KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND

 17 Eylül 2002 - Kamuoyunu sık sık yoklayınız!


Merhaba Kahveciler,

Dün elime yeni bir kamuoyu araştırması geçti. Medyada sıkça tartışılan araştırmalardan hiçte farklı değil. Kırpıp kırpıp yıldız yapılan bir partiyle, geçen dönemin cezalısından başka çıtayı atlayabilecek bir babayiğit görünmüyor. Öylesine titizlikle hazırlanmış bir rapor ki, maşallah yanılma paylarına kadar koymuşlar, hem de bindeler hanesiyle. Tabi ki bu araştırma, bana geldiği gibi değerli parti başkanlarımızın ve de büyüklerimizin ellerine de geçiyor. Okuyunca ne tepki veriyorlar, çok merak ediyorum. Gene de tahmin edebiliyorum. Tamamına yakını, "Bırakın araştırmayı falan, bunların hepsi düzmece, bizi yıldırmaya çalışıyorlar." diyip, bir kenara atıyorlardır. Hatta eminim üzerine çıkıp tepinen bile vardır. Ama tepinilmeyecek gibi de değil. Sevgili başbakanımızın güvercinli partisi, bırakın barajı, su birikintisini bile aşabilecek durumda görünmüyor, yüzde birlerde dolanıyor. Barajın kapaklarına el atmış 1-2 parti de anca yüzde beş altılarda. Şimdi bunlara inansan bir türlü, inanmasan bir türlü. Tam iki ucu ballı değnek. Ne tarafı tutsan eline yapışıyor, yalayıp çıkarıyorsun yetmiyor bir de elini yalamak zorunda kalıyorsun.

Ama bu sefer hem araştırma şirketlerinin hem de partilerin bir büyük şansı var. Tüm araştırmalarda en az yüzde otuzluk bir kararsız kasım, bananeci kesim görülüyor. Bu kesim, seçim sonrası tüm ilgililerin can simidi olacak görürsünüz. Araştırmacı, "Eee biz dedik kararsız diye, adam nereye vereceğini şaşırmış." diyecek. Barajda boğulan parti, "Napalım kararsızların hepten kararsız kalacağını hesaba katmamıştık." diyecek. Kazanan da, "Kararsız dediklerinizin hepsi bize geldi işte, ohh.." diye nazire yapacak. Neyse bu konuyu fazla uzatmayayım, mazallah YSK "Kahve Molası"na kilit falan vurur, bir de onunla uğraşmayalım, neme lazım...

Araştırma şirketleriyle ilgili epeyce farklı görüşler var. Kimisi onun adamı olduğundan, öbürüne, kimisi de doğrucu davut olduğundan kimseye yaranamıyor. Güvenilirlikleri de tartışılıp gidiyor pek tabi ki. Bundan yirmi küsur sene önce ben öğrenciyken, bu araştırma şirketleri yeni yeni filizlenmeye başlamış, değişik konularda faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Dönem 12 Eylül sonrası olduğundan seçim araştırması falan kimsenin aklına gelmiyordu. Dönemin büyükleri, yaptılar mı toptan araştırma yapıyorlar, onun da sonucu ezici çoğunlukla bitiyordu. Sonradan çok ünlü ve saygın olan bir araştırma şirketi yapacağı yoklama için üniversite öğrencileri arıyordu. Bir günlük çalışmanın karşılığında da yemek ve harçlık veriyorlardı. Parasızlıktan avurdu çökmüş öğrenciler için biçilmiş kaftan anlıyacağınız. Hemen gidip kayıtlarımızı yaptırdık. Yarım saatliğine bizi bir odaya toplayıp, ne yapacağımızı anlattılar. İnanın ne konuyu hatırlıyorum ne de adamın anlattıklarını. Nasıl can kulağıyla dinlediysem, toplantıdan sonra diğerlerine 50 tane soru sormak zorunda kalmıştım. Tek sayfalık birşeydi, 5-10 tane soruyu birini yakalayıp soracaksın, sonra adamın telefonunu falan da alacaksın ki, sonradan doğruluğu araştırılsın.

Çekilen kura sonucu bana Kartal- Pendik havalisi çıktı. Sabahın köründe önce merkeze gidip formlarımızı aldık, sonra sağolsunlar servislerle bizi çalışacağımız bölgelere bıraktılar. Akşam da gelip toplayacaklar. Sabahın 10'unda Kartal'da kaldım birbaşıma. En az 100 kişiyle konuşmam lazım. Başta kolay gibi görünen olay, öyle zor gelmeye başladı ki, atıp kağıtları çöpe kaçıcam nerdeyse. Kartal'da bir kahveye dalıp, işsiz güçsüz 1-2 adamla konuşup birkaç tanesini doldurdum ama daha çok var. Bu arada saat 12 oldu, sabah erken kalkmışım zaten, karnım zil çalmaya başladı. Kahvede konuştuğum adamlardan biri Tuzla'ya gidiyordu. Tek bildiğim yer Tuzla'daki köfteci olduğundan, takıldım adamın peşine. Adam beni tam köftecinin önünde bıraktı. Elimde sevgili klasörüm, girdim köfteciye, yedim köfteyi, piyazı ama klasör önümde vicdan azabı gibi duruyor. Meşhurdur o köfteci, öğlen yemeklerinde dolar taşar. İçeri girip, patronu buldum, durumu anlattım. Adam acıdı halime, bana kapı girişinde bir yer gösterdi. "Sen otur hele şöyle, ben her kalkanı senin yanına gönderirim." dedi. Hakikaten baktım, hesabı ödeyen yanıma geliyor, ben formu dolduruyorum. Ohh ne güzel derken, kalabalık bitti. Ama bu arada yarısını hallettim. Diğer yarısını da, hayal gücümü kullanarak bir güzel kendi kendime doldurdum. Saat 3 civarlarında işim bitmişti bile. Pendik sahilinde 3-4 saat aylaklık yapıp, servisle geri döndüm. İşin tuhafı serviste kimse birbirine işle ilgili bir soru sormadı. Anladığım kadarıyla, bir kısmı işi kebapçıda, bir kısmıda börekçide bitirmişti. Formlarımızı teslim edip paralarımızı aldık. Bir daha da kimse aramadı. Yaptığımız araştırmanın sonucu kime ne yarar sağladı hiç merak etmedim ama öğrensem epeyce gülerim herhalde.

Yanlış anlaşılmasın, 20 küsur senede köprünün altından çok sular aktı. Şirketler teknolojinin nimetleriyle tanıştılar, en son istatistik bilimini kullanılır oldular. Eminim şimdilerde çok daha sağlıklı hizmetler veriyorlardır. Yalnız beni düşündüren husus, Tuzla'da köfte yeme eğiliminde olan araştırmacılar. Onları da hallettiler mi acaba?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Has Kahveci: Tunca Tünay


Şile’de ikinci yılım ve ben onun kimliğini tam olarak çözemedim hala. Bence Şile salt duyguları ile yaşayan bir insana benziyor. Alabildiğine özgür bırakmış içgüdülerini. Uyulması gereken kuralların tümünü geçersiz saymakta ve aklına estiği gibi yaşamakta…Sevgisini, öfkesini, sevincini, kinini duyumsadığı gibi iletmekte.Yalın ve doğal !

Doğal olmayı severim ! Sevmekten öte Şile ile yaşayana değin savunurdum da ! “Şile ile yaşayana değin” öylesine bir söyleyiş değil! Onun azgın doğallığı ürkütüyor zaman zaman beni. Alışılagelmiş kurallar (gelenekler) insan kimliğini korumada etkendir. Sürekli sıra dışı davranışlar karşısında ne tepki vereceğimizi şaşırırız. Şile ile birlikteliğimde ne yapacağımı bilememenin umarsızlığını yaşıyorum çoğu kez.

Dingin bir yaz sabahı yeli çığlık çığlığa uğuldayan bir alaboraya dönüverir ansızın. Onun öfkesinin oklarından kurtulmak için kapanana değin bulutlar bir kara düş gibi abanır üstüme. Bunca hırçınlığın nedenini anlamak için yeterli süreyi yaşayamadan güneş bulutları aralar ve gülen gözünü yüzüme diker. İşte o an alabora olma sırası bana gelir. Bu denli değişime uyum sağlamam doğal ki bir süreç alacaktır.

Bu yüzlerden hangisi Şile’nin gerçek yüzü diye düşünürüm. Hangi niteliği beni kendine çeken? Kurallara karşın aklına estiği gibi yaşaması mı? Ya da yaşamın sevmediği yanlarına becerebildiğince anlık tepkiler koyabilmesi mi?

İzlediğimce, aklına eseni yapmanın hoyratlığını içine sindirmiş o ! Mevsimler harman olmuş gönlünde…Canı istediğince yaşıyor yazı ve sonbaharı…İşte Şile’yi özgün kılan bu yanı. İyi hoş da ben onu çok sevdiğim için çekiyorum bu sıra dışı yanlarını. Mevsimler kendi sürecinde yaşanmalıdır oysa…

Bu gün sonbaharın ilk günü ve Şile mevsimlere inat yazı yaşıyor.

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Duyarlılıklar

Uzun zamandır Kahve Mola'mızda, kadın erkek ilişkileri hakkında yazılar okuyoruz.. Bolca.. Tabii, hepimizin kendisine göre yaşanmış tecrübeleri ve bunlardan çıkartılmış dersleri var.. Anlatıp, okuyup, dinleyip.. kendimizce bir kazanım elde etmek istiyoruz.. Aslında belki de bu ilişkilerin mekanizmasını hiç çözemeyecek insanoğlu.. Her ikili ilişki özeldir deyip, çıkacak işin içinden.. kimbilir.. Ben bir başka konudan bahsetmek istiyorum bu gün. Duyarlılıklarımız ya da duyarsızlıklarımız üzerine.. Yıllar önce, bir işletmede kendimden 10-15 yaş büyük birisiyle ortaktım. Çok saygı duyduğum ve sevdiğim bu adam bir hacı idi.. Benim de dini inancım, oldukca zayıftır. Bu ortağım da bunu bilirdi.. Ama, hoşgörülü, çelebi bir adamdı.. takılmazdı bu konuya pek.. Ya da benim çiğ çıkışlarımı, nazik bir şekilde karşılardı..

Artık eskisi gibi keskin söylemler içinde değilim...

Bir gün, birlikte bir toplantıdan dönüyorduk. Kırmızı işikta durduğumuzda arabanın yanına bir dilenci yanaştı.. zavallı bir edayla avcunu açtı bekledi.. Benim ortak (direksiyonda) bir japon arabası kullanıyor. Belki bilirsiniz, japon arabalarında genellikle bir bozuk para çekmecesi vardır. Onunkinde de var bu çekmeceden.. Açtı çekmeceyi, çıkardı içinden biraz para ve camı açıp adama verdi.. Ben hemen itirazı koydum.. 'Niye veriyorsun? Sen bu adamı teşvik etmiş oluyorsun dilenmeye.. bak, güçlü kuvvetli bir adam işte..' falan gibi şeyler söyledim..

-Kaç para verdim ben bu adama?
-Ne bileyim.. üç beşyüzbin gibi bişey vermişindir..
-Peki, sana bir soru.. Benim için önemli bir para mı bu? Yani ben bu parayı vermeden önceki servetim ile şu andaki servetim arasında bir fark oluştu mu acaba sence?
-Sanmam.. yani aslında para oldukça küçük bir tutar.. Bir fark olmamıştır senin durumunda..
-Peki, bir soru daha.. Ya gerçekten ihtiyacı varsa? Ya mesela açsa? Ya da onulmaz bir hastalığı (kendisinin ya da bir yakınının) varsa?
-.....
-Sormayacaksın.. En çok, beni kandırmış olabilir.. ama eğer gerçekten ihtiyaç içindeyse.. Hiç değilse az da olsa bir yardımda bulunmuş olacaksın.. dedi..
Bu olaydan sonra biraz değişti konuya yaklaşımım...

Aradan zaman geçti..
Bir bahar günü, bu ortağıma ait iş yerinin kapısında yeni yeni parıldamaya başlamış olan bahar güneşin tadını çıkartıyorum... sabah vakti, cüzdan şiş, bir takım elbise giymişim, ense kulak yerinde.. dikiliyorum öylece... Keyfini çıkartıyorum, geliyorum diyen yaz günlerinin..
Kaldırımdan iki adam geldi.. Biri kör, diğeri de onun elinden tutmuş, gezdiriyor,, ya da birlikte dileniyorlar desek daha doğru olacak.. Beni görünce, yanaştı..

-Abi be.. şu halimize bak... dedi..
Evet..
baktım...

Ben, dediğim gibi, kulaklarından sağlık fışkıran, topa tutsan yıkılmaz gibi duran bir genç adam.. Dertler tasalar işlemez buna.. Öte yandan, gerçekten üst baş perişan, elde yok avuçta yok, yalınayak bir gariban ve yanında bir kör.. Sokakları arşınlamaktalar, üç kuruş toplamak için.. Allahsız gazeteler yazar.. Dilenci öldü, bilmem kaç milyar serveti çıktı falan diye.. Yahu kardeş.. bir dilenci kaç para toplayabilir bir günde? Bir insan kaça doyar? Veren çok mu kaybeder?

Avrupalı olmak.. o kadar da matah bir şey değil belki.. Orada sistematize edilmiş bazı çözümler var ihtimal.. belki bu nedenle oralarda bu işler biraz daha az..ama bizde bu da olmadığına göre, farkedip, yardımcı olmak zorundayız diyorum kısacası.. Duyarlı olmak, yardımcı olmak durumundayız. İnanır mısınız, bu garip fikirlerim yüzünden iş hayatıdan soğudum ben.. Bir lokantada gidip bir gecede 100-150 milyon hesap ödedikten sonra, bir çalışana ertesi gün 150 milyon aylık ödeyip, bir de bu adamdan işine bağlı, namuslu olmasını beklemek, çocuklarına ne yedirip, kirayı elektriği nasıl ödeyeceğini hiç düşünmeksizin, gönül rahatlığı ile evime dönmek.. ı-ıhh.. mümkün olamadı bende.. Daha çok kazanıp daha iyi gelir sağlamak sevdasına düştüğümüzde de, her defasında tabii ki rekabet engeline çarpıp, bir türlü doğruyu bulamadım.. Devam ediyoruz aramaya.. Devam ediyoruz yolumuza...

aaltan@superonline.com

 Acı Kahve Hatırına : Çağhan Tansel


Acı Kahve Yanına Şekerler - 1

İlk yazılarımdan olmalı, bir yazımda beyin ilkelerinden bahsedeceğimi belirtmiştim. Başka konular, yazmaktan mecburen uzak kalmam (ki bu çok kötü bir durum) ve dört bölümlük son yazımdan sonra bu konu için ancak fırsat bulduğumu söyleyebilirim.

Neydi bu beyin ilkeleri, neye yarardı ve ben kim oluyordum da bunlardan dem vuruyordum? Şairin dediği gibi der ya özellikle eskiler, ben de Özgür Kız Nil'in dediği gibi diyorum şimdi; benim kilom kaç, benim boyum kaç da benim yaşım kaç bunlardan bahsediyorum...diye soruyorum ve hemen cevabımı da kendim veriyorum. Paylaşmak istediğimiz şeyleri kahve molasının sıcak ortamında sunmamızdan ibaret herşey. Konuyla ilgilenecek kişilerin belli bir çalışma ve egzersiz döneminden sonra günlük hayatta hemen hemen her alanda bu bilgilerin faydasını göreceğine inanıyorum. Kanıt olarak kendimi gösterebilirim, herkes bir iş için dakikalarca uğraşırken siz bir iki dakikada işi bitirirsiniz ve herkes size "Bu çocuk çok yetenekli, çok zeki canım" der. Halbuki yaptığınız şey sadece kendi imkanlarınızı kullanmaktır. Fark, birçok insanın kendini yeterince tanımamasından kaynaklanır ve bu yüzden sizi gözlerinde büyütürler. Aslında bu da fena bir şey değildir tabi:-))

Fazla uzatmadan konumuza geçelim ve işin alfabesiyle başlayalım. Zihinsel Okuryazarlık...Efendim? Duymadınız. Birçok insan da duymamış bir halde yaşıyor zaten. Sayın Milli Eğitim Bakanları arasında en az bir iki tane modern eğitimle ilgilenen ve ufku geniş olan biri olsaydı birçoğumuz bunu biliyor ve her alanda da bundan faydalanıyor olacaktık. Efendim, Zihinsel Okuryazarlık'ı duymamış ya da duymuş ama ne olduğunu tam olarak bilmiyor olabilirsiniz. Zihinsel Okuryazarlık denen şey aslında bir hazine haritasıdır. Fakat değişik bir hazine haritasıdır çünkü hazine haritası dendiği zaman hepimizin aklına bir hazineye giden yolu gösteren harita gelir. Zihinsel Okuryazarlık hazineye giden yolu değil de hazinenin kendisini gösteren bir haritadır zira zihnimizi, daha geniş ve doğru anlamıyla beynimizi gösteren, bize açıklayan bir haritadır. Ne paradokstur ki beynimiz olmadan yaşayamayız (böyle insanlar da var ama somut anlamından bahsediyorum elbette), beynimizle düşünürüz, konuşuruz, tüm organlarımıza hükmeden beynimizdir. Ama biz bu kadar önemli olan organımızı tanımayız! Elimizi düşünelim. Elimiz olmazsa, Allah korusun tabi ki olumsuz bir durumdur ama yine de yaşamımızı devam ettirebiliriz, bir şeyler üretebiliriz. Beynimiz olmazsa bunların hiçbirini yapamayız. Bunları hepimiz biliyoruz. O zaman neden sağdan soldan duyduklarımızın dışında beynimiz hakkında doğru dürüst bilgilerimiz yok? Bu soru, kendini fiziksel olarak tanımanın başlangıcıdır (Aslında ileri aşamada psikolojik öğeler de yüzünü fazlasıyla gösterir). Bu yüzden üstünde önemle durmak istedim. Açılışı bu önemli soruyla yaptıktan sonra da artık alfabeye başlayalım.

Zihinsel Okuryazarlık, evet, beynimizi bize tüm açıklığıyla gösteren bir haritadır ama bundan daha öncelikli bir tanımı vardır ki o da bizim beynimizin alfabesi olmasıdır. Çok basit ve direkt örnek, alfabeyi öğrenmeden okumayı öğrenmek nasıl mümkün değilse beynin alfabesini öğrenmeden de onu okumak, onu anlamak mümkün değildir. Beynin alfabesi derken kastedilen, beynin yapısı, işleyiş - çalışma şekilleri ve yöntemleri, beynin hücrelerinin ulaşabileceği sınır vs. bilgilerdir. Komik olan şu ki ileride de değineceğimiz gibi beynin sınırı yoktur! Bunları bilmeden bir şeyi nasıl daha çabuk ve daha doğru yapabileceğimiz veya herhangi bir olayda beynimizin özellikle hangi yönünü baskın olarak kullanabileceğimiz hakkında doğru yorum yapamayız. Çünkü yorum yapabilmemiz için öncelikle ilgili konu hakkında bir temel bilgimizin olması gerekir. Ancak beyninin işlevleri üzerine yorum yapabilen insan püf noktasını kapmış demektir zaten.

Zihinsel Okuryazarlık'ın içeriğini biraz daha somutlaştıralım. Beynimizin iki yarı küresinin işlevlerinin birbirinden farklı olduğunu birçoğumuzun bildiğini tahmin ediyorum. Sol yarım kürede daha çok matematiksel işlemler, beynin bilgileri gruplara ayırması, şematik işlemler gibi unsurlar vardır; sağ yarım kürede ise hayal gücü, ritm, renkler, yaratıcılık özellikleri ön plana çıkar. Bunlar zaten en temel bilgilerdir. "Burada da mı sağ sol ayrımı var? Bana ne sağ beyinden sol beyinden, ne işime yarayacak bunlar benim!" diye isyan etmeyin, sakin olun. Bunları bilmezseniz inanılmaz derecede önemli bir noktaya ulaşamazsınız. Her insanda beyin olduğuna göre (!) her insanda bu alanlar da vardır! Kapasite olarak insandan insana değişse de tüm insanlarda bu saydığımız tüm alanlara yönelmiş sinir hücreleri mevcuttur ve öyle ya da böyle o alanlara karşı bir yetenek, bir "-ebilme gücü" vardır. Bu, insanlığın içinde ne zaman doğduğu ve ne zaman yıkılacağı belli olmayan çok büyük bir tabunun aslında yıkılması demektir ve inanılmaz önemlidir. Bahsettiğimiz tabu da "Bu kişinin şu alana karşı hiç yeteneği yok... O bu işi hiç yapamaz... Matematik kafası yok...Sözel derslere hiç kafası basmıyor maalesef..." tabusudur! İnsanlar bakış açılarını doğru oturttukları ve önyargılarından kurtuldukları zaman her alanda bir şeyler başarabilirler. Elbette başarı için düzenli çalışma, zorluklar karşısında direnme, hedefini gözünde canlandırma gibi çok önemli şartlar da gereklidir ama önemli olan, sonuç olarak arzulanan başarının ya da ulaşılmak istenen yerin olabilirliğidir! Tony Buzan'ın* çok güzel bir örneği vardır, bunu özellikle paylaşmak isterim. En zor öğrenilen diller deyince akla ilk gelen dillerden biri Japonca'dır. Öğrenen insanlar da bunu doğrular. Ama şimdi bir an için düşünelim. Japonya'da doğan her çocuk Japonca konuşur! Her yeni doğmuş çocuk, beyninde hiçbir bilgi olmayan çocuk Japonca konuşur! Önyargısı olmadan, sadece direkt olarak beynine aldığı bilgilerle iki yaş civarında kendi dilini konuşmaya başlar. Her yerdeki çocuklar tabi ki böyledir ama burada özellikle Japonca'nın zorluğu üzerinden giderek, vurgulamak istediğim mantığın önemini - özünü anlatmaya çalışıyorum. Kendimden de bir örnek vermem gerekirse şunu söyleyebilirim. Matematikle çok uzunca bir dönem aram iyi olmadı. Bir türlü problemleri çözemiyordum, soruların üzerine gidemiyordum. Sayılar karmaşık ve çok korkunç görünüyordu. Notlarım hep idare eder düzeyde gitti. Ta ki beyin üzerine önce okumayla başlayan sonra da araştırmalarla devam eden sürece girinceye kadar! Beynin özelliklerini ve algılayış şeklini öğrendiğim zaman kendi eylem planımı hazırladım ve uygulamaya koydum. Planım basitti: Matematiği tam bir oyun gibi ele alacaktım ve sorularla konuşacak, şakalaşacaktım, özellikle onları çözemediğim zamanlar. Bu tabi ki anında olacak bir değişim değildi, bunun da farkındaydım ki bunun farkında olmak, yani değişimlerin ve gelişimlerin sancılı ve zahmetli olacağının farkında olmak işin özlerinden biridir. Matematik oyunlarıma lise 2'nin bitiminde başlamıştım. Yine çözemediğim bir sürü soru oluyordu. 30 soruluk testlerde en fazla 8 ya da 10 net çıkartabiliyordum. Bu arada sorularla sanki onlar bana sürekli sorun çıkartan insanlarmış gibi konuşmam hem korku dolu bakış açımı öldürdü hem de işe giderek ısınmamı sağladı. Belli bir zamandan sonra şöyle cümleler kurduğumu hatırlıyorum:

"Çok cafcaflısın ama için boş!"

"Uğraşma, kaçamazsın!"

"Kardeşim utanın biraz, bu gece çözemediğim soru çıkmadı yav!"

"Sen şimdi beni uğraştırıyorsun ya Allah da seni uğraştırsın."

Saçma mı? Belki...Belki güzelliği de saçma ya da komik olmasındadır. Sonuçta lise son yılımın en stresli öğrencilik yılım olması gerekirken o yıl benim için en rahat yıldı ve sınava ilk girişimde de istediğim yeri kazandım, hem de matematikten çok hatırı sayılır bir net çıkartarak. Bu örnek, çok günlük, çok direkt bir örnek. Bu aralar dershanelerin açıldığını gördüğüm için özellikle bu örneği vermek istedim, belki yararlanacak öğrenci arkadaşlarımız çıkar.

Acı kahvenizin yanına bu konunun devamı niteliğinde olan birkaç şeker daha koyacağım, paylaşımcılığım tuttu:-)) Görüşmek üzere...

*Tony Buzan, benim kendi içimdeki rönesansımı gerçekleştirmemde en çok emeği geçen kişidir. Kendisi hakkında bilgi vermek boynumun borcudur. Yazının ikinci bölümünde buna değineceğim.

 Dost Meclisi


Yağmurlu bir İstanbul gecesinden yürek ısıtan bir merhaba ....

Yazın tadı acı kahve buruklugunu yaşatarak yerini bıraktı Eylülün güzelim kokusuna...
Bu şehrin eylülü bile farklı hiç bir yerinkine benzemiyor....

Camdan dışarıyı gözlüyorum... insanların yüzlerindeki o tarifi ve çizimi imkansız kederleri ve iç burkutucu sıkıntıları bile yıkayıp silemiyor, afacan çocuğun başını yukarı kaldırıp da tozlu yüzünde yollar açan yağmur...

İnsanlar güncel koşturmalar yaşıyor kendi dünyalarında, dışarıya bakmıyorlar..

Düşlerimizin yarım kalmasına, gerçekleşmemesine üzülürken aslında farkına varamadığımız farklılıklarımız avuçlarımızdan kayıp gidiyor...Yağmurların yarattığı sel gibi gidiyor hemde hayatımızdan hızla çalarak birşeyleri....

Hesaplı ve günlük yaşarken her gün birseyleri yapmak zorundaymışız gibi yaparak hayatımızı kısıtladığımızı fark ediyormuyuz acaba, bir sevgili uğruna kaç sevgilimizi geride bıraktığımızı biliyormuyuz? olimpiyatlar mı yaşıyoruz acaba? en hızlı kim? en atlayan kim? en uzağa giden kim mi yapıyoruz hayatlarımızda....

Ertelediğimiz daha iyiye ulaşmak adına yapılanlar mı? ruhumuzun, bedenimizin alacağı zevki ertelemek mi?... Dışarıda nefis bir yağmur var Eylül yağıyor İstanbula, hem de her metre karesine ....Denizine, karanlığına, Kız Kulesine, Galataya, Beyoğluna, Fatihe, mezarlıklarına, hayatını erteleyenlerin üstüne.....

Şimdi gecenin bu yarısında saat 01,00 de ben şemsiyesiz dışarıya çıkıyorum Eylül'ü içime çekmek için... belki seneye Eylül olmayabilir...

Dönüşte ne mi olur ???

İçinizi ısıtan tek şey, bir içimlik güzel ve sıcak bir kahve olur..

Sevgilerimle
muko

..........<>..........

Yağmur aynı yağmur...

Yagmur yağmursa eğer gecede olsa düşer toprağa.... Yağmur kimimize göre bereket, kimimize göre felaket. Kimilerinin yaşaması için gerekli olan koşul kimilerinin ölümünü hazırlayan unsur.

Yağmur her yerde başkadır.

Yağmuru bazı insanlar evlerinde şömineleri yanarken pencereden seyrederler büyük zevkle. İşportacılar yağmuru sevmezler.Her damlası yokeder emeğini,ekmeğini.

Yürürken ıslanmak ister bazıları. Çünkü sırtına giyebilecek elbiseleri ve üşüdükleri an gidebilecekleri evleri var.

Sokak çocukları sevmez yağmuru onlara göre bulunması gereken bir köşe başını yada bir evin kapısını hatırlatır sığınmak için. Sever insanlar yağmuru,her damlası denizle birleşen su damlacıklarını seyretmeyi oturup arabasının içinde çayını yudumlayarak.

Gecekondu sevmez yağmuru ,yüzüne vurur eskiliğini, ezikliğini.

Dedim ya yağmur başkadır her yerde.

Aslında aynıdır su damlacıkları, heryere ve herkeze aynı düşer. Fakat düşler, istekler, insanlar farklıdır. Elbiseler,şapkalar,ayakkabılar farklıdır.

Yagmur aynı yağmurdur bildiğimiz tanıdığımız. Göz aynı gözdür, bakıştan bakışa fark vardır. Yağmur aynı yağmur...

Ezgi Gizem

 Tadımlık Şiirler


YAŞAMA DAİR

Yaşamın içinde saklı bütün merak ettiklerimiz
Görebildiklerimiz, bize yansıyanlar.
Belki de hayatın yansımaları bildiklerimiz
Ya da gizlerin arasında göremediklerimiz
Bulmaya çalıştıklarımız bizi yanıltan.

Yaşam bir yolculuksa,
Hiç bitmeyecek bu yolculuk,
İnsan var oldukça...

Yaşamın getirdikleri mi bizi şaşırtan?
Kimi yolu yarıladığında,
Hayat başkası için yeni başlıyor.
Belki de hayatın kendisi yolculuk yapan, her yaşamla...

Yaşamın içinde saklı bütün merak ettiklerimiz
Görebildiklerimiz, bize yansıyanlar.
Bazen taşıyabiliriz en büyük zorlukları.

Belki de bir oyun bütün bu yaşananlar
Oyunun içinde çocuk olarak kalabilmek
Belki de doğrusu ufka bakarak yürüyebilmek.

Mustafa Berker Şişman

..........<>..........

AŞK

Ey aşk..!
Al aklımı başımdan...
Saf ve duru bir ben kalsın.
Gözleri bulutlanan aşık gökyüzü
Yağmurun rahmetine kavuşsun.

Yansın geceler sabahı beklemekten.
Savrulsun bir yana hırçın özlemler.
Ben, bir ben daha var et benden...
Sevgilerimi sustur sözlerimden.

Ey Aşk..!
Dolu dizgin şuursuzca sana gelen
Muradına şahlanmış bir vücut buldum.
Kanatlandım da durdum.
Silkindim, döküldüm fazlalıkları,
Yalvardım da geldim.

Al beni içeri,
Bekletme,
Karışsın zerrelerim zerrelerine...

Filiz Kaya

 Biraz Gülümseyin


Dikenli tel

Kadının aynı hastanede on ikinci doğumundan sonra doktorlar:
- Bu kez rahminizdeki dikişler için gümüş tel kullandık, demişler.
Kadın:
- Keşke dikenli telle dikseydiniz, diye hayıflanmış...

...........

Bozuk Sicil

Zamanın birinde yaşlı bir amca eşeği ile karayolunda ağır ağır ilerlerken yolda görev yapan trafik polislerince durdurulur ve kırmızı ışık ihlali yaptığı söylenir bundan ötürü ceza yazılacaktır. Trafik polisi yaşlı amcaya dönerek:
- Amca kırmızı ışık ihlali yaptın ceza yazacağım, cezayı sana mı yazayım yoksa eşeğemi. Eşeğe yazarsam 3 kuruş sana yazarsam 5 kuruş nasıl istersin ?
- Bana yaz oğlum
- Amca anlamadın galiba sana yazarsam 5 kuruş eşeğe yazarsam 3 kuruş
- Anladım oğlum anladım. Eşeğin sicilini bozmayalım belki ilerde polis olur. der...

 Kıraathane Panosu




Uyuşturucudan 12 kez yakalanmış birinin düşüş öyküsü.
Gerçek bir ibret tablosu...

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.capetrib.com.au/salak.htm
...A scaly, brown skinned fruit which grows in clusters at the base of the plant. The fruit is a creamy yellow colour and has a sweet acid taste rather like a pineapple, but is crisp and crunchy. Comes from central Bali... Bu isimde bir meyva..?

http://www.bigglook.com/biggauto/otobilgi/AzYakit.asp
...Çoğumuz, süper ama kilometre başına fazlaca yakıt tüketen bir otomobille dolaşmak istemez. Lüksünün yanında, yakıt tüketimi de otomobillerin tercih edilirliğini arttırıyor... Aracınızın yakıt tüketimiyle ilgili ipuçları.

http://www.balca.net/ Kan revan içinde, uykusuz ve bitkin sahile yanaşırken "Beni adamakıllı yendiler... Hem de ne yeniş." diye geçirir içinden. Sonra silkinir ve yüksek sesle şunu söyler: "Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar..." Hayata pembe gözlüklerle bakanlar için...

http://hikmetusta.cjb.net/
Kendisini Eskişehirin en meşhur oto elektrikçisi ve de ustaların ustası olarak tanıtan hacı Hikmet usta tarafından hazırlanan orjinal nitelikli bir site. Ustamız bir çok şeyi düşünmüş. Dolunay'a kaç gün kaldığını bile öğrenebiliyorsunuz.

 Damak tadınıza uygun kahveler


E-Mage for Web v1.0.23 [754k] W9x/W2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105172
Bilgisayarınızda bulunan resimlerden bir HTML katalog yapmayı arzu ederseniz bu programı kullanabilirsiniz. Küçültülmüş resimlerin sayfaya dizildiği ve büyük resimlere linkler taşıyan bu web sayfalarını resimlerinizi zaman zaman izlemek için kullanabilirsiniz. Hatta programın yetenekleri profesyonel web tasarımcılarını bile doyuracak nitelikte.

CryptMage v4.1f [121k] W9x/W2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105297
Bu küçük program yabancı gözlerden saklamak istediğiniz dosyaları şifreleyerek saklıyor. Kullandığı algoritma sayesinde de şifreyi bilmeyen birinizn dosyayı okuması imkansızlaşıyor.
http://kmarsiv.com/sayilar/20020917.asp 17 Eylül 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com