|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 152 |
22 Kasım 2002 - Ekranın Şen Bülbülleri |
Merhaba Dostlar,
Dün gece son zamanların üç popüler ismi ekranlardaydı. Arada zap zup yaparak üçüne de yetişmeye çalıştım. Görev icabı biraz dokundurmadan geçemiyeceğim izninizle.
Birincisi, hal müdürü Erman Hoca. Takındığı külhanbeyi tavrıyla izleyenlerin gönlünde taht kuran(!?) "Oynat Uğurcum" mucidi kabzımaldan bozma, hakem eskisi, tarafsız taraftar Erman Hocam. Büyük-A ile birlikte taraftarı sükunete davet ederken, kendi aralarında, yoz savaşın en çirkinini veren pozisyon yorumcusu. Ele verir talkını kendi yutar salkımı misali, Çarşamba günü en patavatsız uslübuyla kaleme aldığı yazısında, bir diğer pozisyon yorumcusu Dr.Ahmet'e giydiren Hocamız, dün karşı gazetede yayınlanan Dr. Ahmet imzalı yazıyla cevabını bir güzel almış ki sormayın. Ha diyeceksiniz ki, kime ne bu 2 medya aslanının atışmasından. Kime ne olur mu, hepimize ceza bu adamlar. 80 kere izleyip yorumladıkları pozisyonların ceremesini, 3 saniyede gördüğünü çalmak zorunda olan gariban hakemlere yükleyip taraftarı galeyana getirdikleri yetmiyormuş gibi, bir de kalkmış gazete sütunlarından birbirlerine sövüyorlar. Yahu bu iş bu kadar ucuz mu? Reyting uğruna aile, haysiyet, izan tanımamak olur mu? Olur tabi, bizim memlekette bal gibi olur. Haketmedikleri yere çıkarıp oturtursan, gün gelir tepene ederler işte böyle. Ama adam aşmış artık. Düzeyli(!?) spor programları yetmemiş, bir de "Karar Anı" diye programı sunuyor. Kötü Muhtar kopyası, her kafadan ses çıkan, ne dedikleri anlaşılmayan, soytarı bir programa, ancak onun gibi kültür kokulu bir aslan yakışırdı, helali hoş olsun. Bir daha da seyredersem beş olsun.
İkinci misafirim, mazlum anamız, bacımız, kardaşımız, Özer Beyin muhterem zevcesi, özde 2, sözde 25 milyonun anası Tansu Hanımdı. Şen kahkahalarla süslenen söyleşinin izlediğim bölümünden çıkan sonuç, bu kadıncağızın bırakmaya hiçte niyetli olmadığıydı. Hem niye olsun ki. Onun kabahati varmı ki olan bitende. Bu seçim meclise duyulan tepkinin eseriymiş. Demek ki neymiş? Tansu Hanım döner döner gene seçilirmiş. Hem büyükbabamız da "Hele dur bi yol, bu işler öyle şıppadanak kararlarla olmaz, susacaksın, bekleyeceksin, zamanı gelince aparkatı çıkaracaksın." demiş. Birazı benden ama buna benzer birşey söylemiş. Tansu Bacım, büyükbabamdan iyi mi bilecek. Hem genel başkan seçimlerinde 2 Mehmet'in arasına geçip bir dilek dileyecek, dilediği de olacak. Bu saatten sonra, gidip hocalık taslayacak, Özer Enişteye yemek yapacak hali yok ya. Gene gelip bizim başımızda boza pişirecek. Bakın bunları yazın bir kenara, zamanı geldiğinde ben dediydim diyeceğim ona göre.
Üçüncü ve en yakışıklı misafirim, uzan-an elim, parlayan yıldızım, medyalarımın patronu, assolist adaşım Uzan'dı. Vallahi ne derseniz deyin, siyaset bu adamın genlerinde varmış. Bu gen öyle cilalamayla, kaşımayla falan çıkacak birşey değil. Varsa vardır, yoksa yoktur. Adamın oturuşundan kalkışına, yaşlı gözlerine bakıpta iç geçirmeyecek seçmenin alnını karışlarım ben. Uzan'ın pes etmeye niyeti yok. Ya seçilecek, ya seçilecek. Elinden geleni ardına koymayacağı gün gibi aşikar. Gözünüz aydın olsun, konser turnesi de yakında yeniden başlıyormuş. O niyetli kuş gibi ordan oraya uçmaya da, bakalım İbo ona ayak uydurabilecek mi? İbo olmadı, küçüğüyle idare et diyeceğim, o çocukta ortadan kayboldu. Hakikaten bir Küçük İbo vardı, nereye gitti bu oğlan çocuğu?
Sırası geldi artık söyliyeyim. Aslında ben de 100 gün kredi tanımıştım bu hükümete ama galiba bu kadar dayanamayacağım. Baksanıza daha ikinci günden türbanlı protokolü gündemimize soktular. Yok ben gene bir müddet dayanayım ve bu lafı burada keseyim. Bana burdan çok ekmek çıkacak adım gibi biliyorum zira.
Efendim, geldik bir hafta sonuna daha. Havalar da henüz ters dönmemişken, gündüz vaktini dışarda geçirmeye bakın. Geceleri eve dönmeyi, kapıyı pencereyi kapatmayı da ihmal etmeyin. Galiba İGDAŞ evlerimize doğalgaz yerine 6 numara fuel oil pompalıyor. Ortalık sisten isten geçilmiyor, anlıyamadım gitti. Hepinize mutlu, sağlıklı, cıvıl cıvıl bir hafta sonu dilerim. Hoşçakalınız...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
İstanbul Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları
http://www.istdt.gov.tr/
http://www.sanatlink.com/tiyatro/secmeler.asp
HAFTANIN FİLMLERİ
Ma femme est une actrice / BENİM KARIM ARTİST
Konu :Genç spor yazarı Yvan, ünlü aktris Charlotte ile evlidir. Normal bir yaşantı sürdürmeye çalışırlar ama kadının ünü işleri zorlaştırır: İmza avcıları, yemeklerinin yarıda kalmasına yol açar. Gerçekleştirilmesi imkansız restoran rezervasyonları, Yvan yerine Charlottte arayınca mucizevi bir şekilde halloluverir. Bütün bunlar, bir erkek olarak egosunu tehdit edip zorlasa da, Yvan karısının bir yıldız olmasının getirdiği güçlükleri yenmeyi başarıyordur. Ta ki barda bir adam ona, karısını bir başka erkekle perdede çırılçıplak sevişirken gördüğünde kıskanıp kıskanmadığını sorana kadar...
Yönetmen: Yvan Attal
Oyuncular: Charlotte Gainsbourg, Yvan Attal, Terence Stamp, Noémie Lvovsky, Laurent Bateau
Web Sitesi: www.mafemme-est-uneactrice.voila.fr
|
|
|
White Oleander / BEYAZ ZAMBAK
Konu :Uzlaşmaz ama baştan çıkarıcı annesi Ingrid, erkek arkadaşını kendisini terk ettiği için öldürdükten sonra, on beş yaşındaki Astrid, annesinin tutuklanışına şahit olur. Bu, her ikisinin de yaşamlarının rotasını değiştirecek bir olaydır. Annesi ömür boyu hapse mahkum edilen genç Astrid, aniden tek başına kalmıştır... Birkaç yetimler yurduna girip çıktıktan sonra Astrid, içine atıldığı yol vermez ve çoğunlukla insafsız olan dünyada hayatta kalabilmek için ihtiyacı olan tekniklerde ustalaşmak için çabalar.
Yönetmen:Peter Kosminsky
Oyuncular: Michelle Pfeiffer, Renée Zelwegger, Robin Wright Penn, Alison Lohman
Web Sitesi: http://www.whiteoleander.com
|
|
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın "Geçmiş.. Görebildiği ama dokunamadığı bir şey artık.." |
|
Geçen sinema mevsiminin eleştirmenlerce en çok beğenilen filmi "Aşk Zamanı" nın, sonunda söylenenleri anımsar mısınız?. Uzakdoğu sinemasının bu olağanüstü naïf, yalın ve dokunaklı filminde, başkalarıyla evli iki insanın birbirleriyle yakınlaşmaları anlatılır... Eşleri çoktan beraberliklerin altını oymaya başlamışlardır bile.. İki mutsuz, yalnız düşmüş insan olarak birbirlerinin çekim gücüne karşı koyamazlar kahramanlarımız.. Ancak bir yandan da sıradanlığa kaymamaya, başkalarına benzememeye de gayret gösterirler. Günler günleri kovalar..Yakın arkadaşın dillendirdiği "ele geçirme", "iş bitirme" lerden uzak durulmuş, sırlar ağaçlardaki deliklere söylenmiş üstleri kapatılmıştır. Ancak geçen zaman neyi affeder ki? Bugün hızla dün olmuş, zamanında gösterilmeyen yürekliliklerle, ıskalanmıştır mutluluklar.. Yıllar sonra.. Her şey, anımsanan ancak artık dokunulamayan anlardan ibaret olacaktır..
Yine bir kaç yıl öncesinden, çok sevilen, Kostas Mourselas'ın " Kızıla Boyalı Saçlar" romanını anımsayanlar var mı?. Orada da, yitireleceklerden, bozulacak düzenlerden korkulup, yaşamların hangi cenderelere, tek düzeliklere mahkum edildiği anlatılır satır aralarında. Yaşamı dolu dolu, istediğince yaşayan Luis'in aslında 'kaybeden' değil, 'kazanan' olduğunu anlarız sayfalar, yıllar bir solukta çevrildiğinde, geçip gittiğinde..İlk gençlik arkadaşlarının güya kazandıkları statüleri, gelirleri koruyalım derlerken "yaşamayı es geçtikleri"ni, arka fonda Yunanistan'ın siyasi dalgalanmaları eşliğinde izleriz.
Bu romanda Luis'in kızının elinden tutup, yıllar sonra eski arkadaşlarını ziyarete gidişi kuşkusuz ayrı, özel bir bölüm. Ancak ben, ilk baskıların kapağında da yer alan şu sözleri yeniden paylaşmak isterim. "..Sefil düşünceler ve küçüklükler arasında kaybolup, hayattaki büyük sırrı çözemedik, soru da cevapsız ve acımasız kalakaldı.: Nasıl yaşadın, neden öyle yaşadın, neyi yapabilecekken yapmadın, başka bir yol, başka bir anlam arıyordun, yanlış zilleri, yanlış kapıları çaldın, yanlış yollara saptın, yanlış insanları sevdin, yanlış yataklarda uyudun, yanlış evlerde yaşadın.. Neden hayal ettiklerini, düşündüklerini bu kadar küçümsüyorsun?.."
On yıl öncesinin benzersiz güzel "Ölü Ozanlar Derneği" filminde de , "Günü yakalamaları" öğütlenir, kolej öğrencilerine Hocaları Bay Keating tarafından.. Tüm mesleki başarı ve kazanımlarına karşın değişik hayallerini, hepimiz gibi, daha yüce emeller ya da mevcutun sıcaklığına aldanıp erteleyen, o okuldan geçmiş yüzlerce öğrencinin artık toprak olmuş bedenlerine dokunamazlar gençler, ancak onların sararmış fotoğraflarına bakarlar. Bu dünyaya konukluk süreleri biterken, "Şunu da deneseydim, keşke böyle yaşasaydım" dememeleri için, yaşama başka yönleriylere de bakmaları öğütlenir hocalarınca, nefesi kısılmadan önce..
Diğer yandan, Irwin Yalom'un, çok okunan romanı 'Nietzche Ağladığında' da bu çerçevede 'özel' sorgulamalar yer aldığını meraklısı nasıl unutur? Örneğin romanın kahramanlarından çok başarılı doktor Breuer'in ağzından aktarılan "Bütün yaşamımı sırf istemediği bir ödül uğruna yaşadığımı nasıl anlatabilirim?." sorusu ne kadar çok anlamı içinde barındırır. Yine aynı romandan " Açıkça hissettiğim bir şey varsa o da, yaşamının seni yaşamasına izin vermemenin çok önemli olduğu. Ne mi öğrendim? İçinde bulunduğum an'ı yaşamayı öğrendim belki de." sözleri okuyanların usunda kalmış mıdır?
Sahi, yıllar geçip giderken, neleri, hangi nedenlerle ıskalıyoruz? Hiç düşündünüz mü? Önümüze gelen değişik yol ayrımlarında, seçimlerde nasıl davranıyoruz? Değişik şansların doğru kullanılmasına, ne derece hazırlıklıydık? Ne kadar, donanımımıza, hissettiklerimize güveniyorduk? Ne kadar güçlüydük, yeni denemelere girişmeye? Korkuları saklamaya, endişeleri kovalamaya? Sonradan "kadermiş" deyip geçmeden, bugün kısa bir muhasebe, eğer hala varsa, önümüzde duran, yarın kapımızı çalacak şanslara, değişikliklere bir uzanma gayretini güdüler mi acaba?
Bugün de dün olmadan, görebildiklerimize dokunamaz mıyız?
Dokunamaz mısınız?
Cumhur
cumhura@atilim.edu.tr
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Maskara oldum
Merhaba kardeşler,
Yahu başıma öyle bir iş geldi ki, anlatamam. Aslında kendim ettim, kendim buldum ama ne bileyim ben sonunun böyle olacağını, itten rezil, kepaze oldum vallaha. En iyisi anlatıp ferahlayayım da kurtulayım.
Daha önce dedim mi bilmem, bizim hanım genç kızlığında heves etmiş, kursa falan gitmiş gayet güzel dikiş dikmeyi öğrenmiş. Çocuklara bayramlık neyim hep o diker ara sıra bana da bişeyler düşer ama esas komşular bizim evden çıkmaz. Bizimki de hem oyalanır hem de biraz para kazanır, onu da gider çocukların üstüne başına harcar, velhasılı kelam bu dikiş işine epeyce bir düşkündür.
Neyse uzatmayayım, geçen akşam eve gittim, nedense fazla marazalı bir gün olmadı, işler gıcır, keyfim de gıcır, çoluk çocuk balkonda toplandık güzel bir yemek yedik. Sağolsun hanım da döktürmüş yemekleri, mezeleri, yanında bir de ufak götürdüm ki, sormayın. Keyfim yerinde ki o kadar olur. Ben böyle keyifli, keyifli cıgara tüttürürken hanım geldi "Hüsam bana bir yardım etsene" diye. Keyfim gıcır ya, "emrin olur sultanım, ne istersen söyle" dedim. Bana "şu elbiseyi üstüne bir giyiversene eteklerini tutturuvercem yarın Hayrunisa hanıma lazımmış" deyiverdi. Hayrunisa hanım bizim üst katta oturur, oturur lafın gelişi, karı hiç yerinde durmaz, sürekli takmış takıştırmış ya biyerlere gidiyordur, ya da geliyordur. Şimdi diyeceksiniz "bunun kocası falan yok mu, eve, çocuğa bakmaz mı" diye. Var tabi de Hayrunisa hanım şöyle 1.80 boyunda, sanırım 1.80 de eninde dev anası gibi bir karı, koca diye Zağaloğlu Rüstemi getirsen kazımaz. İşte bizim hanım bu Hayrunisa hanıma elbise dikermiş, son provada ölçüyü yanlış almış, yarın mahcup olmamak için ben elbiseyi bir giyip iki dakka durabilirmiymişim. "Kadın sen delirdin mi, ne işim var benim karı elbisesiyle" diyorum anlatamıyorum. Seninki "oh Hüsam, kurbanın olam iki dakkacık, valla çok ayıp olacak" diye yalvarıyor. Hayrunisa karısının da boyu boyuma denk olduğu için ben giyersem olurmuş.
Baktım olacak gibi değil, bizimki hakkaten zor durumda "eh getir giyeyim bari ama iki dakka o kadar" dedim. Elbise geldi, ulan o ne öyle, allı, pullu, yanar döner bişey, nerde giyilir bu, anca bi yere kraliçe olmuşsun tahta çıkarken falan. Bizimki zorla yaka, paça giydirdi, orasını burasını çekiştirirken salona çocuklar geldi. Beni öyle soytarı gibi görünce başladılar katıla, katıla gülmeye. "Gülmeyin len, keratalar" diyorum, yok anlamıyorlar, tepine tepine gülüyorlar, hele küçük kız çığlık, çığlığa katılıyor. Başını hatırlamadım ama sonu "eşeğe keyif verir sıpanın zıplayıp, oynaması" diye bir laf vardır, işte o hesap, ben de bunları böyle kıkır, kıkır görünce keyiflenip işi iyice soytarılığa vurdum. Elbisenin eteklerini iki elimle kaldırıp dönüyorum, veya göğüs yerlerine yastık doldurup gözlerimi devire, devire poz veriyorum falan. Hanım, çocuklar gülmekten ölecek, hanım "ay Hüsam bir alemsin, biraz rahat dur işim bitiyor" deyip duruyor. Neyse şamata bitince hanım, "sen iki dakka otur ben iğne, iplik alıp geliyorum" diye salondan çıktı. Ben de üzerimde elbise koltuğun birine oturdum ve bir cigara yaktım.
Cigaradan bir nefes çektim ki, o ne, salonun kapısında bizim kapıcı Hıdır efendi. Hay anasını, ulan bu herif ne zaman girdi içeri diye düşünürken vallahi sırtımdan ter boşandı. Hıdır beni üstümde allı, pullu elbise, elde cıgara, bacak, bacak üstüne atmış umumhane maması gibi oturur görünce hayli afalladı ve bana "iyi akşamlar yenge" dedi. Ulan ben şimdi ne bok yesem, tek çare kimseye anlatmasın diye herifi oracıkta öldürmek, sonra bin parçaya bölüp, balkondaki saksıların içine gömmek. Ne renge girdim bilmiyorum ama "yav Hıdır efendi, hanım prova için şeyetti, ondan böyle, yoksa sen beni bilirsin yani" diye zırvalıyorum. Daha başka neler dedim bilmiyorum, ama Hıdır benden beter durumda, ne diyeceğini bilemiyor, gülse sopa yiyeceği kesin, gülmese herif fıtık olup patlayacak. Artık can havliyle Hıdır'ı en zayıf yerinden vurmayı akıl ettim, sehpanın üzerindeki cüzdandan bir 20 milyon çektim, "Hıdır efendi, her ne için geldiysen sonra gelirsin, al şunu, bize çok emeğin geçiyor, ne zamandır verecem, kısmet bugüneymiş" diye kovaladım. Adam gitti, bir baktım terden en az iki kilo vermişim. Hemen "kim açtı ulan kapıyı bu herife" diye gürledim, meğerse bizim ufaklık zil sesini duyunca koşmuş, açmış, Hıdır "baban evde mi" diye sorunca da alıp getirmiş. Yavrucak benim şerrimden ürkmüş, ağlamaklı anlattı, ben de kızamadım "bi daha kapıları sen açma, olur mu kızım" dedim. Hanıma da "bitir şu işi kepaze ettin beni" diye söylendim, o da apar, topar elbiseyi çıkardı, kayboldu.
Bu işten sanki böyle kurtulduk gibi duruyor ama bu benim bildiğim Hıdır yarın apartman girişine "Havalı Hüsam Yukarda" diye tabela koymazsa ben de şerefsizim.
İşte böyle dostlar, söyleyin yani maskara olmamış mıyım?
Hüsamettin Gezer
|
Köpüklü Kahve : Müge Ünal |
Sabun köpüğü…….2.
Kimseye yok lafım da sözüm de …. Ben sadece kendime kızıyorum. Kızmak hafif kalır öyle çok kızıyorum ki hani elimde olsa döveceğim kendimi malum hayvan sudan gelinceye kadar. Ama olmuyor ki… Deli diyecekler. Yakınlarım bilir pek normal değilim evet ama… Bu kadarı da fazla…
Deliler gibi çalışıyorum. Günde bazen 16 saati buluyor. Yok delirmedim hazırlandığımız projenin doğum öncesi sancıları bunlar. Olacak tabii bu kadar. Bebek doğunca herkes mutlu ama doğum sancıları fena. Arkadaşlarım aramıyor artık. Sorduğumda gelmezsin ki zaten diyorlar. Olsun diyorum siz arayın hiç olmazsa huzursuz olurum.
Neyse, Pazar sabahı izin verdim kendime. İşe gitmeden once yok yanlış okumadınız bakmasın gözleriniz cümle başına evet Pazar günü işe gitmeden once dedim ya izin verdim kendime… Hadi kızım dedim. Yürü biraz.. Yürü sahilde toparla aklını. Kaldı şurada minnacık aklın onunda kapısı açık uçacak…
Hisara parkettim arabamı. Düştüm yollara.. Yürüyüşümü görmelisiniz. Kendim için mi yürüyorum, sağlık için mi yoksa her adımda eziyormuyum birilerinin başını belli değil. Söyleniyorum bir yandan kendi kendime.. Farkettiğimde gülüyorum. Susuyorum… Yok ama susmuyor kafamın içi. Bağıra çağıra gidiyoruz beraber. Ben ve ben… Pek anlaşamayız aslında benle. Ben ak derim o kara. Ben otur derim o yok gidelim. Yürürkende kavga ediyor ben benimle…
Hisar'dan yürüyorum. Bebek… Arnavutköy'e geldim. Geri döndüm. Bilirsiniz sahilde Hisar'ın oralarda bazen balık tutarlar. Adamın biri yaymış şezlong'u oturmuş denize karşı. Üstü başı dökülüyor. Tepesinde gerilmiş bir naylon parçası. Bir an gözgöze geldim adamla… Nasıl oldu bilmiyorum korkarım aslında böyle insanlardan. Gülümsedim. Gülümsedi. Nasıl sımsıcacık. Çekinmedim yanına gittim. Oturmazmısınız dedi. Teşekkür ettim. Keyifli bir gün değil mi? Kesinlikle dedi. Ama yürekten taa içinden. Kesinlikle harika. Düzgün türkçesi şaşırttı beni.. Şaşırdığımı anladı. Gülümsedi. Bakmayın şaşkın şaşkın… Benim de vardı kurulu düzenim ve bir hayatım. İş adamı imiş. Kendi çapında ufak bir işletme. Yanında 12 adam çalıştırıyormuş. Üç tane de çocuğu varmış. Sessiz biriyimdir dedi. Kırmak istemiyordum kimseyi. İşim çok önemli idi çünkü ailemin geçimi. Çocuklar okuyor hanım çalışmıyordu. Düzenli hayatı düzenli tutmak kendini unutup hayatını başkalarına adamak… İşte bunun adı aile babası olmak… Bir gün çok kızmış hayata, karısına ve çocuklarına… Birden diyor gözüm karardı.. On yedi yıl sonar bir gün aldım nüfus cüzdanımı çıktım dışarı. İnanın dedi mutluyum şimdi. Beş parasız, sokakta ama mutlu. İnandım hem de nasıl… Özenmedim mi!!! Ben özendim sizi bilmem…. İlk kez diğer ben de benimle aynı düşündü. Hak verdim adama…
Bir sure susup beraber izledik denizi. Huzuru hissettim. Adını öğrendim Süleyman imiş. Süleyman Bey'e sağlık diledim. Başka birşey istemedi zaten benden. Çok ısrar ettim Kabul etmedi. Yokmuş hiçbirşeye ihtiyacı. Diğer ben huzursuz yine. Tutturdu gidelim işe diye. Ne gerek varsa…
Süleyman Bey'i bıraktım orada, diğer ben'de hala onun yanında…
Peki ya … Siz neredesiniz ?
mugeunal@turk.net
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan YUMUŞAKÇALAR |
|
Bir reklamcı, oldukça ünlü ve başarılı birisi, yeni piyasaya çıkan bir siyasetcimizin seçim propagandasını tasarlamış.. Çok da etkin olduğu söyleniyor bu kampanyanın.. Hatta o kadar etkili olmuş ki, bu ümitsiz partinin barajı aşacağı konuşulmaktaydı son zamanlarda..
Bir zamanlar özellikle bankacılık sektöründe çalışan birçok üst düzey arkadaşlarım, hapislere düştüler, itibarlarını kaybettiler.. Suçları, bildiğiniz gibi, bazı tazgahları çevirmek isteyen patronları ile işbirliği yapmak ve yasalara ve ahlaka aykırı işler kotarmaktı.. Toplumda saygınlıklarını ve itibarlarını kaybettiler, ama para da kaybettiler mi, bilemiyorum.. Kaybettilerse, hiç değilse kendilerince çok önemli sayacakları bu cezayı görmüş oldukları için, biraz yüreğime su serpilmiyor değil.. Çünki, sanırım hepsi yaptıklarının ahlak ve hukuk dışı olduğunu biliyorlardı..
Bu reklamcının işinde konu az biraz daha farklı.. Hepimiz profesyonel olarak çalıştık.. çalışmaktayız.. Sorumlu mevkilerde olanlar, zaman zaman çok da akla yatmayan taleplerle karşılaşmış olabilirler.. Bu tip durumlarda dayanmak, direnmek, karar ve davranışları kendi akıl ve vicdan süzgecinden geçirmek gerekmiş, ve sonuçta önümüze bazı bedeller konmuşsa da, buna katlanılmıştır..
Halkla iletişim kurmak, onu etkilemek ve karar oluşumunda etkili olabilmek gibi, kanıtlanmış bir beceriniz var.. Profesyonelsiniz, bir iş teklifi alıyorsunuz.. Acaba, sizden profesyonelce yardım isteyen bu müşterinizin talebi, sizce sadece bir iş teklifi olarak değerlendirilebilir mi? Yani, teklifi yapanın kimliği, amacı ve benzeri unsurlar hiç göz önüne alınmamalı mı? Neye ve kime hizmet ettiğin, yeteneklerini hangi amaçlarla kullandığının hiç mi önemi yok? Sadece basitce, profesyonellikle açılanabilir mi bu?
Omurgasızlık diye bir deyim var.. Her duruma göre ilkesiz bir davranışı benimsemeyi anlatan bir laf.. Yani yumuşakçalar gibi, solucan, tırtıl gibi, her duruma göre eğilip bükülebilen bir tavır.. Bence bu tavrın, eninde sonunda kişiye de bir zararı var, ama bu da önemli değil.. Asıl önemli olan, topluma zarar.. Tüm bir Türk toplumuna, ve Cumhuriyetin, demokrasinin geleceğine, yılların emeklerine zarar.. Bu memleket, dünyaya ders olmuş olan o muhteşem kurtuluş savaşını, yokluk ve perişanlık içinde boşu boşuna vermiş olamaz.. Kendi yetiştirdiği ve içinden çıkarttığı evlatlarınca hayasızca, fikirsizce, hesapsızca bozuk para gibi harcatamaz..
Böyle profesyonellik olamaz.. Eğer bana profesyonelliğin tanımını sorsanız, belki hakkıyla yapamam tarifi, ama ne olmadığını soracak olursanız, herhalde bu değildir diyebilirim...
Benim, bu seçime kadar hiçbir olumlu ya da olumsuz görüşüm yoktu bu sarışın genç adamla ilgili.. Aslında pek çok yayın yapılmıştı, bunlar şöyle hırsız, böyle şerefsiz vs vs diye. Her seferinde de ben, kim söylüyor bunları diye düşünüp, şüphe ile yaklaşmıştım.. Ama bu seçimde, artık, kendi ağzı ve diliyle çıktı genç adam karşıma.. Ve ben, onun halkla iletişimine, yolladığı mesajlara ve vaatlerine baktım.. İşte, bu kadar zamandır, en popülistin bile söylemeye dili varmayacak kadar mesnetsiz ve utanç verici laflarını duydum.. Kendini bilen, onurlu bir insanın asla böyle şeyler söyleyemeyeceğini düşündüğüm için de.. anladım döndürülen dolabı...
Diyorlar ki, sözkonusu profesyonel, değerli, başarılı reklamcı, tüm metinleri kendisi hazırlıyormuş. Duyduklarımız eğer bizzat onun kaleminden çıkmışsa, bence, sarışın genç adamdan da beter birisi olmalı bu zat. İşini iyi, çok iyi biliyor olabilir, ama ben söylettiklerini duyunca bu reklamcının pek de savunulacak bir tarafını göremiyorum. Sonuçta barajı aşırtabilir müşterisine belki, ama hiç mi vicdan muhasebesi yapmaz bir insan. Tüm bu yapılanları, sadece profesyonellikle anlatıp açıklayabilir miyiz? Kişi, ne para, hatta ne de başarı için toplumsal değerlerini bir kenara bırakmamalı. Benzetmek yanlış olur mu bilemiyorum ama, mesela hepimiz bir insanı öldürebiliriz, değil mi? Ya da hepimiz hırsızlık yapabiliriz. Yapmıyorsak, değer yargılarımız olduğu için, doğrularımız ve yanlışlarımız olduğu için yapmıyoruz. Eğer sizden bir müşteriniz gidip Topkapı Sarayı'ndan kaşıkçı elmasını aşırmanızı söylese, buna sadece bir profesyonel teklif olarak bakabilir misiniz? Doğru olur mu böyle bir yaklaşım? Bence bunun pek de farkı yok bu tip bir olaydan.
İstedikten sonra, kanuna karşı hile yapmak hiç zor değil.. Gördük son seçimlerde, bir bağımsız milletvekili nerdeyse yurda giremeyecekti, ayak bastığı anda memleket toprağına, hapse girmesi sözkonusuydu. Ama para ve sair ilişkilerini kullanıp, uzaklardan sanal propaganda yaparak seçilmeyi başardı.. Ne oldu seçildi de? Yani bir kişinin bu şemsiye altına girip de korunma altına almış olması kendisini, acaba o pek de düşkün oldukları 'Meclis'in manevi şahsiyeti'ne katkı mı sağlıyor? Yüceltiyor mu? Sindirebiliyorlar mı içlerine mevcut vekillerimiz, bu tip kimselerin, bu tip yöntemlerle aralarında bulunmasını?
Ünlü İtalyan fikir adamı Makyavelli, kendi adıyla anılan düşünce akımının kitabını yazdığında, Medici ailesi yeni güç kazanmaktaydı ve bu aileye yakın olabilmek amacıyla yazmıştı o çok ünlü başyapıtını (il principe-prens adıyla çevrildi) 'Amaca giden her yol mübahtır' biçiminde özetlenebilecek olan bu gerçekten de sefil davranış biçimini öğütleyen, bunu sistematize eden ve oldukça da başarılı yazılmış bir kitaptır bu. Ama çağlar boyu Makyavellizm adeta lanetlenmiş bir düşünce biçimi olarak anılmıştır. Eğer çok uzak durmamız gereken iki şey varsa, herhalde biri Makyavellizm, diğeri de oportünizmdir diye düşünüyorum. Ve bu reklamcıyı her iki konuda da eleştiriyorum. Sizleri de profesyonelliğin tanımı ve bundan ne anladığınızla ilgili düşünmeye çağırıyorum. Bu konudaki ilkelerimiz belirlenmiş olmalı ve şartlara göre değiştirilmeden bir yaşam biçimi haline getirilmeli. Hem kendi toplumumuza, hem de bizden sonraki kuşaklara borcumuzdur bu konularda bir prensip geliştirmiş olmak..
aaltan@superonline.com
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Böyle bir istihdam modeli sayesinde sadece üst yönetim kadroları değil, kamu kadrolarının tamamı tüm ilgilerini "neyin nasıl daha iyi yapılabileceği" konusunda yoğunlaştıracakları için aksaklıkları görmek de, onları gidermek de daha kolay olacaktır.
Uğradığımız bunca büyük kayıplardan olabilecek en hızlı şekilde kurtulmanın yegane yolu, kamu kadrolarının çalışma ortamlarını ve çalışma yöntemlerini çağdaş işletmecilik ilkelerinden esinlenilen bir anlayışla yeniden tasarlamak ve yeni bir kamusal istihdam modeli yaratmaktır.
Büyük önder Atatürk'ün çağının çok ötesindeki görüş ve önerilerinin kıymetini yeni yeni anlamakta olduğumuz şu dönemde Türk insanı, Türk Milleti ve Türk Devleti bu değişimi sağlayacak enerjiye ve bilgeliğe sahip olduğunu çok kısa sürede ortaya koyacaktır.
Bizi şimdiye kadar harekete geçmekten alıkoyan şey devletin gücüne ve büyüklüğüne olan sarsılmaz inancımız olmuştur. Oysa artık birilerinin devlet mekanizmalarını kişisel çıkar sağlamak için kullanabildiklerini görerek uyanmış ve aşırı güven duygusunun verdiği durağanlıktan sıyrılmış bulunuyoruz.
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_27.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 2.802 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
DİLEK
hiçbir şey avutmuyor beni artık
büyüyen çocukları izliyorum
uçuşarak çiçek ölüleriyle
bu sessiz acılar bizim tohumlarımız
çığlıklı günlerin bağbozumunda
güz dökümü yemişler tadacaklar
o bildik rüzgarla yarışacaklar
ışık ve ses olacak gölgeleri
otlarla bulutlar arasında
taşlar çağıracak onları mavi
yamaçlara gizli patikalara
derinleri kazacak uçurum adımları
köpükten bir yankıyla buluşacaklar
uçuşarak çiçek ölüleriyle
yağmurun adını yeniden koyacaklar
ses ve ışık olacak yürekleri
karanlık, tenha yollar boyunca
sessizlik diliyorum kendim için sessizlik
acının ve tükenişin meyvesi olsun
eski yazlardan kalan bir avuç toprak
gibi koksun yağmurun köklerinde
hiçbir şey avutmuyor beni artık
büyüyen çocukları izliyorum yalın düşlerle
acılarla büyüyen çocukları sessizce
Ayten MUTLU
..........<>..........
ÇOCUK VE AKŞAM
işte akşam, tül, bakır ve yas
havada kuş tüyleri, ıssızlık
ay şimdi sularda gizli bir veda
kumdan kalelerine ağlarken çocuk
ruhta köpüklenen o kızıl yara
doğunun akşam faslı bu eprimiş gün
isli lamba, misk kokusu, hüzün
ve siyanür tanrıya diz çöken vaha
çocuk rüyalarında denize benzer kuşlar
kanatsız düşler gibi halkbilgisi hep kırık
çocuk-kuşlar yansıtan buğulu aynalarda
dans bu, fonda garip bir arya
sözcükleri yitiren sesin boğuk tınısı
tül, ıssızlık ve daracık odalarda
anka uçuran ruhun gizemli dansı
akşam işte, araftaki âmâ kuş
halkbilgisi hep zayıf çocuk düşleri
gibi masum ve suçlu darağacında
ah akşam, lirik bir bağbozumu şimdi
yakutun alacada rengini yitirdiği
Ayten MUTLU
|
|
Napsın ki adam?Fotoyu da çöpü atan çekmiş zahir. Editör'den Not: Kusura bakmayın aşağıdaki yazıyı orjinal diliyle yayınlamak zorundayım.
A private conversation between 2 men. Guess who... keep in mind that HU is pronounced like Who...
George: Condi! Nice to see you. What's happening?
Condi : Sir, I have the report here about the new leader of China.
George: Great. Lay it on me.
Condi : Hu is the new leader of China.
George: That's what I want to know.
Condi : That's what I'm telling you.
George: That's what I'm asking you. Who is the new leader of China?
Condi : Yes.
George: I mean the fellow's name.
Condi : Hu.
George: The guy in China.
Condi : Hu.
George: The new leader of China.
Condi : Hu.
George: The Chinaman!
Condi : Hu is leading China.
George: Now whaddya' asking me for?
Condi : I'm telling you Hu is leading China.
George: Well, I'm asking you. Who is leading China?
Condi : That's the man's name.
George: That's who's name?
Condi : Yes.
George: Will you or will you not tell me the name of the new leader of China?
Condi : Yes, sir.
George: Yassir? Yassir Arafat is in China? I thought he was in the Middle East.
Condi : That's correct.
George: Then who is in China?
Condi : Yes, sir.
George: Yassir is in China?
Condi : No, sir.
George: Then who is?
Condi : Yes, sir.
George: Yassir?
Condi : No, sir.
George: Look, Condi. I need to know the name of the new leader of China.
Get me the Secretary General of the U.N. on the phone.
Condi : Kofi?
George: No, thanks.
Condi : You want Kofi?
George: No.
Condi : You don't want Kofi.
George: No. But now that you mention it, I could use a glass of milk.
And then get me the U.N.
Condi : Yes, sir.
George: Not Yassir! The guy at the U.N.
Condi : Kofi?
George: Milk! Will you please make the call?
Condi : And call who?
George: Who is the guy at the U.N?
Condi : Hu is the guy in China.
George: Will you stay out of China?!
Condi : Yes, sir.
George: And stay out of the Middle East! Just get me the guy at the U.N.
Condi : Kofi.
George: All right! With cream and two sugars. Now get on the phone.
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.turk.ch/siir/siirdinle.htm Şiirleri hep okuyacak değiliz ya biraz da bizim için ustaca okunmuş şiir leri dinlemeye ne dersiniz? demiş editör kardeş ve eklemiş: Şiirleri dinlemek için Realplayer e ihtiyacınız olacaktır. Ahmed Arif'den Recep Tayyip Erdoğan'a ve hatta Müşfik kenter'in bile kendi seslerinden şiirlerini dinlemek için buyrun efendim.
http://www.copyrightexpired.com/earlyimage/index.html Daha önce A Collection of Illustrations From Popular Sources Published Prior to 1923... Prehistoric hayat ile ilgili hazırlanmış hepsi birbirinden ilginç bir resim arşivi.
http://www.adders.org/freeware/indexgam.html
Boş vakitlerinizde oynayabileceğiniz bol miktarda oyundan oluşan gerçekten hoş bir arşiv. Hepsi indirilebilir olduğu için bilgisayarınıza indirmekde zorlanmıyorsunuz. İyi eğlenceler.
http://www.home-keiji.com/gallery/swf/cat-car.swf
Mouse'unuzu gerçekten iyi kullanabiliyor musunuz? Eminmisiniz... Bu sayfada kendinizi test edebilmeniz için hazırlanmış bir flash çalışma var. Bakalım ne kadar başarılısınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
LookDisk v2.64 [665k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105513
Bilgisayarınızda çeşitli filtreleme yöntemleri kullanarak dosya araması yapabileceğiniz, diskinizin kullanım durumunu görebileceğiniz, ikiz dosyaları temizleyebileceğiniz kullanışlı bir program. Arada bir de olsa kullanmakta yarar var.
|
|
|