abanıp taşınması zor bir yük, bir karabasan olur. Bir başka deyişle, sevdiğimize tüm benliğimizi verirken savurganlığımızın sınırını düşünmek aklımızın ucundan geçmez. Buna karşın zerresini bile almak istemediğimiz bin çeşit sevgiyi nasıl da iteleriz elimizin tersiyle?
Bunca yazdığımın beni getireceği yerin neresi olduğunu başlangıçta bilmiyordum desem yalan olmaz. Düşündüm de , vermek ve almak salt kelime anlamları ile alındığında yaşamın gerçeklerine pek uymuyor aslında.
Yani diyeceğim ; verdiğimizi sandığımız zamanlar belki de yaşamdan en çok aldığımız anlardır.
ttunay@superonline.com
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın |
Alıp başını gitmek..
Annem, cok daraldığında, "şöyle alıp başımı dağlara kaçıp, gitmek istiyorum." derdi.. Otuz yıl, babamın peşinden Anadolunun o köşesinden bu köşesine savrulmuş, her gittiği yerde eş dost tanımadan bir başkasına yollanmak zorunda kalmıştı.. Ailesi Istanbul'da, uzak, çocukları dışarda, onun deyişiyle "gurbette", çoğunluk yalnız başına ev işleriyle boğusup, dururdu..
Alçakgönüllü bütçe yılda bir kez bir haftalığına annesini ve kız kardesini ziyarete izin verir, yine çoğunluk beni de peşine takar, heyecanla yollara düşerdi. Bir gün mutlaka Eyüp Sultan ve Merkez Efendi gibi yatırların ziyaretine ayrılır, sona doğru bir günde beraber şehir hatlarıyla bir boğaz sefası yapardik..
İzmir Fuarında bir gece tahta sandalyeler üzerinde onbeş-yirmi sanatçılı Ekici Över proğramlarını izlemekte en büyük lükslerimizden biriydi.. Yalnız bu özel gecenin ilk saati annemin sandalyelerin darlığından ve yerimizin kötülüğünden yakınmasiyla geçer, kadıncağiz son iki saatte uyur gider, Cem Karaca ve Edip Akbayram gibi sona kalanları izlemesi kısmet olmazdı..
Küçük Anadolu Kasabalarında kadın matineleri de belki bir ferahlamaydı.. Beraber gittiği komşular, annemi en az bir saat önceden bir kaç kez uyarırlardi, çünkü bir yere zamanında gitmek icin hazırlandığı vaki olmazdı.. Türkan Şoray'ı sevmez, Hülya Koçyiğit ve Fatma Girik'i beğenirdi. "Kızıl Vazo", "Artik Sevmeyeceğim" gibi filmleri üc beş mendille ancak tamamlardı.. Yıllar sonra, onu İzmir Çınar'da "Şampiyon" filmine götürmüştüm. Ağlamaktan gözleri şişmiş dışarı çıkarken, bana "Mahsus mu yapıyorsun?" diye sormuş, azcık ta kızmıştı..
Bayram öncesi alışverişler ayrı bir tantanaydı.. Çoğunluk giysi, ev eşyası satılan küçük yerin tek mağazasına beni elimden tutup götürür, en fazla iki model ayakkabıdan birini seçmek zorunda kalmama aldırmaz, "Mazhar'ın malları sağlamdır" diye durumu geçiştirirdi.. Sonraları Kemeraltı'nda alışveriş güya onun en esaslı kaçış zamanlarıydı. Dönerken mutlaka, kışın boza, yazın karadut içer, eve girdiğinde, "Ayy öldüm. Milletin işi gücü yok, sokaklara uşüşmüş" deyip sızlanırdı..
Hayat ve Ses Mecmuaları bir başka kaçamağıydı. Sonraları, TV'de 7 Gün'ü falan da elinden düşürmez oldu.. Ayda bir Burda'sını alır, kocaman patronları masanın üstüne serer başa çıkamayıncada, "Amaan, eksik bu" deyip kaldırırdı. Yazları, evimizin azcık uzağında, olurda bir tanıdiğına gitmeye niyetlense, sabahtan beni yola çıkarır "Git, Haticenımlara, bir manileri yoksa annem ögleden sonra gelecek de" derdi.
Bazi akşam üstüleri "bakink povder" almaya bakkala gönderir, "al bizim defteri de yanına, sonra hesaplar tutmuyor" diye tembihlerdi.. Güzel kekin kokusu evimizi kaplar, sütlükahvenin yanında pekte iyi giderdi. Kimi sabahlari uzun eşek partilerinden nefes aldığımızda, eve koşar onun hazırladığı dolma içinin başına çökerdim. Bazen, "oğlum bu kavrulmadı, yenmez" diye beni uzaklastirirdi.
Ama, bir tek gün olsun "alıp başinı çekip, gidemedi."
Fuarlar açılırken, Hazinses'ler ölürken, annemin o tekdüze yaşamını aydınlatanlar usuma düşer, onun "alıp başını gidemediğine" hayıflanırım.. Yalnız ona mı? Çocukluğumun uçup gittiğine, güzelliklerin yitirilişine de yüreğim burkulur..
Daha küçük şeylerle mutlu olmak mıdır ıskaladığımız bugünlerde, yolun yarısını geçtiğimizin hüznü mü, yoksa kalabalıklara karşın yalnızlığımız mıdır, bu özlemi koyulaştıran..
Yoksa yoksa, tüm koşusturmalarım bir yana, benim de "bir tek gün olsun alıp başımı gidemeyeceğimi" giderek kabullenmiş olmam mı boğuyor şimdi beni..
Cumhur
|
Kıssadan Hisse
Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte
ölmüşlerdi... Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında
dolaşmaya başladılar... Adam çok susamıştı... Biraz su bulabilmek
ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem
bir manzaranın karşısında buldular... Rengarenk
çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir
bahçe kapısı, ve onları karşılayan beyazlar içinde
bir kadın... Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı
ve sordu : - "Afedersiniz... Burası neresi?"
Kadın ona gülümsedi :
- "Burası cennet, efendim"
Adam bunun üzerine sevinçle :
- "Harika...!!!" dedi.
- "Peki bana biraz su verebilir misiniz, gerçekten çok
susadım..."
Kadın cevap verdi :
- "Tabi efendim, içeri girin... Içerde dilediğiniz
kadar su bulabilirsiniz..."
Böylece adam köpeğine döndü,
- "Hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü...
Ama kadın onu birden durdurdu :
- "Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez...
Hayvanları içeri almıyoruz..."
Bunun üzerine adam biran durdu... Düşündü... Ve geri
dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters
yönünde yürümeye koyuldular... Bir süre geçtikten
sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda
buldular ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir
kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı...
Adam sordu :
- "Afedersiniz... Bana biraz su verebilir misiniz?"
Dede :
- "Içeri gel" dedi...
- "Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme
var..."
Adam sordu :
- "Peki arkadaşım da benimle gelip ordan su içebilir
mi?"
Dede :
- "Tabii..." dedi.
- "Çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir
kase bulucaksın..."
Bunun üzerine adam kapıdan girdi... Biraz yürüdükten
sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu... Adam çeşmeden köpek
de oracıktaki kaseden doya doya içerek susuzluklarını
giderdiler... Derken adam geri giderek girişte
bekleyen dedeye sordu :
- "Su için çok teşekkür ederim... Peki burası neresi?"
Dede :
- "Burası cennet" dedi...
Bunu duyan adam şaşırdı :
- "Ama nasıl olur?... Az önce burası gibi kırık dökük
olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu
söylediler..." Dede :
- " Şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer
mi?" dedi...
- "Evet" diye cevap verdi adam.
- "Ama orası Cehennem..."
Adam iyice şaşırmıştı :
- "Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları
kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz...?"
Dede gülümsedi :
- "Kızmıyoruz... Çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi
arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet'ten uzak
tutuyorlar..."
|
YILDIZLARIN TÜKENDİĞİ AN
Bir gün bakarsın ki gökyüzünde hiç yıldız yok,
üstelik bulutsuz ve yağmursuz bir hava.
Sen düşünüp durursun nedendir diye,
ama hiç sormazsın kendine.
Bir bir sorarsın bütün varlıklara neden,
bir yanıt bulamazsın.
Gece akıp giderken yıldızsızlığın içinden,
sen karanlıklara sığamazsın.
Ama bir yerlerden bilinmezin sesi yükselir
der ki sana "Aradığın uzaklarda değil."
Sense sorarsın kendine:
-Yakın nerde?
Cemile Çakır
..........<>..........
YİTİK AYAK İZLERİNE AĞIT
Her şey kayboluşa endeksli,
hiçbir bulutun yok tutunacak dalı,
bütün yapraklar yok olup gitti,
çiçeklerden hiçbir iz kalmadı.
Bir kadın ağır adımlarla geçti gitti o tozlu yoldan.
Ama o acımasız zamanın sözcükleri
daha bilge değil geceden,
yağmurdan,
ve tozlu yoldan geçen
kadının ayak izlerinden.
Bilgelik de kayboluşa endeksli
Cemile Çakır
|
|
Gıbrızı sıcaglar basmış doğrudur maa?
AHA SICAG BASDI GENE BENI!...
Napang be Hamulla dayiii?
-Offf Offf Napayim be dayicigim Sicaglardan
bayılıyorum aaha
-Hani sicag be dayi? Sicag narar yau?
-Sicag narar ha?
-Eyya
-Ma be cocug! Zeflening beni be?
-Ne zeflenmesi be Hamulla dayi, Sicag narar yau
ortaligda?
-Eh gid yayan Bandabuliyaya baalim, Göresing nasil
gaynar ortalig
-Yogdur sicag be Hamulla dayi
-Olur da yogdur
-Yogdur tabiim! Fazla elbise geyen seng diye, sicag
dutar seni
-E napayim be migrob! Senin gibin gunduro dolasamam ya
ortaliglarda...
-Ne var be Hamulla dayi dolasirsang? Serin alir
vücudung biraccigh
-Ma öyle sortunan?
-Eyya... Ille göyneg hem pantolon geyeceng? Hem gislig
potin?...
-Yörü ovlum gid isine Allah da gomasing...
-Nolmus be Hamulla dayi? Gadi günah mi yazar?...
-Ma be! Güresci deyilim ya ben, görmen göbegi hem
gödleri?
-E görürüm yau... Napayim madem isbor yabmang hiç...
-Yaparim ya yabmam... Ma... Aha zayiflamam bir
türlü...
-E yau... Isbor yapdigindang ziyade ham-hum sorolob
yapang evde...
-As mi galacaydim yau?...
-As galma amma... Aha iki adimlig yeri yürüyemeyiyong
bir
türlü...
-Nasil yürüyeyim be migrob?... Gan tere batarim
sicagdan...
-Soyunacang be Hamulla dayi, soyunacaaang... Aa bag...
Benim gibin
çiblag
olacang böyle... Sortunan hem sandaled potinnerinan
galacang
böyle...
-Olur Mesud olur... Bu yasimdan sovra, arkamdan biyo
çegsinner
baga...
-Kim çekeceg biyoyu saga yau?...
-Herkes...
-Sen da onnara çeg...
-Ha yau ha... Derdsiz basimi belaya sokayim sovra...
Durub-durdug
yerde,
dayag da yeyim bircegezinden...
-Eh... O halde bütün yaz terleyceng fellig-fellig...
-Terleyim yau... Terlemeg vücuda eyi gelir...
-Tamam amma... Bu sicaglarda çog susuz galma ha... Da
eyi deyildir
hiç...
-Bag sise suyuna yanimda... Nasil ama?...
-Vay guzzum vaaay... Tedarigli dolasing ha...
-Ne zanding ya... Aha bu da duz...
-Duzu napang be dayi?...
-Her yarim sahadda bir, bir tutamcig atarim agzima...
Bu sicaglarda
terleyincag insan, vücudu duz yakar çog... Duzsuz
galmasin
vücudum
diye...
Mecburi olaragdan dasirim saggullinin içinde genni...
-Oh guzzum oh... Oldu olacag, bir tencerecigin içine
da Padlican
Mussagga
goy...
-Eeee...
-Eh... Hem yürü hem ye...
-Yau... Yerim olsa saggullinin içinde, onu da
yapacam...
-Demeg Bandabuliya dan geling ha?...
-Eyya...
-Alis-veris edding?...
-Hem alis-veris eddim, hem da isbor yapdim...
-Neler alding ya?...
-Ne gadar zerzevad bulduysam aldim...
-Bakarim da, midecigini da düşünün yani?...
-Ooouuu...
-Eyi, eyi...
-Neyisa be çocug... Gakayim ukari agir-agir yürüyeyim,
da
nerdeysa
bas gaçacag...
-Ugurlar ola be Hamulla dayi... Ugurlar ola yau...
-Offf anam offf... Aha sicag basdi gene beni...
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.vergisiz.cjb.net/ Özel Aziziye eğitim kurumlarına ait web sayfası. Temel amaç okulu tanıtmak olmasına rağmen, özellikle öğrencilerin görmesi gereken ilginç çalışmalara da yer verilmiş. Fibonacci sayısını bilmem hatırlıyanlarınız varmı?
http://www.geocities.com/deryaizci/kampsonrap.html İzciler herhangibir kampa katıldıktan sonra ne olur? Kamp sonrası raporu hazırlanır. İşte size işini ciddiye alan Derya deniz izcilerinin Çeşme kampı sonrası durum değerlendirme raporu. Şaka olsun diye değil, takdir ettiğim için gönderiyorum.
http://www.cilgin.com/
Hayatı ti'ye alanların uğrak yeri olmaya aday web sayfalarından bir tanesi daha. Asparagas haberciliği seviyor ve hatta yazmayı da seviyorsanız... buyrun meydan sizin.
http://nostalgic.net
1910'lu yıllara ait kaynakların bile bulunduğu gerçekten nostalji kokan bir site. Bazı resim ve dosyaları kendi arşivim için aldığım bu sitenin, Photo archive ( foto arşiv ) kısmı eminim ilginizi çekecektir.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
BitWise Chat v0.1.7.6 [424k] Windows (All) FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105161
ICQ vari bir messenger programı. Çok gelişmiş olmasada tek bir dosyayı çalıştırmakla devreye giren yapısıyla pek çok işi görecek cinsten. İlk çalıştırdığınızda bir sunucuya kayıt olmanız isteniyor. Gerisini zaten biliyorsunuz.
Grabzilla v1.0 [198k] Windows (All) FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105106
Ekran görüntüsünü yakalayıp, jpg, bmp veya gif olarak kaydedebilen bir program. Ekranın tamamını veya bir bölümünü tek bir tuşla resim haline getirebiliyorsunuz. GIF uzantılı kayıt, bu türden programlarda pek rastlanan bir özellik değil. O yüzden dikkate değer.
|
|
|