KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız


FORUM ALANI

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


HiÇBiRYERDE - IN NOWHERE LAND

 17 Ekim 2002 - Sanal mı? Kalsın...


Herkese merhaba,

Cuma günü hoş bir film başlıyor sinemalarda. "SIMONE". Al Pacino'nun başrolünü oynadığı filmde, sanal bir kadınla, yaratıcısının ilginç serüveni var. Aslında varolmayan kadına tapınan hayranlarla didişmek zorunda kalan bir adamın öyküsü. Son yıllarda literatürümüze eklenen "Sanal Gerçeklik" (Virtual Reality) in ulaştığı yeri göstermesi açısından hayli ilgi çekeceğe benzer. Şu an için belki biraz bilim kurgu gibi gelse de aslında düşününce biz bilgisayar nesline çok da uzak olmadığı hemen anlaşılıyor. Hoş bilgisayarın olmadığı, sanal kavramıyla tanışmadığımız dönemlerde de hayatımızın önemli bir parçası değilmiydi olmayanı varmış gibi hayal etmek tutkusu.

Hangimiz, sadece beyazperdede gördüğümüz güzellere aşık olmadı, hangimiz 2 boyutlu resimlerden tanıdığı starları hayalinde canlandırıp hoşça zaman geçirmedi acaba? Devir değişti, sanal iletişim çağı geldi. Yalnızca ekrana dökülen sözcüklerden tanımaya çalıştık birbirimizi. Söyleneni doğru bilip, beynimizde canlandırmaya çalıştık telin öbür ucundaki sanalı. Görene, duyana, dokunana kadar herşey iyi hoştu da, karşı karşıya gelince az mı yaşadık hayal kırıklıklarını. Sanalla gerçeğin terazisini dengelemeyi öğrenemediğimiz sürece de değişen fazla birşey olmayacak. Olmayacak hayaller peşinde koşmayı bırakıp, varolanla yetinmeyi, onu yüceltmeyi öğrenmenin zamanı geldi de geçiyor...

Amanın "SIMONE" bana tam 2 paragraf felsefe yaptırmış, yarın bir de "LİMON" a takılayım belki 3-5 paragraf da oradan çıkar. En iyisi felsefeyi şimdilik çekmecemize koyup, molamızı vermeye, kahvemizi yudumlamaya başlayalım. Allah hepimizi sanal vaatlerden korusun. Amin...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   KAHVEDE ŞENLİK VAR

Bir süredir fark edipte adını koyamadığım, dillendirip anlatamadığım şeyi geçen haftalarda sevgili Selcan Lafçı. 'işyeriniz harika mı berbat mı' başlıklı yazısında çok güzel anlatmıştı. Selcan yazısının sonunu kahvemolasına bağlamış, 'O işyerindeki panoma kavuştum' diye bitirmiş yazısını. 'Şenlik var' hissini yaşadığınız o harika işyerinde sekiz sene çalışmış biri olarak yazıyı okuduktan sonra, sekiz sene öncesine gidip tatlı hayallere daldım. Sonra Selcan'a hak verdim gerçekten benzer bir lezzet vardı kahvemolasında. Hakikaten nedir bu siteyi bu kadar sıcaklaştıran diye düşünmeye başladım. Padişah mı? Yoksa curcunabazlar mı?

Bizim marangoz, enişte ve konsolos hokkabazlığa, editör padişahlığa soyununca 40hokkabazları hatırladım. Nedendir bilmem ya her şeyin en ilginci beni bulur ya da her şeyin ilginç tarafını gider ben bulurum. Bundan iki yıl kadar önce bir tiyatro grubunun tanıtım işlerini yapmıştık. Zamanında uzunca bir süre sahne tozu aldığımdan konuya özel yakınlığımla olaya kendimi kaptırmış olacağım ki, oyunun kostümünden müziğine derken her şeye burnumu soka soka bir gün kendimi dekorların arasında buldum. Çok özel bir göz tarafından tasarlandığı gayet açık olan dekorlar, sahnede tam bir karnaval havası yaratmaktaydı.

Benim hayranlığım üzerine, seni tanıştıralım dekorcuyla dediler. İki saat sonra Taksimde bir mimarlık ofisinde buldum kendimi. Piyasa adamı olmadan sanatçı olmanın ne demek olduğunu yüzüne bakar bakmaz anlayabildiğiniz çok özel bir mimarla tanıştığımı düşünüyorum hala.

Ne için geldiniz? der gibi bakıyordu yüzüme. Açıkça yaptığı dekorlardan çok öte bir yeteneğini gizlediğini hissettiğimi ve onu görmeye geldiğimi söyledim. Çok az konuşuyordu. Hemen hiç hatta. Biraz konuşunca hislerimde yine hiç haksız olmadığımı gördüm. 'Aslınsa ben birkaç senedir 40 parçadan oluşan özel bir çalışma yapıyorum, 10 tanesi bitti. Gelin bakın isterseniz' dedi ve beni ofisindeki yan odaya götürdü. Buradan sonrasını anlatmama imkan yok. Tek kelime ile görmek lazım. Kendimi bir Osmanlı Minyatürünün içine girmiş dolanıyor zannettim. İnsan boyunda heykeller arasında gezindim. Sahici olsalar beni bu kadar etkileyebilir miydi bilemiyorum. Sanki Sultanahmet at meydanında şehzade Osman'ın oğlunun sünnetine davetliydim. Giysilerinden yüz ifadelerine kadar her şey büyüleyiciydi. Bu eserlerini sergilemek konusunda kendisine çok dil döktüm ama nafile. 40hokkabaz. Bunu bir kenara yazın. Bir gün mutlaka bir yerlerde rastlayacaksınız ve hayran kalacaksınız onlara. Şimdi bunun bizim kahvemolasıyla ne alakası var demeyin. Önce beni bir dinleyin.

Padişahım çok yaşa!!!
Herkesin olaylara ve insanlara bakışı kendine özgüdür. Elbette bu anlaşışın sonunda olayları kendine özgü bir şekilde ele alış ve anlatım da kişinin farkını ortaya koyar.

Yaşadığım her olayı somut bir zemine oturtup, sonra beynimde resmedip, resimden can alıcı aykırılıkları çekip çıkarıp, karikatür gibi aktarma alışkanlığımla, ne oluyor burada? dediğim anda Osmanlının hokkabazları minyatürlerden çıkıp bilgisayarların başına oturuverdi birden. Ve beynimde Şenlik başladı.

Herkes tarih ile ne kadar ilgili ve de bilgilidir bilemem ama ben bizim kahvehaneyi Osmanlı zamanında yapılan şenliklere benzetiyorum. Merak edip tarihe daldığınızda şenliklerin söyle özetlendiğini göreceksiniz.

'Osmanlı tarihinin pırıltılı ve komik aynası. Toplumsal bir organizasyon ve etkileşim sistemi olarak şenlikler, amaçlarıyla araçlarıyla sosyolojik profilimizin berrak ve komik yansısıdır. Zaman içinde değişen ve değişmeyen özellikler buradan görülebilir, eğlenceli ya da dramatik durumlar buradan izlenebilir'. Bizim kahvehane Cumhuriyet Türkiye'sinin pırıltılı ve komik aynası değil mi?.

'Osmanlıda Şenlikler, her kesimden insanın toplumsal, kültürel, ekonomik ayrımlar ötesinde bir araya geldiği, belirli bir süre içinde birikmiş enerjinin boşaldığı geçmişten günümüze varlığı hep hoşgörüyle kabul gören yaşam kesitidir.'

'Osmanlı döneminde gözlenen şenliklerde, padişahın tebaasıyla, ümmetiyle bütünleştiği, hep beraber sevindiği rahatladığı bir toplumsal enstrüman olarak kabul edilir.'

Bizim Kahvehanede durum bundan farklı mı?

'Şenlikler,cümle halkın bu toplumun bir üyesi olmaktan mutluluk duymasını sağlıyor, yüksek devlet görevlisinin, din adamının, yoksulun, zenginin, başka dinlerden olanın, esnafın, askerin, coşku ve heyecanlarını bir arada dile getirmesi sağlanıyordu.'

Bizim kısa mesajların, sizden yorumların, dost meclisinin bundan ne farkı var?

'Şenliklere halk yalnızca seyretmek için gelmiyordu; esnaf kendi alanları ile ilgili çalışmalarını sergiliyor, ressamlar, yazarlar, hüner sahibi halktan kişiler gösterilere katkıda bulunuyordu' Bizim kahvemolası yazarlarının tamamı okurların arasından çıkmadı mı? Hangimizin asıl işi bu? Hepimiz birbirimizin aynısı değil miyiz?

Gelelim curcunabazlara yani bu şenliklerde hünerlerini sergileyen hünerbazlara, onların biz kahveci curcunabazlardan farkı ne?

Bizler de tarihteki hokkabazlar gibi bambaşka hayatlar yaşarken, sizlere bambaşka tatlar sunmuyor muyuz? Osman'ı okurken deniz kokusu alıyoruz da, misinadan kesilen parmağının bize yazarken ona acı verdiğini hiç bilmiyoruz. Ahmet enişte'nin çocuksu dünyasına hemen giriveriyoruz da, kocaman bir adam olduğuna inanmak istemiyoruz. Ahmet Altan'nın mutluluk seline kapılıyoruz da, bir şeye ihtiyacın var mı? diye ona sormuyoruz. Bizim kahveci curcunabazların ne farkı var Mısırlı Seniye'den, Alem Aşur'dan?
Ya da benim Halepli Tahir'den?

'Halepli Tahir (Curcunabaz)
Onun için her söylenen birbirinden bambaşkadır, sanılır ki cümlesi uydurmadır. Kimine göre meşrebi pek bir yumuşaktır, kimine göre bileği bükülmez bir tulumbacıdır. Kimine göre 26 yaşındadır, kimine göre 41. Kimine göre hiç evlenmemiş, kimine göre 4 çocuğu vardır. Kimine göre patlıcan musakkaya bayılır, kimine göre karnıyarık için cinayet işler. Ama biz bunların onun hiç konuşmaz ketum biri olduğundan çıktığını anladık. Yağmurlu bir sonbahar ikindisi esnaf kahvesinde ona rastladık ve fırsat bildik kendimizi belli etmeden sohbet açtık. Antakyada balıkçılık yaptığını, ama aslen halepli olduğunu ve deniz üzerinde geçen hayatın birbirine benzer günlerinden bir gün, şimdiye kadar görmediği renkli süslü bir balık tuttuğunu ama tam sandala çekerken ağdan kayıp denize gittiğini ve artık hep o balığın hayaliyle denize açıldığını ama bir daha hiç öylesine rastlamadığını bir daha da balıkçılık yapmadığını anlattı.'


Günümüzde yaşayan kimi insanların hayat hikayelerini dinlediğinizde Osmanlılı hokkabazlardan ya da biz curcunabazlardan daha hakiki olmadıklarını göreceksiniz.

mehtap_akdeniz@yahoo.com

 Malumatfuruş Gayfeci: Cüneyt Pala


Kadifeden Kesesi

Marangoz kahvecinin yatılı okuldaki ilk gün izlenimleri ülkemizde hala çok sık rastlanan ve özellikle insan yetiştirilirken kalıcı izler bırakabilen bir hatayı anımsattı. On yılda onbeş milyon genç yaratma iddiası. Hani toplum olarak geri kalmışlığımızdan ve yüzlerce yıllık cehaletten kurtulmak için başkalarının yüzlerce yılda aldığı yolu on yıllarda katetmek zorundayız ya. (küçük yaşlarındaki mobilet tutkusu yüzünden gaz kolunu kavramakta kullandığı sağ elinin kemikleri deforme olmuş bir arkadaşım vardı bir zamanlar) "okumak /adam olmak" başka birşey "eğitim" ise daha başka birşey değilmidir? Başka türlü olurmuydu olamazmıydı bilmiyorum, tartışmakta istemiyorum. Beni ilgilendiren " hızlandırılmış eğitimin " yolaçtığı eksikliklerin giderilmesine geçte olsa katkıda bulunabilmek.Sonrada neden batı toplumlarında "step by step" doğuda ise "büyük sıçrama" ile yapılır bazı işler? sorusunun yanıtını aramak.

Gelelim benim izlenimlerime.

Yıl 1965 Bornovadayız, okulların açılmasına bir iki ay var, herşey hazırlanmış, ayarlanmış ve her memur çocuğunun başına gelen benimde başıma geliyor ve babamızın Diyarbakır'a tayini çıkıveriyor. annemiz evhanımı eş durumundan falan yararlanıp bu tayini durdurma şansımız yok ayrıca babamız memleketine hizmet (!) aşkıyla yanı tutuştuğundan böyle bir ihtimali aklından bile geçirmiyor.

Üç gün iki gecede gidiyoruz, yerleşiyoruz, lojmanımız ve kolaylık tesislerimiz fena değil, ilk defa içinde yüzüldüğünü görüyorum bir havuzun, manavlarda haşlanmış yumurta satıldığını, başka diller konuşulduğunu duyuyorum ilk kez. Diyarbakır surları büyülüyor beni, birde herbirine türküler yakılmış olan kapılar, urfakapı,mardinkapı, vs.Kapıların yanlarındaki dev gürz'lerin kentin fatihleri tarafından oraya asıldığını söylüyor babam.Bir anlam veremiyorum onlarla kapıları döve döve patlatan insanlar o denli iri olduğu halde bizim niye atalarımıza benzemediğimizi.

Çoğunlukla memur çocukları vs.'nin gittiği Mehmetçik İlkokulu'na kaydım yapılıyor ve babam araziye çıkmış olduğundan bir komşumuz ile yollanıyorum okula.Bir anlamda "lojman getto"larındaki dizginlerinden boşanmış 50 kadar çocuk var sınıfta.Hepsi yeni duruma alışmağa çalışıyor, bense başıma(ıza) gelenleri anlamağa çalışıyorum bir kenarda.Birsüre sonra nedense kalabalığın dikkati bana yöneliyor ve statik elektriğin ebonite yaptığını yapmağa başlıyorlar bana, adeta bir katharsis. "bıyıklı" diye bağırıldığını duyuyorum, boğazımda zaten koca bir düğüm var ne zamandır, kalabalığın içinden birini gözüme kestiriyorum,kalem açma bahanesiyle sindiğim çöp kutusunun köşesinden fırlayıp kafasına saplıyorum kalemi.Ertesi gün müdüre çıkartılıyorum, odasında kafası sarılı bir öğrenci, anne ve babası yanında, bana nasihat ediliyor, boğazımda yine aynı nodül,özür diliyorum,ne hikmetse sonradan çok iyi dost oluyoruz o çocukla.(hep böyle olur ya) Öğretmenimiz dünya tatlısı bir "eğitim emekçisi" bir iyilik perisi .O dönem bütün öğretmenler idealist ama hediye kabul etmemek onun en sıradan davranışı.Evini sel bastığını hernasılsa duyup gittiğimizde adamakıllı haşlanmıştık, yaşadığı bodrum katını gördüğümüzden değil okul çıkışı doğruca evimize gitmediğimiz için.1960 anayasasını, birde köy köy gezip oy toplamalarını anlatışı çıkmıyor aklımdan.Şimdilerde insan hakları evrensel bildirgesini öğrenen ilkokul çocuğu varmı acaba? Ana dili Türkçe olan olmıyan her düzeyden öğrenci bütün sınıflara eşit olarak harmanlanmış olduğu için çoğu öğretmen dersi sınıfın algı ortalamasına göre birkez anlatırken o bunu yapmıyarak herbirimizle ayrı ayrı uğraşır, kimimize " kooperatif" kelimesini öğretir kimimizi "koleje" hazırlardı.Son sınıfa gelmek teneffüste simit satmak ayrıcalığına sahip olmak demekti.Sayıyla teslim alır, satar, parasını tastamam teslim etmenin onuru artık "adam" olduğumuz yanılsamasını yaşatırdı bize.Kasa fazlası çıkarabilenler ise alıç savaşlarında en az bir külah avantaj sahibi olurlardı.

"kolej" sevdası ile anadolu'yu arşınlamak zamanı geldiğinde bizde yolların çağrısına uymuştuk elbet. Nasıl unutulur 14 saatlik bir otobüs yolculuğu ile Mersin'e oradan Tarsus'a gidişimiz. Babamın bana bir bir gösterdiği yerler Tarsus'ta Kleopatra'nın yaşadığı rivayet edilen,sonra muz bahçeleri, Mersin'de deniz doldurularak yapılmış olan "fuar" alanı ve Tarsus Koleji'nin kapısında sohbet ettiğimiz son sınıf öğrencisi -saçları omuzlarına dökülen- "ağabey"ler, ellerindeki sigaralar, kırmızı tuğla binalar, yangın merdivenleri, sınava chevrolet'lerle şöförlerle gelen zadeganı görünce daha baştan kaybettiğim düşüncesi, okunmuş pirinç'in etkisi ile biraz toparlanma,nihayet anne ve babamla aramıza girecek 14 saatlik mesafenin kafama daank edişi ve cevap şıklarını sulu gözlerle işaretleyişim. Demek kahveci-jesus'da aynı sınavdaymış ve bana yardım etmemiş -marangoz ünvanını o da çarmıh yaparak aldı demekki- neyse gelelim yatılı okulumuza.

Dağkapı'den çıkınca 1.5 km. kentin dışında "asri mezarlık" ın karşısında çorak arazinin ortasında "modern" bir bina ama hiçde kasvetli görünmüyor. Müdürümüz dönemin çalışkan eğitimcilerinden, İngiltere'de bulunmuş,dağarcığı oldukça dolu velakin İngiliz okullarının başarısını yatılı eğitime ve disipline borçlu olduğuna inanıyor. Metazori yatılı olduk ama hafifletici unsurlar var en azından hafta sonları ve Çarşambaları evdeyiz. O ilk gün yemek zili velilerin okulu terketme zili oluyor aynı zamanda.Bizde vedalaşıyoruz.Yemek,kendi bardağı ve çatal kaşığını yıkayıp dolabına kaldırmak çünkü Diyarbakır'da yaşamak hijyen,hijyen,hijyen demek.Yatakhane kocaman ve bütün sınıflar birarada.Yatakhane geyiği sadece büyük sınıflara mahsus,yenilere düşen sesini kesip yatmak arada büyükler söz verince onları eğlendirmek.Kuralların dışına çıkmanın cezası aklı başına gelinceye dek dolaba kitlenmek.Sonradan ("Tom Brown's School Days" benzeri)19. yüzyıl İngiltere'sini anlatan kitapları okudukça ingiliz eğitim sisteminin niçin bana tanıdık geldiğini ve bizim müdürün de nasıl bir "(g) uru" olduğunu daha iyi anlamıştım.....

Son Söz
Neyseki 19. yüzyıldan yakalamışız ipin ucunu birde 18 yüzyıl katarından binseydik çağdaşlaşma trenine çocukluğumuz hangi çırçır fabrikasında veya kömür madeninde geçerdi kimbilir. O yüzden kapatıyoruz bu bahsi burada.

Malumatfuruş gayfeci

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Bir Hareket Noktası Olarak Milenyum

Zamanın ölçümünde sadece bir araç olan yılların göreceli önemi birbirinin aynı iken, yani 1999 ile 2000 yılı arasında hiç bir belirgin fark yokken neden yeni milenyuma girerken her zamanki yeni yıl kutlamalarından çok daha farklı şekilde kutladık 2000'in gelişini?

1990'dan beri her yıl bir haneli rakam değişiklikleriyle yenilenen takvimlerde bu kez dört haneli bir değişiklik olmasının sayısal anlamının ötesinde bir şeyler yok muydu 2000'e bakışımızda?

Kutlamalar, eğlenceler bir yana, yeryüzünün bazı kentlerinde ciddi hazırlıklar görülmüştü yeni milenyumun arefesinde...

Örneğin Londra'da kurulan Milenyum Kubbesi ile Thames Nehri Kıyısında kurulan dev Luna Park özellikle 2000 yılı kutlamaları için yapılmıştı...

Londra bu yeni takılarıyla girmişti 2000 yılına...

Manchester'da ise Belediye Başkanı Anthony Burns dev bir metal robotun avucundan seslenmişti yılbaşı gecesi kent meydanını dolduran hemşehrilerine...

Paris'de Eyfel Kulesi havai fişeklerle aydınlanırken Avustralya'dakiler Yeni Milenyumun ilk şafağını ayakta karşılıyorlardı...


Bütün bunların "eğlence" yönü de var şüphesiz. Ancak benim asıl vurgulamak istediğim şey gerek bireysel, gerek toplumsal, gerekse kurumsal düzeyde Milenyuma yönelik özel bir hissiyat içinde hareket etmeleridir.

Milenyum kutlamaları için bu denli büyük yatırımlar yapanların da, eğlenmek için coşkuyla sokaklara dökülenlerin de "zamanın peşinden giden uygarlık yarışında biz de varız" şeklinde bir mesajları vardı bence... Onlara göre insan uygarlığının eriştiği en yüksek gelişmişlik düzeyi ne ise ülkelerinde onu gerçekleştirmenin çabası ve azmi içinde bulunduklarını, yeniliklere açık, hatta yeniliklere talip olduklarını göstermenin bir yoluydu bu etkinlikler. Bir anlamda yeniliği kendileri dışında bir yerlerde aramak ya da yeniliğin bir yerlerden gelip kendilerine ulaşmasını beklemek yerine bizzat kendileri yenilik yaratmaya, yani kendi olanaklarıyla yenilikler yapmaya koyulmuş bulunduklarını haykırıyor gibiydiler. Yeni Milenyumun yepyeni bir anlayışı temsil ettiğini düşünüyor ve o yeni anlayışa sahip çıkmak istediklerini gösteriyorlardı...

Milenyumun geçmişi taşıyan rüzgarları onlarda bulduğu sesleri ve yenilenme hevesini neden burada, bizim topraklarda bulamadığını anlamak istercesine delice esiyor etrafımızda... "Hani nerede o yüzlerce yıllık Türk Uygarlığının olgunluk meyveleri?" dercesine silkeliyor bizleri...

Evet o uygarlığın son temsilcisi 79 yıllık ulu bir çınar olarak duruyor milenyumun karşısında... Her yıl yeni baştan özenle büyütüp ulu bir çınar olmanın kusursuz formülünü her birine emin bir şekilde yerleştirdiği on binlerce tohumu her sonbaharda cömertçe serpiştiriyor bu topraklara... Fakat bahçedeki köşkün sahipleri manzaralarını kapatacak, pencerelerine gölge edecek çınarlar yerine sadece çimenler görmek istediklerinden o tohumların fidana dönüşmelerine asla izin verilmiyor.... Çimlerin her 15-20 günde bir düzenli olarak biçiliyor olması da kendiliğinden toprağa erişip filizlenmeyi başaran körpecik çınar fidanlarının daha kendilerine gelemeden gövdelerinin orta yerinden kesilip topluca yok edilmelerini sağlıyor... Evet, yemyeşil çimlerle kaplı bir bahçemiz var belki, ama buralarda artık hiç çınar yetişmiyor... Çınarlarımız olmadığı için de bir depremin yüzümüze vurduğu sayısız yanlışlarımız ve eksiklerimizle, talan edilmiş bir milli servetten geriye kalan yüz milyarlarca dolarlık dış borçlarımızla ve yedi düvelin bir araya gelerek örmekte olduğu çoraplarla elimizden almak istedikleriyle biraz mahsun ve kaygılı durmaktayız Milenyumun karşısında...

İşte birinci hareket noktamız bu: koskoca Türk ulusu olarak milenyumun önünde kendimize, tarihimize, Mustafa Kemal Atatürk'e ve Cumhuriyete karşı mahçup durumdayız... Bu yüzden bahçede olup biteni gözlemleyip çınarların yetişmesine engel olan nedenleri dikkatlice saptamamız ve sonra bahçenin bir köşesini pilot bölge olarak seçip süratle çınar yetiştirmeye koyulmamız gerekiyor.

http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_3.asp

Devamı var

 Hangi Hastalığa Hangi Yiyecekler


ALERJİ
Kayısı: İçindeki betakarotene adlı madde hücrelere saldıran molekülleri kontrol altına alarak,kanseri önler. Bir kayısı ne kadar parlaksa, içindeki betakarotene oranı o kadar yüksektir. İçerdiği kalsiyum ve magnezyum, gırtlak yanmalarını engeller. Kuru kayısıya rengi bozulmasın diye eklenen sülfür dioksit, astım gibi alerjilere iyi gelir.

HEMOROİD (BASUR)
Hindistan cevizi: İçerdiği myristin adlı madde kusmayı engeller, basur tedavisinde birebirdir. (Dikkat! Ancak fazlası basur için tehlikelidir.)

KARIN AĞRISI
Papatya çayı: Bağırsak yollarında toplanan gazı çıkartır, sindirim sistemini düzenler, mide ağrısını keser.

KARACİĞER
Enginar: Cynarine adlı madde sayesinde en sert yiyecekleri dahi sindirimine yardımcı olur.Karaciğer hastalarının yanı sıra romatizma, artirit ve gut hastalığına yakalananlarla, hamilelere şiddetle tavsiye ederiz.

Meyan kökü: Dünya üzerinde birçok kabile yüzyıllardır ülser, artirit, bronşit ve karaciğer rahatsızlıklarına karşı meyan kökünü "doğal ilaç" olarak kullanır. Adrenalini yükseltir, insanın strese girmesini engeller, kan basıncını düşürür.

Zerdeçal: Karaciğer rahatsızlıklarının yanı sıra sindirime de yardımcı olur.

Devamı var...

 Dost Meclisi


Kurallar : ( - ya da hapis ruhum )

Beni hiç bağlamıyorlar. Kendi koyduklarım bile bağlamıyor. Bu durumda başkalarının koyduklarını ne kadar ciddiye alabilirim. İnsanın kendi kendisini esir almasının başka bir yolu yokmuydu da bunları prangalarımız olarak benimseyelim.

Bir de uyuşturucu bağımlılarını eleştirirler. Kurallara esaret daha mı az aşağılayıcıdır. Bence uyuşturucu bile daha onurlu . . Kendimi kendim dışında ki koşullara bağımlı kılmaktan büyük ihanet olur mu ruhuma . Buna başkalarının koyduğu da kendi koyduğum kurallar da dahildir. Ruhun sadece senindir; ölene kadar. !

Ölünce sen de dahil kimseye ait olmayacaktır. O zaman ona hakkını ver. Onu özgür bırak. İsterse o kendini hapseder.

yazmacı

 Tadımlık Şiirler


TASALARIM , YARIM KALMIŞ ONCA ŞEY,

HER YIL BİRAZ DAHA KISALIYOR BİR ÖNCEKİNDEN
BANA MI ÖYLE GELİYOR
YOKSA DAHA MI HIZLI İLERLİYOR ZAMAN İNSAN YAŞLANIRKEN ?
KIRDIM MI İNCİTTİM Mİ BİRİLERİNİ
KİMLERİ KAZANDIM , YİTİRDİKLERİM KİMLER ?
KENDİMİ YENİLEDİM Mİ YAŞADIKLARIMDA ?
YENİDEN DÜŞÜNMELİYİM , DOSTLUKLARIMI , İLİŞKİLERİMİ
ÇOĞALTTIM MI EKSİKLERİMİ ?
GÖZLERİM ÇOCUKLUK FOTOĞRAFLARIMDA MI KALDI
YİTİRDİM Mİ YOKSA MASUMİYETİMİ ?
BORÇLARIMI ÖDEDİM Mİ ,
DOĞRU SEÇTİM Mİ SORULARIN FİİLLERİNİ ?
ÖDÜNÇ ALDIĞIM KİTAPLARI GERİ VERDİM Mİ ?
GERİ VERDİM Mİ ALDIKLARIMI ;
AŞKLARI , DOSTLUKLARI SEVGİLERİ , GÜVENLERİ , BAĞLARI
KİTAPLARA , SAYFALARA , SATIRLARA BORCUMU ÖDEDİM Mİ ? YOKLADIM MI DUYGULARIMI HALA SEVEBİLİYOR MUYUM İNSANLARI ?
OVMALI GÜMÜŞLERİMİ , BAKIRLARIMI , CİLA GEÇMELİ AHŞAPLARIMA
OVMALI UMUTLARI
SAKLI TUTMALI GELECEK İNANCINI , YARINLARI , EKSİK ETMEMELİ AĞZIMDAN
HANÇER KIVAMINDAKİ O KARAMIZRAK TADINI
ŞİMDİ OTURUP UZUN BİR HASRETLİK MEKTUBU YAZMALIYIM
SONRA KÖŞE BAŞINDAN BİR DEMET ÇİÇEK ALIP ÖYLE BAŞLAMALIYIM AKŞAMA
YENİ BİR YILA
AMA NEDENSE HER ŞEYİN TADI DAĞILIYOR AĞZIMDA
BİR SAP ÇİÇEK Mİ TAŞISAM YOKSA AĞZIMIN KIYISINDA
AYDINLIK RENGİ VURSUN DİYE GÖZLERİMDEKİ BULUTA

MURATHAN MUNGAN

..........<>..........

BİR ADIM DAHA

Bir adım daha at
Yaşama biraz daha yaklaş

Ağ tabakaya düşen ışıltıdan
Belli, işte o sürgün
Belleğini yitirmiş bir halk
Bağışla ve
Tedirginliğimi anla


Hem kumral hem esmer
Hem sarışın hem karaşın
Gurbetin kuytuluğunda
Sılanın rengi sayılsın
O düşçelen gencin gözleri
Doğrul ve
Şaşkınlığımı iyiye yor

Yelkovanı kırık
Bir saatin gösterdiği:
Anılardır
Şimdiki zamanın gölgesi.
Haydi
Bir adım daha at

Yaşama biraz daha yaklaş
Tedirginliğimi anla
Şaşkınlığımı iyiye yor

Kardeşler!
Savrulan her gülüş aşkına
Gönlünde sevi olmayanın yüreği cinnetli midir?

Tuğrul Asi Balkar

 Biraz Gülümseyin


Savaş
Büyük bir savaş çıkmış. Bütün dünya bizim Trabzonlular’a karşı... Derken herkes kendilerine siper kazmış. Trabzonlular ayrı bütün dünya ayrı. Ve savaş başlamış. Trabzonlular bir bir öldürülüyormuş bu işe bir çare bulalım demişler. Temel:
-Uşaklar herkes eğilirse bizi vuramazlar. Derken herkes eğilmiş. Diğer taraftan da düşman kuvvetleri bir buna çare olarak plan yapmış ve başlamışlar:
-Temel kim? oradan bir ses:
- Benim ula... baamm Temel ölmüş!
Bir ses daha gelmis:
-Dursun kim?
- O da benim ula.... bammm Dursun da ölmüş!!
Neyse Trabzonlular da akıllanmiış ve bu sefer onlar başlamış:
-Hans kim? Ses yok!
-Maykıl kim? Yine ses yok! Derken bir ses:
-Hans'a kim seslendi?
-Ben ula... BAAAMM!

 Kıraathane Panosu



Özdemir Köyü İlköğretim Okulu Yardım Kampanyası

Sevgili Arkadaşlar,
Ağrı ili Patnos ilçesi Özdemir Köyü ilköğretim okulu'na IMKB - Borsa Uzmanları Derneği ile birlikte bir okul yardım kampanyası düzenlemekteyiz.

Özdemir Köyü İlköğretim Okulu 6 öğretmen ve 286 öğrenci ile eğitim ve öğretime oldukca güç şartlarda devam etmektedir.

Bu okulun ihtiyaçları şu şekildedir.
- Defter, kalem, silgi, suluboya vs. her türlü kırtasiye malzemesi
- Tarih ve Coğrafya Harita ve Atlasları
- Ansiklopedi
- İlköğretim Ders Kitapları
- Her türlü Laboratuar Malzemesi
- İlköğretim yaş grubu icin her türlü Giysi yardımı

Kampanya 23 Ekim 2002 Çarsamba akşamına kadar devam edecektir. 24 Ekim 2002 akşamı yola çıkılarak gönderilen yardımlar, Özdemir Köyü ilköğretim Okuluna Borsa Uzmanları Dernegi ve Ag-17 tarafından elden dağıtılacaktır.

Destek vermek isteyen arkadaşlarımız planlama yapabilmemiz için, malzemeleri göndermeden once irtibata geçerlerse çok iyi olur.

Bu Kampanyaya destek vermek istediğiniz taktirde;
Borsa Uzmanları Derneği
Murat Özkaya
Meliha Demirkol

İrtibat Telefonları
Tel :0 212 298 22 59- 0212 298 26 01
Murat Özkaya GSM: 0532 2710733

Malzeme Teslimat Adresleri
IMKB - Borsa Uzmanları Derneği
Maslak - İstanbul
(09.30 - 16.30 arasinda teslimat yapılabilir)

Ataşehir Kadıkoy Belediyesi Afet Yönetim Merkezi
E - Blok No :3-4 Ataşehir
(Ataşehir teslimatı akşam 20.00 -22.00 saatleri arasında yapılabilir)

Kampanyaya katkılarınız için şimdiden çok teşekkkür ederiz.
Sevgilerimizle,
Ag-17 Yardım Gönüllüleri Derneği

Not:
- Öncelikle 23.10.2002 tarihine kadar Ağrı ili Patnos ilçesi Özdemir köyü İlköğretim Okulu (8 yıllık eğitime geçildiğini gözönüne almamızı isterler) için her tür eski veya yeni, herkesin kendi olanaklarınca, sınır olmaksızın yardım topluyorlar.

- Yardımı 25/26.10.2002 tarihinde kendileri bizzat giderek öğretmenlere ve öğrencilere teslim edecekler.

- Arzuları ilk elden teslim amaçlı, 23.10.2002 tarihine kadar yardımların teslim edilmesi, ama herhangi bir nedenden gecikirseniz üzülmeyin, bu tarihten sonraya kalan yardımları da otobüs, kargo vb. olanakları kullanarak belirli aralıklarla Ağrı'ya gönderecekler.

Kahveciler olarak bizim de tuzumuz bulunursa, yardımları Kahve Molası adı altında belli bir iki adreste toplayıpta teslim edebiliriz veya herkes direkt aşağıdaki adreslere teslimat yapabilirler.

Saygılarımla,
Hatice Şen Özköse

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.bosyok.com
Bir gün okul dönüsü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu... Bu onun yasadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak "Büyük bir çocuk bana ucube dedi..." Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu... Gerçekten dopdolu bir çalışma.

http://www.sandik.8m.com/
Bir serçe yuvasındaki malzemeyi merak eden bir adam şunları bulmuştur. 630 at kılı , 1715 daha kısa kıl , 195 kök parçacığı , 1 tül parçası , 3 yonca yaprağı , 20 değişik yaprak , 45 iplik ve 35 gram koyun yünü... Özel fakat ilginç bir web çalışması.

http://www.kapkac.com/
Yeni keşfettiğim portallardan biri. Şöyle bir inceledim gerçekten geniş içerikleri var. Faydalanabileceğiniz birşeyler mutlaka çıkacaktır.

http://www.hipermp3.com/
Hoş bir mp3 arşivi. Bir kaç adımlık formalitesel aşamalardan sonra listedeki parçalardan indirebiliyorsunuz. Ayrıca birde nostaljik radyo eklemişler; fakat çalışıp çalışmadığını denemedim.

 Damak tadınıza uygun kahveler


ICRAfilter v1.0.9 [863k] W9x/2k/XP FREE
http://www.icra.org/_en/filter/
İnternette çocukları zaralı içerikten korumak adına geliştirilmiş bir program. Koruyucu ana babalara duyurulur.

SectorSpyXP v1.1 [197k] 2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105440
Harddisketki datayı sektör sektör tarayıp bilgi veren bir program. Yanlışlıkla sildiğiniz dökümanları keyword kullanarak bulmanıza yardımcı oluyor. Hangi derinliğe kadar çalıştığını denemedim ama hiç yoktan iyi olduğu kesin.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021017.asp 17 Ekim 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com