|
|
|
20 Kasım 2002 - Kaytarıyorum |
Merhabalar,
"Düşündüklerinizi söylemek iyidir. Söyleyeceklerinizi düşündükten sonra söylemek daha da iyidir. Credo" Dün ekran karşısında geçirdiğim 16 saat boyunca düşünmeye pek fırsat bulamadım. Credo'nun dediğini yapıp düşünmek için sizden izin istiyorum. Başım yastığa ulaşmadan önce geçecek olan o upuzun 3 saniye boyunca düşünmeye epeyce vakit bulmayı umuyorum. Affınıza sığınarak bugünlük kaytarıyorum. Çukulata tadında bol köpüklü kahveler hepinize...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen SORUN |
|
Geçen hafta Cuma öğleden sonra çalışmak için bir müşteriye gittim. Kendimce bir takım hesaplar yaptım ama bildiğiniz gibi evdeki hesap çarşıya uymadı ve gecenin 02:00'sinde ancak evime dönebildim... Gerçi özlemişim böylesi çalışmaları. Geçniş yıllarım hemen hemen hep böylesi çalışmalarla geçmiştir. Çoğu geceler misafirliğe giderken çalışmak üzere şirkete döndüğümü hatırlarım. SORUN var ! Neden sanki bu SORUN denen illet hep bir programı olduğu zaman çıkar insanın ? Dün gece çıksa ya, PTT ( pijama, terlik, televizyon ) vaziyetinde evde oturuyorum, yok çıkmaz, babamlar misafirliğe gelir, ben eve gelemem, illa o gün çıkar bu SORUN ? Hani insanın diyesi geliyor :
Lannn ! Oğlum SORUN !
Aklından var mı ZORUN ?
Neden önemli bir gecemde
Hep karşıma ÇIKIYORSUN ?
SORUN böyle bir şey işte ! En umulmadık bir anda doğar, köprünün üzerinde bile doğduğunu hatırlarım. Düşünsenize tam yola çıkmışsınız o saate kadar sorun yok, yarım saat içinde köprünün ortasına geliyorsunuz, zırrrrrr telefon :
- Aloooo ! Buyrun ?
- Efendim, bendeniz SORUN ?
- Hayırdır inşallah ? Ne sorunu ?
- Yafu ! Beni çok iyi tanırsınız SİZ ! Rahatsız ettim ama gerekiyor işe DÖNMENİZ...
- Bela mısın kardeşim SEN ? Köprünün ortasındayım şu anda BEN...
- Ben sorunum çözülmezse ÖLDÜRÜRÜM, adamı köprü ortasından DÖNDÜRÜRÜM..
Çoğu gecelerimin arkadaşıdır bu sorun hazretleri. Uyku filan dinlemez, gecenin 03:00'ünde bile peşimdedir ve bu çok hazin bir durumdur. Uykunun en tatlı yerindesin, operatör genç aramış, onlar da alıştı, biliyorlar ki ilk 15 dakika havadan sudan sohbet olacak, adam ayamadı ki daha ! Gecenin bir yarısı böyle telefonlar ile zaten incecik şu duvarlar, düşünemiyorsun işte. Meraklı komşu Ayşe'nin de uykusu pek hafifmiş, her gece benim muhabbetleri dinlermiş meğerse. Evvelki sene taşındı, vedalaşmaya geldi, bana şakır şakır geceleri neler konuştuğumu anlatmaz mı ?
- " Gerçi çoğu kelime kodlama gibiydi, bişey anlamadım ama şöyle şöyle birşeylerden söz ediyordunuz, yarım saat kadar konuştunuz...
" Tamam kızım, sen artık Sistem Programcısı oldun bence, fazla iş çıkarsa senin telefonunu verecem artık ! " diyebildim.
Cuma gecesi de yine sorun karşımdaydı, ertesi gün arkadaşlar gelecek, ilk defa geliyorlar, hazırlanmam gerek, börekler açmalıyım, alışveriş yapmalıyım. Ama sorun bu dinlemez ki, halden anlamaz ki ! En çok alıştığım özelliği de sorunun ne zaman çözüleceğini hiç bir zaman bilmediğiniz konusu ve bunu çözmek için de benliğinizin otomatik olarak UYUMAYACAKSIN komutu ile sarmaş dolaş olması. Bir de bakıyorsunuz ki; sorun çözüldü, gel gör ki uyumanız ne mümkün, o şartlandı artık, sabaha kadar al takke ver külah.. Koyunlar sayılsa da, sarhoşlar ayılsa da, gözleriniz uykusuzluktan bayılsa da şartlı refleks işte.. Çaresiz sabahladık, buna rağmen öğleden sonrası konuklarını ağırladık. Yine program yapmışım, alışkanlık işte, 20:00 gibi giderler herhalde !
Lingo lingo şişeleeeeeer ! Giden miden yok, hey allam ! Laf hem lafı hem şişeleri açıyor, sohbet de pek keyifli, dostlar sanki 40 yıllık, neyse, 12:00 civarında gittiler... Pazar günü veli toplantısı, iftara yemek davetlisi, hiç gidesim yok, ama söz verdim, yan çizmek olmaz.. Ah ! Oğlumun yerinde olmak var idi, o da söz vermişti ama son dakika çark etti..
Fener'in maçı desem, hatta 7 tane atacas desem, ne eşim inanır, ne ben..!
Kahve Molası yazıları... İyi bir bahane olmaz mı ? Onu da yemes bu kadın ! Zamanında yazsaydın, son güne sıkıştırmasaydın der ! Fırça yemektense isyan duygularımı içime gömerim daha iyi. İyi de bir kez de benim için çıksana ortaya..! Ne zaman ben istesem, sen ortalıkta yoksun, hep karşıma çıkarsın, koluma girmezsin sen ne biçim dostsun ?
İlan vermeye karar verdim :
" Pazar günlerim için bir SORUN arıyorum ..! İstediğim saatte uyanacağım, kahvaltımı aheste beste yapacağım, gazetelerde boğüulacağım, bulmacalarda yorulacağım, yazılarımı yazacağım, maçımı seyredebileceğim, boyu boyuma, yaşı yaşıma uygun bir SORUN yok mudur ? "
asesen@turk.net
|
Kahveci Ozan : Ozan Özkaracan |
Kırmızı Saçlı Kız’a...
Kıpkırmızı
Kırmızıydın.. Rengin kadar karanlıktı gölgen, ışığınsa bir o kadar parlak.. Güneşsiz günlerimde tanımıştım seni, o zamanlar ışığa düşman, geceye dost bir takvimin kenarına sızan bir mum yanığı gibi hissetmeni sağlayan kendi islerimdi aslında.. Yıllarca, yaşamlarca kovaladığım gökkuşağı seferlerinin uzun bir nefes alımlık durağıydı rengin içimde ve hiçbir zaman sana renkli sözcükler sunmayacak kadar önemsiyordum seni.. Yoruyordım seni kendi yangınlarımda, kendi depremlerimde dinlendiriyordum.. Her gidişin bir düğündü benim için, başka başka aşklarda kendi saflığını araman yüreğime sürülmüş kına rengindi.. Kırmızıydın, hatti beni aşan detaylarda bile kendini barındıran bir kırmızı.. Oysa ben mekansızlığı seven beynimin seyahatlerini ancak yüzeyindeki parıltılar kadar erteleyebiliyordum.. Kendi olmayı unutmuşluğumun bir darbesiydi yüreğindeki ay tutuluşlarındaki bulutların gölgesi..
Renk oburu bir zamandı yaşanan, zaman arsızdı, doymak bilmezdi zaman.. Senin vejeteryan duygularına biraz tersti arsızlığım, sen huzurdun, bense kayboluştum.. Dipsiz bir kuyuya uçurduğun umutların ses veriyor mu bugün acaba yüreğine, yankılar renkleniyor mu beyninin en ucra köşelerinde bilemiyorum ama zamanı dondurduğum kırmızı siyah fon hala hararetli, hala içten cümleler fısıldıyorsa hala kırmızısın demektir.. Kimbilir ne çok renk bulaşmıştır göğüne, içinde ne çok bulutla geziniyorsundur.. En çok merak ettiğim hala sağnak mı yağışların, güneşin yakıcı mı, güzün hüzünlü, ilkbaharın candan mı.. Kırmızı bir mevsim dörtgeni varlığını özlüyorum bazen, özlerken güçsüzleşiyorum, sonra kafamı çevirdiğim uzak ufuklardaki kızılımsılığa sarmalıyorum yüreğimi, uzaklarından, uzaklarınla içimi ısıtıyorum.. Acaba sesimin o şehirde yankılandığı hatıralar çıkıyor mudur yoluna, gönderdiğim kokular seni sarmalıyor mudur..? Acaba şehirdeki bırakılmışlıklarımı sahipleniliyor mudur?
Cümleler arasına gizliyorum seni, adını anmıyorum, kendini arayıp bulmanı istiyorum satır aralarımda, kendini hatırlamanı ve bana kendimi hatırlatmanı istiyorum.. Yine yükler koyuyorum sırtına, yine sana özünün bildiğin limanları keşfetmen için yollar açıyorum.. Biliyorum, artık eminim, ruhuma dair bir yeniden karşılaşma senaryosu seninle yaşanan ve son satırın yeni satırları müjdelediği bir bitmezlikle tanıyorum seni.. Tanıdıkça daha çok özlüyor, tanıdıkça daha çok yaklaşıyorum.. Gövdenin kocaman salıncağında huzurla sallanarak gelecekten geçmişe bir yolculuk serüveni tadında yol alıyorum zamanda..
Seni cümlelere giydirmek, rengine ağıtlar yakmak misali sanki, kelimeler ağlaşıyor öksüzlüğünde, bir gülüşün, bir kızışın, bir de huysuz sevimliliğin canlanıveriyor beynimde.. Ne çok birikmiş kırmızı hediye paketleri kalmış senden geriye, senden ne çok hediye gövdemde.. Yalnızlığımı sarmaş dolaş sarmaladığım hediye ayıcığının boynu büküklüğüne benzer bir fiziksel uzaklık şarkısı sanki takvimin sen sonrası eskiyişleri..
Kırmızı bir hüzün, kırmızı bir özlem adın şimdi..
Ozan Özkaracan
|
Ben arabam ve eşim
Ben yıllarca araba kullanmayı isteyip bir türlü kullanma cesaretini bulamayan biriyim. Her Türk kadını gibi ehliyetimi hemen alıp, yıllarca kimlik yerine kullandım elbette. Geçen yıl bir arkadaşımın da doldurmasıyla nasıl olduğunu anlamadan bir hafta içinde araba aldım, hoca buldum, derslere başladım.
Hoca, bizim şirketten bir iki arkadaşa da ders vermiş, gençten biri. Cumartesi ve Pazar sabahları saat 09.00 gibi arabayı bıraktığım otoparka geliyor, ben yanına oturuyorum, karşıya geçiyoruz. Bostancı'ya yaklaşırken direksiyonu bana bırakıp, "Hadi bakalım" diyor. Sahil yolunda ta Pendik'e kadar gidip geliyoruz. Böylece ben şeridimde gitmeyi, kırmızı ışıkta durup kalkmayı, vites değiştirmeyi, sağ veya sol şeride geçmeyi öğreniyorum. Övgü de alıyorum. Şerit takibim çok iyiymiş. Bazı öğrenciler şeritten ayrılmadan gitmeyi bir türlü beceremiyormuş. Hem seviniyorum, hem de acaba beni gaza mı getiriyor diye düşünüyorum. Çünkü bomboş sahil yolunda aynı şeritte gitmek bana hiç zor gelmiyor. Bu çalışma bir kaç hafta sonu sürüyor. Sanırım dördüncü hafta sonu hoca otoparkta arabayı bana bırakıyor. Karşıya ben geçiyorum. O gün yine bir kaç tur attıktan sonra bana yolu tarif ediyor ve Dragos'a gidiyoruz. Orayı bilenler bilir, acaip yokuşları var. Ben de o gün öğrendim. Yokuşta dur-kalk çalışıyoruz. Günlerden Pazar, kahvaltı üstü kahve saatleri. Benim bir kalkışım var; yer gök inliyor. Araba stop etmesin diye abanıyorum gaza. Biraz sonra ortalık yanık lastik kokuyor ama ben arabayı stop ettirmeden, kaydırmadan durup durup kalkıyorum.
Bir sonraki hafta Cumartesi günü arabayla Kilyos yoluna gidiyoruz, virajlı yolları öğreniyorum. Ertesi gün Karaköy-Tarlabaşı civarında dolaşıyoruz, ara sokakları öğreniyorum. Dönüşte hoca "Tamamsın" diyor ve ekliyor: "Sakın beni Akmerkez'e giderken falan çağırma!" diye. Meğer kadın öğrenciler dersi bıraktıktan sonra, arada bir arayıp, çalışmak istediklerini söylüyor, hoca gelince onunla örneğin Akmerkez'e gidiyorlarmış. Yolu bilmedikleri ya da bir türlü tek başlarına trafiğe çıkamadıkları için kendisini kullanan bu kadınlara hoca öyle kızgın ki bana peşin peşin tembihliyor.
Şimdi işin bir de öteki yönü var. Benim eşim araba kullanmaz. Asla heves etmez. "Tüm taksiler benim arabam, ne yoracağım kendimi" diyenlerden yani. Acı tarafı benim kullanmamı da istemiyor. Çünkü korkuyor. "Ben şimdi her gün seni düşüneceğim. Her gün işe sağ salim vardın mı diye aklım sende kalacak." diye söylenerek benim cesaret beklediğim günlerde vazgeçirmeye çalışıyor. Arabama binmiyor. Binsin istiyorum ama onun tavrından ötürü gururum öne çıkıyor. Umurumda değilmiş gibi davranıyorum. Binsin istiyorum çünkü adam teorik olarak arabayla ilgili her şeyi biliyor. Arabama yeni yeni binmeye başladığı günlerin birinde ben parktan çıkıyordum, o da bana arkadan "gel, gel" diyordu. Vitesi geriye alıp, hafifçe gaza bastım, hoplayarak hareket ettim. Arkadan gayet sakin seslendi: "El frenini indir de gel" diye. Yani gerçekten işi biliyor. Yanımda oturması bile bana yetecek ama inatlaşmışız bir kere, bende de inat on numara, asla geri dönmem. Ama ben bu işi öğreneceğim. Bir iki yıl kullanayım, sıkılırsam bırakırım. Hocayla Kilyos'a gittiğimiz gün bizimle gelen oğlum şoförlüğümü pek beğenmedi. Bir kaç kere "İnanamıyorum anne" deyip espriler yaptı, hocayla birlikte güldüler. Onun da alacağı olsun. Bu işi öyle bir öğreneceğim ki utanan siz olacaksınız.
Hocayı bıraktıktan sonra düzenli olarak arabayı kullanmaya çalıştım. Şirketten bana yakın oturan bir arkadaşımla işe beraber gidip gelmeye başladık. Her gün aynı yolu izleyerek Nişantaşı-Maslak arasında gidip geliyorum. İşin zor kısmını hala yapamamıştım. Kimseye söyleyemiyor ama bir türlü tek başıma çıkmaya cesaret edemiyordum. Bir sabah tüm cesaretimi toplayıp çıktım. Otoparka yürürken içimden bir ses "Deli misin ne canını sıkıyorsun, git evinde rahat rahat otur, kahveni iç" diyor, burnuma kahve kokusu geliyor, diğer ses "Sakın ha, çıkmak zorundasın, bunu yapmak zorundasın" diye bağırıyordu. Kendimle çok savaştım ama kazandım. O gün tek başıma çıktım. Gerçi yine işe gittiğim yolu kullandım, aynı yere park ettim, bir sigara içip döndüm ama olsun. O kış düzenli olarak işe gidip geldim. Her gün aynı yol ya artık gözü kapalı gidebilirim gibi geliyor. Disiplinli biri olarak bazı kurallar edindim: Levent'e yaklaşırken, sağ şeride geçmeli, yoksa kendini ikinci köprü yolunda buluyorsun. Sağdan gitme minibüsler bir duruyor, arkasında kalıyorsun, işin yoksa bekle hareket etsinler diye! Radyoyu açarken dikkat, direksiyon sağa kaçıyor. Tem yolunun ordaki köprüye gelirken yavaşla, yokuş yukarı çıkacaksın, vites küçült. Aman bir arayan olur, cep telefonunu yola çıkmadan çantadan çıkarıp yanına koy. Konuşamasan da kimin aradığını görürsün.
Derken büyük gün geldi, kayınvalideme gideceğiz, karşıya. Tabi eşim -henüz arabama binmemiş- istemiyor ama baktı ki ben yılmadan devam ediyorum desteklemek lazım diye düşündüğünden olacak "Arabayla gidelim" dedi, takımı 3-0 yenik taraftarın ses tonuyla. Ben belli etmiyorum fakat sınava girecekmişim gibi heyecanlıyım, bacaklarım hafiften titriyor. Biliyorum başıma geleceği, eşim her hareketimi kontrol edecek, gözlerini hep üstümde hissedeceğim. Oğlan arkaya geçti, eşim yanıma oturdu. Çıktık, trafik var ağır ağır gidiyoruz. Fulya'ya indik, Yıldız'dan çıkacağız. Yokuşa girdim, on metre gitmeden trafik durdu. Arabada çıt yok. Biliyorum ikisi de yokuşta nasıl kalkacağımı düşünüyorlar. Bilmiyorlar ki Dragos'ta bir saat sırf buna çalışmışım. Öndeki araba hareket eder etmez yüklendim gaza, valla en fazla 20cm kaymışımdır. Bağıra bağıra kalktık. İkisi de konuşamadı. Trafikte ağır ilerleyerek köprü yoluna girdik. Ben direksiyonu nasıl sıkıyorsam parmağımın yüzüğe değen köşesinin hafif hafif su toplamaya başladığını hissediyorum. Gıkım çıkmıyor. Köprü gişesine tam yanaşamadım, parayı nerdeyse ayağa kalkarak uzattım ama sonra öyle bir gaza bastım ki, heyecandan olacak kimse bunun üstünde durmadı. Eşim tedirgin oturuyor, devamlı sağı solu kontrol ediyor, bana da arada sırada aynaya bak uyarısı yapıyor. Sırf onun gönlü olsun diye aynaya bakıyorum, ama ne gördüğümün bile farkında olmuyorum.
Köprüden sonra yol rahat, hocayla geçişimden biliyorum. Yalnız ikinci Ankara sapağında dikkat edeceğim: Sağdan gidersen Ankara yoluna otomatik olarak giriyorsun, sonra nasıl dönülüyordu unuttum. Onun için hemen sol şeride geçtim. Sağımdan solumdan arabalar vızz diye geçiyor, mecburen ben de gaza basıyorum. Arabayı 5. vitese almak lazım. Bir kere almıştım. Beşe alayım da "beşten dörde nasıl alınıyordu bu meret" gibi düşünceler üşüşüyor kafama. Zaten içimdeki ikinci bir ses heyecanım azmış gibi devamlı kafamı karıştırıyor. Motor fena bağırmaya başladı. Güven veren bir hareketle aldım beşe vitesi. O ne, öndeki arabaların fren lambaları yandı. Yavaşlamam lazım. Eşimin gözü viteste, düşürmemi bekliyor. Biliyorum alamayacağım dörde, eminim bundan. İyice yavaşlayıp, üçe aldım, durumu kurtardım. Yani ben öyle sanıyorum, çünkü dışardan kendimi izlemediğim için yüzümü göremiyorum.
Hani Fenerbahçe Stadına gelirken keskin bir viraj vardır. Oraya yaklaştık, eşim "Viraj var, yavaşla biraz" dedi. Ben viraja yaklaşırken dördüncü vitesteydim, eşim yavaşla deyince önce vitesi üçe aldım, sonra frene yavaşça bastım. Güven bana diyen bir ifadeyle gülümseyerek eşime baktım, viraja girdim. Ben sağa dönerken arabanın arkası sola dönüyor gibi zıpladı, yerine oturdu. Kimseden ses çıkmadı. Yavaşlayarak dönmeye devam ettim, viraj bittiğinde yoğun bir trafiğin içine girdik. Neşeli bir sesle "Radyoyu açiim mi?" diye sordum. Oğlan arkadan Power Türk istedi. Eşimden istek gelmedi. Mustafa Sandal eşliğinde devam ettik. Ben artık gayet rahatım. Direksiyonu sımsıkı kavrayan bir elimle müziğe tempo bile tutuyorum. Bu yolda da ortadan gitmeye gayret edeceksin. Soldan devamlı yola katılanlar, duranlar oluyor. Kısa sürede kayınvalidemlerin sokağına geldik, yirmi dakikada çabucak park edip eve girdik. Eşim üstüste üçüncü sigarasını içerken, ben şakımasını engeleyemediğim bir sesle kayınvalideme Kızıltoprak'taki yoğunluk olmasaydı daha çabuk geleceğimizi anlatıyordum.
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Nasıl ki demiryolu taşımacığında elektronikleşme ve yüksek hızlı trenler sayesinde eski hatların pek çoğu devre dışı kalmışsa…
mevcut kamu yönetimi anlayışımız ve onun bir uzantısı olan memuriyet sistemimiz de, icat olunan yeni türleri karşısında yararlı vasıflarını tümüyle yitirip yerinden kalkmaz bir ağırlığa dönüşen, bir zamanların en önemli buluşu olan taştan tekerlek gibi, tarihsel görevini başarıyla yerine getirip miadını doldurmuş insan yapısı bir ürün olarak insanlık tarihini müzesindeki yerini almalıdır.
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_25.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 2.875 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
İÇİNDEN DOĞRU SEVDİM SENİ
İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından
Yerleştir bu sevdayı her yerine
Yüzünde ter olan su damlacıklarının
Kaynağına yerleştir
Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
Gül taşıyan cocuğuna yerleştir
Ve omuzlarına daracık omuzlarına
Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten
Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir
Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe
Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne
Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun
Kar taneleri gibi uçuşan
Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
Yerleştir bu sevdayı her yerine
Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
Sevdayı
Ve köpüklendir
Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
Var eden kendini birincisinden
Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren
Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
Tanımadığın bir ülke gibi
İçinde yaşamadığın bir zaman gibi
Tam kendisi gibi mutluluğun
Beni bekliyorsun
Ve onu bekliyorsun beni beklerken.
Edip CANSEVER
..........<>..........
SENİ GÜNLERE BÖLDÜM
Seni günlere böldüm, seni aylara
Daha yıllara, yüzyıllara böleceğim
Ve her zaman söyleyeceğim ki beni anla
Böyle eskitilmiş de olsa bu kalbi
Minesi çatlamış bir diş gibi durduracağım karşında.
Şiirler söylenir, şiirler biter
Biz bu sevdayı neresine sakladıktı sen ona bak da
Kahverengi avuçlarına mı gözlerinin
Tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınlığa.
Bütün günler yenileşir her bekleyişte
Ve bütün dünler, bütün geçmişler
Kapını açarsın ki bir de, hiç kimseler yok
Çaresiz, benim sana gelişim de hep böyle.
Dün akşama doğru turuncu bir bulut geçti
Sonra bütün bulutlar hep birden geçti
Anılar, anılar, belki hepsi bir kelime.
Edip CANSEVER
|
|
Şaçma Sapan Sorular - Muhtar'a ithafen
- Uykusunda ölen bir insan, ertesigünün sabahına kadar bunun farkına varamaz, değil mi doktor?
- En genç olan oğlunuz, hani şu yirmi yaşında olan kaç yaşındaydı ?
- Resminiz çekilirken neredeydiniz?
- Yalnızmıydınız yoksa kendi başınızamıydıynız ?
- Savaşta öldürülen kardeşinizmiydi yoksa sizmiydiniz?
- Sizi öldürdümü ?
- Çarpışma esnasında araçlar arasındaki ne kadar mesafe vardı?
- Oradan ayrılana kadar oradamıydınız ?
- Kaç kere intahar etmeyi başardınız ?
Bura nere ola ki???
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.camocagi.org "Kumla ateşin dansına keyifli sohbetlerin eşlik ettiği sıra dışı bir mekanda camla ve doğayla başbaşa iki hafta geçirmek isteyen herkesi Cam Ocağı’na bekliyoruz." Böyle diyor cam dostları. İlginç ama hoş uğraşlar arıyorsanız mutlaka ziyaret edip bilgi almanız gereken bir site.
http://www.janeresture.com/kiribati_canoe/history.htm Kiribati adası yerlileri kanoyu nasıl yapar merak edenlere hoş bir kaynak. Nerden çıktı şimdi bu demeyin aynı kaynaktan ulaşabileceğiniz tahiti kartpostalları arşivini de ayrıca tavsiye ediyorum.
http://www.bina-art.de
Tamamen resim çalışmalarından oluşan bir sanat galerisi. tabiki sadece yağlıboya çalışmaları değil... Site ana dilinin almanca olması kesinlikle sorun yaratmıyor. Hepimiz biliyoruzki resim de müzik gibi evrensel bir dile sahiptir.
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/Avrupabirligi/avrupa.htm
...Die Welt gazetesinde (23/08) "Türkiye, AB Üyeliği İçin Forma Sokuluyor" başlığı altında ve Zafer Şenocak imzasıyla yayımlanan bir yazıda... Başbakanlık basın yayın ve enformasyon genel müdürlüğü resmi sitesi.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
NoCache v1.33 [64k] W9x/2k FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105544
Internet Explorer üzerine hoş bir araç eklentisi daha. Dial up bağlantınız kesildiğinde tüm geçici dosyaları otomatik olarak siliyor ve cache'i temizliyor. Böylece ardınızda hiç iz bırakmıyorsunuz. Siz de bu kıyağımı unutmuyorsunuz.
|
|
|