KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Kahve Molası'nın sürekli bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Kahve Molası bugün 2.876 kahveciye ulaşmıştır.

 18 Kasım 2002 - Hemşehrim zirvede!


Yepyeni bir haftaya daha merhaba,

Yeni başbakanımız hepimize hayırlı uğurlu olsun diyerek başlayalım yeni haftaya. Farkındamısınız bilmem, muhteşem bir hafta sonu geçirdik. Yüzünde gülücük eksik olmayan, herkesin öpüp kokladığı bir başbakanımız oldu. Hükümetin öncelikler listesi açıklandı. İktidar ve muhalefet havaalanında birbirlerine kahkahalar attı. Hava harikaydı. Kanarya 7 defa öttü. Memleketimin insanı biraz olsun gülümsemeye başladı. Bunların hepsini altalta koyun sonra toplayın ne buldunuz? Umut... Umuttan, Taksim'de gençlerin yediği dayağı eksi hanesine yazıp çıkarsanız da sonuç değişmiyor. Umutluyuz işte. Hiçbirşeyi unuttuğumuzu sanmıyorum, onlar da sanmasınlar. Soru işaretleri hep olacak ama en çok ihtiyacımız olan umudu yakaladık ucundan. Sadece bu kadarcık umudun yüzü suyu hürmetine, adamlara istedikleri kredi tanımalıyız diyorum. Şöyle bir hatırlayın biz kimlere ne krediler ne avanslar verdik. Kimi sol gösterip sağ çaktı, kimi sağ gösterip belden aşağı çalıştı. Hepsi krediyi aldı, yedi bitirdi, akıllanmadık faizi artırıp gene verdik. Şimdi sıra bunlarda, sevseniz de sevmeseniz de, sırf 3 gündür verdikleri umut aşkına diğerlerine verdiğimiz krediyi hakediyorlar. Biz krediyi verelim, nasıl harcayacaklarına onlar karar versinler. Har vurup harman savururlarsa kendileri bilirler, bir daha istemeye yüzleri olmaz. Ama dürüst, açık, dikkatli olurlarsa, memleketime nefes aldırırlarsa, kazanan biz oluruz. Zamanı geldiğinde eleştiri hakkımızı saklı tutarak, esirgemeyelim bence.

Efendim, övünmek gibi olmasın ama ben Kayseri'liyim. Aynen yeni Gül'ümüz gibi. Anladığım kadarıyla Gül'ümüz de benimle aynı kaderi paylaşmış. Kayseri'de zamanı geldiğinde tüm çocukları basit bir zeka testinden geçirirlermiş. Testi geçenler tüccar olmak için ayrılır, geçemeyenler okumaya yollanırmış. Hani okusunlar da bir memuriyet kapıp geçinip gitsinler diye. İşte ben ve Sayın Gül aynı testten çakmışız anlaşılan. O gazoz satamayınca Başbakan oldu, ben eşeği iyi boyayamıyınca başınıza editör oldum. Kel alaka ama olsun, hemşehrimi kayırmak için başka bir yol bulamadım, artık idare edin.

Gözünüze ilişmiştir, Bahreyn Şeyhi memleketine demokrasiyi yerleştirmek için çalışmaya başlayınca, zevcesi hanfendi başını açarak Bahreyn kadınlarına öncülük etti. Hani diyorum acaba bizim first leydimiz Hayrünissa Hanım da türbanını çıkarsa, yerine şöyle güzel bir eşarp dolayıp dosta düşmana bir mesaj verse fena mı olur? AB'nin eline verdiğimiz olumsuz kozu kendi lehimize çevirmek için iyi bir fırsat olmaz mı? Sesli düşünüyorum ve neden olmasın diyorum, siz ne dersiniz?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Şef Garson : Akın Ceylan


BAŞINA GELMEYEN BİLMEZMİŞ..!

En başından söylemekte fayda görüyorum; okuyacağınız yazıda geçen olayların tamamı gerçektir.

Tarih 09.11.2002 Cumartesi. Olay Beylikdüzü Migros alışveriş merkezinnin içinde Sevil parfümeri mağazasında geçiyor. Orta yaşlarda bir bayan (mağdur), mağazada önceden randevu alınmış olan cilt bakımı ve makyaj ürünleri denemesi için ismi geçen mağazaya saat 15:10 sıralarında eşiyle birlikte geliyor. İlk önce ürün tanıtımı yapılacağı, daha sonrasında cilt bakımı ve makyaj uygulaması gerçekleştirileceği için toplam uygulamanın yaklaşık 1 saat kadar sürebileceği söyleniyor. Mağdurun eşi çok yakında bulunan evlerindeki işlerini halledip 1 saat sonra dönmek üzere mağazadan ayrılıyor.

Olay saat 16:00 sularında gerçekleşiyor. Mağdur cilt bakım işlemi tamamlandıkdan sonra makyaj yapılması için; zaten geniş bir alana sahip olan mağazanın ortasında makyaj için ayrılan yerdeki sandalyeye oturtuluyor. Yanında makyöz ve bir mağaza görevlisi bulunduğu için hemen yanındaki sandalyeye hiç yanından ayırmadığı çantasını ve üzerine çantayı kamufle edecek şekilde ceketini bırakıyor. Yaklaşık 10 dakika süren makyaj sonrası ceketini kaldırdığında çantasının yerinde olmadığını farkederek, önce mağaza yetkilileri ve dolayısıyla alışveriş merkezi güvenliğine hemen sonrasında da eşine haber veriyor. Zaten evden çıkmak üzere olan eş ( yani ben), önce telefonla turkcell'i arayarak sim kartını kullanıma kapattırıp ardından hızla olay yerine ulaşıyorum.

Sevil parfümeriye ulaştığımda mağaza yetkililerininde yardımıyla, eşimin sırasıyla çantayla birlikte çalınan tüm kredi kartlarını kullanıma kapattırdığını görünce içim biraz rahatladı. Alışveriş merkezi güvenlik amirinin az önce gelerek eşimden gerekli bilgileri aldığını öğrenmeme rağmen amiri tekrar çağırdım. Güvenlik amirinin yönlendirmesiyle ilk önce alışveriş merkezi kayıtlarına geçmesi için bir form doldurduk, daha sonra olayın tam resmiyet kazanması için beylikdüzü güvenliğinden sorumlu jandarma karakoluna yöneldik. Buraya kadar herşey her ne kadar sinirlerimizi bozsa da güzel ülkemin normal günlük herhangibir olayı niteliğinden öte gidemiyor. Nedeni aslında alışveriş merkezi güvenlik amirlerinin bana ve eşime anlattığı olaylarda ve gösterdiği resimlerde gizli.

Güvenlik amirlerinin ağzından duyduklarımın birleştirilmiş özetidir:
Bu tarzda hırsızlık olayları son zamanlarda Beylikdüzü ve Avcılar bölgelerinde daha da yoğunluk kazanmış durumdaymış. Hırsızlık olaylarına karışanların büyük bir çoğunluğu hacıhüsrev mahallesinden gelme kişilermiş. Gruplar halinde çalışıp, gerektiğinde herhangibir yakalanma anında, olay çıkararak mağdurları veya güvenlik elemanlarını korkutmaya çalışıyorlarmış. Asıl maksat olayın adli mercilere yansıtılmasına engel olmakmış. Eğer korkutma eylemi amacına ulaşamazsa yakalanmıyan diğer kişiler, nene olarak isimlendirdikleri çete reislerini haberdar ederek olaya müdahelesini sağlıyormuş. Nene lakaplı kişi önce hırsız'ı cep telefonundan arayarak kendilerini deşifre etmemelerini, gerekirse tehdit ederek sağladıktan sonra, (kullanılan tehdit sözlerini buraya yazmayı doğru bulmuyorum), daha sonra çetenin avukatı devreye giriyormuş. Hırsızlık için kullanılanların yaşı genellikle küçük olduğu için, avukat savunmaya buradan başlıyormuş ve hatta güvenlik görevlilerini küçük yaştaki çocuklara kötü muamele suçundan dolayı insan hakları mahkemesine şikayet etmekle bile tehdit edebiliyormuş. Güvenlik amirinin buradaki serzenişi olayın ciddiyetini daha net görmemi sağladı. Şöyle diyor güvenlik amiri: "Bunca yıldır güvenlik personeliyim, bundan önce de resmi personel olarak yıllarca hizmet verdim; fakat böyle organize bir yapı görmedim. Bu tür olaylarda ellerimiz kollarımız tamamen bağlı kalıyoruz." Günlük kazançları ortalama 1 milyar olduğu ve kanun boşluklarından faydalanarak yakalandıklarında caydırıcı cezalar almadıkları için çeteler çocuklardan vazgeçmiyorlarmış. Güvenlik amiri bir örnek vererek konuyu anlattı: "yakaladığımız çocuklardan bir tanesini mağaza yetkililerine gösterip gerekli tedbirleri almaları için uyarılarda bulundum. Odama döndüğümde avukatlarından tehdit dolu bir telefon aldım. Avukat bana küçük bir çocuğu teşhir ederek bir suç işlediğimi, bundan dolayı beni insan hakları mahkemesine şikayet edeceğini söyledi. Şok olduğum için refleks olarak sadece telefonu yüzlerine kapattım".

Bize gösterilen fotoğraf albümünde eşim bir bayanı teşhis edebildi; fakat yetkili aynı şahsın birbirine neredeyse hiç benzemiyen üç farklı resmini daha gösterince bende film koptu. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi, içlerindeki para ve cep telefonunu aldıktan sonra çantayı bizim ulaşabileceğimiz bir yere atmaları için dua etmekten başka yapabilecek hiç bir şeyimiz kalmadı.

Uykusuz geçen bir gecenin ertesinde saat 11:00 sularında kötünün iyisi diyebileceğimiz haber bize bankamızdan ulaştı. Carrefour haramidere güvenliği tarafından, otoparklarında çamurların içine atılmış halde bulunan çantamızın haberi bizde sadece buruk bir heyecan yarattı. Güvenlik bize ulaşamayınca banka kredi kartları merkezini arayarak durumu bildirmiş. Carrefour'a ulaşınca çantamıza kavuştuk. Çanta içinden nakit parayı, cep telefonunu, parfüm ve makyaj malzemelerini alarak çantayı bırakmışlar. Tek sevindiğimiz taraf kimliklerin kaybolmamış olmasıydı. Hepinizin bildiği gibi yeni bir kimlik çıkarmak ülkemizde çok kolay (!)

Akın Ceylan
aceylan@linkbilgisayar.com.tr

 Şimdilik Misafir Kahveci : Tuluğ Başar


Kahve Molasını hem yayınlayarak, hem okuyarak hem de yazarak değer katan, bizlere hoş anlar yaşatan tüm dostlarına içten, sımsıcak "BEN" duygularla Merhaba,

"BEN"

Yazayım mı yazmayım mı diye düşünürken bulmaca gibi görünen ama olmayan bir yazı . Okurken anlamadık , ne demek istiyor dememeniz umuduyla,

Kendiyle baş etmek!, İçinize bakın size ait BEN'i oluşturan kaç ben var.? Dışarıda dolaşan yüzümüz ve içinmizdeki "ben". Kendi kendine konuşan dertleşen "iç ben", bir de iç beni dışarı yansıtığını sanan "görünen ben". "BEN "buyum işte denir. Karakterim bu. Oysa tümüyle kendisi değildir yansıttığı.

Tüm samimiyet, dürüstlük ve güvenilirlik ilkeleri ile duygularımızı davranışa dönüştürebildiğimizde uyum sağlayacak "iç ben" ve "görünen ben" oluşan "BEN". O zaman kimse demeyecek birbirine;

- BEN onu demek istememiştim.
- BEN'i tanımıyosun
- BEN'i hiç anlamıyosun
- BANA zarar veriyorsun
- BEN'i sevmiyorsun
- BEN'i rahat bırak

Aslına bakılırsa problem diğerleri ile değil insanın kendisiyle, kardeşim ben, "BEN" olarak kendime dürüst olmuyorum ki ve öyle davranmıyorum ki diğerleri ne yapsın?

Arkadaşın anlamaz, iş yerindeki diğer çalışanlar anlamaz, patronun anlamaz, eşin anlamaz, çocuğun anlamaz , tabii anlamaz. "İçindeki ben", "görünen ben'"e samimi değilki. Dolayısıyla "BEN" rahat değil. Bir olayda,düşüncelerinin, duygularının yanlış olduğunu söyleyen "iç ben"'i dinlemeyen ve farklı davranan "görünen ben" sonra da acı çeken tek "BEN".

Birçoğumuz zaman zaman karşımızdaki cinslerde fiziki dış görünüşlerinin önemli olmadığını içlerinin güzel olmasının bizler için yeterli olduğunu söyleriz; içten içe de keşke daha hoş olsaydı ne iyi olurdu deriz. İşte orada başlar çalmalar, hani ev alırken de sadece evin genel görüntüsüne takılırız ya şimdilerde deprem olgusundan sonra biraz biraz daha sorgular olduk ama yine de hoş görünen tarafı ile ilgiliyiz. Ama hiç itiraf etmeyiz hiç "iç ben"'le "görünen ben", "BEN'in mutluluğu için çalışmazlar sanki.

İş ararken bulmak zaten zor ya hadi bulduk diyelim, bize uygun olup olmadığını irdelemeyiz iş'tir deriz. Bir kaç ay sonra başlarız eleştiriye ya da oradaki davranışlardan hoşnut olmadığımızı söylemeye... Ben dinledim mi iç benimi bana söylemişti zaten doğru iş değil diye . Burada da da yaşamsal sorumluluğum ağır bastı "BEN'"i feda ettim ama neticede işim var. "BEN" tam mutlu değil.

Bir arkadaşım yok, birlekteliğim yok diye hayıflanırken ortada bir yerde sanki birini bulmuş gibi oluruz "iç ben" ve "görünen ben'in farklı düşünmesine rağmen ilişkiye gireriz bir süre sonrada gerçek "BEN" isyan etmeye başlar.

Ailemizde, anne ve babamıza kendi düşüncelerimizi değil onların düşüncelerine uygun hareket ettiğimizi gösterir veya davranırız halbuki "iç ben" ve "görünen ben" kavga etmekte ve BEN acı çekmektedir. "BEN" , "görünen ben"'e kızar öyle düşünmüyordu "iç ben"'im diye. Bu "BEN" deyilim. "BEN" bundan dolayı acı çekiyor.

Kendimize uygun sandığımız guruplara gireriz ya da guruplar oluştururuz ve "BEN" birden o topluluğun uyguladığı doğrular ve sınırlamalar veya hoşgörüler ile sınırlanır. Bir süre sonra da oranın "BEN" uygun olmadığını anlarız ya ayrılırız ya da BEN'den vazgeçer, akışa ayak uydururuz.

En son oy verdik. Nasıl verdik?. "İç ben" , "görünen ben"'le kavga etti, tartıştı; "BEN"'de oy kullandı. Umalım bu "BEN" rahat etmiş olsun.

Yukarıda yazılanlar karmaşık gelmiş olabilir. Nasıl daha net yazılır onu da bilmiyorum. Ancak bireyin kendisi dışında kimse suçlu değil. Kendi "BEN"'imize dürüst olamıyorsak başka "BEN"'lere nasıl dürüst olabiliriz ve nasıl sevgiyi, huzuru sürekli kılabiliriz.

Çocuklar şanslı onlar "BEN" leriyle davranıyorlar o yüzden onları daima seviyor ve bağışlıyoruz. Neden bu şansı kendi "BEN"'imize de vermiyoruz.

Ne olur "BEN"'lerimize ŞANS verelim ve deneyimleyelim.

Şans , sağlıkla olsun, BEN mutlu ve huzurlu olsun.

TULUĞ BAŞAR

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Esterabim

Ortaokul çağlarımda kendimi ararken tanıştım galiba onunla. Hiç tanıdık gelmeyen şeyler yaşıyordum kendimde. Kendime yabancı gibiydim. Hızla değişiyordum. Saçlarım hiç tahmin etmediğim kadar kıvırcık olmuştu. Saçım başım, aklım fikrim her şey arap saçına dönmüştü. Nasıl, ne zaman hayatıma girdi bilmiyorum ama girdi işte. Ne zaman daralsam, ne zaman başa çıkamasam hemen ona koşar oldum. O bana anlatıyor, ben onu dinliyordum.

Dün gece bir rüya gördüm. Hayırdır inşallah. Güller açmış bir bahçede ne kadar güzeldin, yanıma geldin. Bana elini uzattın, tutar mıyım diye baktın. Şunu bil ki unutmadım, çok sevdim inan ki, şu sözlerini....Hare krıshna, krıshna krıshna hare hare. Bu sözlerle huzur buluyordum. Huzur. Gerçek ve nihai amaç. Huzur'u bu dünyada bulmayı kafama koydum. Gülümseyerek işe başlamak gerekliydi. Muhabbeti de lezzetli hale getirmek. Lezzetin sırrı çeşni keşfindeydi. Biraz acılı, biraz sarhoş, biraz limoni, biraz tatlı, biraz gazlı. Herkesin dilinden konuşabilmek gerekliydi. İllaki illaki ise, muhabbetim gerekirse şalgamlı da olabilmeliydi.

Bir sorunum olduğunda bir çok insanla konuşmanın durumu arap saçına çevirdiği açıktı. Gökyüzüne bakıp yıldızlarla konuşmanın en iyi çözüm olduğunu söylüyordu.

Bir derdim var dinleyin ey gökteki yıldızlar. Beni benden çalarak kaybolup gitti yıllar.
Kimse kimsenin içinde ne yaşadığını bilemezdi. Ne anlatırsan onu bilirdi herkes. Her şeyi anlatmak mümkün mü?

Kimse seni anlamaz olunca, kimse seninle sen olmayınca anlaşılıyordu her şey. Yalnızsın. Yalnızlığımı yıldızlarla paylaştım. Bir ben miyim perişan gecenin karanlığında. Yosun tuttu gözlerim yalnızlar rıhtımında. Bütün gece ağladım dalgalar kucağında. Bir beni mi unuttular uçup gitti martılar. Geceler, ben ve deniz yalnızlar rıhtımında.

Böyle durumlarda biraz sarhoş olmak, biraz saçmalamak, biraz dağıtmak hoş görülebilir bir şey olmalıydı. Dağıtmanın hoş görülebilir tarafını gördüm. Hepsini denedim. Ağladım, şarabi uyandım bir öğlen sıcağına, kızdım durduk yerde çayımı soğutan bardağa. Kimseyi bir daha duygularından dolayı suçlayamayacak kadar saçmaladım. Anlamak ve anlayışlı olmak için, hayata başkalarının pabuçlarından bakabildim. Kendimle dalga geçtim. Şaşkın sana ne dedim sen ne yaptın, dün gece gördüm seni ters yola saptın. Hatalarımı da sevdim.

Aşktan yana şansım yok, ağlıyorum derdim çok. Aşkımı kaybetmişim sordum sordum bulan yok.
Dün gece çok aradım aradım bulamadım. Kör olası çöpçüler aşkımı süpürmüşler.


Bahaneler sürü sepet. Gidenin gelmeyişine bahaneler bulmayı öğrendim. 'O başkaydı' dememeyi ve yeniden sevebilmeyi keşfettim. Sen başka değilsen, o başka olur tabi ki deli kadın dedim kendi kendime. Her insanın karşısında başkadır insan. Her aşka, her insana yansıması, dokunuşu başkadır. Başkalığın bende olduğuna kendimi inandırdım ve rahat ettim.

Aklın devreye ilk kez girdiği noktayı gördüm. Eskiye özlem başlar ya. Özlem taşar ya..Daha iyi anlaşılır ya her şey. Daha çok sevilir olur ya kaybedilen. Her seferinde, her başka tende daha çok özlenir olur, unutmaya çalıştıkça hatırlarsın ya onu. Pişmanlığın burada başladığını öğrendim. Soruların başladığı an, akıl devreye girdiği an anladım gerçek özlemin ne olduğunu. Eski aşkımı özlemenin çok akıllıca olduğunu keşfettim. Daha çok özledim. Geçmiş, şimdi, gelecek gibi parçalara bölmedim hayatı. Dünü bugünü yarını aynı anda yaşamak gerektiğini gördüm. Seneler, yaşlar, aylar hepsi tek bir anlama geliyordu: Benim hayatım. Sevdim, kaybettim, vazgeçtim, özledim, affettim. Anılar beni kızdırmaz üzmez, memnun eder oldu giderek. Rahat ettim.

Öyle bir geçer zamanki, dediğim aynıyla vaki. Birden dursun istersin, seneler olunca mazi.
Bir cevap buldun mu sorulara? Anılara kapılıp kalma, dünyanın da düzeni böyle.

Geçmişe takılı kalmadan yeniden, yenisini eskisini hepsini başka sevdim.
'O' başka, 'Bu' başka dedim sevdim.

Sevince....Sevince durma, durma koş ardından.... zaman yoktur git aşkı iste ondan.... Sevince tüm insanlar bir başka... durma dostum sen de yer ver aşka... Sevmek bil ki doğmaktır yeni baştan...aşık oldum galiba yavaştan...
................
Deli kadın..Hiç sen beni, anlamadın.
                                            Erkin Koray


mehtap_akdeniz@yahoo.com

 Has Kahveci : Tunca Tünay


Düşünmenin Dayanılır Ağırlığı…

          “ Her yanıt yeni bir soru olmadıkça
             Ne önemi kalırdı yaşamın….”
                                           Tuğrul Asi Balkar


Asi dostumdan armağan aldığım şiir kitabındaki birkaç dize aklımı kurcalamakta bir süredir. Kendimize sorduğumuz soruların yanıtları, yeni sorgulamalara yönelmedikçe, yaşamın anlamını yitirdiğini anlatan sözcükler bir şiir ustasının anlatımıyla dizilmiş. Ne eksik, ne artık bir tek sözcük yok içinde.

Birkaç kez okuduğum bu dizeler beni ikilem içinde bırakıyor. Bir yanım şair dostumu onaylarken, diğer yanım karşılarda dolanmaya başlıyor. Ve ben olabildiğine özgür bırakıyorum düşüncelerimi...

Sorgulama; yaşamla etken bir iletişim içinde olabilmenin doğal bir koşuludur. Aldığımız yanıtlarla üretebildiğimiz yeni sorular; “Öylesine yaşıyorum işte!” durumundan “yaşamımı yönetebilirim” durumuna geçebildiğimiz bir geçit açabilir yaşamımızda?

Her yanıt yeni soru oldukça yeni bir başlangıca adım olacaktır kuşkusuz. Sorgulama bittiğinde yaşamdan beklenti de bitecektir. Yaşamı yüreklice irdeleyebildiğimizde alacağımız yeni yanıtlarsa dünya görüşümüzü ışıtacak ve özgüvenimizi artıracaktır.

Ancak düşüncelerimin geldiği bu noktada aklım karışıyor. Nereye kadar sorgulamalı yaşamı? Bunun geleceğe yararlı olabilme sınırını nasıl çizmeli? Yaşamı sorgulamak geçmişi sorgulamaya yanaştıkça kendimizi suçlama ve dahası tarafsız olamayan bir yargılamaya yol açarsa ne yapacağız? Çoğumuzun ara ara yaşadığı bir olgu değil midir bu? Kendimize sorduğumuz soruları yüreklice yanıtlayamadığımızda özgüvenimizi de kaybetmek...

Ya doyurucu yanıt bulamadığımız sorular? Giderek bizi açmaza sokmaz mı?

Yaşamın bütününü soru ve yanıt yapmanın sınırı, onun bir parçası olmamıza engel olmadığınca yönetebiliriz yaşamımızı yanıtı beni rahatlatıyor da Asi dostumla uyuşacak mıyız bilemiyorum....

Tunca Tünay
15 kasım 2002
ttunay@superonline.com

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

A- ALT YAPISAL FARKLILIKLAR




Sattığı malların rakipsiz fiyatlarını ve cazip görünümlü fotoğraflarını içeren ürün kataloglarını düzenli olarak evinize ve işyerlerinize ulaştıran, fiyat avantajlarının yanısıra yapılan alışveriş tutarıyla orantılı ilave indirimler ya da armağanlar sunan dev süpermarket-lerin hizmetlerine kıyasla bir kenar mahalle bakkalının sunduğu hizmetler ne denli yavan, yetersiz ve güncel standartların altında ise…







günümüzün yönetim ve işletmecilik anlayışının ulaştığı boyutlara kıyasla mevcut kamu yönetimi anlayışımız da o nispette yavan, yetersiz ve güncel standartların altındadır.

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_23.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Ve Sebastian Dedi ki :

- “ De, get ‘lan ” ! . . ne garipti . . Bu Sebastian bazen GüneyDoğu ağzı ile cevap verirdi kendisine bazen İngilizce.

Yahu kimdi bu Sebastian ? Hepsi mi Sebastian ’dı, yoksa seçtikleri mi Sebastian oluyordu ? Sebastian köpeği idi . ! - ki , kim kimin köpeği belli değildi . ! Ama o köpek sanki oydu ve herşeyi onun gözü ile görüyordu. O, herşeyi herkesden saklayabiliyor ama Sebastian ’ dan saklayamıyordu. “ Caart ! ” diye söylüyordu herşeyi yüzüne Sebastian ; Ya da susuyordu ve ondan kendi kendine itiraf etmesini hatta sesli düşünmesini bekliyordu. Tanrım ! , nasıl bir köpek böyle olabilirdi ? Yoksa köpek kendi miydi ? Tabii ki değildi ; Ama bu yüzden bir köpek edinmiş olabilirdi. Nefes alamadığı zamanların temiz havası olabilir miydi Sebastian ? Boğulduğu aralıklarda kendi ile hesaplaşmalarının gerçekleştiği satranç tahtasında karşısında oturan oyuncuydu belki ama bu ihtimali de uzaklaştırdı hemen kafasından. Çünkü Sebastian sık sık “ Şah ” diyor ama yenilmesine izin de vermiyordu.

- “ Galiba çıldırıyorum ” dedi kendi kendine . .
- “ Hayır ! ” dedi Sebastian bu kez. . “ Korkma ; Çıldırmıyorsun ” diye devam etti. Sadece ayakta kalmayı öğretiyorum sana. Sen başaramamıştın , Tanrı yanına koydu beni .

“ Sana yardım edeceğim ” dedi Sebastian yemek kabına doğru yönelirken.
Bir kuru mama almadın ‘ lan , ne kadar artık varsa bana yediriyorsun diye homurdandığını işitti. Döndü baktı ; Hayır ; Bir şey söylemiş gibi değildi Sebastian. Biraz isteksiz gibi görünse de yemeği ile meşguldü.

Peki o homurdanma sesi nereden gelmişti ???

- yazmacı -

 Tadımlık Şiirler


YALNIZLIĞIN İHANETİ

uyandım
sıradan bir sabah değildi
o sabah elimi tutan sabah
bir eksik bir fazla
olabilirdi pek çok şey
belki de bana öyle geldi ama
yanılgı benliğimde, usumda
olan bir şey
kendimden fazla yanılamam
parmaklarımda kahve fincanını
hissedip dudaklarıma götürdüğümde
tadı biraz sensizdi
içmedim
hüznüm fincanda kaldı

Önder SAYAN

..........<>..........

ÇIĞLIK

ilk kez gökkuşağını görüşüm kadar
renkli olsaydı keşke her şey
gündüzler yalansız
akşamlar dingin
o mavimtırak deniz kadar büyülü
ve eşsiz günler şimdi çok uzak
neden sorguluyoruz ki zamanı
hayat metanetli midir ki bizim kadar
en umulmadık yerde tadı kekremsi
en iyi yolculuğu sürgün
ilk kez gökkuşağını görüşümle
başladı her şey
sonrası... kocaman gözlü bir karanlık

Önder SAYAN

 Biraz Gülümseyin


Mühendiz

Kayseri'nin bir köyünde imece yöntemiyle yol yapılıyor. Bunun için de eşekten yararlanılıyor. Eşek hangi yolu izlerse, orası genişletip araba yoluna dönüştürülüyor... Köye gelmiş olan Amerikalı Barış Gönüllüsü, ne olup bittiğini kavrayamadığı için sorar :
- "Ne yapıyorsunuz böyle?"
- "Yol yapıyoruz."
- "Bu eşek ne için?"
- "O, yolun mühendizi. Yola uygun geçeneği o gösterir."
Barış Gönüllüsü katıla katıla güler :
- "Ya eşek bulamasaydınız?
- "İşte o zaman Amerika'dan mühendiz getirirdik!"

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.kokogiak.com/projects/seawft/reveal_3.html
Two panoramic photographs of the waterfront of Seattle, Washington, taken from the same vantage point - 95 years apart. They are presented in three different sizes and four different methods, to accomodate many viewers' preferences... Gerçekten çok hoş resimler.

http://intertran3.tranexp.com/Translate/
Tam anlamıyla güvenilir olmasa bile toplam 28 dilde karşılıklı olarak tam metin çeviri yapabilen bir çevirmen. Hatta sadece url yazarak web sayfası çevirisi yaptırabilmek de mümkün.

http://sj.blacksteel.com/
Bu sayfayı yorumsuz olarak gönderiyorum. Dünya alem delirmiş diyenler için bol miktarda deli gömleği.

http://www.segmation.com/SegPlayChoose.shtml
Bir sanatsal çalışmayı kendiniz boyamak istermisiniz? Tabiki evet. İşe size fırsat; resminizi seçin ve numaralandırılmış tablo üzerinde boyamaya başlayın neredeyse paintbrush kadar basitleştirilmiş program sayesinde işiniz gerçekten kolay.

 Damak tadınıza uygun kahveler


MRU-Blaster v1.3 [395k] W9x/2k/XP FREE
http://www.wilderssecurity.com/mrublaster.html
Bilgisayarınızda çok özel dosyalarınız varsa veya internette dolaştığınız sayfaları bir başkasının görmesini istemiyorsanız size uygun bir program. Sizden sonra bilgisayarı kullanacak kişinin, sizin bıraktığınız izleri görmemesi için her türlü donanıma sahip. Bilgisayarınızda kullanım sırasında oluşturulan, MRU(Most recently used) "En son kullanılanlar" listelerini arayıp buluyor ve bunları siliyor. Böylece arkanızda hiç iz bırakmıyorsunuz. Eee, güzel değil mi?
http://kmarsiv.com/sayilar/20021118.asp 18 Kasım 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com