|
|
|
2 Ekim 2002 - Canın yandı mı Melisa? |
Mutlu bir gün dileğiyle,
Dünyanın en gelişmiş ülkesinde, görüntüsünden varlıklı ve eğitimli olduğu anlaşılan, hoş bir kadın, kimsenin görmediğinden emin olunca bastı dayağı minicik sarışın güzel yavruya. Hesap edemediği kendisini izleyen kameralardı. Yaptığı işin kötü olduğunun bilincinde, arabanın içine tıkarak dövdü çocuğu, hemde yumrukla. N'apmış olabilir diye düşündüm minik kız. Ya annesi alışveriş ederken, eteğini çekip "çişim geldiii" demiştir, ya da şunu isterim diye tutturmuştur. Bir anneyi çileden çıkartacak başka ne yapabilir ki minicik yavrucuk. Belli ki annenin başka dertleri var. Belki istemediği bir zamanda ansızın anne olmuş, belki de çocuğa bakmak uğruna işinden ayrılmak zorunda kalmış. Sonunda kabak minik kızın başına patlamış.
Pekçoğunuz bu olayı televizyonlarda izlemişsinizdir . Sonunda çocuğu annenin elinden alıp bir koruyucu ailenin yanına vermişler. Kadınada zorunlu psikolojik tedavi cezası vermişlerdir herhalde.
Hepimizin başına gelmiştir, zaman zaman atıp kurtulmak istemişizdir mutlaka, ağlayan, yemeyen, huzur vermeyen çocuklarımızdan. Bana da geldiği oldu tabi ama zaman içinde sabır katsayısımın yükselmesiyle, daha müsamahalı bir baba olduğumu söyleyebilirim. Hala bağırıp çağırıyorum ama birgün bile o minicik şeylere vurmayı aklımdan geçirmedim. Cennetten çıkma denilen dayağın her türlüsüne karşı olmuşumdur. Kendi sikletimle yaptığım bazı güreşleri saymazsak, vukuatım da yoktur diyebilirim rahatlıkla. Gelin görün ki, sonu dayak yada şiddetle biten pekçok olayın da içinde bulmuşumdur kendimi. Ve hiçbirinde de şu gevşek ağzımı tutamamış, mutlaka bir taraf olmuşumdur. Var başıma bir gelecek biliyorum da, işte Allah gecinden versin diyerek kendimi oyalıyorum.
Bundan 3 yıl önce Maslak civarlarında oturuyorum. Haftalık alışveriş mekanım haliyle Koca Maslak Migros bakkalı. Gene bir hafta sonu homurdana homurdana alışveriş ederken, kasaların yanından bir kadının çığlık çığlığa bağırdığını duydum. Ama ne bağırmak, biryandan ellerini dizlerine vuruyor, arada hoplaya zıplaya etrafına bakınıyor, en yüksek perdeden de "Melisaaaa, Allahın cezasııı, geberesice, nereye saklandın geneee..." diye böğürüyor. Sepet arabamı bir kenara parkedip, kadının yanına yollandım. 30 yaşlarında, pahalı spor giyimli, en azından üniversite görmüş halli bir genç kadın. Kadına noldu diye sormaya çalışırken, reyonların arasında deli danalar gibi koşan, bağırmayan ama kulaklarından alev fişkıran adamı da farkettim. Bu arada kapanma saatine yakın bir saat olduğundan, parmakla sayılabilecek miktarda ki müşteriler ve kasa görevlileri, kadının çevresinde halka oluşturmuş, hikayenin sonunu bekliyorlardı.
Birkaç dakika sonra deli dananın kolundan sürüklediği, reyonlara çarpa çarpa bize doğru gelen Melisa'yı gördük. Sarı lüle lüle saçlı 3-4 yaşlarında bir harika yavru. Ama yaşadığı dehşetten öylesine korkmuş ki, ağlayamıyor bile, katılıp kalmış. Deli dana baba, Melisa'yı "Al ne halin varsa gör" der gibi isterik anneye doğru attı. Gerçekten attı. Kızcağız annesinin bacaklarının dibine kıvrılıp kaldı. Danadan pası alan anne kırması hem bağırmaya devam ediyor, hem de kızın sırtına sırtına vuruyordu. O anda bende film koptu tabi. "Kendine gel kadın" diye en davudi sesimle bir bağırdım ki, dana ailesi ve tüm Migros bana döndü. Yalnız bu arada elim ayağım boşanmış, kendimden geçmiş bir haldeyim. "Utanmıyormusun el kadar çocuğa vurmaya, çocuğa sahip olamayınca acısını ondan mı çıkarıyorsun, asıl seni dövmek lazım be" diye devam eden lafları ben mi ettim yoksa başkasımı bilmiyorum. Ama o fettan anne dana, kızı ağladığı yerde bırakıp bana doğru koşmaya başladı. Hem koşuyor hem de ağza alınmadık küfürler ediyor. Karısını yalnız bırakmaya gönlü razı olmayan baba dana da bana doğru seğirtince, işin vehametini anlayan güvenlik görevlileri adamı tuttukları gibi karga tulumba kapının önüne attılar. Kadını da bir refakatçiyle kocasının yanına postaladılar. Dana ailesinin düşmanı artık ben olduğumdan minik Melisa da dayaktan kurtuldu tabiki. Tebrikler ve sırt sıvazlamalar arasında alışverişi tamamladım. Elim ayağım boşanmış halde yaptığım alışverişten ne hayır geldi hatırlamıyorum ama o iki yaratığı hayatta unutmam. Eğer bu hikayenin kahramanları aranızdaysa, yandınız ona göre. Ha bir de, eğer böyle ana baba olacaksınız, doğurmayın olur mu? Birbirinizi yiyip idare edin gidin.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Ters Köşe: Mehtap Akdeniz |
Biz ona kibarca 'KÖPÜK' deriz.
Köpük 1.
Marangoz Ahmet'in Teşvikiye sokaklarında bir kasap önünde çingene kızıyla öpüştüğünü okuyunca, Teşvikiye sokaklarında bir kasap önünde köpekli bir hanımla dövüştüğüm günü hatırladım.
Teşvikiye sakini olduğum yıllarda köpekli kadın modası başlamıştı. Koluna köpeği takan sokakta alıyordu soluğu. Biraz korkmakla birlikte zavallı köpeklerle hiçbir alıp veremediğim yoktur. Hatta ağzında terlikle koşuşan, acayip tıraşlı, mavi boncuklu, kıçı açık elbiseli köpeğimsi türlerini gördükçe, sokak köpeklerine karşı hayranlığımın arttığını bile söyleyebilirim. Sokaktakiler köpekse bunlar da kibarca köpük zahir dedim kendi kendime. Zamanla olayı kabullendim. Taa ki bir gün Kalıpçı sokakta o zamanlar iki yaşlarında var yok olan minik kızımla yürüyorken olanlara kadar. Önümüzden minyon tipli, topuklu ayakkabıları, inci kolyesi, kuyumcu vitrini gibi sıska kollarının ucundaki bir at tarafından sürüklenen bir kadın gidiyordu. Köpekmiş ben at sandım valla. Birden hayvan durdu ve yolun ortasına tam kasabın önüne hatırı sayılır bir dışkı bıraktı. Ana!! Kadın gidiyor, hiç oralı bile değil. Arkasından bağırdım.
- Hanfendi, hanfendi..... döndü baktı.
- Kakanızı düşürdünüz..
Kadın sanki kıçı açılmışta bir tarafı görünmüş gibi dehşetle arkasını dönüp yürümeye devam etti.
- Hanfendi!! size söylüyorum.. Kakanızı yerden alır mısınız?
Kasap, berber, manav mevcut esnaf ayıptır falan derken ben kakanın başına geldim durdum. Genelde son derece alt tondan kalınca çıkan sesimi diyaframa alıp öyle bir kükredim ki kadın tek bir adım bile atamadı. Yanındaki at bile korktu valla.
- Buraya gel ve kakanı buradan al!!!!!
- Sanki ben yapmışım gibi konuşmayın lütfen.. Köpek bu..
- Onu kafasından bağladın diye sadece ısırığından mı sorumlusun?
Kakası dahil onun her şeyinden sen sorumlusun. Tıpkı şu elinden tuttuğum çocuğun kakası dahil her şeyinden benim sorumlu olduğum gibi.
- Aaaa!! Lafa bak, o çocuk bu köpek.
- Bu çocuk bir buçuk yaşında ve kıçı bağlı. Senin yavrundan farkı yok şuursuz kıç bakımından. Ben şimdi çocuğumu buraya yaptırsam seninkinin yarısı kadar bile yapamaz. Elli gram mok için dünyanın bez parasını boşuna mı veriyoruz biz? Gezdire gezdire yollara yaptıralım, ne dersin?
Baktı olacak gibi değil, bir manav torbasına yarım kilo kakayı aldı ve bir elinde kakası bir elinde kuçusu söylene, söylene gitti. Ve umarım hayvanların nasıl terbiye edileceğini de böylece anlamış oldu. Laf lafı açıyor, bir dövüşme anım daha var ne yalan söyleyeyim. Onu da yarın okursunuz..
Devam edecek..
Mehtap Akdeniz
mehtap_akdeniz@yahoo.com
|
Has Kahveci : Tunca Tünay |
Hafta sonu Şile’ye gittim, yol boyu doğayı izleyerek. Sık ağaçlık güzel bir yoldur Şile yolu. Beni dinlendirir ve de bir sürü düşüncenin içine atar. Doğayı gözledim yol boyu... Sonbahar yaklaştıkça gövdeleri yeşeren dalları kuruyan ağaçlarıma baktım. Ve bir yıl öncesi sonbahardan farklı değildi hiç bir şey. Yaşamda, deneyimlerden yararlanamadığımızca başımızın dertten kurtulmayacağına bir kez daha inandım.
Sarmaşık Gövdesine Dolanır Ağacın !
Yaz biteli gidemedim Şile’ye. Hafta sonu kış güneşini de yanıma alıp düştüm sıla yollarına. Doğayı daha yakından izlemek için eski ve bol dönemeçli yola girdim inatla. Ağaçların yeşili iyice azalmış, dalların çoğu sevdiği yapraklarından ayrılmış, boynu bükük ve cansız. Soğuğa dirençli ağaçlar daha bir dikmiş başını, küçümsercesine tepeden bakmakta onlara. Gövdesi yemyeşil ağaçlar görüyorum yol boyu, dalları kupkuru. Genç bedenler üzerinde, ufalmış yaşlı kafalar taşıyan insan görüntüsünde ağaçlar… Yeşil rengin rasgele üzerine geçirilmiş yabancı bir giysi gibi iğreti durduğu gövdeden ve çıplaklığını umursamadan ortaya salıvermiş dallardan ayıramıyorum gözlerimi. Az sonra kuru gövdelere dolanmış yemyeşil sarmaşıkları ayırt ediyorum ve düşüncelere dalıyorum.
Sarmaşık ve ağaç arasında nasıl bir ilişki yaşanmakta? Ağaç, sarmaşığın yaşamasına yardımcı mı yoksa onun yaşamının nedeni mi? Yoksa başka bir bedeni taşırken ona tutsak olabilir mi giderek? Yaşamını bir başına sürdüremeyen sarmaşığa destek olduğu için mutlu mu? Sarmaşığı sırtında bir yük gibi taşıdığının bilincinde mi ya da? Sarmaşık tarafından sarılmış olarak yaşamak onun seçimi mi? Sarmaşık ve ağaç arasındaki ilişki bir gemici düğümü gibi duruyor önümde ve ben yanıtlar bulmaya çalışıyorum kendimce…
Bu yaşam biçiminin ağacın seçimi olmadığını düşünüyorum. Bence ağaç,öz suyunu bir başka bedene kendi isteği dışında vermekte. Bu durumda ağacın özgürlüğünden nasıl söz edebiliriz? Özgür olamayan ağacın doğal ki bağımsızlığı da yok olacaktır. Sarmaşık da ağaca bağımlı olarak yaşamakta olduğundan özgür değil. Kendimce bir düğümü yavaşça açıyorum. Asalak olan ve asılınan birbirinin özgürlüğünü yok etmekte ve bu nedenle ikisi de bağımlı yaşamak zorunda.
Sarmaşık yabancı bir gövdeye dayanarak yaşadığı sürece öz güvenini bulabilir mi? Başkasına dayanarak yaşamaya alıştıktan sonra kendi ayakları üstünde durmayı öğrenmesi olası mı? Doğaya baktığımızda, sarmaşık türü bitkilerin bir dayanak olmadan yaşamlarını sürdüremediğini gözlemleriz. Başkasına dayanarak yaşamanın kolaylığına alışan sarmaşık kendi bedenini taşımak için uğraş vermek istemez. İsteyerek oluşturduğu bu yaşam biçimini değiştirmek işine gelmez bir başka deyişle, bedeli özgüvensiz yaşamak olsa bile.
Gövdeyi, boğazını sıkarcasına saran sarmaşık, neden dallarda barınamıyor? Sarmaşığa kalsa o dallarının en ucuna kadar saracaktır ağacı. Koskoca gövdeye sarılan sarmaşık neden incecik dallara ulaşamıyor? Dallar gövdenin korumasında olduğundan sarmaşık onlara ulaşamıyor diye düşünüyorum. Ağaç, asalağı bir yere kadar taşıyabilir yanıtı düğümü biraz gevşetiyor ama çözemiyor tam olarak…
Sarmaşık ve ağaç ilişkisini biz de sıklıkla yaşar ve ikilem içinde kalırız çoğunlukla. Ağaç olduğumuzu düşünmek bir dönem bizi sevindirir. Sarmaşık olduğumuz anları ise hepimiz yadsırız. Dönem dönem bu tür ilişkiyi yaşamak hepimiz için olasıdır. Ancak; boğazımız iyice sıkılıp nefes alamaz hale geldiğimizde sürekli bir sarmaşığımız olduğunu ayırt ederiz.O zaman da çoğu kez iş işten geçmiş olur. Sarmaşıkla birbirimize karışır ve giderek kendi kökümüzü ayıramayız. Öyle ki bu ilişkiyi, “çok yakın olmak “ gibi yorumlar ve büyük bir yanılgı içinde olduğumuzu düşünmeyiz bile.
Özgür ve bağımsız olabilmek, yaşamın hava ve su kadar önemli bir öğesidir. Bağımlı olduğumuzda bizden zorla alınacakları, özgür olduğumuzda isteğimizle verebilir ve alabiliriz. Bence özgür olabilmek için kendimizle anlaşmaya varmamız gerekir öncelikle. Özgür ve bağımsız olabilmenin bedelini ödemek o kadar kolay değildir. Bir yere dayanmadan yaşayabildiğimizce özgürlüğümüz büyür, vericiliğimiz sırtımızda yük olmaz.
Doğal ki yaşam bir dayanışmadır. Verici ya da alıcı olmanın sınırları, özgürlükleri kısıtlamaya başladığında, yani sarmaşıkların olduğu bir yaşamda, dayanışmadan söz edilemez. Sarmaşık ve ağaç ilişkisini yaşamaktan kurtulmanın ilk koşuludur bence özgür yaşamayı öğrenebilmek…
Tunca Tünay
ttunay@superonline.com
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan İlgi ve Sevgi Vermek |
|
27 Eylül yazısının başlığı 'İstemeden Vermelisin' idi, belki hatırlıyacaksınız.. Gördüm ki gelen mesajlardan.. Ben ne kadar efervesan tableti suya atıp, 'Bakın.. size gazoz getirdim.. ' desem de.. Kimseyi kandıramıyorum.. Asıl demek istediğim konu, yani zurnanın zırt dediği yer, anında deşifre ediliveriyor, ne de olsa bizim kahveciler uyanıklar...
İki mini hikaye daha madem.. yaşanmış ve vermek üzerine...
Dört beş yaz önce, bizim tembel yazarlardan Tanju Akdeniz'le birlikte Dalaman'a gittik.. Tanju'nun orada bir arazisi var.. Dağ başında bir zeytinlik... Arazinin içinde, bir zamanlar birisi bir çukur kazmış.. kocaman.. bu çukura da bir temel atmış.. sonra bırakıp gitmiş.. ama bu temel, içi de betonlanmış, havuz gibi bir şey olmuş.. (Tabii, yaz sonunda içinde su bulmak.. hayal) Uzatmayalım.. Aylardan Ağustos sonu ya da Eylül başı. Bu harap temel çukurunun yanına gidince, aşağıda kuruyup taşlaşmış yılan heykelleri gördüm.. Onlarca yılan.. kenarından aşağıya düşmüşler ve bu koca lahitten bir türlü çıkamamışlardı tabii.. Orada kalıp, aç ve susuz günlerce perişan olduktan sonra ruhlarını teslim etmişler, karıncalar da mutad temizlik görevlerini o inanılmaz gayretleriyle tamamlamış, kendi kilerlerini doldurmuş, yılanların içlerini boşaltmışlardı.. Hava sıcak.. ama öyle böyle değil... Kömürsüz buharlı tren yapabilirsiniz.. O ne? Aşağıda iki tane de kaplumbağa var.. Kıpırtısız duruyor kabukları... Acaba?? Olabilir mi? Belki? Bir umut? Atladım yılan mezarlığının içine.. Kaplumbağa kabukları ağır.. ama hiç hareket yok.. Çıkardım yukarı..Oğlum koşturdu, bir pet şişe suyu.. Kafalarının olması gereken yere boca ettik.. Yavaş yavaş çıktı kafalar dışarı... ve mümkün olan en uzun haliyle uzatarak boyunlarını, gerçekten söylüyorum pet şişenin kenarını dişleyip (şişe kaçmasın diye) kana kana.. uzun uzun içtiler... Sonra yere bıraktım.. Beklediler bir iki dakika.. Ve sonra, evleri sırtlarında ıngıl ıkış da olsa.. topuklayıp son hızla, gittiler aylardır boş olan midelerini doyurmaya...
O su içişlerini unutamam hiç... Kaplumbağa, etrafta insan varken.. hiç tercih etmez kafasını dışarıda tutmayı.. Ama susuzluk ve açlık.. öylesine dayanılmazın ötesindeydi ki.. Ve belki aylardır, o beton zeminin üstünde, ne yiyecek ve ne içecek hiçbirşey olmaksızın ve hiç umut yokken.. Birden ve aniden geliveren hayat öpücüğü... İnsanmış, kaplanmış.. düşünecek hal mi bırakmıştı gariplerde... Bu mutlu tesadüf.. yani onca umutsuz eziyetten sonra, birisi kalkıp, taa Istanbul'dan gelecek, seni o cehennem çukurunda görecek.. Zahmet edip içeri atlayacak, ve ağzına suyu, susadığın suyu boca edecek.. Kısmet bu olsa gerek.. Umarım benim kaplumbağalar (onlar benim olmuş oldu artık!) beni göemecek kadar yaşarlar...
İkinci hikayemiz bir keçi yavrusu ile ilgili.. İsmi 'Çekidek'.. (çekiRdek değil, Çekidek! Fark orada) Bozcaadadayız, hanımla gitmiştik.. Bir akşamüstü vakti adanın sakin yollarından şehre doğru dönerken, bir araba durmuş, yolun kenarında, araba boş, insanlar tarlada.. Ne yapıyorlar? Aa.. bir keçi yavrusu seviyorlar.. Hayatta en sevdiğim hayvan yavrusu.. Hemen çektim kenara, attım kendimi arabadan.. İnanın, karnından kordonu sarkıyor! Daha iki dakika önce doğmuş.. Annesinin arkasındaki tüyler kıpkırmızı... Bizimkisi, dört ayağı üstünde, inanılmaz acemilikler yaparak 'dikelmeye' çalışıyor.. Ben de aldım payımı.. O insanlar gittiler, ama ben daha bir süre ayrılamadım yanından.. Sorun çok büyük, annenin memeleri öylesine süt dolmuş ki, hayvan mümkünü yok taşıyamıyor, zaten uçlar yere değiyor, ama Çekidek, ucu bulamıyor.. Yardım etmek istesen, anne yanaştırmıyor kendi yanına.. Zaten Çekidek'i ben seviyorum diye de pek hoşnut değil..Sonunda, tabiat bir yolunu bulacaktır demekten başka çare kalmadı.. Ve Çekidek'i annesinin yanında bırakıp otele gittik..Bozcaada... Yaz sonu.. Fırtınalar, şimşekler, yağmurlar.. üfürür ıslık çalar her taraf.. Akşamüstü saatlerinde iyiden iyiye kapatır hava, bulutlar alçalır..üstüne üstüne gelir adamın..
Hava karardı.. Şimşekler çakıyor.. Ne yapıyor acaba Çekidek? Korkuyor mu? Annesine sokuluyor mu? Yok.. mümkünü yok, beni uyku tutmaz arkadaş..
-Hadi gidelim, ben Çekidek'i görmek istiyorum..
Usulca bir kabul ediş..
-Olur, kalk, çıkalım madem..
Çıktık otel odasından. Bindik arabaya.. O karanlıkta, bu tatlı şey, hangi tarladaydı acaba? Biraz aradıktan sonra, kenardan anneyi gördüm.. Hemen inip arabadan gittim yanına.. Ee.. Çekidek yok? Dur! Evhamlanma!.. sesi geliyor.. Nerede peki? Niye annesinin yanında değil? Başladım tarlada dolanmaya, dört dönmeye..Yahu sesi sağdan geliyor, sağa gidiyorum, bu sefer soldan geliyor.. bir iki.. derken bir de bakayım.. Çekidek, bir varilin içine hapsedilmiş! Ters döndürülmüş bir varilin altından geliyor sesi.. Vay.. hain köylü, sütü satacaksın haa... Alçak.. Onu annesinden uzak tutacaksın hem.. Seni şerefsiz.. bir tekme varile.. Çekidek'e özgürlük!!!! Zıplayaraktan çıktı ve annesinin yanına seğirtti...Herkes mutlu.. Gittim otele huzurlu uykumu çekmek için..
Ertesi sabah.. e, kahvaltı etmeden önce tabii bebeğe bakmak lazım.. Hemen gazladım gene.. Çekidek! Gene varilin altında! Gene meliyor.. Bu sefer varilin üzerine taş konmuş! Dur bakalım, sonra anlarız deyip bu defa müdahale etmedim. Sonra, benim bağa gittik, senede bir kez yaptığımız hac ziyaretine.. Arkası çam ormanı, bir tepenin yamacında bir yer.. Gezip asmaları tavaf ettikten sonra, biraz daha arkaya yürüdüm.. ormana doğru tırmandım.. İşte o zaman anladım.. köylünün kötü niyetli olmadığını.. Kocaman, şahane kızıl kuyruğuyla bir tilki.. yirmi otuz metre ötemde.. bana bakıyor.. Sonra ileri doğru koşturdu gitti.. Allahımm... sana şükürler olsun.. ya benim Çekidek'i yemiş olsaydı dün gece? Hani Küçük Prens'teki kuzu gülü yedi mi yemedi mi hikayesinin aynısı inanın..
Ayrılmak zor oldu Çekidek'ten.. Şimdi büyümüştür muhakkak.. Görsem de tanıyamam.. Ama siz biryerlerde görürseniz.. kucağınıza almadan geçmeyin...
aaltan@superonline.com
|
BİTKİLER HANGİ HASTALIKLARA ÇARE
KUŞBURNU
Rosae caninae
Bilhassa C vitamini bakımından zengindir. Kabız ve kuvvet
vericidir. Şeker hastalığına karşı da kullanılır.
LAVANTA
Flos Lavandulae
İdrar artırıcı, romatizma ağrılarını dindirici, antiseptik,
sinir ve kalp kuvvetlendiricidir.
MAHLEP
Pruni mahaleb
Afrodizyak, balgam söktürücü, nefes darlığı ve prostat için,
ayrıca şeker hastalığına karşı kullanılır.
MENENGİÇ
Terebinthina Chia
Dahilen idrar ve solunum yolları antiseptiği olarak
kullanılır.
MEYAN KÖKÜ
Radix Liquiritiae
Göğüs yumuşatıcı, balgam söktürücü, tad düzeltici ve öksürük
kesici etkileri vardır.
MISIR PÜSKÜLÜ
Stylus Maydis
İdrar söktürücü ve taş düşürücüdür.
MUSKAT
Myristicae
Gaz söktürücü ve antiseptik olarak bilhassa karın ağrıları
için kullanılır.
Devamı var. Sevgili Osman Günay'a teşekkürler.
|
ağlayınca
ağlayınca gözlerimden kalkar gider dünya
canıma geniş açılan pencerenin
buğulu camını siler
tuz gölümden iki damla
düşer taşlarım beynimin kasığından
ağlayınca
ateşim iyice yükseldiği zaman
serin yaz yağmuru iner kemiklerime
ağlamak iliklerime geri çekilir
temizliğin titrek kokusunu solurum
ben bir hoş olurum
annem görse kahrolur
göz kapaklarım söndürür ışıklarımı
içimde güvenlik tamam
yeni bir dünya kurarım zor değil
göz var gönül var
gözyaşı yok
Ömer Faruk Hatipoğlu
..........<>..........
yüzlerce yıl yeşil
yüzlerce yıl yeşil gözlerine baksam
kırpmadan yaşartmadan
uyumak beynimin inilmez kuyusundan
çekilse kirpiklerinle
alınsa taze badem kabuğu gibi gözlerimden
ne büyük bir yitim gözlerin varken
gözlerimi yummak
büyütülse büyütülse günün doğuşu gibi
çevren'den çevren'e gök kubbe yeşil gözlerin
sarı saçların çiçek yaprak rüzgârı
göğsün bahar
uzansam yağmur kokun çalsa
çevren'den çevren'e gök kubbe yeşil gözlerin
günün batışı yok
yüzlerce yıl yeşil gözlerine baksam
yüzlerce yıl yeşil
ölür müyüm
Ömer Faruk Hatipoğlu
|
|
PAÇA
Kırşehir’i ziyarete gelen turistler, bir yol üzerinde koyun sürüsüne rastlarlar. Sürü içindeki bazı koyunların sağ arka ayağının kesilip, yerine tahta bağlandığını, bazı koyunların da sol arka, sol ön veya sağ ön ayaklarının kesilerek yerine tahta bağlandığını görürler. Turistler merak edip, tercüman aracılığıyla çobana neden koyunların bazı ayaklarının kesilerek tahta bağlandığını sorarlar.
Kırşehirli çoban, gayet normal cevap verir:
-Ne yani, canımız her paça istediğinde koyun mu keseceğiz?
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.fengshui-istanbul.com/
Hümeyra Tümay'ın özenle hazırlanmış sitesi: "Feng Shui- 'Rüzgar & Su' -insanlar ve doğa/ çevre'nin arasındaki ilişkiyi anlatan eski bir Çin yerleştirme sanatıdır. Herşey enerjidir, birbirine bağımlıdır ve sürekli değişim halindedir."
http://www.geocities.com/Athens/Oracle/8598/nart_efsaneleri.htm
"Nart Destanları, Kuzey Kafkasya'nın otokton halklarından oluşan Çerkeslerin binlerce yıldan bu yana ürettikleri Ulusan Destanlar bütününün adıdır." Çerkes Mitolojisi'nin bütününü kapsayan...
http://www.psikoestetik.com
Uyku bozukluklarını eğer basit uykusuzluk olarak ele alırsak çok yaygındır. Şimdi basit uykusuzlukta bir-iki kerenin bir sakıncası yoktur. Ama üstüste olması tedaviyi icabettirir. Çünkü uykuya dalamamak... bir çok olgunun psikolojik yorumları, hem de uzmanından.br>
http://www.mehmetefendi.com/sayfa8b.html
Türk Kahvesinde, içilen kahvenin fincanda kalan telvesinin şekilleri, fala bakan kişi tarafından yorumlanır. Fal, genellikle iyi dilekleri iletmenin bir biçimidir... Kahve molasını Türk kahvesi ile verenlere kahve falı teknikleri.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Xi-WARP v1.2c [435k] W9x/2k/XP FREE
http://xiberpix.homestead.com/index.html
Resimler üzerinde oynamak değişik distorsiyonlar ve warp geçişler yapmak hazırlanmış bir program. Sitedeki örnekleri izlemeniz tavsiye ederim. Bir de yönergeleri takip ederseniz, kısa sürede hoş görüntüler elde edebilirsiniz.
AtStart Page v1.0 [582k] Windows (All) FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105346
Tarayıcınıza bir giriş sayfası yapmayı kolaylıkla başarabilirsiniz. Sık kullandığınız adreslerden oluşan linkler, son kullandığınız linkler, popüler arama motorları ile bezenmiş bir sayfa hazırlayıp, tarayıcınızı her açtığınızda kolayca ulaşabilirsiniz.
|
|
|