|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 155 |
27 Kasım 2002 - Erkekler Hamamı |
Merhaba kahveciler,
Çilingir eniştemin avşar bacıma ettiklerini yakınen takip ediyorum. Bu adamın kaygısızlığı artık canıma tak etti yahu. Nedir bu kadıncağızın bu adamdan çektiği. Yıllardır saçını süpürge etti herif için, karşılığında aldığı çarşaf çarşaf medya rezilliği. Kadına izin de vermiyorlar ki adamdan kurtulsun. Yok aile kutsalmış, yok minik yavru için kötü olurmuş. Bir daha denemeliymiş. Yeter yahu, kadın deneye deneye selülitli kobaya döndü. Ha bir de neyi denediklerini anlasam da rahatlasam. Acaba, avşar bacım "Kocacığım bunların hepsi birer komplo. Ben sana güveniyorum. Gel yamacıma ısıt ayaklarımı" mı diyordur, yoksa " Ulen kendini bilmez lazoğlu, madem yapıyorsun bari adam gibi birini bul. Senin yüzünden tenis maçlarımı erteledim mendebur." mu diyordur? Pek tabi ki ikinci şıkkı tercih ediyordur. Ben zaten bunları bir kere bile öyle sarmaş dolaş, yalap şulup görmedim ki, siz gördünüz mü? Bunlar oldum olası, sokakta hasbelkader karşılaşmış iki sokak kedisi gibi değil miydi? Görüyormusunuz bak üzüldüm şimdi, sanki işi yokmuş gibi avşar bacım bir de toplanıp yeni yalısına kapaklanacak. A be lazoğlu çilingir enişte, yapılır mı bu, yıllanmış ama tıpası çıkmış bordo şarabı avşar bacıma?
Hohayytt, müstahak bacım, bunların hepsi müstahak sana. Erkek kısmısı pohpohlanmak ister, azcık sırtı sıvazlansın ister, evine döndüğünde bir tatlı gülüş, 2 kap sıcak yemek ister. Şefkat ister şefkat. Sen alışmışsın el üstünde taşınmaya, istiyorsun ki kocanda her daim taşısın seni sırtında. O kanal senin bu kort benim gezerken, adamı bir başına Reina kapılarında bırakırsan, sonunda olacağı budur. Adam yakışıklı, karizmatik, az konuşup yürek yakan cinsten. Para desen gırla, şöhret desen gani. Adamcağız, ulen ben evlenecek adammıydım derken bir de avşar bacımla evli olduğu gerçeği yüzüne vurulunca, ister istemez depresyonlara gark oluyor, napsın şimdi. Herşey komplo arkadaş. Yoksa çilingir eniştemin Q kızlarıyla ne işi ola ki? İçirip içirip adamı eve atmışlar, bir de üstünden geçmişler, sonra da ihbar etmişler. Buna bizim buralarda komple komplo denir. Acar eniştem olsa, kadını doğduğuna doğacağına pişman edip, o ihbarı yalatırdı ona ama çilingir eniştem kibar adam, usulca kalkıp gidip, erkekçe "Evet gittim ama herşey gönül rızasıyla oldu." diyor. Ben bunu diyen ağzı yerim yahu. Erkekliğin 100 altın kuralından birini ihlal edip, layıkıyla becerip saman altından su götürememiş ama, erkek gibi çıkıp itiraf etmiş. Bak şimdi enişte, hazır bacım evleri ayırmışken, fırsat bu fırsattır deyip kaç kurtul şu kadından. Hem sen kurtul hem bacım hidayete ersin. Hem de biz kurtulalım sizin boşanayazma hallerinizden. Bıktık yahu, yeter.
Dünkü kadınlar matinesi sayımızdan sonra, bugün de erkekler hamamı özel sayısı yayınlıyorum. Aramıza tek bir çiçek almamaya özen gösterdim. Lazoğlu çilingir eniştemizin külliyen yanında olduğumuzu cümle aleme ilan edeyim istedim. Artık sürç-i lisan ettikse affola.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın İkingut |
|
Oğlum Arda'nın giderek gelişen sinema sevgisini heyecanla izliyorum. Artık, gazetenin ilk önce baktığı yeri, film sayfası.. Ancak azcık ta çetrefilli olmuyor değil bu iş..
Geçen yıl, afişi, adı ve kısa içeriği bana hiç bir biçimde güven vermemesine karşın, onun israrlarıyla gittiğimiz "Korkunç Bir Film II"den nasıl kaçacağımızı bilememiştik. Bir film bu kadar mı seviyesiz, bu kadar mı garip olabilir, tüm tahminlerimin ötesindeydi. Arda'yı, bu filme zorlayanda, okulda arkadaslarıyla yaptıkları sohbetlerdi. Bunun üzerine dayanamayıp, ilk veli toplantısında, "Haydi ilgililerimiz filmlerin sınıflamasında, daha seçici bir çalışma ve bilgilendirme yapmıyorlar, bizler çocuklarımızın izlediklerine biraz daha yakından bakamaz mıyız? diye sormus, "Onların bir süre daha birilerinin rehberliğine gereksinmeleri var..Kendi çocuklarınıza gösterdiğiniz ya da göstermediğiniz özen, dikkat; yalnız kendinizinkileri değil, başka çocukları da ilgilendiriyor" gibisinden boyumdan büyük laflar da etmiştim..
Bu dedim ya, azcık karışık bir konu.. Okuma sevgisinin, internet ve televizyonlarla nasıl etkilendiği bir yana, nereye kadar sınırlayıcı, nereye kadar seçici olunacağı bayağı tartışılabilir konular.. Geçen yıl görev aldığımız Trafik Proje'sinde, beraber çalıştığımız İsveçli, Danimarkalı eğitimcilerin okul öncesi trafik eğitimi konusunda, bir yaş farklı seviyeler bir yana yarım yaşla değişen dergi ve materyellerini görünce küçük bir şok geçirmiş, onlardan altı ayda çocukların sezgi ve becerilerinde ne kadar büyük farklılaşmalar yaşandığına yönelik sıkı da bir nutuk dinlemiştim. Bunun üzerine, konuyu filmlere, kitaplara çektiğimde, ilköğretimi de içine alacak şekilde benzer titizliğin gösterildiğini, filmlerin farklı ayrıntıda kategorileri bir yana, velilerden oluşan gönüllü grupların, eğer varsa, eğitimci ve pedagog destekleriyle, her hafta vizyona çıkan filmleri büyük bir hızla izleyip, okul idaresine bunların hangi yaş gruplarına uygun olabileceklerine yönelik öneriler geliştirdiklerini işitmiştim. Neyse, biz bunların kapağını açıp, fazla kurcalamadan, haftasonu izlediğimiz ve büyük keyif aldığımız bir filmi sizlerle paylaşalım..
Özellikle evde beraber izlediğimiz filmlerde neredeyse beklenmedik görüntülerde ne yapacağımızı şaşırırken, Arda "Aman baba biliyoruz.." ya da " Burası acayip heyecanlı" deyip bizi güldürüyor çoktan.. Bir aydır, Harry Potter'in Kasım sonu vizyona girecek ikinci filmine sabitlenmişken-onunla yatıp, onunla kalkarken- beraber yarattığımız bir haftasonu sürprizi bizleri çok güzel dünyalara taşıdı..
22 Kasim -1 Aralık tarihleri arası Ankara Film Festivali keyfini yaşıyoruz burada, Sevgili Mahmut Tali Öngören'i de saygıyla anarak.. Pazar günü, ailece bir kentiçi sonbahar yürüyüşü yaptıktan sonra, Tunalı'daki Kavaklıdere Sinemasının kapısına dayandık. Niyetimiz, bu yıl nedense filmlerle ilgili kisa bilgilere bir yerlerde rastlayamadık, ayrıntılı bir broşür filan ele geçirmek.. Arda'da, "Vaav, Ateş Bilmemnesi" diye afişlere bakarken, biz hem festival bilgilerine ulaştık hem de 14:30'da bir İzlanda Filmi olan "İkıngut"un oynayacağını öğrendik.. Görüntüde, Arda'ylada birlikte izlenebilir duruyor. Filme girdik ve olağanüstü bir dostluk öyküsünü ve insan sıcaklığını paylaşmaya başladık..
Öykümüz uzun bir zaman önce, çetin doğa ve kış kosullarının hüküm sürdüğü, İzlanda'nın benzersiz güzel bir köşesinde geçiyor.. Üç,beş haneli bir dağ köyünde, insanlar bir yandan yiyecek gereksinmelerinin derdinde, diğer yandan günlük yaşamlarında ayakta durmaya çalışıyorlar.. Derken, cocuklar "bir yaratık" gördük diyerek ortalığı velveleye veriyorlar.. Uzun aramalardan sonra ortaya çıkan bu yaratığın aslında yolu nasılsa oralara düşen çok sevimli bir Grönlandlı çocuk olduğu anlaşılıyor. Sonrasında, onlu yaşlarındaki çocuklarin ağzından, ellerinden, yalnız çocuklara değil büyüklere de bir paylaşma, dostluk öyküsü anlatılmaya baslanıyor ki.. Aman allahım.. Aktarılamaz, izlenmesi gerekir..
Amerikan filmleri ve yaşam tarzı borbardımanında hepimizin nasıl kuşatıldığımızı, nasıl etkilendiğimizi, hangi güzellikleri unuttuğumuzu 90 dakikada yakalayabilmek icin, bu filmi bir yerlerde yakalayıp, görün lütfen.. 2001 yapımı, otuzlu yaşlarındaki yönetmen Erlingsson'un elinden çıkmış bu insan sıcaklığı destanını ıskalamak büyük yitik olur.. Ankaralılar, 27 Kasım Çarsamba bu kez, Kızılırmak Sinemasında 19:30 gösterimini yakalıyabilirler.. Diğer kentlerde, bakarsınız bir festival nedeniyle önünüze çıkar, ya da videosuyla karşılaşılabilir. Aman kaçırmayın...
ODTÜ'lulerin altı yıldır özveriyle sürdürdükleri "Caz Günleri"nin Ankara Caz Festivali'ne dönüşmesi keyfinin ardından, Film Festivali bu keyfi daha da yukarılara çıkarıyor, meraklısına.. Aslında yalnızca izleyerek, bu etkinliklerin bizlere ve ülkemize yaktığı "insan gibi yaşama" kıvılcımlarını alevlendiremez miyiz diye de düşünmüyor değil insan.. Üstelik buna gereksinimimiz de varken..
Haa.. Az daha unutuyordum.. Yanlış yazıp, anımsamıyorsam, İkingut, eskimoların dilinde "Arkadaş" demekmiş..
Arkadaş..
Cumhur
cumhura@atilim.edu.tr
|
|
Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay Ben İstanbuldayken -1- |
|
Aslında "ben İstanbuldayken.." diye başlamak lazım ama, önce kendi kendimize "ne zamandır İstanbullu değilsin ?" sorusunu cevabını gevelememiz lazım ki; kafa karıştırmayalım.. Neyse, memur çocuğu olarak doğum Diyarbakır, anne göçmen, baba doğulu.. "Ekmeğe mama" diyecek yaştan bile küçük olduğum için hatırlamıyorum o günleri, sadece anlatılanlar... Kuzguncuk ta, İstanbul un banliyösü neredeyse o zamanlar, "koru, çayır-bayır" durumu yani... Dağıttık-uzattık kusura bakmayın, yaşa verin .. Bizler eskiye sarınca pek konuşkan oluruz nedense. Yaşlar tam yirmili yaş başları (almayın fazla kaşları!!), üniversite bitti bitiyor..O sıralarda kanın "kaynama derecesi" düşer ya; alıp başımı Marmaris e kaçmışım, sıcağa .."Kanlar kaynasın, biz oynayalım" diye yaşamaya.. Kaçış o kaçış, arada birkaç sene ihanet etmişsem de güzel Marmaris e, hayatımın yarıdan çoğunu ona verdim.. Bırakın hesabı, bırakalım "aldım-verdim"i, hep söylerim "insanın memleketi omuzlarının üstündeki yuvarlaklıkta gizlidir" diye ben..
Laf aldı yürüdü, size onca sene sonra bile İstanbul a gitmek nasıl bir his yaratıyor onu anlatacaktım.. Hem yarattığı hissi, hem de İstanbul a nasıl yavaş yavaş, (belki de hızlıdır) yabancılaştığımı....
İstanbul a gittiğimde en büyük dertlerimdendir bu söylediğim, dikkat isterim.. İstanbul un insanları genellikle suratsız kardeşim !!!.. Bazı semtlerde nereyse üniforma gibi olan suratsızlık, semtine göre; nemrutluk ve kabalık, psikopat, üçkağıtçı, kurnaz ve yalaka gibilerle karışarak gülümsemelerin, nazik sözlerin bile şüpheyle karşılanmasına sebep oluyor.. Ben sağda solda tanımadık birine "günaydın", "lütfen siz buyrun" gibi bir şey söylediğimde dangalaklar "mal mal" suratınıza bakıyor, bir çoğu da sizin sözleriniz pek hoşuna gitmiş olmasına rağmen şaşırıp ya saçmalıyor, ya da "ne günaydını, saat onikiyi on geçiyo!!" şeklinde defans yapıyorlar.. İşin tuhafı, ben önceleri korkup, onlar gibi davranmağa, sağa-sola bulaşmadan, omuz çaka-çaka yürümeğe başladım İstanbul da... Sonradan aklım başıma gelip işin tadını çıkarmağa, ya insanları bir "günaydın" a mecbur etmeğe, ya da "niye günaydın demiyorsun, gün aymadı mı senin için??" gibi sorularla avlayıp, "tavuk sersemken" şiarıyla hareket ederek, hödüklerle kafa bulmaya başladım.. Kafa bulmak güzel bir tabir olmadı belki ama, daha iyisini bulamadım, hem kötülük yapmadan eğlenmenin, belki yanlışlıkla bile olsa akıllı ve hoş bir söz duymanın ne zararı olur ??.. Size dedim ya, İstanbul daki en büyük dertlerimden biri bu.. Diğeri de yeşilden önce sarı yanar yanmaz arkanızdan korna çalan uzaylılar.. Bunlar o kadar çok ki; insan "uzaylılar taksi kooperatifi kurmuş" diye düşünmeden edemiyor.. Ben diğerleri gibi "alıcı kuş" şeklinde ışıklara hipnotize edilmiş gibi bakmadığım için ( tabii ilgi başka yerde!!) bir-iki kere fırça yedim arkadakilerden..Dart-dart-düüüt "Kardeşim başka İstanbul yok, yürü sen Muğlaya!!".. Bu arada taciz etmek zorunda kaldığım haketmemiş sürücülerden de özür dilerim... Diyoruz ya, demin bahsettiğim "suratsızlar" ve türevlerinin araba kullandığını düşünün bir !!.. Üstelik sadece otomobil değil; minübüs, kamyonet, kamyon ve TIR lar kullanıyorlar.. Çeşitli korna sesi, çıkartmalar, ve sahibini derin "felsefik" yaklaşımını yansıtan yazılarla da süsleniyor vasıtalar...
Yaşlandık dedim ya, lafın sonunu getiremiyorum, editör söylenmesin, kısa kesiyorum.. Bitmedi daha yazacağım İstanbul trafiğini, hatta belki yoldan birkaç macera de naklederim dayanabilirseniz...
Osman Günay
osmangunay@superonline.com
|
|
Fincanın İçinden: Melih Çelik "Ve Sonunda..." |
|
Kahve Molası'ndaki ilk yazılarımda "ayakbastı parası" diye minik bir seri yapmış ve Türkiye'de motorsporlarından şöyle bir bahsetmiştim. O tarihlerde Formula 1'in patronu Bernie Amca, Türkiye'deki üç aday şehri; İstanbul, İzmir ve Antalya'yı gezmiş ve potansiyel pist alanlarını ziyaret etmişti. Eski yazılarımdan birinde o zamanki açıklamalarına dair bazı bilgiler de bulunuyordu.
Aradan zaman geçti, arada diğer ülkeler ataklarını yaptılar. Moskova ile bir önsözleşme imzalandı. Çin ve Bahreyn için ise kesin imzayı attılar. Tam, anlaşılan biz alamayacağız diye düşünmeye başlamışken bir son dakika haberi Bernie Amca'nın pist yeri için İstanbul'u seçtiğini, daha geniş ifadeyle Türkiye'de 2005'te Formula 1 yarışlarına başlanacağını bildiriyordu. Ben ve diğer Formula 1 meraklıları bulunduğumuz yerde sevinç çığlıkları atmaya başladık bile. Her ne kadar sözleşmenin kesin mi yoksa önsözleşme mi olduğu henüz bilinmese de alınan yol gerçekten büyük. Bu haberi motorsporlarına ilginiz olmasa da sizlere duyurmak istedim. Neden mi?
Formula 1, olimpiyatlar ve futbol dünya kupalarıyla birlikte en çok izlenen, takip edilen organizasyonlardan biri. Yapıldığı ülkelere iki haneli milyon dolarlar seviyesinde gelir bırakması bir yana, neredeyse tüm ülkelerde yayınlanan bir televizyon şovu. Meraklılarının binlerce dolar ödeyip ülke ülke gezip anında seyrettikleri bu organizasyon elbette turizm geliri hanesine de ciddi artılar yazmakta. Ülke olarak sporda son yıllardaki başarılarımızın bir devamı niteliğindeki bu başarıda en büyük pay, bu iş için gecesini gündüzüne katan TOMSFED'e (Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu) ve tabi başkanı Mümtaz Tahincioğlu'na ait.
Eski hükümet gerekli maddi desteği sağlayacağını söylemişti. Yenisinin de aksi bir tutum göstereceğini sanmıyorum. Sonuçta maliyetini ilk yılında amorti edebilen bir organizasyondan bahsediyoruz. İlk maliyet olan 60 milyon dolar ve üstü bir rakam gözleri korkutsa da gerek bırakacağı para, gerekse dünya genelinde yapılacak tanıtım harcanan miktarı fazlasıyla geri kazandırabiliyor.
TOMSFED'in bu yılki tek başarısı Formula 1'i 2005'te Türkiye'ye getirmek değil aslında. Ekim başında kesinleşen Dünya Ralli Şampiyonası'nın bir ayağının Antalya'da yapılacak olması ve biz motorsporları meraklılarının gelecekte 2002'yi mutlulukla anmalarını sağlayacak. Dünya Ralli Şampiyonası'nın tarih olarak farkı, 2003 Şubat sonunda yapılacak olması.
İşte burda artık klişeleşmiş bir laf olan Türk gibi başlayıp Türk gibi bitirme hatasına düşmeden, profesyonel bir şekilde çalışmaları sürdürmek olmalı. Şunun şurasında ralli şampiyonasına sadece üç ay var ve TOMSFED'in bu konuda ciddi bir yardıma ihtiyacı var. Özellikle Antalya civarında oturan, motorsporlarına ilgisi olan, İngilizce'si yeterli gönüllülere ihtiyaç var. Başvuru formunu ve detaylarını www.tomsfed.org adresinde bulabileceğiniz Rally of Turkey'de görev almak istiyorsanız ya da isteyen tanıdıklarınız varsa lütfen bu bilgileri onlara iletin. Rallide gönüllü olmak mutlaka hakem sıfatıyla kronometre tutmak değil, yarış esnasında etap kenarındaki seyircileri doğru ve güvenli bir yerde tutmak için dahi gönüllü olunabilir.
Neyse, az önce Bulgaristan - Türkiye basketbol maçını izlemiştim. Bunlar beni kalpten götürmeye kararlı dediğim 12 Dev Adam, son periyoddaki oyunuyla maçı almayı başardı. Maçtan sonra Formula 1'in Türkiye'ye geldiğini öğrendim. Bir de İtalya'yı yendik mi işlem tamamdır. Bugün, güzel bir gün, ama yarının da güzel olması için çaba sarfetmeyi unutmamamız gerekiyor, görüşmek dileğiyle...
Melih Çelik melih.celik@pcturkiye.com
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Şu bizim CANGO can
Merhaba kardeşler,
Ben artık iyice inandım, ne kadar acayip iş varsa benim başıma geliyor. Bende mi bir şey var yanımdaki, yöremdeki adamlarda mı, anlamadım gitti. Herkes paşa, paşa işine gücüne gider gelir, her gün aynı işleri yapar, efendi gibi yaşar gider, ama biz öyle mi, vukuatsız, başımıza saçma sapan bir şey gelmeyen günümüz yok, kuran çarpsın.
Bizim dükkan civarında bir kaç defa hırsızlık oldu, hoş öyle para falan bırkamıyoruz ama biri girip iki takım çalsa canımız yanar. Geçi sitede güvenlik görevlisi falan var ama biliyorsunuz hırsıza kilit dayanmaz. Bu olaylar olunca bizim aklı evvel ustalardan biri "Hüsam abi buraya bir köpek alalım" dedi. Hiç fena bir fikir gibi gelmedi, "tamam alın" dedim "ama öyle mahallenizdeki sokak itlerini kapıp getirmeyin" diye de ekledim.
Bir kaç gün sonra bizimkiler yanlarında bir köpekle çıkıp geldiler, cinsini çıkaramadım ama kurt köpeğiyle başka bir cins karışımı babayiğit bir hayvan. Benim çocukluğum köyde hısım, akraba yanında geçtiği için köpekleri severim, korkmam da. Biraz başını falan okşadım, öyle hemen yılışmadı, ağır oturdu, "iyi" dedim "bu hayvan işe yarar, kulübe falan yapın, gündüzleri bağlı dursun geceleri de salarsınız dükkanın içine". Öyle yaptılar, hayvan işini güzelcene yapıyor, bana da alıştı, ara sıra yemeğini falan veriyorum, seviyorum, kanım kaynadı yani. Bizimkiler hemen o sulu, zırtlak televizyon dizisine özenip adını Cango diye koydular, zaten sitedeki köpeklerin yarısının adı Cango, sanki Cango "köpek" demek.
Bir gün işe geldim, bir gece evvel komşular bize gelmiş, içmişiz, geç yatmışız, kafam kazan gibi, üstüne üstlük sekreter de tam gününde, "şekerinize kahve koyimmi Hüsam bey" diye zırvalayıp duruyor, keyfim yok anlayacağınız. İstiyorum ki, şöyle öğlene kadar kimse beni ellemesin, pelte gibi oturayım, gazete okuyayım, hatta biraz kestireyim. Ne mümkün, hemen biri kafayı kapıdan uzattı, "Hüsam abi bi gelsene" diye. "Ne var oğlum, durum nedir söylesene, gelirken yanıma kalem mi, para mı, yoksa sopa mı alayım ona göre kuşanıp gelicem" dedim. Bizimki hafif gülerek. "şey abi, bizim Cango kafayı bulmuş, ne yapalım diycektim" dedi. Önce sakin, sakin "oğlum tabağına biraz beyaz peynir koyun, yanına da kavun kesin, öyle kuru kuru içmesin hayvancağız" dedim sonra da "ne demek lan Cango kafayı bulmuş, akşamcı mı bu hayvan" diye gürledim. Adam "basbayağı sarhoş abi, gel bi bak istersen" dedi. Tabi gelip bakacaz, Allahım sen bana sabır ver bir sarhoş köpek eksikti, o da tamam oldu, bin şükür.
Kalktık gittik, valla adam doğru söylüyor. Bizim o babayiğit Cango gitmiş, yerine sünepe bir hayvan gelmiş. Arka ayaklarının üzerine yarı oturmuş, yarı kaykılmış, dili ağzının bir tarafından sarkmış, gözleri kanlı, kanlı biri bi tarafa, biri öbür tarafa kaymış "öpiim Hüsam abi" bakışlarıyla bakıyor. Birden gülmem geldi, köpeğin halinden değil, hayvanın bu hali aynı bizim apartmandaki Eşref beye benziyor da ondan, o da içince aşağı yukarı buna benzer, aynı kanlı gözlerle bakar durur. Bizimkinin bi tek ağzında cıgarası eksik, hani onu da versek yakışacak hayvana. Gülerek "nooldu len sana" diye elimi uzattım. Dedim ya tam Eşref gibi, hayvan dişlerinin arasından şöyle bir inceden hırladı, bizim Eşref'de içince böyle biti kanlanır mırıl, mırıl söver durur. Öyle hırlayınca tepem attı "sus len deyus, şu haline bak" diye burnunun üstüne şamarı yapıştırdım. Aynı Eşref gibi sindi, sesini kesti. Bakıyorum hayvana öyle içki falan kokmuyor, ama hayvan resmen sarhoş ya da sarhoş gibi. Alah,allah nooldu bu hayvana, ne bulup yedi, içti diye düşünürken boyacı çocuklardan biri "Hüsam abi, bak kutu dışarda kalmış, kapağı açık, herhalde bunu kokladı" diye elinde bir tiner kutusuyla geldi. Haaa, mesele anlaşıldı, bizim Cango işe öyle alkolle falan başlamamış, direk tinerciliğe geçmiş, haso serseri sizin anlayacağınız.
Önce boyacıları fırçaladım, "ne bırakıyorsunuz kutuları dışarda, köpeğin haline bak, yangın bile çıkar sizin yüzünüzden" diye. Sonra bizimkilerden aklı başında birine "git bir veteriner bul, sor bakalım ne yapalım, bu serseriyi de çıkarın açık havada bir yere bağlayın" dedim. Bir saat sonra haber geldi, veteriner "bişey yapmayın, kendine gelir" demiş.
Sonunda tinerci köpeğimiz de oldu ama içimde hala bişeyi eksik yapmışım gibi bir his var, sanırım Cango'yla uğraşırken "ayıltmak için kahve içirelim abi" diyen dürzüyü fırçalamayı unuttum.
Kalın sağlıcakla.
Hüsamettin Gezer
|
Eğreltiotu ’ nun Özel Hayatı
Kime ne’ki ? Yok, ama , hayır ! Karışır , hatta Lise Biyoloji kitaplarının ders başlıklarından biri yaparız. Adı ; “ Eğreltiotu’ nun üremesi ” . . !
Ne üçüncü sayfa haberi olur garibim ne de Televole malzemesi . Yapın hele bir . Yarın masalarımızın birinci dereceden öncelikli salatası olmaya namzettir.
Ama onun şanssızlığı Biyoloji kitaplarında ders konusu olarak yer alması ile başlar. Ne roka ile yarışır, rakı masalarının olmazsa olmazıdır ne de istavrit tavanın pezevengi kıvırcık ile . . O kendini bilime adamıştır. Üstelik ahlaka mugayyir bir ayrıntı ile . .
Ya Eğreltiotu ’ nun kendi nasıl bakar kendine . ? Bizim ona biçtiğimiz kılıfın gazına gelir de “ - Ben artık bilimin hizmetindeyim ” deyip mensup olduğu bitkiler alemine sırt çevirip poposu havada bir yeşillik olarak mı yaşamına devamı göze alır ; Yoksa bir yandan saksısından düşercesine katıla katıla gülüp , cinsel fantazilerinin nasıl ÖSS soruları şekline dönüştüğünden dem vurup bizleri arkadaşlarına mı anlatır . ?
Yerimize, bize verilmiş yere ne kadar sahibizdir acaba ! ?
Eğreltiotu ’ ndan daha mı az daha mı çok ?
O, özel hayatı deşifre edilirken bile suskun kalabilip yerini koruyabilma gücünü gösterebiliyor ; Biz ise özel hayatlarımızın deşifre edilmesini kendimizi daha iyi anlatabilmek , hüsn-ü kabul görmek, sevilmek, yer bulmak , haklı bulunup suçlanmamak adına benimseyebiliyoruz. Bunu vicdani rahatlığımız adına yapıyor olsak bile daha onurlu olurdu.
Biri daha mı çok satılık; yoksa bize bir yalanı yaşamak mı öğretildi hep . ?
Bazen rüyalarımızda ki gerçekliği özleriz. Ne dersiniz ; Eğreltiotu da rüya görüyor mudur acaba . ? Mesela , bir porno film platosunda başrolde . . !
- yazmacı -
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Başarının kol gezdiği sektörlerde insanın "öğrenme ve kendisini geliştirerek daha iyisini yapmaya muktedir hale gelme" yeteneğinin özenle beslenip canlı tutulduğunu gözlemlemek mümkündür.
Bir defa ücretten terfiye, ünvandan firma içi sosyal statüye kadar her yönüyle tüm sistem bu tür mesajlar veren süreçlerle doludur. Ancak çalışanların bunu kendiliklerinden yapmalarını beklemek yerine onları bu yola sevk etmek için uzmanların tavsiye ve yol göstericiliğine de baş vurulur.
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_30.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 2.812 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
BÜTÜN YAZ
Ne güzel geçti bütün yaz
Geceler küçük bahçede
Sen zambaklar kadar beyaz
Ve ürkek bir düşüncede
Sanki mehtaplı gecede
Hülyan, eşiği aşılmaz
Bir saray olmuştur bize
Hapsolmus gibiydim bense
Bir çözülmez bilmecede
Ne güzel geçti bütün yaz
Geceler küçük bahçede
Ahmet Hamdi TANPINAR
<#><#><#><#><#><#><#>
RAKS
Tılsımlı çocuğu saf aydınlığın
Bu kadın vücudu beyaz ve çıplak.
Eşiğinde sanki sonsuz varlığın
Her an değişiyor dönüp uçarak.
Ve gülümseyerek öyle derinden
Her lâhza başka şey ve hep kendisi
Bir başka yıldızdan veya alevden
Anın ve hareketin mucizesi.
Arkasında ritmin geniş rüzgarı
Bir gül kasırgası gibi enginde.
Savruluyor yüzü, çılgın kolları
Yarattığı zaman bahçelerinde.
Her an değişiyor, yelken, gül, kanat
Bütün burçlarıyla uzanmış gece.
Defneler önünde şaha kalkan at
Zihnin eşiğinde ürkek düşünce.
Her lâhza başka şey ve hep kendisi
Yaralı bir ceylân gibi bakarak,
Anın ve hareketin mucizesi
Uçuyor, duruyor, bekliyor... çıplak.
Ve ümitsiz avı bin sonsuzluğun
Bekliyor ruhunun eşiklerinde.
Tılsımlı kaderi her susuzluğun
Bir gül fırtınası gibi derinde.
Ahmet Hamdi TANPINAR
|
|
Tilkinin orucu
Tilki ormanda gezmektedir. Bir ağacın dalında asılı bir geyik budu görür.
Açtır ama şüphelenir, kontrol etmeye başlar ve görür ki bu bir tuzaktır. Geyik budu, bir iple bombaya bağlıdır. Epeyce uzağa gider ve başını kollarının üzerine koyarak pusuya yatar.
Biraz sonra kurt gelir, budu da görür, yatan tilkiyi de…
Tilkiye sorar :
“Napıyorsun sen orada bakayım ?”
Tilki cevap verir:
“Hiiiçç... yatıyorum..”
“ Lan , burada bir bud var??”
“Evet var”
“Neden yemedin?”
Tilki sakince cevap verir:
Bu gün, Allah kabul ederse niyetliyim..”
Kurt kendinden emin:
“Ben yiyeyim o zaman” der.
Tilki “Buyur afiyet olsun” der, kurt buda uzanır uzanmaz bir patlama duyulur, ortalık toz duman olur, kurt yaralı ve kanlar içerisinde 10 metre uzağa fırlar..
Bu sırada tilki sakince budu yemeye başlar.
Bunu gören kurt bağırır “Lan şerefsiz, hani sen oruçtun?”
Tilki pişkin pişkin cevap verir:
“Biraz önce top patladı duymadın sen herhalde”……
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://slava.podolsk.ru/files/Worm.swf Kurtçuklar neler çekiyor hiç düşündünüz mü? Haydi seyredin de görün.
http://www.idleworm.com/sfi/exfls.shtml Help the tubbies to probe agent Mouldy by clicking on the buttons. When you hit the buttons in the right sequence, Mouldy will be transformed in something horrilble... Teletubbies yaratıkları X-files kahramanını ele geçirince kendileri hakkında dünyalılara bilgi vermemeleri için işkence yaparlar.
http://www.titoonic.dk/products/games/memory/
http://www.titoonic.dk/products/games/memory/ Hani bir hafıza test oyunu vardır. Kapalı kartlar içinde her defasında en fazla iki kart açarak bbirbirine benzeyen kartları bulursun. Tüm benzer kartlar bulununca oyunu kazanırsın... Bir deneyin bakalım oyunu bitirebilecekmisiniz?
http://www.biography.com/index.html
Bu sayfada 25.000'den fazla ünlünün biografisine ulaşabiliyorsunuz. İsterseniz Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü veya Turgut Özal isimlerini deneyebilirsiniz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
FusionSoft DVD Player v4.0 [3.4M] W9x/2k/XP FREE
http://www.fwnetwork.com/description/fsdvdplayer.html
Artık çoğumuzun bilgisayarında CD ROM yerine DVD ROM'lar var. Eğer fiyatı uygun gelirde DVD film bulabilirseniz seyretmek için bir de programa ihtiyacınız olacak. Genellikle bu tür programlar ya az gelişmiş yada ücretli. Oysa bu program hem bedava hem de bayağı gelişmiş özelliklere sahip. Hani ihtiyacınız varsa denemeden geçmeyin derim.
|
|
|