KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator

 21 Kasım 2002 - Korkunun ecele faydası var mı?


Merhaba Kahveciler,

Maşallah hepimiz adamların başımıza oturmasını bekliyormuşuz da haberimiz yokmuş. Sadece biz değil baksanıza dışardakilerin de bir kırmızı halı sermedikleri kaldı. Tayyip Bey kuş misali çat orda çat burda. Senelerce bu günleri beklemiş gibi, fırsat bu fırsattır diyerek el sallayana iadei ziyarette bulunuyor. Şimdi Allahı var, fena da olmuyor. Adama çapsız, yetersiz dedik ama baksanıza karizma binbeşyüz maşallah. Eee, aldın mı bu kadar gazı, abanacaksın dibine kadar. O da öyle yapıyor işte. Kopenhag'a kadar ziyaret edilmedik kapı, yenmedik yemek kalmayacak anlaşıldı. Ben yiyemiyorum bari o yesin. Evet ya yiyemiyorum, ne kötü değil mi? 90 okkadan sonra yememek iyi güzel de, yemeye engel koyan beyin değil de diş olunca kötü. Bildiniz, dişlerimden yana dertliyim bu sıralar.

Hayatta çok korktuğum 2 şey vardır. Başkalarını burada anmak istemiyorum ondan 2 dedim, yanlış anlaşılmasın. Birincisi yılandır. Yalan değil yılan yılan, hani şu kıvrıla kıvrıla giden soğuk nevale, ığğğkk. Diğeri ise dişçi koltuğu. Yılandan uzak durarak işin üstesinden geliyorum. Ama koltuğa zaman zaman oturmam gerekiyor ya işte o zaman ben de kan, ilik, safra çekiliyor. Acıya, sızıya, ağzımda oluşan mağaralara aldırmadan erteledikçe erteliyorum. Dayanılmaz olunca da, çivili fıçıya sokulmaya çalışılan forsa misali, ittire kaktıra gitmek zorunda kalıyorum. Beni gören dişçiler, suratımın gri halini görünce, "Siz yanlış geldiniz, sizin dahiliyeciye gitmeniz gerekiyor" diyorlar genellikle. Koltuğa oturduktan sonra ayrı bir devre başlıyor. Sıkıla sıkıla kazıklaşmış eklem devresi. Kimi zaman çözülmem için çimdik atmaları gerekiyor. Bir keresinde ağzımın içine elini sokmaya cüret eden bir dişçinin eline kapanan çenemi açmak için yüzüme su bile atmışlardı. Adamcağız, sesini çıkarmadı ama biraz daha geç kalsalardı kesin yemiştim elini. Anlıyacağınız durum bu kadar vahim.

Bu korkumun miladı, 20 sene öncesine gidiyor. Üst tarafta minnacık bir bölümü ayakta kalan ama 3 santimlik kökün çenemin içinde 2 tur attığı azı dişimi çektirmek için bir doçent abimizden randevu aldım. Yarı ameliyatvari bir operasyon olacağı için tam teşekküllü olsun diye üniversite hastahanesini seçtim. Anestezi faslı bitip, ben yüzümü hissetmemeye başlayınca operasyon başladı. Doçent abim ya allah ya bismillah diyip bir girişti, tam girişti. Olan oldu tabi. Tek tutunacak dal olan parça da elinde kalıverdi. İşte bundan sonra olanları ne siz sorun ne ben söyliyeyim. Yok söyliyeyim. O, 3 santimlik sağlam diş kökü, benim ağzımdan tam birbuçuk saatte, once kırıla, sonra cımbızla toplana toplana temizlendi. Elindeki tornavidayı sokup bir parçayı kırıyor, sonra cımbızla alıyor. Ağrı sızı yok ama sanki birileri beyin hücrelerimi çalıyor. Kırılırken çıkan sesler beynimde ramazan davulu gibi. Sonunda bitti ama ben de bittim. İşte o gün bu gündür, koltuk dendi mi kasım kasım kasılırım. 2 senedir rahattım ama 3 gün önce sabah bir uyandım, ağzımda yepyeni bir dehliz. Eyvah dedim işte işkence başlıyor. Gittikçe ağırlaşmaya ve bugünde kulaklarıma vurmaya başladı üzerinize afiyet. Yok mu yahu şu işin sezaryen çözümü. Bayıltıp alsınlar ağzımda ne varsa bende hepten kurtulayım. Hayır bir de masraflı oluyor. Diş tedavi, dolgu falan neyse bir de ardından fizik tedavi, tam tüy dikiyor. Şimdi ben 1-2 gün kendimi hazırlarım, sonra da çaresiz gidip bir koltuğa otururum. Eyvah ki ne eyvah!!. Aman ha, siz siz olun, dişinize, kuşunuza sahip çıkın...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat


ARKADAŞIM AŞIK OLDU...

Bu başlık da bir "ilk" için biraz tuhaf oldu!

Kusura bakmayın, ama başlıyorum işte. Hem de hayatımda "ilk" kez neye başladığımı pek bilemeden başlıyorum. Demek ki bunun da tadının damağımda kalacağı kesin."Tat" dedigimizin ille de "tatlı" olması gerekmiyor, oyle degil mi? "Acı", "ekşi", "tuzlu" vs vs vs olabilir en nihayetinde. Ama "ilk" olanın daima bir tadı vardır. "Olma mı!" demiş atalarımız; hem de öyle yeni yetmeler gibi "Süperrr!" edasıyla değil, okkalı tarafından tek bir ünlemle. Köpüğü bol bir kahveyle içim içim bir mola işte. Allah bana da nasip eyledi! Şükür! Daha ne diyeyim...

Merhaba o halde!

Arkadaşım aşık oldu! Bu kesin.

"Merhaba" dedim, o halde önce bir köpüklü tarafından tanıtayım kendimi, izninizle. Ben o, bu, şu özelliklere, hatta onlar, bunlar, şunlar özelliklerine de sahip, uzun lafın kısası her gün oralarda buralarda karşılaştığınız çeşitten birisiyim. Bu nedenle, "bendeniz" faslına girmeyeceğim. Ancak, hayli önemli bir derdim var ki, bir miktar ayırt edici bir özellik sayılabilir, ille de ayırt edilmek gerektiğinde. "O kim yahu?" diyenlere, "Hani şu kahve içemeyen" diyebilirsiniz.

Evet, maalesef ben kahve içemiyorum. Bu kahve içememe illetine 1996 yılında tutuldum. Durup dururken. Ben de şaştım kaldım, zira o güne kadar sıkı bir kahve içicisi olup, kahve içmediğim zamanları mola sayardım hani neredeyse. Hal böyle olunca, 1996 yılında başlayan içici olamama halimi, Polyana hikayesine binaaen, biraz tersden okuyarak "uzun bir kahve molası" kabul ediyor ve bu molanın bitip birmediğini düzenli aralıklarla takip ediyorum hala. Şimdilik bitti gibi görünmüyor.

Mesele kahve değil elbette, kahvenin içinde bulunan kafein. Kafeine fena halde duyarlıyım uzun lafın kısası. Öyle ki, ne kolalı içecek içebiliyorum ne de kafein içeren krem vb maddeleri kullanabiliyorum. Tabii iş ta kreme gelene kadar epey bir zaman geçti ilaçlarla. Kafeinli her turlu yiyecek içecekten men edile edile, kendimi gayet iyi hissettiğim bir noktaya gelindi, dolayısıyla ilaçlar kesildi. Sahi söylemeyi unuttum, kafein bende "aritmi" dediğimiz (üstünüze afiyet, bir de hekimim ben, bu yüzden böyle birinci çoğul şahıs konuştum burada) bir kalp arazına sebep oluyor. Taşikardi falan değil, ekstra atımlar oluyor kalbimde, farklı farklı odaklardan serserice çıkan ve neredeyse hepsi aynı anda patlak veren uyarılar, "lap dap lap dap" şeklinde tıkır tıkır atması gereken kalbimi, "lapur dapur dap dopur pur pur lapur" şeklinde atar hale getiriyor. İlk başladığında bir hoş oluyorum, hani vardır ya arabada hızla giderken ani ve minik bir yükseltiden pat diye inmişim hissi, ama sonrası pek böyle hoş değil. İne sıçraya bir hal oluyorum. Evet, ne diyordum? Sahi, bir yıla yakın kullandığım "antiaritmik" ilaçlar kesildi, fakat o da ne? Lapurdama halleri hafiflemiş hafiflemesine de, yine devam eder kısa sürelerle. "Hayda!" dedi, takipçi hekim ve devam etti, "Bu iş böyle olmaz, sen bir zahmet psikiyatriste!" şeklinde. "İyi" dedim, ne çare? Fakat, tepem atık. O kadar antiaritmik ilacın üzerine bir de anksiyolitik, antidepresan anti anti anti ilaçlar alınacak falan. Canım sıkıldı. Hepten anti hale geldim.

Süklüm püklüm evdeyim o gece ve süklüm püklüm uyuyup kalmışım koltukta. Bu süklüm püklümlüğümden çekinen hane halkı, dokunmamış bana. Sabahına erkenden açtım gözlerimi. Biraz esneme gerinme faslından sonra doğru tuvalete. Oturdum. Oturdum, ama vallahi hiç yok kalkasım. Öyle uzun uzun oturmam ben tuvalette, daralırım. Dedim ya, o sabah hiç kalkasım yok. Okunacak birşeyler bakındım etrafta, bizim adam genellikle bırakır sağa sola kitap gazete, ben de söylene söylene toplarım onları, ama o sabah üzeri yazılı bir kağıt parçası bile yok ortalıkta. Buyrun, buradan yakın! Bu defa da "Niye yok!" diye söyleniyorum içimden adama. Hemen tuvaletin yanıbaşındaki banyo tezgahının üzerinde kremler var bir iki kutu. Birine attım elimi, içindeki kağıdı çıkarttım, başladım şuursuzca okumaya. Ve şuurum dan diye geldi yerine okumamın bir noktasında. İçindekiler: Kafein! Fırlayıp kalkmışım elimde prospektüs. Doğru adama koşmuşum: "Adam adam uyan! Buldum!" naralarıyla sabah sabah. O kremi selülit önleyeceğim, oramı buramı biçime sokucağım falan diye sürünüp duruyordum. Meğerse kahve, kola derken, son müsebbibi aritmimin bu güzellik mamülüymüş

E, ne yaptım hemen, varın siz tahmin edin. Tabii ki o günkü psikiyatrist randevumu iptal ettim, kafeinli kremi çöpe attım ve başladım beklemeye. Üzerinden bir kaç gün ya geçti ya geçmedi, benim kalp LAP DAP LAP DAP tıkırına girdi.

O gün bugündür kendime ayda bir gerçek bir "kahve molası" veriyorum. Bu molada okkalı tarafından, bol köpüklü, falı açılır bir Türk kahvesi pişiriyor, tadını iliklerime dek yaya yaya içiyorum. Yanında da bir cigara tellendiriyorum elbette. Hoş onu hep tellendiriyorum ya! Bu arada kola mola zinhar! Selüliti de bol yürüyüşe bıraktım. Halimden memnunum anlayacağınız.

Evet, inanmayacaksınız belki, ama arkadaşım aşık oldu...

Tam arkadaşım aşık oldu derken, bir kavgadır koptu bizim mahellede. Kapım çalındı geç vakit. Kavganın falan farkında değilim o sırada, arkadaşım aşık oldu ya, işte onu demeye çalışıyorum. Zırrrr! İndim aşağı, açtım kapıyı. Şaştım kaldım. Bunca yıldır buralardayız, bir kere bile kapımı çalmamıştır bu ihtiyar delikanlı. Ay nasıl sevindim, anlatamam. Hem arkadaşım aşık olmuş, hem de bizim ihtiyar delikanlı kapımı çalmış. Bence gözlerim parladı, ama ihtiyar delikanlının başka bir tarafı parlamakta olduğundan, benim gözlerimdeki parıltıyı görmesi mümkün değildi. Onun parıltısı şimşekler halinde tepe tasından çıkıyor. Sağ elinin işaret parmağını uzatmış gözüme gözüme, "Bu araba senin mi?" diyor hiddetle. Üzerime iyilik sağlık! Dünya alem bilir benim otomobilsiz bir yaşam sürdüğümü. Hele hele mahalleliler! "Köprü möprü is-te-mi-yo-ruz!", "Yaşasın otomobilsiz yaşam!" falan diye onca yıldır çağır çağır çığırmışız. Şimdi gecenin bu saatinde, bir ihtiyar delikanlı gelmiş, "Bu araba senin mi?" şeklinde itham ediyor beni. Yatsın kalksın dua etsin, allahtan arkadaşım aşık oldu... Yoksa ben gösterirdim ona gününü.

Hayır, şundan sinirleniyorum bu mevzuya. Ihtiyar delikanlı dediğim şahsı tanımayan yok aranızda aslında kanımca. Büyük bir gazetenin büyük köşelerinin büyük yazarlarından biri kendisi. Bizim köprü müprülerle o da uğraştı, yazdı, çizdi, biçti. Bir de bana soruyor şimdi "Bu araba senin mi?" diye. Hadi bunu da geçtim, ama esas ben sormalıydım ona dün gece: "Peki bu araba senin mi?" diye. Neyse, işte o sırada farkettim ki, bizim mahallede kavga kopmuş tam da arkadaşım aşık olduğunda... Kavganın ortasında da büyük bir gazetenin büyük köşelerinin büyük yazarlarından biri olan bizim ihtiyar delikanlı ve ihtiyar delikanlının büyük falan değil kosskoccaman kapkarra cipi. Mekan bizim mahallenin dappdarracık dört yokuş sokağının dört yol ağzı. Buyrun! Ağzın bir köşesinde minicik cinslerden kırmızı bir araba, belli ki bir parça acemice parkedilmiş. "Bu araba senin mi?" diye bana sorulan. "Bu araba benim değil, ama şu araba senin mi?" diyecektim ki, benim evin bulunduğu yokuş sokaktan aşağı doğru pıtır pıtır bir bayan "Pardon pardon!" diyerek iniyor hızlı hızlı. "İyi" dedim içimden. "Neyse ihtiyar delikanlı gazeteci yazarın parmağı inecek aşağı" demeye kalmadan, parmağın inmesini minmesini bırakın bir kenara, iyice bir dikeldi. Sallanıp duruyor büyüye büyüye. Bayan geldi kırmızı minik arabasının yanına, aksilik bu ya açamıyor bir türlü kapıyı, uğraşıyor, bir yandan da "Lütfen bağırmayın" diyor bizimkine. Tabii ben, benim oğlan ve komşular ayakta. Bayancağız elinde anahtar kıvranıyor hala, "Lütfen" diye diye. O da ne? Kapkarra kosskoccaman cipten küçük bir kadın çıktı avaz avaz. "Bu ne saygısızlık, bu ne terbiyesizlik, bu ne cüret! Sizin hakkınız yok arabanızı buraya parketmeye. Özür dileyeceksiniz bizden" şeklinde kükrüyor. Bayan "Hanımefendi, pardon diyorum, ama siz dışarda değildiniz duymadınız galiba...Lütfen bağırmayın" diyor, ama ne çare, ortalık "Özür dileyeceksin bizden!" şeklinde çınlıyor. Eyvah eyvah! Bu ne hal böyle? Arkadaşım aşık oldu... Gelin görün ki bizim mahalledeki durum bir felaket. Benim oğlan dayanamadı, "O cip oradan geçmez, ama bunun gibi bir araba rahat rahat geçer. Bence sen cipini sat. İki küçük araba al. Artan parayla da doktora git. Sesini tamir etsin!" dedi. Cıkcıklayarak döndü yatağa. Ne de olsa havuz problemlerini çözmeyi öğrendi birazcık. Erken işe yaradı belli.

Kıssadan hisseyi de bir ufak anıyla bağlayayım. Benim oğlanın adı Mehmet. "Memoş"diye sesleniliyordu küçükken haliyle. Bir de teyzem var, adı Sevin. Ona hala "Sevoş" deniyor. Yıl 1990'dı ve 1991'e devrildi dem vuracağım bu anı zarfında. Rahmetli Barış Manço o zamanlar "Oku bakıyim / AYI" şeklindeki şarkısını söylüyor. Memoş yeni yeni konuşmaya başlamış ve pek orijinal tabii. Çok eğleniyoruz. Çocuğa diyoruz ki, "SE de bakiyim". Eller havada başlıyor bağrınmaya yarım yamalak: "SE!". Devam ediyoruz: "VOŞ de bakıyim". Kahkahalara boğuluyor "VOŞ!" diye. Hep bir ağızdan: "Oku bakıyim!". Oğlan başlıyor hoplamaya zıplamaya, "AYI!" diye şen şakrak. Allah allah ediyor, bir daha deniyoruz. "ME de bakıyim!"... "ME!". "MOŞ de bakıyim!"... "MOŞ!"... "Oku bakıyim!"... Hay allahım, yine aynı şey: "AYI!"

Uzun lafın kısası, entel-ajansiya kendi kafasına göre avam farzettiğine dalaştı dün gece Arnavutköy'de. Bu bir haber. Hepbir ağızdan oku bakıyim! A-YI!

GE de bakıyim! GE! CE de bakıyim! CE! Oku bakıyim! AYI! Üstümüze iyilik sağlık. Pardon yani! Derler.

Bütün bunlar olurken, arkadaşım aşık oldu... Armutun sapı, üzümün çöpü diye diye geçirdiği sapla saman ayırt etme zamanlarını bir kıymetli samana bağladı ki... O saman bu samandır, aşkın yaşanası vardır.

Bir zaman gelecek ki, "o zaman" diye bahsedilecek bu samandan. Zira saman çiçek açtı!

Zamanlardan mola. Sade lütfen. Bol köpüklü olsun.

ANur

 Yazmacı


Bir Dialog . .

. . benim adamım sen olmalıydın , seni seviyordum ” dedi Kadın

Erkek dedi ki :
Senin adamın olsaydım, yanında hep istediğin hep özlediğin gibi bir adamı görecektin belki ; bir adam ki; varlığında sevinç hissettiğin, tanıştırmaktan zevk aldığın ve gurur duyduğun, alabildiğine sevistiğin , kendini herseyi yaşamaya hazır hissettiğin bir erkek. Kendince sevdiğin . . !

Ya o ? Senin kendini iyi hissetmen aşkınız için yeterli olacak mıydı ?


Kadın dedi ki :
O kadar da basit değil. Ben kendi kendime bir aşk yaşayacak değildim ki . Nelere ihtiyaç duyduğunu neler yapmamdan hoşlandığını biliyordum. . İstediklerini veriyordum. Neden başaramayalım ki ?


Erkek dedi ki :
Onun ihtiyacı ona istediklerini vermen değildi . O senin seçip vereceklerinle mutlu olacaktı. Senden hizmetlisi değil göğsünde güvenle uyuyabileceği kadın olmanı bekliyordu.


Kadın dedi ki :
Onun da beni sevdiğini biliyorum.


Erkek dedi ki :
Evet, o da seni seviyor. Ama bir farkla. . O seni neden sevdiğini biliyor. Sen onun evisin, ısındığı yersin, kaçtığı sığınağısın, dışarıda ki hayatta ne kadar atmaca ise senin yanında o kadar munis ve savunmasız, kendini sana emanet etmek istiyor, anlamıyor musun ? O iri gövdesine kanıp da nasıl göremezsin bunu ?


Kadın dedi ki :
Ne evi, ne sığınağı, ne savunmasızlığı ? Ben bilmez miyim onun gücünü . . Ne kadar mantıklı olduğunu, kendine güvenini , başka insanlarla ilişkilerinde gerektiği zaman ne kadar acımasızlaşabildiğine hiç mi şahit olmadım sanıyorsun ?


Erkek dedi ki :
Sen hiç mantık silahını, güvenini, dış dünyada ki saldırganlığını ve acımasızlığını kendi için kullanan bir erkek gördün mü ? Her erkek bütün bunları bir kadın için yapar. Bu kadınlar zaman zaman değişebilirler ama hedef mutlaka bir kadındır. Bir kadın istemeyen bir erkeğin ne çalışma ne de mücadele isteği vardır. Ve bunları, sen ondan böyle davranmasını beklediğin için yapmaz. Onun gözünde sana ulaşmak için aşılması gereken yollardır bunlar. Bunları kendi seçer ve yapar.

Burada anlaman gereken şey senin de ona ulaşmak adına kendi seçimin olan yolların olduğunu göstermendir. O senin hizmetini değil onun için neleri göze alabildiğini görmek ister. Tıpkı kendi gibi . .


Kadın dedi ki :
Ama bu çok saçma . . O bir erkek , tabii ki öyle yaşayacak . .


Erkek dedi ki :
Düzelteyim. O bir erkek , tabii ki öyle sevecek.

Bir erkek sevmek için harcadığı emeğini sever. O emeğini boşaltacağı limanı sever. Bir nev’i bedel ödemektir bu. Demin bana onun da seni sevdiğini söyledin. Evet seviyor ama seni hayatının merkezi yaptığı için seviyor. Uğruna mücadele edeceği bir kadın olduğu için seviyor. Bu bedeli ödeyip seninle yaşayabileceğini düşündüğü için seni seviyor. Seni bu şekilde hak ettiğini düşünüyor. Ama sanma ki bunu şahsın için yapıyor. Bir erkeğin sevebilmesi için yapması gerekenler bunlar.


Kadın dedi ki :
Ya ben ? Hiç mi emeğim olmadığını düşünüyorsun ?

Erkek dedi ki :
Emeğinin olmadığını değil sevme nedenlerinin farklı olduğunu düşünüyorum. O sana karşı zarif, anlayışlı, arkadaşça ve iyi bir sevgili olduğu sürece onu seviyorsun. Bunlardan biri aksadığı zaman uyarı sinyalleri yolluyorsun. Kendine gelmeye davet ediyorsun. Olmazsa tavır alıyorsun. Ama o bunları anlamakta zorlanıyor, daha doğrusu anlayamıyor. Çünkü seni emeğinin karşılığı olarak hak etmiş olduğunu ve seninle bir alışveriş içinde olmadığını düşünüyor.

Dikkat et ; bir erkek işleri bozulduğu zaman ilişkisi de bozulur. Artık o kadını hak etmediğini düşünmeye başlamıştır ve bu düşünce onu ezer. Bunu ne kadına ne kendine itiraf eder ama ezilmektedir, güven sorunu başlar.

Doğası gereği hayatı basit bir çizgidedir. Çıkar, dövüşür, avlanır ve avını paylaşacağı kadına gider. Vereceğini verir alacağını alır ve bu basit çizginin dışına çıkamaz. Nihai hedefi kadın olduğu için de kadına ulaşana kadar ki emeği onun kadını hak ediş nedenidir. Zaten bu yüzden de zaten çok akıllı olması gerekmez, hafif salaktır.


Kadın dedi ki :
Madem bu kadar basit , neden birçok kadını sokup çıkardı hayatına ?

Erkek dedi ki :
Hak ettiğini düşündüğü her kadına ulaştı. Her kadına ulaşırken de hak etme gerekçeleri hepsinde aynıydı. Ne var ki o kadınların da sevme nedenleri seninkilerle aynıydı. Gelen uyarı sinyallerini, tavırları anlamadı çoğu kez. Sevme nedenlerinin biri ya da birkaçı ortadan kalkan kadınlar gitti. Onların neden gittiğini de anlamadı zaten. Ama birşeyi az da olsa görebiliyordu. Avını parçalarken ağzından kan damlayan bu aslan bir kadının göğüsleri üzerinde kendini tamamen bırakmış teslim olmuş savunmasız bir yavru kedi olmak ihtiyacında iken bunu yapmaması gerektiğini . . Yavru kedi olmak istediği yerde aslında av sahasında ki kadar belki daha da fazla uyanık kalması gerektiğini . . Evet az da olsa bunu görebilmeye başlamış ama bundan bir türlü emin olmak istememişti. Dedim ya, salaktır hafiften . . Her bir önce ki kadının arızalı olduğunu ama şimdikinin öyle olmadığını onun göğsünde bir yavru kedi savunmasızlığı ile uyuyabileceğini düşünürken onun da aynı arızaları vermeye başlaması ile yeni bir kadın göğsünün aynı kedi savunmasızlığı ile uyuyabileceği yeni bir mekan olacağına dair umudunu hiç yitirmedi.

Bu yüzden de hem sevdi kendince hem aradı gene kendince . . Hani derler ya , her erkeğin iki kadını vardır. Biri en son kadını diğeri o henüz doğmamış olan kadın . .


Kadın dedi ki :
O zaman bu ikisi hiçbir zaman özledikleri yaşamı yaşayamayacaklar beraber.

Erkek dedi ki :
Hayır ; tam tersine . Aslında yaşaması gerekeni yaşıyorlar. Her ikisi de doğasına uygun yaşıyor. Hem özlemeye devam edecekler hem üzüntülerine hem arayışlarına hem hak edişlerine hem kaybedişlerine. Kimin de anlamayacaklar kimin de biraz anlayacaklar. Erkek yeni bir hak edişi hiç birşey öğrenmemiş gibi yaşayacak. Kadın ise her yeni erkekte sevme nedenlerini koruyacak.

Kadın dedi ki :
O halde herşey zaten olması gerektiği gibi . . Peki neden onu hala çok istiyorum ?

Erkek dedi ki :
O da yukarıda ki erkeklerden biri. Ama bazı erkekler içlerinde bir de kadın taşırlar. Içteki bu kadın gerektiği zaman ortaya çıkar ve seni, senin tanıdığından bildiğinden daha çok görür. Bu erkekler kadınlar için hem vazgeçilmez hem dayanılmazlardır. Şimdi hissettiğin vaçgeçilmez oluşundandır. Birlikte olduğun zamanlarda sıklıkla dayanılmaz bulur ama öyle kolayına da çekip gidemezsin. Ağzını yakan ama yemeğini daha lezzetli kılan bir baharat gibidir. Çok dayanamaz hallerde pes der gidersin. Ama asıl zorluk onun kendi ile olandadır. Her zaman kalabalıkların yalnız insanıdır.

Sık sık düşünür – keşke bir köyün çobanı olaydım da güdecek sürümden başka derdim , akşam da koynuna gireceğim kadından başka keyfim başka özlemim olmayaydı - diye. Halbuki, içindeki o kadın var olduğu sürece ne çoban olsa bir şey değişecektir ne bakan . .Ayrca yalan da söylemektedir kendine .Bu farklılıktan haz almaktadır.


Kadın dedi ki :
Ben ona gidiyorum . Onu benden başka kimse anlayamaz.

Erkek dedi ki :
Git tabii. Ama birşeyi unutma. . Bunu bil öyle git.

Onun kendine ait bir dünyada yasadigini, sıklıkla kendini oraya hapsettiğini farkettiğin – ki bu zamanlar senin icin, senin gibi duyarli insanlar icin her zaman kolayca farkedilebilir zamanlardir – zamanlar mutsuz olmayacak mısın ?

Ya da butun bunlara rağmen onu bu haliyle mi, bu onarılmaz uzaklığı ile mi seveceksin ?

Unutma ; bu uzaklık hep olacak. Çünkü o kendine uzak ; ya da buna mecbur sanıyor kendini ; ama uzak iste . !

Bunu nereye kadar taşıyabilirsin ki ?


Kadın dedi ki :
Unutma ben bir kadınım. Söylediğin gibi benim sevgimin dayanakları ve kuralları vardır. Ben istenir ve hak edilirim. Hak ettiğine inanan benim istediğim süre kadar beni alır. Ama senin de bilmediğin bir şey var. Benim seçtiğim erkeği benden başka bir kadının yönetmesine izin vermem. Bu kadın onun içinde bile olsa. .

Ona gidiyorum çünkü sık sık o kadına kaçmasına izin vermeyeceğim. Ona gidiyorum çünkü onu bu hazza layık görmüyorum. Ona gidiyorum, çünkü aslında şanslı olan bu erkeğin kendini bu kadar güçlü kılmış olması kadınlık gururumu incitiyor. Ona gidiyorum, çünkü kendine yetemeyeceğini ve bana ihtiyacının mutlak olduğunu ona hatırlatmalıyım. Ona gidiyorum, çünkü iktidarıma göz dikene anlayış gösteremem. Ona gidiyorum, çünkü onu seviyorum ; tartışılmaz iktidarımdan daha az da olsa . .

Onun hak ettiğini sandığı kadınlarla güya kaçamaklar yaşamasını bilmiyormuş gibi gülerek izler ve arzu ettığim sürece yanımda kalmasını sağlarım. Ama o kadının onu ele geçirmesine izin veremem. Onun hayatını cehenneme çevirip , o kadından nefret etmesini sağlayabilirim. Bu arada sırf duyarlı ve düşünen biri olduğu için kendinden de nefret edebilirmiş ; ne gam !

Ben bir kadınım. İktidarımı tartışmam .


- yazmacı -

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı


Memurları idarecilere aşırı derecede bağımlı kılan mevcut sistemin gelmiş bulunduğumuz şu tükenme noktasında dahi terk edilmeyip ısrarla kullanılmasının yol açabileceği tehlikelere ilişkin ilk ultrason görüntüleri yukarıda arz olunmuştur.

İdareye aşırı bağımlılıkla edilgenleştirilen kamu görevlilerinin mevcut yetersizliklerinden sıyrılmaları ve mevcut olumsuz imajlarının tabloların tam tersine, üretken, yenilikler yapan ve çözümler yaratan bir kitleye dönüştürülmesi için tek yapılması gereken şey, onların çalışma yöntemlerini köklü bir biçimde değiştirerek onları mesleki anlamda özgürleştirmektir!

Bugüne kadar kamu kadrolarının üst kademeleriyle sınırlı bulunan ülkemiz için yararlı ve olumlu bir şeyler yapmanın başlangıç noktası, bu özgürleştirme sayesinde çoğaltılarak alt kadrolara doğru yayılmış olacaktır. Böylelikle daha iyi, daha doğru, daha akılcı işlerle ilgili sayısız öneri ve proje alt kadrolarda tasarlanıp olgunlaştırılarak birer uçan balon gibi yönetimin üst katlarına yükselecek, içlerinden uygun bulunup onaylananlar ise bizzat tasarlayanlar tarafından hayata geçirilmek üzere alt kadrolara geri gelecektir. Mevcut halimizi kısaca "Beş-on düşünen, birkaç onaylayan ile milyonlarca yerine getiren" olarak tanımlarsak ulaşmak istediğimiz yapıyı da "yüz binlerce düşünen ve yerine getiren, binlerce onaylayan" şeklinde tarif edebiliriz.

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_26.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.881 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


KESTİM KARA SAÇLARIMI

Uzaktı dön yakındı dön çevreyi dön
Yasaktı yasaydı töreydi dön
İçinde dışında yanında değilim
İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi
Bu nasıl yaşamaydı dön.

Onlarsız olmazdı taşımam gerekti kullanmam gerekti
Tutsak ve kibirli - ne gülünç öfke be -
Gözleri gittikce iri gittikçe çekilmez
İçimde gittikce bunaltı gittikce bunaltı
Gittim geldim kara saçlarımı öyle buldum.

Kestim kara saçlarımı - n'olacak şimdi -
Bir şeycik olmadı deneyin lütfen
Aydınlığım deliyim rüzgarlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın

Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara
Gittim geldi kara saçlarımdan kurtuldum.

Gülten AKIN

..........<>..........

SENİ SEVDİM

Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim
"Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara

Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim
Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Yitik ceren arayı arayı anasını buldu
Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek
Soludum, üfledim, yaprak pırpırlandı Ağustos dindi
Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi

Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin

Gülten AKIN

 Biraz Gülümseyin


Sarışınlar

Sarışınlar neden "11" yazamaz?
Hangi 1'i önce yazması gerektiğini bilmediği için.

Sarışın pizza ısmarlar. Pizzacı sorar:
"6 parçaya mı böleyim, 8 parçaya mı?
Sarışın "6'ya böl", der, "sekiz parçayı bitiremem".

İki sarışın, anahtarları içeride unuttukları için bir arabanın kapısını telle açmaya çalışırlar..
Biri diğerine "çabuk ol, yağmur başladı, ıslanıyorum" der.
Diğeri yanıtlar: "Ne fark eder? İçerde de ıslanacaksın, arabanın üstü açık".

Sarışının biri, elektrikler kesilince yürüyen merdivende 6 saat mahsur kalmış.

Sarışının en çok söylediği cümle nedir?
"Ay bilemiyorum..."

Zeki bir sarışın nedir?
Çelişki.

Bir sarışını susturmak için ne yapmalı?
Ne düşünüyorsun? diye sormalı.

Sarışının gözlerinin parlaması için ne yapmalı?
Kulağına fener tutmalı.

Sarışınlar balığı nasıl öldürürler?
Boğarak.

Faksın bir sarışın tarafından yollandığını nasıl anlarsınız?
Üstündeki puldan.

Sarışın neden üçüncüden sonra çocuk yapmamış?
Her dört çocuktan birinin Çinli oldugunu duydugu için.

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.yemeksepeti.com
Gayet hızlı işleyen bir site. Her hafta yeni restaurantlar ekleniyor. Menüler her kesime hitap edecek şekilde. İstenirse kredi kartla bile alış veriş edebiliyorsun. Küçük bir sorun nedeniyle gönderdiğim şikayet e-postasına 2-3 dakika içinde cevap verdiler ve gayet olumlu bir yaklaşımları oldu. Müşteri memnuniyeti bir hayli yüksek.

http://www.thaiware.com
Daha önce www.download.com adresini bilenler için alternatif bir software sitesi. Tek farkı ana dilin thaice olması ve tabiki bazı detaylar ingilizce. Shareware, freeware ve trial olan bir çok software kullanımınıza sunulmuş.

http://www.alkol.gen.tr
Alkol kimine göre zevk, kimine eğlence kaynağı ama bazıları içince sapıtıyor. Alkol bir araç olmaktan çıkıp amaç halini almışsa alkolizm başlıyor. Bu site alkolizmi masaya yatırmış. Nedir, zararları nelerdir, tedavi edilebilirmi ve tavsiyeler.

http://www.moradam.com
...Ben kimim sorusundan yola çıkarak uzun ve dolambaçlı şüphe yöntemi sonunda varlığını ispatlamaya çalışan Descartes’in cogito ergo sum - düşünüyorum o halde varım önermesinde... Sanat, moda, felsefe, mimari, ekonomi, .. sanal dergi moradam.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Resize! v1.3.5 [502k] W9x/2k/XP FREE
http://mapage.noos.fr/cedricdj/re.html
Kocaman kocaman resimleri birbirimize emaille yollarken çektiğimiz azabın haddi hesabı yok. Halbuki taradığımız yada dijital fotoğraf makinemizden aldımız resimleri makul boyutlara getirsek, herkes mutlu olacak. Normalde bu işlem bir editör tarafından yapılır. Ancak bu program size dilediğiniz resmi istediğiniz ölçüye orantılı olarak getiriyor. Kullanımı son derece basit olan bu programı herkese öneririm.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021121.asp 21 Kasım 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com