KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND

 30 Eylül 2002 - Yazar olmak istiyorum!..


İyi haftalar kahveciler,

Hani bazı tipler vardır, ayrıksı olmayı, söze balla başlayıp zehirle bitirmeyi marifet sanan, çıktığı kabuğu beğenmeyip sürekli eleştiren, zoraki entellektüel, süpermen aydınlar. Oldum olası bu tiplerden uzak durmaya, ilişmemeye çalışmışımdır. Haddimi bilip yorum yapmamaya özen göstermişimdir. En azından ağzını açtığında, gene ne yumurtlayacak diye bademciğini görmeye çalışanlara saygı duymuşumdur. Vardır bi bildikleri diye düşünmüşümdür hep. Ama bu sefer gerçekten çizmeyi aştı bu aydın yazar bozuntusu. Ekmeğini yediği, beğenmediği nemasından nasiplenip palazlandığı memleketinin insanlarını yerin dibine soktuğu yetmezmiş gibi, şimdi kalkmış bir de yurt dışında genellemeler yaparak hemcinslerini satıyor. Sattığı yetmiyor, kendi Abdülmecit suratına bakmayıp millete hakaretler yağdırıyor. Kimdir bu adam ya? Usta bir babanın, gerçek cumhuriyetçi bir bilim adamı kardeşin gölgesinde filizlenmiş, filizlendiği yerde kök salmış bir güdük yazar bozuntusu. Anası dahil tanıdığı 3-5 kadına rağmen tüm kadınların ruhunu çözdüğünü iddia edip, Freud kesilen bir insan fukarası.

Bu kendini bilmezi, ilk "Kırmızı Koltuk" programında tanıdım. Konuklarını aşağılayan yayvan konuşmasıyla ilk anda nefret uyandırmıştı bende. İtiraf ediyorum, tek bir kitabını dahi okumadım. İnternette dolaşan kaleme aldığı, özellikle hanım arkadaşların yolladığı yazılarının ilk 2 satırından aşağısını okumaya bile tenezzül etmedim. Geçen ay "Türk olmak" başlığı ile yayınladığı yazısını görünce, ön yargılarımda ne denli haklı olduğumu anladım ve kendimle gurur duydum. Kıvrak ve yalın diliyle yazı yazmada yetenekli olduğu kesin. Ama kelimelere yüklediği anlamların içerdiği aşağılama, hor görme, yalan kavramlarına ne demeli? Neden, sonuç ilişkisini irdelemeden yazdıklarına "Doğru diyor adam yaaa" denilebilir belki ama aynı yazıda "Türk" yerine "Fransız, Alman, Amerikalı" koyduğunuzda üç aşağı beş yukarı benzer örneklerle yazıyı onlara ithaf edemeyeceğimizi kim söyleyebilir. Sevgisiz, aşksız, dört duvar arasında dosttan yoksun yaşadığı hayatının dışında olup bitenden sadece duyduklarıyla yorumlar çıkaran, memleketinin güzel insanlarıyla dalga geçen bu yazmaz olasıcayı protesto ediyorum.

Bakın ne buyurmuş bizim hazret: "Para harcamak kültür ister, o da bizimkiler de yok. Almanların Goethe'si Bethoveen'i var. Bizim ise pastırmalı yumurtamız... Her zaman onurdan bahseder bizim ahmaklar. Amerikalı dolar verince, gururları nerede kalıyor peki?" Duyanda problemsiz, zevkü sefa aleminde gün geçiren bir milletten söz ediyor sanır. Bu densiz sözünü ettiği kesimin 65 milyonun yüzde birine denk geldiğini bile bilemeyecek kadar insanına uzaktır. Bizim talihsizliğimiz, yazdığı 3-5 kitabı okuyan yaklaşık 200-300 bin kişinin verdiği akıl sır ermez gücün, yurtdışında katıldığı toplantılarda bu adama küfür etme hakkı tanımasıdır. Arkadaşım, seni adam yerine koyup kitaplarına milyonlar bastırıp alıp okuyan insanlardan utanmıyorsan, bu memlekette adam gibi bir yaşam için ömür tüketmiş, hapislerde yatmış babandan utan. O ahmaklar değil mi seni yere göğe sığdıramayan, kitabını daha çıkmadan best seller ilan edenler. Ama sen de haklısın, seni adam yerine koymaktan daha ahmakça ne olabilir ki? Devam ediyor aynı müsvette: "Bu yaratıklar (Türk erkekleri oluyorlar) kendini dünyanın en zekisi sanıyorlar. Halbuki ağızları kebap, üzerleri yağ kokuyor. Kendileri de her konuya maydanoz oluyorlar. Ben ise bu konuya Fransızım." Hayır benim anlamadığım neye Fransız olduğu, Türk olmaya mı, erkek olmaya mı? Türk insanına Fransız olduğu su götürmez ama ya diğeri...

Türkiye'de yazar olmaktan daha kolay ne var Allah aşkına? İstifle 6 aylık cukkayı, derdin tasan olmasın, al eline eski bir kitabı, oku sonra kendine göre yorumlarmış gibi yaz elinin elverdiğince. Yazarken araya az porno, az kadın ruhu(!?) biraz da avantür ekle, oldu sana bir roman. Tanıtım için de küfret ona buna, nasılsa reklamın iyisi kötüsü olmaz diyerek. Sen bunu çalmışsın derlerse de, "Okumadım o kitabı" der yırtarsın. Valla kızdırmayın ben de yazar olurum ona göre?

Sevgili dostlar, ben onu bilmem, tek bir Ahmet Altan tanırım, o da bizim bahçıvan. Gerisi faso fiso. Size tavsiyem, Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci Ahmet Altan'dan şaşmayınız, taklitlerinden sakınınız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


    Kahve Molası Anketi

Düşündüm, taşındım, Cem'in de yapacağı yok, bari ben Kahve Molası için bir anket düzenlesem; meşhur kişiler nasıl cevaplar acaba dedim. Anket sorusu basit ve eminim açıklama yapmadan kimlerin cevabı olduğunu biliyorsunuz :-))

Kahve Molası hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz ?

" Gaaave vaaadı da biz mi içtik ? Ne GAP'ı ne de Gaave Molası'nı kimseye gaptırmam ! "

" Kahve kahvehanede içilir, netekim molası da kahvehanede verilir. Kahve, askı denen kahveci tepsilerinde getirilir. ASKI deyince de aklıma 3-5 kişiyi asmak geldi nedense ! "

" Benğ oğsam evvela adıngı değiştiriviririğdim, GayfeSA MolaSA diyivirirdimg, Türk ekonomiğsine de gatgı olurdu ağam...."

" Sevgiliiii Kahve Molası hemşehrilerim ! Neden bu dergiyi karadeniz kıyılarında üstelik Mesut'un diyarında çıkarttığınızı anlamadım. Çıkartma deyince aklıma geldi, olası bir Irak çıkartmasında çizmeleri kimin giyeceğini, başkent Tahran'a giren orduların başında kimin olacağını biliyorsunuz..! "

" Kahve Molası'nı özelleştirmek, cüzdanlarımızı biraz daha güzelleştirmek lazım, zaten bu konu AB için ön şart ! Arkası yok ! Adamlar; önünü halledin arkası zaten bizim uzmanlık alanımız diyorlar : "

" Şansal'cım, vermişler Editör denen Cem'in eline bi düdük, ettiğim ettik, çaldığım düdük, bir eyyam bir eyyam gidiyor bu Kahve Molası denen zerzevat. Biliyorsun iyi anlarım ben zerzevattan, dalarım konuya alttan alttan, hele o bahçıvan olacak marangoz yok mu Ahmet Altan.. :-)) Oynatsana Uğur şu geçen haftaki Enişte'nin yazılarını, kelime kelime didikleyeyim yazdığı anılarını..! "

" Renkleri bozuk bu Kahve Molası'nın abi herşeyden önce.. Ben olsam Sarı zemin üzerine Kırmızı yazılarla yazdırırdım, kenar süsü yapardım eski defterlere yaptığımız gibi kih kih ! Bence Cem vazgeçmeli bu sistemden, her gün ya HTML ya TEXT formatta oynatıyo takımı, nerde Java ? Java2 bile çıktı bihaber bu adam ! Zaten programlarında yok ki bir madam, olsa ( kih kih de kih kih kih ) kesin jüri üyesi olurduk herhalde Süha ile :-)) "

" Cem'e teklif ettim, gel şurada bir de itiraf köşesi açalım, fonda Nilüfer çalsın, ben yine birilerini haşlayayım, kime nasıl istersem sorular sorayım, her nerede olursa olsun beni dinlesinler, zevkten inim inim inlesinler, reytingin tavana vursun, anlattıklarıma gülsün hem Temel hem Dursun, senin de cebin 3-5 kuruş parayla dolsun ..! "

" Şimdi bunu adaşım Cem tatlı bi renk üzerine oturtmuş, bir de fincan retmiti koymuş, eee ! Ne var bunda gocunacak ? Tize ne kardeşim öyleyte, neden vıdı vıdı ediyonut, taz mı caz mı burada yazılanlar çok mu az mı ? gibi geyiklere karnımız tok ! Herkeş bi güzel okuyor işte, ben de babama töyledim :-)) Baba, bana bi Kahve Molatı al ! "

asesen@turk.net

 Medyatik : Selcan Lafçı


İki İhtiyar

Çocukken yazları iple çekerdim. Her yaz okullar kapanır kapanmaz üç aylık tatil için İstanbul'a, anneannemin evine gelirdik. Bodrum katı beton, üstündeki iki buçuk kat ahşap, süslemeleri artık dökülmeye yüz tutmuş eski bir konak. Bodrum katında -biz mahzen derdik- çocuklar için heyecan verici, bazılarının tabanında su bulunan bir kaç oda -az mı hazine aradık bu odalarda- kiracının oturduğu giriş katında kocaman bir sofa, iki oda, büyük bir mutfak bulunan evin, ikinci katında biz otururduk. Giriş katından dönen bir merdivenle çıktığımız zaman ikinci katın sofasına ulaşırdık. Sofanın karşı duvarında aneannemin odasına, sol duvarında iki ayrı odaya , sağ duvarında haminnenin odası, çatı katı ve mutfağa açılan birer kapı bulunur, merdiven tarafında ise tuvalet ve banyo kapısı yer alırdı. Odalar büyük ve aydınlıktı. Anneannem bu eve gelin gelmiş. Geldiği zaman evin tamamı dedemin ailesi tarafından kullanılıyormuş. Ben hiç tanımadığım halde annemin babaannesi ve dedesinin kaldığı odanın adı hep haminnenin odası olarak anıldı. Alt katta anneannemin görümceleri, evli bir kayınbirader, onların çocukları hep birlikte oturmuşlar. Ben henüz ilkokuldayken dedemi kaybettik. O sıralarda anneannem iki büyük kızını evlendirmiş, küçük kızı ve oğluyla yalnız yaşıyordu. Evde yaşayan akrabalar ayrılmışlar, giriş katı ile ikinci katın bir odası kiraya verilmişti. Anneannem aynı zamanda terzilik yapıyor, evden dikiş makinesi sesi hiç eksik olmuyordu.

Evin büyük bir bahçesi vardı. Eve giriş çıkış için kullanılan ön kapının açıldığı ufak bahçeden arka bahçe dediğimiz büyük bir bahçeye çıkılırdı. Ön bahçede üç dört ayva ağacı, kenarlarda şimşirler ve şimdi bazı bahçelerde yarısı toprağa gömülü şekilde sergilenen büyük bir küp vardı. Küp su depolamak için kullanılırdı. Sıcak yaz akşamlarında anneannem toz toprak içindeki beni ve kardeşlerimi bahçede bu küpteki suyla yıkar öyle eve alırdı.

Her çarşamba pazara giden anneannemin kan ter içinde, başörtüsü arkaya kaymış, yanakları kızarmış, eli torbalarla dolu geldiğini gören bizler koşar torbaları elinden alırdık. Bilirdik çünkü bu torbalarda mutlaka biz çocuklara alınmış küçük bir şeyler olduğunu. Anneannem ayrıca "parçacı" lardan kilolarca parça kumaş alır, bana ve küçük teyzeme mutfak önlükleri, masa örtüleri, mandal torbaları diker, bunlara aplike işiyle desenler ekler, onlarca elbezi yapar, kenarlarını oyalardı. Çeyizimize konan bu örtülerin büyük kısmı hala duruyor.

Uzunca bir süre anneannemin kiracısı olan Seher Teyze'nin yedi çocuğu vardı. Babaları Almanya'da çalışan bu çocuklardan dördü yaşıtımızdı. Onlarla birlikte bu bahçenin tadını sonuna kadar çıkardık. En unutulmayanı akşamüstü hava kararmaya başlayınca oynadığımız saklambaçtı. Görünmemek için hepimiz siyah giyinirdik. Öyle ki ebenin hemen yanında yere yatardık, bizi görmezdi.

Ev Fener'in üstündeydi. Bahçeden Haliç tüm güzelliği ile görünürdü. Sabahları Orhan Veli'nin şiirindeki gibi 'doklardan gelen çekiç sesleri' yle uyanırdık.

Bizim yaşadığımız kattaki bir odada kiracı olan Nermin Abla, kimsesiz, hiç evlenmemiş ama bir koca arayışı içinde, bizi ailesi kabul etmiş orta yaşlarda bir kadındı. Biz çocuklar ona cici anne derdik. Biriyle buluşmaya gidip de geldiğinde onu dinlemek keyifliydi. "Adam İETT şoförü, iyi ama pek asık suratlıydı Hacer Abla, ne biliim" diye başlar, anneannem kızar, önce yumuşak, nasihatlerini sıralar, sonra gelecekle korkutur, bu bir sonraki buluşmada yine tekrarlanırdı.

Komşu eve gelin giden teyzem de iki oğlunu alıp her sabah gelirdi. Ev yaz boyunca öyle kalabalık olurdu ki devamlı yemekler pişirilir, çaylar demlenir, misafirler, koşturmaca, gürültü hiç bitmezdi.

Bu evde yaşadıklarımız kimbilir kaç yazının konusu olur? Ev 80'lerin başında tamamen terkedildi. Bakımsızlıktan iyice eskimişti. Yalnız Nermin Abla hala oturmaya devam ediyor, sık sık anneannemi ziyarete geliyor, mahalleden haberler getiriyordu. Sonra bu ziyaretler azaldı ve bitti. Herkes bir tarafa taşındı. Ev de iki yıl önce satıldı. Önceleri kimse yüzüne bakmazken, son yıllarda Haliç ve civarı değerlenmeye başlayınca talipler ortaya çıktı.

Geçen haftasonlarından birinde Zeyrek'e gittik. Oradan da evin bulunduğu mahalleye geldik. Heyecanla indim arabadan, ev karşımda ve hala ayakta duruyordu. Kapı ve tüm pencereleri tahtalarla kapatılmış, ön bahçede kapı önünde yer alan dedemin kendi elleriyle malta taşı ile döşediği taşlık yok olmuş, bahçelerde ne ağaç, ne küp, ne şimşir kalmış, bir kaç araba artık kapısı olmayan arka bahçeye park etmiş, nasıl mahzun, nasıl acınacak halde… Ama Haliç manzarası hala çok güzel.

O sırada haminnenin odasının penceresindeki çamaşır ipinde mavi bir poşet asılı olduğunu gördüm. Heyecanla seslendim "Nermin Abla, Nermin Abla" diye. Yandaki apartmanlardan bir kadın çıktı, evde olmadığını söyledi. Kadınla biraz sohbet ettik. Bizi tanımıyor ama Nermin Abla'nın anlattıklarından biliyor. "Daha dün bendeydi, sizden bahsettik" dedi.

İçimizde garip duygularla eve döndük. Bir zamanlar muhteşem olan evin bu veda eden duruşu, terkedilmişliği, kökü bile kalmamış dut ağacının yokluğu, sessizliği insanı derin bir üzüntüye itiyor. Yaşlı bir insanın ölümü beklemesi gibi…

Aslında bu ev çok güzel yıllar yaşadı. En azından benim bildiğim yaklaşık onbeş-yirmi sene, içinde yaşayan, onu seven, deli dolu insanlarla birlikteydi. İyi bir yaşamdı, insanlar geçim derdindeydi ama mutluydu, neşeliydi. Elbette kavgalar küslükler oluyordu, bunlar da yaşamın parçalarıydı.

Anneannemi arayıp anlatmak istedim. Sonra vazgeçtim. Yaşı sekseni çoktan geçmiş, kulakları zor duyan, üç yaşında gelip, üç yıl öncesine kadar İstanbul'dan ayrılmamış, şimdi kızıyla İstanbul dışında yaşayan, her görüştüğümüzde helalleşerek ayrıldığımız elma yanaklı anneanneciğimi üzmekten başka neye yarardı. Varsın gelin geldiği ev O' nun hayalinde o günlerdeki gibi kalsın; küçük mutfak bahçesini, hergün silinen ahşap merdivenlerini, büyük aynalı konsollarını, süslü pencere demirlerini O nasıl istiyorsa öyle hatırlasın.

Şimdi iki ayrı şehirde iki ayrı ihtiyar, yaşamlarının son yıllarını yaşıyor, anıları ortak. Eminim ikisi de birbirlerini iyi duygularla yadediyorlardır. Kimbilir bizlerin bilmediği yalnızca ikisinin paylaştığı ne sırları vardır?

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Çekmecede sevgiler..

Kış geliyor dostlar... Olanca soğukluğu, haşinliği, ölgünlüğü ile.. Yapraklar sararmaya, sokaklarda rüzgarın önünde sürüklenmeye başladılar bile kümeler halinde..
Yavaştan, yazlıkları kaldırıp, hazırlık yapmaya başlamak lazım..
Sizler de bulur musunuz zaman zaman eski bir giysinizi, bir sezon öncesinden kalan? Bulup sevinir misiniz? Özlemiş olduğunuzu düşünür müsünüz, unutmuş olduğunuzu?..

Geçen gün, marjinallerin tadı başlıklı yazımda sizlere karlı bir kış günü tasviri yapmıştım.. Sıcak havalarda hep birlikte hayal edip, serinleyelim diye.. Bir okuyucumuzdan hoş bir mail aldım.. Beni yüreklendiren...

Bunun üzerine de bu kez, hadi gelin, hep birlikte bir eski sevgimizi analım dedim..

Araya zaman girmiş, olumsuzluklar, imkansızlıklar solgunlaşmış, güzel anılarsa, simli işlemeler gibi pırıldamakta.

Çekmecedeki sevgimiz, yerinden çıkartılıp, ütü katları açılıp, naftalin kokusu içinde tekrar bakmaya çağırıyor bizi.. Gönlümüz, rüzgarlı ve ıslak günler başlamadan, biraz tazlenmek, ısınmak istiyor, soba kenarındaki kediler gibi..

Önümüz sonbahar.. Bir yıl daha eksilmekte yaşamdan.. Geride, denenememiş, yarım kalmış birşeyler.. Umutlar... Rahmetli Türkçe öğretmenimin dediği gibi, yarım kalan her şeyin güzel olduğunu fısıldamakta bize.. Ve gelin açalım çekmeceyi, tazeliyelim anılarımızı...

Bizi elimizden tutup, güngörmüş, yaşlı, bilge bir kişi edasıyla, sanki beş yaşındaki küçük çocuğunu, bir bahar sabahı parkta gezdirirmişcesine, aklının, gönlünün bahçelerinde dolaştıran eski bir aşkımız..Eski bir ümidimiz.. Ne yapmaktadır şu anda, tam da şu anda acaba?

Biz değil miydik, o içinde ördekler, kazlar yüzen akarsu kenarındaki salaş balıkçı lokantasında rakı içip, gülüp konuşan? Sıcak, parlak bir yaz günü, kumsalda yan yana uzanmış güneşlenirken, ara sıra kafalarımızı kaldırıp okuduğumuz kitaptan, göz dinlendirmesi yapmak için yanımızdakinin yüzüne huzur ve mutlulukla bakan.. biz değil miydik? Ümit eden, bekleyen, isteyen, inanan ve güvenen biz değil miydik? Şimdi, akmakta yıllar.. Günler hıyar tadında.. Ne bir lezzet bırakıyor damakta, ne bir ümit vaadediyor... Duygusal bir boşluk ve tepkisizlik içinde kavrulmaktayken yaşamımız, eski sevgilimiz, ışıldamakta uzaklardan...

Evet gerçekçi değil belki, ama, gene de düşünmek ve hayal etmenin tadı.. vaz geçilir gibi değil.. Belki diyor insan.. belki.. bir gün..
ama ya o gün?..

Kış geliyor, kış... olanca hoyratlığıyla..
Paul Auster 'Yalnızlığın Keşfi' adlı kitabında 'Şimdiki anın doluluğu ve kendine yeterliliği' diye bir kavramdan bahsediyor.. Açınca çekmeceyi, çıkarınca özenle katlanmış eski bir sevgiyi, sevgiliyi.. anınız dolu ve kendine yeterli oluyor mu? Kendi geçmişinize bir hac ziyareti yapmak hoşunuza gidiyor mu? Çekmecede sevgiler... Bakılmanın ve anılmanın hatırlanması ümidiyle bekliyorlar, gün ışığına çıkmaksızın..

Yaşam öyle değil de böyle aksaydı.. O köşeden sağa değil de sola dönseydim...
Yoksa, sadece gizli hazinemizi naftalinleyip, ara sıra açıp bakmak mı istediğimiz... Giyip yıpratmadan.. Çekmecede tutmak, ve çıkarıp bakmak ara sıra.. Okşamak usulca.. dokunmak..

Unutmayın, Pandora başlıklı yazıda söylemiştim.. Pandora'nın kutusudan tüm hastalık, ağır işler ve kötülükler ortalığa saçıldıktan sonra, kutuda sadece 'umut' kalmıştı.. Demek ki... umut, tüm o kötülüklerin bulunduğu kutuya, Pandora yola çıkmadan önce, bir diğer kötülük olarak konulmuştu... Gene de 'umut' edebilmek güzel.. Bir çekmece sahibi olmak da...
Her kış gelişinde yaşlanmakta olduğumuzu düşünüyoruz belki.. Ama, bu konuya da bir başka açıdan bakmak mümkün..

Bakın ne demiş Paul Auster:
'Evet, büyümeyebiliriz, yaşlanırken bile her zamanki çocuk olarak kalabiliriz. Eskiden nasılsak öyle anımsarız kendimizi ve değişmediğimizi duyumsarız. Kendimizi şimdi olduğumuz biçime eskiden soktuk, yıllar geçse de öylece kalıyoruz. Kendi açımızdan değişmiyoruz. Zaman bizi yaşlandırıyor ama biz değişmiyoruz.'

Evet.. endişeye gerek yok.. Zaman bizi yaşlandırıyor.. ama biz,
değişmiyoruz...

aaltan@superonline.com

 Dost Meclisi


Son günlerde çok konuşulan,bu yüzdende bilerek ya da bilmeyerek reklamı yapılan Ahmet Altan'ın ALDATMAK adlı,dumanı üstünde romanından kendimce bahsetmek istiyorum.Arada sırada,dost meclisinde boy gösterenlerden ve sürekli yazarlarımızdan, Kahve Molası okurlarının yazılıp çizilenlerden az çok haberdar olduklarını tahmin edebiliyorum.

Romanı çıktığı ilk gün aldım ve zaman buldukça okuyup,3 günde bitirdim.Daha önce,yazarla yapılan sohbetler ve muhabirlerin kendi yorumları kitabın,kadınların bilinmeyen,karmaşık iç dünyaları hakkında bir başyapıt olduğu kanısına varmama sebep olmuştu......Kitabın sayfalarını,bu bilinmeyene biraz daha çabuk ulaşma isteği ile hızla bir solukta okumaya başlayınca,aslında yazarın lafı dolaştırıp,çok fazla detaya ve kahramanların iç dünyalarına girip,bahsedildiği kadar kadınların bilinmezliği ile ilgili bir aktarımda bulunmadığını anladım.Romanda,konuya çok ilgisiz olmayan her erkeğin vakıf olabildiği şeylerden fazla birşey olmadığını anladım.

Ergenlikten itibaren,yaşadığım flört ya da ciddi ilişkiler,hep merak edip çözmeye çalıştığım,bazen bunalıp ilişkiyi sonlandırmama neden olan kadınların iç dünyasının yavaş yavaş(biraz ağır aksak...)sis perdelerini aralıyordu.Şimdi evli olmama rağmen hala anlayamadığım,mantık sınırlarını zorlamama karşın çözemediğim şeylerle karşılaşabiliyorum.Ama genç yaşıma rağmen,şimdiye kadar yaşayarak öğrendiklerimden fazlasını bu kitapta bulabilmiş değilim.(Belkide çoğu erkeğin aksine,kadınlarla ilgili bilinmeyenler hakkında standartın üstünde bilgi sahibi olabilirim.Vay be!!!)

İşin ciddi tarafı,gerçekten her kadında,iç dünyasında büyük bir yalnızlık ve eşi ne kadar anlayışlı olsa da mutlaka bir memnuniyetsizlik ve çevresindeki herkesin merkezi olma isteği(bunu kendinden bile saklıyorsa,cevabı yok zaten...) var mıdır merak ediyorum...

Her kadın beğenilmeyi,karşısındaki insanda merak uyandırmayı,her alanda başarılı olmayı ister.Bazı konularda,teklif eden,isteyen,arayan olmak istemez, aranılmak,istenmek,teklif almak ister.Bunu elde ettiği zaman bile tam bir memnuniyet içinde olmaz,asla ama asla alttan alan olmak istemez;İstiyorsa! Seviyorsa! mantığı ile karşısındakinin taviz vermesini bekler.Bu sizi ne kadar yormuş,bezdirmiş olsa bile her koşulda vazgeçilmezi oynamak ister.Bu benim deneyimlerimle şimdiye kadar öğrendiğim,çoğu erkeğinde vakıf olduğu şeyler. Bunların dışında,kadınların ne zaman,nerede,neyi yapıp,neyi isteyeceklerini,nasıl tepki vereceklerini tam,bir hakimiyetle bilen varsa lütfen bizimle paylaşsın...

Aslında bu bilinmezlik ilişkilerin cazip,farklı taraflarını oluşturmakta,heyecanı arttırmakta,herşey bir sır olmaktan çıksa,ilişkilerimizden aynı tadı,keyfi alabileceğimizi de sanmıyorum...

Haziran ayında dost meclisinde yer alan,çevre ile ilgili yazımdan sonra bu ilk yazım ve çok daha fazla uzatıp,kimsenin yazının sonunu getirememesinden korkuyorum.

İşlerinizde başarılar,ilişkilerinizde mutluluklar dilerim.Sağlıcakla kalın.

Engin ESEN

...........<>..........

BİTKİLER HANGİ HASTALIKLARA ÇARE

ISIRGAN Folium Urticae
Yaprak veya kök, dahilen kan temizleyici, idrar artırıcı ve iştah açıcıdır.

İĞDE ÇİÇEĞİ Flos Elaeagni
Kabız, kuvvet verici ve antiseptiktir. C vitamini deposudur. Gribe karşı etkilidir.

KAFUR Camphora
Sinir sistemi, solunum ve kalp üzerinde uyarıcı etkileri vardır.

KAKULE Cardamomi
İştah açıcı, gaz söktürücü ve midevi etkilere sahiptir. Kahveye konur.

KEBABİYE Cubebae
Solunum sistemi antiseptiğidir. Belsoğukluğunda kullanılır.

KARANFİL Caryophyllus
Uyarıcı, midevi ve antiseptik etkileri vardır.

Devamı var. Sevgili Osman Günay'a teşekkürler.

 Tadımlık Şiirler


BEKLEDİĞİM

Bir gülücük beklediğim,
Bir gülücük...
Ufacık,
Sessiz,
Sevgi dolu bir mimik.

Bir gülücük beklediğim.
Bir mektup uzaklardan.
Postacı vuruşu,
Gözlenen yol tanıdık, bildik.

Bir gülücük beklediğim,
Ceylan bakışlım.
Yorgunca,
Yumuşak.
Donuk tepelerde süzülen bizdik.

Filiz Kaya

..........<>..........

KELİMELER

Sahte sözler istemiyorum dillerinizden,
Gönlünüzden geleni dökün açığa.
Bir çare bulmalıyız çok gecikmeden,
Anlamını sunalım artık onlara.

Canım derken öylesine söylemeyelim
Candan sevilirse "canım" revadır.
Hoş görünmek adına katletmeyelim,
Hakkı verilmeyen söz ziyandadır.

Kavramların dolacağı bir kabı varsa,
Kendi dengi neyse neyse ona koyalım.
Hala bekliyorlar doldurulmaya
Beyaz kabı siyahla karartmayalım.

Hesap soracaklar bir gün bizlere,
Sözleri yine sözlerle aldatmayalım.
Yarınlar bizden eser gelecek nesle,
Zaman azalıyor geç kalmayalım.

Filiz Kaya

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.minidev.com
Türkiyenin alternatif medyası olarak kendisini tanıtan bu arkadaşların, gerçekten ilginç ve görülmeye değer çalışmaları. Hemen hemen herşey düşünülmüş.

http://www.geocities.com/saybirhafiza/cyberman110698a.html
1 Haziran 1998, Türkiye Internet kamuoyu için önemli bir tarih. 1 Haziran 1998 tarihinde, Türkiye'de ilk kez Internet üzerinde işlenen bir suç mahkeme tarafından sabit bulundu ve sanık Ali Emre Ersöz, TCK'nın 159/1 maddesi gereğince 10 ay hapse mahkum oldu.

http://www.cemener.net/main.htm
Her telden her konudan muhabbete girenlerin uğrayabilecekleri türden bir site. Cep telefonlarının gizli şifrelerinden wallpaperlara kadar ne ararsanız var. Ben özellikle eğlence kısmını tavsiye ediyorum.

http://www.elaziz.net
"Gız anam hele birez daha oturadun iki lafın belini gıraduh, niye o gader acele edisin. Çağan ters mi beledin?" veya "Ehe gızım sen benden ne istisin. Sanki senin del benim düğünüm olacah. Al elen çeyizin işle nedür sabahdan ahşama gader fısdık atıp gezisin."... Gakkoşistandan seçmeler.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Ots CD Scratch v1.00.007 [972k] W9x/2k/XP FREE
http://www.cdscratch.com/
Müzikle aranız nasıl? Hiç DJ olmaya özendiniz mi? Cevaplar iyi ve evetse bu prıgramı denemenizde yarar var. Profesyonel DJ'lerin yapabildiği şeyleri bilgisayarda tek bir CD Rom'la yapabileceğinizi görecek ve hayretler içinde kalacaksınız. Sanal Erol Derviş olmaya ne dersiniz?

iProtectYou v3.01 [2595k] Windows (All) FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105324
Çocuklarınızı yada kendinizi internetteki kötü alışkanlıklardan korumak için üretilmiş bir program. Kelimelere göre sitelere girişi, mesajlajmayı, chat odalarına girişi önleyen bir koruma mekanizması. Tuttuğu loglarla yapılan tüm aktiviteyi izleyebilir, önlemlerinizi alabilirsiniz. İnternetten korkuyorsanız (!?) bu programı bir deneyin derim.
http://kmarsiv.com/sayilar/20020930.asp 30 Eylül 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com