|
|
|
13 Eylül 2002 - Kontörün kadar konuş! |
Merhaba dostlar,
Hatırlar mısınız? Eskiden sarı sarı, çil çil jetonlarımız vardı. Telefon jetonları az da olsa gene var, ama yavaştan yerlerini akıllı, kontörlü kartlara bırakmaya başladılar. Şehirler arası telefon etmek için aldığımız, cep delen kucak dolusu jetonların yerinde kartlar var artık. Bastır parayı al 100'lük, 500'lük kartı, tak makinaya, konuş konuşabildiğin kadar. Geçenlerde telefon faturasının yanında bir de kağıt çıktı. "Sabit telefonunuza kontör yükleyin, fatura derdinden kurtulun." Hem de normalinden hatırı sayılır şekilde ucuz. Yani hem sen kazan hem telekom kazansın. Tahsilat peşinden koşmadan topla peşin peşin paraları olsun bitsin. Sen de al kontörünü, kulağını kontörüne göre uzat, ne eksik ne fazla. Vallahi de çok iyi.
Cep telefonlarıyla beraber hayatımıza giren kontör kavramına yeni yeni anlamlar yüklemek de boynumuzun borcu tabi. Faturayı alıp şaşıracağına, al kontörlü doğalgaz saatini. Tak kombin çalışsın, sen ısın. Çıkar kartı sönsün, giy çorabını kazağını. Elektrik mi kullanacaksın? Al kontörünü kullan. Kontör bitti mi gömül karanlığa. İşte size tasarrufun dik alası. Şu kontörü kim icat ettiyse ellerine sağlık. Hani diyorum hayatımızın geri kalan hizmetlerine de kontörlü sayaç taksalar biz de rahatlasak. Mazeret bulmakta zorlandığımızda hızır gibi yetişse imdadımıza.
" Hayatım inan seni arıyacaktım ama meret kontör bitmiş, açık bir yer de bulamayınca çaresiz kaldım inan." Bu mazereti kontörlü cep telefonları çıkmadan önce söyleyebilirmiydiniz? Aklımıza gelir miydi kontör? İşte bu, teknolojinin sosyal hayata direkt etkisi. Mesela diyorum, padişah macununu kontörlü hale getirseler, " Canım bugün beni affet erkenden uyuyalım, benim kontör bitmiş de..." dermiyiz? Ya da, gazete ekinde bedava dağıttıkları stres kontörlerini çabucak tüketmek için birbirimize ikram edermiyiz? Hanımlar için özel olarak üretilen "DIRDIRASON" kontörlerini heran dolu tutmak için gece gündüz çalışırmıyız? Milletvekili kontörlerini dikkatli kullanıp, miyadı dolan kartları, ortadan ikiye katlayıp, çöpe atar mıyız? Bakın bu milletvekili kontörü iyi fikir. Mesela, ilk 6 aylık kontörü bedava yüklenen milletvekiline sonraki dolumlar, yaptıkları işlere göre vatandaş tarafından yapılsa. Dolum hakkını alamayan milletvekili de, yeni kontör müracaatı için en az 5 yıl beklese.
" Müdür Bey, işçilere yüklediğimiz kontörler bitmek üzere, yeni kontör taban fiyatlarını ve boyutlarını açıklarken aman dikkatli olalım. Adamlar kart sokulacak deliği daraltmakla tehdit ediyorlar."
" Sevgilim kontörümüz Laila'ya yetmez, gel biz seninle sinemaya gidelim. Hem bak popcorn alana 2 kontör de hediyeymiş."
" Çocuklar, terleyip hasta olmayın. SSK kontörümüzü yeni doğacak kardeşiniz için saklıyorum."
" Sana ehliyet kontörünü verenin de, dolduranın da..."
Abarttım biraz galiba ama, varsa peşin öde, ayağını yorganına göre uzat düsturuna öyle ihtiyaç duyulan bir dönemden geçiyoruz ki, inanın bu saçmalıklar bile, insana "ahh keşke olsa" dedirtiyor . Pardon, kızımdan mesaj geldi; " Baba, kontörüm bitti, bana en az 250'lik al. 100'lüğün modası geçti." diyor. Haksız mı şimdi?
Mutlu, huzurlu, bol kontörlü bir hafta sonu geçirmenizi dilerim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
HAFTANIN FİLMLERİ
ABOUT A BOY / BİR ERKEK HAKKINDA
Konu :”Amerikan Pastası”nın iki yönetmeninin yeni komedi çalışmasında Hugh Grant (Bridget Jones's Diary), Toni Collette (Sixth Sense) ve Rachel Weisz (Enemy at the Gates, The Mummy) başrolleri paylaşıyor. 30 yaşlarındaki Will, çocuksuz, zengin ve sorumsuz bir Londralı'dır. Eşlerinden ayrı yaşayan anne-babaların katıldığı toplantılara devam ederken 12 yaşındaki Marcus ile tanışır. Küçük Marcus, Will'in yaşama bakışında yepyeni ufuklar açacaktır.
Yönetmen: Paul-Chris Weitz
Oyuncular: Hugh Grant, Toni Collette, Rachel Weisz, Nicholas Hoult, Sharon Small
Resmi Web Sitesi: www.about-a-boy.com
|
|
|
UNFAITHFUL / SADAKATSİZ
Konu : Amerikan rüyasını yaşayan, 30'unu henüz geçmiş ve her istediğine ulaşmış kaç evli çift vardır? Edward ve Connie Sumner işte bu çiftlerden biridir. Sekiz yaşındaki oğulları, köpekleri, evdeki yardımcıları ile New York'un banliyösünde imrenilecek bir yaşamları vardı. Ama hiç bir hayat meydan okuma olmaksızın süremezdi... Bu mutlu evlilik, zenginliğin getirdiği rutinle gölgelenmiş olarak, Connie'nin Soho sokağında bir yabancıyla kaçınılmaz karşılaşmasının kurbanı olur. Bu, O'nu gizem, cazibe ve riskle vuran bir arzu olur ve O'nu daha sonraları bir saplantı haline gelecek bir ilişkiye sürükler. Edward masumane bir şekilde karısının kendisine yalan söylediğini öğrendiğinde, aldatılma şüphesi ile çılgına döner. Bunu bilmek ona acı çektirmeye başlamıştır. Karısının aşığı ile yüzyüze gelmek ister. İçindeki intikam ve kıskançlık hissinin ne kadar güçlü olduğunu ancak yüzyüze geldiklerinde anlayacaktır...
Yönetmen: Adrian Lyne
Oyuncular: Richard Gere, Diane Lane, Olivier Martinez, Chad Lowe, Kate Burton
Resmi Web Sitesi: www.unfaithfulmovie.com
|
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Prometheus ve Pandora |
|
Şu Ana Britannica'nın sayfalarını karıştırdıkça neler buluyoruz, neler.. Bu günki maddemiz Prometeus.. Aslında Yunan mitoljisinde anlatılan hikayeler gerçekten ne kadar hoş ve simgesel anlamlara sahiptirler..
Prometheus.. 'Eski Yunan Mitolojisindeki kurnazlığıyla ünlü Titan ve ateş tanrısı. 'geleceği gören' anlamına gelen adı, zekiliğini vurgular' diyor Britannica..
Eski Yunan şairi Hesiodos'un Promete'yi anlatan iki ayrı hikayesi var. Bunlardan birinde Prometeus tanrıların en büyüğü olan Zeus'u kandırarak, adakların eti yerine yağ ve kemiklerini verir Zeus'a. Bunun üzerine sinirlenen Zeus ateşi insanlardan saklar. Ama Prometheus ateşi çalarak yeniden yeryüzüne getirir. Zeus, ateşin bedeli olarak Pandora'yı yaratarak Epimetheus'a yollar. Epimetheus, Prometheus'un uyarılarına aldırmaksızın, aşık olduğu Pandora ile evlenir. Pandora, yanında getirdiği kutunun kapağını açar ve kutunun içindeki kötülük, ağır işler ve hastalıklar gibi, binbir türlü melanet yeryüzüne yayılır.. Vee.. kutuda yalnızca umut kalır...(Şimdi burada inanılmaz bir hoşluk var... Dikkat edin.. Ne diyor? Ağır işler, hastalıklar, kötülükler vs vs.. yani pandoranın kutusunun içi her türlü kötülükle dolu.. Hepsi ortalığa saçılıyor.. ama bir tanesi kalıyor içeride.. o da neymiş? 'Umut' !!! Yani umudu da kötülükler arasında saymış Hesiodos...) Öyle mi acaba?? Düşünmek gerek..
Hesiodos'un diğer hikayesinde ise, Zeus, Prometheus'tan öc almak için onu zincire vurdurur ve sürekli kendini yenileyen karaciğerini yemesi için bir kartal gönderir. Prometheus Desmontes (Zincire Vurulmuş Prometheus) adlı oyunda, Prometheus yeryüzüne ateş ve uygarlığı getiren, insanlığa bütün sanatları ve bilimleri öğreten kişi olarak yüceltilir.
Yazı kısa olunca, hadi bir iki şey daha bulayım dedim.. ama pek de enteresan bir şey bulamadım sizler için.. Özellikle aradığım bir madde vardı, ne yazık ki, onu da Britannica almamış.. Detay da hatırlayamadığım için tıkanıp kaldım.. Yazmak istediğim madde; Pirus Zaferi idi.. Atina taraflarında olacak, büyük bir savaş oluyor.. Ve bu savaşın Atinalı kumandanı büyük gayretlerle savaştıktan sonra zafer kazanılıyor.. Ancak, öylesine büyük bir telefat veriliyor ki her iki taraftan da.. Savaş alanında, sadece ve sadece bu kumandan kalıyor hayatta... Geri kalan tüm asker ve komutanlar kılıçtan geçirilmiş, öldürülmüşler.. Tek başına kalakalmış olan bu kumandan.. yutkunup, acı içinde bakıyor savaş alanına.. ve kazandığı zafere lanet ediyor adeta..
Böyle bir hikayeydi bu..
Bende, yıkımla sonuçlanacak büyük ikili mücadelelerden uzak durmak dürtüsü bırakmıştır bu hikaye.. Hele, hani insan sevdiği insanlarla da anlaşmazlığa düşer ya bazen.. özellikle de karı koca arasında sonu gelmez mücadeleler vardır.. adeta bir iktidar savaşına.. kişilik mücadelesine döner herşey, ve bu savaşı verenler bile unuturlar zaman zaman neyi neden tartıştıklarını... Tüketirler birbirlerini.. Oysa düşünmezler, eğer bir zafer kazanacak olurlarsa.. elde edecekleri zaferin bir Pirus zaferi olacağını..
Önceki gün, Bekir Coşkun, Hürriyetteki yazısında sevgi ile aşk'ı karşılaştıran hoş bir yazı döktürmüş.. Aşk için iki taraflı bir duygu gerektiğini, ama sevginin tek taraflı olan bir duygu olduğunu anlatmış.. Hiç böyle düşünmemiştim.. Belki de aşkı bırakıp, sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor.. O zaman, yıkıcı savaşlara girmeksizin, Pirus zaferleri kazanmaksızın yaşayabiliriz.. Ve mutlu olup, mutlu etmeyi başarabiliriz..
aaltan@superonline.com
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın |
Ben bu menekşeleri sizin için toplamıştım Hocam!
ODTÜ'deki odamda ne keyifsiz, ne bunalımlı günler geçirmişimdir.. Nasıl geçirmessiniz, beklediğiniz, hayal ettiğiniz üniversite yaşamı bu değildir ki?
Gün gelir, Bölüm Başkanı güvenlik nedeniyle kapalı tutulan iki giriş kapısından birini dört yıl sonra açtırdığında bayram eder, zafer kazanmış komutan edalarında yürürdü..
Bir başka gün, zar zor izin aldığımız bir konferansa dinleyici olarak beş ögrenci, öğretim üyesi bulamadığımıza yakınırdık.
Yirmi çeşit çengilikle dışardan para toparlama telaşımızda o sıralar başladı. Gençlerin hamburger telaşıda..
Seksenlerin sonuydu sanırım.. Yine odamdayım, yine içim daralıyor. Gazetenin ikinci sayfasında "Üniversite Gözleri Mahrur" adlı bir yazı gözüme ilişti.. Okumaya başladım..
Yüzyıllardır, üniversitelerin toplumların öncülerinin toplandığı bilim kurumları olduğu, tarihteki değisimlere; kuşkucu, sorgulayıcı, araştırıcı bilim insanlarının katkısının, hatta yön vermesinin son derece doğal olduğu belirtiliyordu yazıda.. Üniversitelerin birer "aydınlanma feneri" olduğu, bu fenerin söndüğü ulusların pusulalarını şaşıracağını ve ilerleyemeyeceğini aktarıyordu yazar..
Aslında, bu satırların yazarı Öğretim Üyesi, okuyucularla paylaştığı metni, davetlisi olarak gittiği "Ögretim Üyeleri Derneği"nin toplantısındaki kürsüden okumak için kaleme almış. Gerisini yine gazete yazısından izleyelim. (Yıllar yılı sakladığım bu yazıyı, şu sırada bulamadım. Neredeyse ezberlediğim çoğu satırını, anımsayabildiğim kadarıyla aktarıyorum..)
" Salona girdiğimde çok şaşırdım. Bir yemek düzeni oluşturulmuş. Çoluk, çocuk herkes bir seyler yiyiyor, içiyor. 'Hocam, istediğiniz zaman konusmanızı yapabilirsiniz.' dediler. Ne yapacağımı bilemedim. Çünkü ortada kürsü filan olmadığı gibi, ses düzeni de hazır değil. Üstelik bu ortamda kimin ne duyacağı, anlayacağı da süpheli. Benim çekincemi görünce, israr ettiler, mikrofon buldular, ben de elbet hazırladığım metni değil-onu bu ortamda paylaşamayacağımı anladım- onun bir özetini aktarmaya başladım."
" Üniversitelerin dünyada ve Turkiye'deki tarihsel gelişiminden, üstlendikleri rollerden söz ettim. Bugün üniversitelerimizin, suskun, edilgen, üretmeyen, sorgulamayan bir yapıda olduğunu ve topluma fener olma özelliklerini yitirdiklerini belirttim. Tabak, çanak sesleri eşliğinde, suçluyu dışarda aramayalım, suçlu biziz. Suçlu oğretim üyeleridir dedim. Eğer 12 Eylül paşalarının karşısında eğilip, ezilmeseydik, onları üniversite kapılarında cübbelerimizi savurarak karşılamasaydık, üniversiteyi bitiren, toplumu yönsüz bırakan uygulamalarına sessiz kalmasaydık, bu durumda olurmuyduk dedim. Onları, üstelikte fahri doktoralarla onurlandırdığımız için suçlu biziz, suçlu benim dedim."
"Konuşmamı bitirip ayrilacakken, bir hareketlenme oldu. Derneğin o geceki konukları arasında Bakan Adnan Kahveci'de varmış.. Hemen mikrofonu kapıp, yanıma geldi. ' Hocayı dikkatle dinledik. Çok yararlandık. Ancak bu hassasiyetiyle kendini fazlaca üzüyor. Paşaların karşısında onun eğilmediğini, onlara ünvan verenlerden olmadığını biliyoruz.' dedi ve beni alkışlattı."
" Demeçlerine bakılırsa, bu gidişe karşı çıkan öğretim üyelerinin arasında bana hazırladıkları bu ortamda yaptığım konuşma ve aldığım tepkiden sonra, herşeyin iyiye gideceğine dair ümidimin daha da azaldığını söylemeliyim.."
Hoca haklıydı kuşkusuz.. Bu yazıdan, konuşmadan sonra da üniversiteler hep daha kötüye gittiler. Bilim aşkı nerede, memur öğretim üyeleri ve ünvan peşinde iddia sahibi öğretim üyeleri ola geldiler. Çoğunluğu kendilerine yirmi iki yıldır giydirilmeye çalışılan her türlü giysinin içine bukelemunlara bile parmak ısıttıracak biçimde sığışmaya çalıştılar..
Sorgulamayan, merak etmeyen, ülke sorunlarından uzak, ülke gündemine görüş belirtmeyen ancak 'tüccarlığı' iyi beceren öğretim üyeleri oldular..
Sorgulamayan, merak etmeyen, ülke sorunlarindan uzak, ülke gündemine görüş belirtmeyen ancak 'tuccarlığı' iyi beceren öğrenciler, gençler yetiştirdiler..
Zaten istenen de oydu.. Sorgulamasınlar, merak etmesinler, ülke sorunlarına uzak dursunlar, gorüş belirtmesinler, 'tüccar' olsunlar..
Yalnız, ögretim üyeleri, öğrenciler değil, herkes..
Şimdi neden saşırıyoruz ki, şaşkın halimize..
Değil mi Hüsnü Göksel Hocam? O toplantıdaki konuşmanızda, yazınızda bunları dile getirmemiş miydiniz?
Unutmadan, biraz geç kaldım ama..
Ben, ben bu menekşeleri sizin icin toplamıştım Hocam.. ..
Cumhur
Meraklısına:
Bu yaz sonu yitirdiğimiz Prof. Dr. Hüsnü A. Göksel'in hepsi Bilgi Yayınlarınca basılan beş kitabı:
* Ay Işığı Sonatı (Roman)
* Bu Dağların Arkasında Başka Dağlar Var (Denemeler, makaleler)
* Ben Bu Menekşeleri Senin İçin Topladım (Öykuler)
* Bunca Yağmurların Söndüremediği (Şiirler)
* Lacivert Mayolu Kız (Öyküler)
|
Vanilyalı dondurma aldığımda otomobilimi çalıştıramıyorum.
General Motors şirketinin Pontiac marka otomobil departmanına gelen bir şikayet mektubu şu satırlardan oluşuyordu:
"Her akşam yemekten sonra ailecek dondurma yeme alışkanlığına sahibiz.
Fakat bir çok dondurma çeşidi olduğu için her yemekten sonra ne çeşit dondurma yiyeceğimize hep karar veririz. Ben de markete gider alırım.
Geçen ay otomobilimi değiştirip yeni bir pontiac aldım ve o günden beri markete gidip gelmek benim için sorun olmaya başladı. Çünkü ne zaman vanilyalı dondurma alsam market çıkışında otomobilimi çalıştıramıyorum. Fakat başka çeşit bir dondurma aldığımda arabam gayet güzel çalışıyor. Bu sorun size çok saçma bile gelse, benim çok ciddi olduğumu bilmenizi isterim. Vanilyalı dondurma aldığımda arabam çalışmazken, neden başka dondurma aldığımda arabam alışıyor?"
Kolaylıkla buruşturulup atılacak bir şikayet mektubu gibi görünüyor, değil mi? Öyle de olabilirdi.
General Motors yetkilileri bu şikayet mektubunu bir kenara atabilirdi, müşterinin sorusuda sonsuza dek yanıtsız kalabilirdi.
Ancak General Motors şirketi olayı araştırması için bir mühendisi görevlendirdi. Mühendis, nezih bir muhitte oturan, iyi eğitim almış Pontiac sahibiyle karşılaşınca biraz şaşırmıştı, böyle bir konuda dalga geçecek birine benzemiyordu.
Akşam yemekten sonra yapılan dondurma alışverişine birlikte çıktılar. Vanilyalı dondurma alıp geri döndüklerinde, gerçekten de otomobil çalışmıyordu. Ertesi akşam çikolatalı dondurma aldılar ve araba çalıştı. Üçüncü akşam sıra çilekli dondurmadaydı ve araba yine çalışıyordu. Son deneme turunda vanilyalı dondurma alındı ve maalesef araba yine çalışmadı.
General Motors yetkilisi şaşkındı. Bir mühendis olarak, arabanın vanilyalı dondurmaya alerjisi olduğunu düşünmek pek akıllıca gelmiyordu. Bunun üzerine ziyaretlerine bir süre daha devam etti.
Olayın günün hangi saatinde olduğunu, hangi tip benzin kullanıldığını, gidip gelme süresini ve daha pek çok ayrıntıyı incledi. Kısa bir süre içinde de ilk ipucunu elde etti. Vanilyalı dondurma almak diğer çeşitlere oranla çok daha kısa sürüyordu. Çünkü en çok aranılan ürün olan vanilyalı dondurma marketin hemen girişindeki dolapta satılıyordu. Diğer dondurma çeşitleri ise marketin en arka kısmında kurulu bir tezgahtan seçiliyordu. Herhangi değişik bir çeşidi almak bu yüzden çok daha uzun sürüyordu. Şimdi mühendisin karşı karşıya kaldığı soru şuydu? Otomobil neden daha kısa süre içinde geri dönünce çalışmıyordu? Zaman faktörü işin içine girince mühendis sorunun cevabını bulmakta zorlanmadı.
Sorun, motor soğuduğunda devreye giren buhar kilidinden kaynaklanıyordu. Bu kilit, normal şartlarda motor durduktan hemen sonra devreye girip çalışıyordu ve çikolatalı yada çilekli dondurma alana dek geçen süre, motorun tekrar çalışması için yeterli soğumaya imkan tanıyordu. Vanilyalı dondurma gecelerinde ise süre çok kısa olduğu için motor soğuyacak vakit bulamıyor ve buhar kilidi devreye girmiyordu.
Bu öyküden de anlaşılacağı gibi, komik hatta asılsız gibi görünen bir müşteri şikayeti bir şirketin ürün geliştirmesinde kullanabileceği değerli bir veri haline dönüşebiliyor.
Müşteri şikayetlerinin değerlendirildiği zamanlarda bir kurum için hediye niteliği taşıdığı bilinir. Bu gerçek öykü, garip bile olsa müşteri sorunlarının ve şikayetlerinin ürün ve hizmet geliştirmeye olan katkısının önemini gösteriyor.
|
GÖRMEK İSTERSEN DAĞLARA BAK
Dağlara bıraktım üzerimdeki yükü.
Taşıyabileceklerim omuzlarımda rütbelendiler.
Dağı tanımak öyle bir yoldaşlık ki roller içiçe,
Kimi zaman yolcudur yol,
Kimi zamansa yol bir yolcu.
Nedir bu değişmeyen döngü ?
Ayrı görünen ne çok şey var gözlerimize....
Kim yaşça rütbesine denk cevapsız soru?
Kaç gönüllü var görme sanatını başaracak...?
Ayrılıklardaki birliği biz yapmak için,
Soyutlandı mı akıllar önyargılardan?
Sorgusuzdur dağların kabullenişi yükleri....
Eteklerinden beslenir dağlar ,
Topraktaki köklerinden alır sağlamlığını.
Mütevazi yanı budur görmeyi bilirsen;
Kökleri toprakta beslenedururken güçlenmek için,
Doruğu semadadır olgun ve özgür.
İki farklıyla varolduğunun şuurundadır ...
Sadıktır onu vücutlandıran yere ve göğe.
Bu mütevaziliktir dağ yapan dağları
Kaç göz var anlayacak olan onları?
Bir dağ olabilmek yüksek ve güçlü...
En dorukta bile mütevazi ve hür ...
Dağlar keşif yolcularını sonsuza dek bekleyecekler...!!!
Filiz Kaya
..........<>..........
DÜŞ
Üşümüş bir ruh
peşinde ateşin
kendi kulesinde
hapsedilmiş kadın
sorular ve bilmeceler içinde
yüzüne bakar bütün yolcuların
Kendindir kendinin görünmediği tek yer
yanılgısında yalancı aynaların
Başka bir şehre değil
başka bir insana gitmek
belki böylece yaşanacak bu düş
ve böylece ölecek
Neşe Yaşın
|
|
Bisiklet
Afrika'da, çok geri kalmış olan bir köye gelen bir papaz, yerlileri eğitmeye çalışıyormuş. Her sabah insanların iyilik yapmalarını, birbirlerine karşı iyi davranmalarını vaaz ederken, öğleden sonraları da kabilenin reisine, ingilizce öğretmeye çalışırmış. Bir gün papaz yanına kabile reisini alıp dolaşmaya başlamış. Bu arada gördükleri şeylerin ingilizcelerini de söyleyerek reisin bilgisini arttırmaya çalışıyormuş. Bir kayanın önünde papaz "Kaya" demiş, reis de "Kaya" diye tekrar etmiş. Bir göle gelmişler, papaz "Göl" demiş, reis de "Göl" deyince papaz sevinip "Aferin" demiş. Biraz sonra çalılıkların arasında sevişen bir çifte rastlamışlar. Papaz biraz kızarmış ve yutkunarak "Bisiklete binmek" demiş. Reis sevişenlere şöyle bir bakmış ve tüfeği ile ateş ederek her ikisini de öldürmüş. Papaz şaşkınlık içinde bağırmış "Ne yapıyorsun. Bunca zamandır sizi medenileştirmek için uğraşıyorum, insanlara karşı iyi davranmanızın lâzım olduğunu, bunu tanrının istediğini anlatıyorum. Şu yaptığın işe bak!"
Reis parmağı ile ölü kadını göstermiş ve "Benim bisikletim" demiş.
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.teknogeyik.com/weblog/blogger.html
Geçen gün televizyondan geyiklerin neslinin tükendiğini duydum... Bu bizim için büyük tehlike. Eğer geyikler yok olursa biz ne muhabbeti yapacağız..? Aslında bu sorunun bana göre en güzel cevabı "sivri muhabbeti" olmalı...
http://www.araf.net/penelope/siirimtirak/p007_g_alkan.shtml
Kaybolmuş öykülerden düştüm ben. Paramparça oldum boşlukta çığlık çığlığa. Ağlayan bir çocuk başını uzatırken herhangi bir öyküden, Kendimi ödünç verdim sussun diye... Şiir tadında hüzünler.
http://www.studyoimge.com
Müzik meraklıları için sadece ve tamamen müzik. Hem de tıka basa müzik. Hatırlatmak isterim, boşuna mp3 aramayın çünki yok.
http://www.haberbilgi.com/
Şimdi aslında bu bir haber portalı adresi. Ama bir fark var. Ana sayfanın sol tarafında kitaplar kısmında güzel bir liste sizi bekliyor. Listedeki kitapları ister web'den okursunuz, ya da daha sonra okumak üzere bilgisayarınıza indirirsiniz. Tercih sizin.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
OneClickPlay v1.0 [44k] W9x/2k/XP FREE
http://www.czech-ware.net/popelka/index.asp?lang=en&page=ocp
Bilgisayarınızda dinlemek üzere depoladığınız yüklü miktarda mp3, veya herhangibir çeşit ses dosyası varsa, bunları belli bir sırayla dinlemek için epeyce uğraşmanız gerekir. Hele bir de değişik türleri değişik klasörle yerleştirdiyseniz iş biraz daha zorlaşır. Bu program kopyaladığınız klasörlerdeki dosyaları rastgele seçerek bir liste oluşturuyor ve bunu m3u uzantılı dosyalar haline getiriyor. Bu dosyayı herhangibir programla açıyor ve müzik ziyafetine başlıyorsunuz. Yüzlerce parçayı değişik sırayla, rastgele dinlemek hoş olsa gerek. Küçük bir program ama yaptığı iş hatırı sayılır derecede büyük.
GRL ASD 2002 v4.0n [2468k] Windows (All) FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105226
GRL ASD, bilgisayarınıza yetenekli bir kapatma, yeniden başlatma seçeneği sunan bir program. Bu programla, bilgisayarınızın belli bir süre sonra kendiliğinden kapanmasını, networkten çıkmasını, network yada internet üzerinde bir başka makinayı kapatmayı ya da indirme işlemi tamamlandığında bilgisayarı tamamen kapatmasını sağlayabiliyorsunuz. Kişisel kullanım tüm fonksiyonlarıyla ücretsiz.
|
|
|