KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?
467254


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 156

 28 Kasım 2002 - Aman cılkı çıkmasın!?


Merhaba kahveciler,

Kahve Molası ailesine yeni katılan çiçeği burnunda kahvecilerden bazıları, sağolsunlar, bana birer mesaj atıyorlar. Genellikle iyi bir çalışma olduğundan dem vurulup, teşekkür ve başarı dilekleriyle sürüyor ve hemen hepsi "İnşallah için cılkını çıkarıp, klasik, iyi başlayıp kötü bitirme rüzgarına kapılmazsınız." diye bitiyor bu mesajlar. Aslında daha beter sıfatlarla olayı açıklıyorlar ama burada söylemenin ne yeri ne de zamanı. Hayır gariplik ben de mi yoksa diğerlerinde mi çözemedim. İnsan çocuğunun kötü yola düşmesini ister mi? Kahve Molası bugün 156. sayısına ulaştı. İlk günden beri belli bir düzeyin altına inmemeye özen gösterdim. Zaman zaman eşeğin kulağına su kaçırmış olabiliriz ama işin genelinde bir sorun olduğunu sanmıyorum. Her hafta 3 özgün yazı bulamadığı için kapanan siteler olduğunu bildiğimden, hergün 3-4 birbirinden hoş yazıyla karşınıza çıkmakta zorlanmadığım için kendimi şanslı hissediyorum. Bu gayretin bir köşesinde benim emeklerim varsa diğer tarafında da sizlerin desteği var. Bu imece sürdüğü sürece de cılk bir durumla karşılaşmayacağımızdan eminim. Hoş böyle bir noktaya geldiğimizi hissettiğim anda, Kahve Molası'nı anılarımızda kalmak pahasına tozlu raflara kaldırmakta bir an bile tereddüt etmem.

Anlamışsınızdır belki, biraz buluttan nem kapmışım. Diyorum ki, hazır bayram da geliyor, bir temizlik, yenilenme ve nefes alma dönemine girsek hepbirlikte. Önümüzdeki hafta Kahve Molası sizden 1 haftalık bir izin alsa, editör biraz ortalığa çeki düzen verse, yazarlar yeni yazıları için enerji toplasa, yazar adayları cesaretlerini toplayıp klavyelerini şakırdatsa, nasıl olur dersiniz? Aslında sizden Pazartesi ve Salı için izin istiyorum, Çarşambadan itibaren zaten bayram tatiline giriyoruz. Hem biraz birbirimizi özlememiz iyi olur belki. Bayram ertesi nikah tazeleriz, olur mu? Yanlış anlaşılmasın tatile falan çıktığım yok. Buradayım ve günün belli bir bölümünü gene Mola vererek geçireceğim. Konu ile ilgili görüşlerinizi benimle paylaşırsanız sevinirim.

Kusura bakmayın arada böyle durum değerlendirmesi yapmakta yarar görüyorum. Yarın gene birlikteyiz. Şimdi sizleri, bu kez horoz ve çiçeklerin karma olduğu sayımızla başbaşa bırakıyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Eski defterleri karıştıralım mı?

Editörden sipariş almışım oturmuşum ciddi ciddi 'Beklentiler' üzerine yazı yazacağım ama ne mümkün. Yok kardeşim mümkün değil. Az önce öyle bir şey yaşadım ki maalesef yine nostalji, yine nostalji.

Benim kainat bilgini biraderim habire söyleniyor arkamda..
- Ben sizi ne yapayım. Benim defterime neler yazmışsınız.. Başka kağıt mı bulamadınız.. Hayretsiniz.. Aman dedim yandık benim yumurtalar yine adamcağızın işinin içine miki mause resmi yaptılar. Yandık ki ne yandık. Birader hala söyleniyor arkamda.
- Kim yapmış yaa. Dedim..
- Kim olacak sen..Senin yazın bu...

Sırıtmaya başlayınca, derin bir oh çektim. Belli ki dün gece sabaha kadar yazdığı rapor sağlam. Bir cesaret kalktım yerimden yanına gittim, nereye halt işlemişim diye anlamaya. Annemin evlenirken çeyizine koyduğu, kapağında vapur tarifesi der gibi 'yemek tarifesi' yazan, kuzu kapama yemeği ile başlayan tarihi sarı sayfaları olan deftere benzer bir defteri söylene söylene tekrar aldığı yere koyuyordu.

- Ver bakayım ne yapmışım.. Bu ne yavrum? 'Banyolar' yazıyor üstünde bunun..Bu banyo değil klozete dönmüş. Ne defteri bu?
- Benim fotoğraf banyoları notlarım var içinde. Zamanla klozete dönmüş olabilir.
- Zamanla?? Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, oğlum bu defter mühür zamana uğramış. Ellemedim ben bunu, ilk gördüm hatta..

Tarihi deftere düşülen kayıtlar 1978 yılını gösteriyordu.
Çocukluğumuzdan beri çok ayrı karakterlerde olmamıza rağmen biraderle çok iyi anlaştığımızı dünya alem bilir. Aramızda çıkan sorunlara hemen bir çözüm üretir gül gibi geçinir gideriz bunca yıldır. Son bir yıldır evleri birleştirip bir arada yaşamaya başladığımızdan beri sosyal mutluluğumuzun arttığını da itiraf etmeliyim. Benim çakmakları iç etme hastalığıma bulduğu çözüm çakmakları evde sehpaya, saksıya, bilgisayara, seyyar masa lambasına, fırına vb. ince hesaplarla uzunlukları ayarlanmış iplerle bağlamak oldu. Geçen gün beni banyodan elimde masa lambasıyla çıkarken yakalayınca hemen bir çakmak da banyodaki havluluğa bağladı. Aramızdaki sıcak bağlılığın, uyumlu beraberliğin büyüsü bu ipe bağlı çakmaklar. Bir diğer sorunumuz da benim had safhada atma, onun ise had safhada saklama hastalıklarımız yüzünden yaşandı başlarda. Onun çözümünü de evde her odaya ayrı çöp sepeti koymakta buldu. Herkes kendi çöpünü kendi atar bizim evde. Böyle bir uyum görülmüş şey değil anlayacağınız. Anneannemin dediği gibi 'Geçinmeye gönlün olsun yeter, her şeye çözüm bulur insan'.

Evet bilirim onun odasından bir şey atmam söz konusu bile değildir ama bu kadarı da fazla yaw. Daha önce görsem çaktırmadan çoktan atmıştım.

Bana göre çöp, ona göre yirmi beş senedir gerekli olan defteri aldım elime incelemeye başladım. Neresine ne yazmışım acaba? Biraderi gülümseyerek sitem ettiren yazı nerede?

İç kapağında biraderin notu yer alıyordu.
'Bu defteri bulanın yukarıdaki adrese getirmesi veya haber vermesi önemle rica olunur'. Hemen ilk sayfada Serap Akpınar'ın Mersin'deki annesi Müjgan Akpınar'a çektiği doğum günü telgrafının metni, onun hemen altında biraderin yatakhane arkadaşlığını yapan Gökhan Şeşen'in ODTÜ 2. yurttaki 506 nolu odada yazdığı 'gün doğarken' adlı şiiri, devamında ODTÜ de fotoğraf kolunu kuran biraderin toplantı gündemleri, sayfalar dolusu fotoğrafçılık ile ilgili teknik bilgi, fotoğraf banyoları çeşitleri yazılıydı. İçinden neler çıkmadı ki, sayfaların arasına konmuş ayrı sararmış sayfalarda 25 Mart 1978 tarihli Cumhuriyet gazetesi kupürü. 'On yedinci Dünya tiyatrolar Günü 27 mart pazartesi günü bütün dünya tiyatrolarında kutlanacaktır. Son Uluslar arası tiyatro Enstütüsü (IT)de alınan bir kararla, her ülkenin Dünya Tiyatro Gününde kendi tiyatro ve sanat adamlarından birinin okunacak metni hazırlaması uygun görülmüştür. Türkiye Milli Merkezi İcra Komitesi bu metni Muhsin Ertuğrul'dan istemiş, o da yazmıştır''. Aynen böyle yazılı.

Bir de bana laf ediyorlar imlana, ifadene dikkat et diye.

Özenle katlanmış kupürün arasından belden yukarısı kesik bana ait bacakların resmi çıktı. Söz konusu bildiriyi okurken çekilmişti o resim, o tarihte. Resmin üstü kime ne maksatla verildi bilemiyorum ama salt alt bile olsa günün mana ve önemini belgesiyle saklamış benim birader. Pess arşivcilik bu olsa gerek. Karıştırmaya devam ediyorum. Birer adet kağıt beş lira ile yirmi lira çıkıyor. Bir tevfik Fikret şiiri. Bir Brecht filmi hakkında bilgi... Kuhle Wampe (Buzlu İşkembeler).

Defterin sonuna geliyorum. Nihayet az önce yediğim fırçanın nedenini anlıyorum. Güzelim defterin tüm ciddiyetini bozan iki zıppırın sözleşmesi var en sonda. Defterin tüm maneviyatını ve sahibinin ciddiyetini bozan bir anlaşma. Aynen ve yazıldığı gibi anlaşma metini şöyle.

"Biz Haluk, Mehtap olarak iki samimi candan arkadaşız ve birbirimizi asla kandırmayız. O nedenle az sonra oynanacak oyunda kokokola almak üzere anlaştık. Sinek 3 kime gelirse şanlı kişi gereken harcamayı severek yapar ve bakkala sevinerek gider ve bir büyük kola alır gelir.

Bu da hatıra olarak kayda geçiyor, sanmayın ki birbirimize güvenimiz yok.

Mehtap           Haluk
(imza)            (imza)

Sağol. (kazanan taraf imzalar)

Bu bölüm imzasız kalmıştı. Garanti bir üçüncü kurban bulmuşuzdur acilen diye düşündüm. Beş yaşımda komşunun haşarı oğlu olarak tanıdığım, on yedi yaşından beri lakabıyla yaşayan, Kel Haluk geldi gözümün önüne. Hey gidi nostalji heyyy...

Defteri büyük bir özenle tekrar yerine koyarken, mutfakta tulumba tatlısı yapan biraderime seslendim.

- Sağol, Tanju Akdeniz.

mehtap_akdeniz@yahoo.com

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Amerikan Pazarı gibi Adam

Hepimizin yaşamında çeşitli dönemlerde arkadaşları olmuştur. Bir şekilde yollarınız ayrılmış, yaşamın başka kesitlerinde hiç görüşememiş olabilirsiniz. Nasıl tanıştığınızı, nasıl yollarınızın ayrıldığını dahi hatırlayamayabilirsiniz ama anılarınız gözlerinizin önünden ilk gün gibi geçer. Bazen bir yerlerde benzeri bir tablo yaşarsınız ve derhal aklınıza eski anılarınız gelir. Elbette o anılar bir takım izler bırakmalıdır ki yaşamınızda, tekrar canlansın. Benzerliklerle karşılaştığımda hatırlarım eski anılarımı. Bence tarih gibi gelir anılar, kısaca tekerrürden ibaret..

Üniversite yıllarımın başlarında tanıştığım, birbirleriyle teyze oğlu olan iki arkadaşım olmuştu. Her ikisi de Mecidiyeköy civarlarında otururlardı, haliyle Galatasaray'lıydılar. Hatta Sinan, GS genç takımında bile oynardı ve biz Murat ile onu izlemeye Ali Sami Yen'e giderdik. Murat'ın babası erken yaşta vefat etmişti ve anne tarafından üstüne titrenirdi. Bir dediği iki edilmezdi Murat'ın. Bazı hafta sonları onlara giderdim yatılı misafir olarak. Her gittiğimde de çok keyif alırdım birlikte geçirdiğimiz saatlerden. Hiç unutmam, annesi birgün nohut yemeği yapmıştı ve nohutları haşladıktan sonra tek tek kabuklarını çıkartmıştı, neden diye sorduğumda; "Gaz yapmasın diye !" demişti ve ben bu hususu ilk kez öğrenmiştim yaşamımda..

Bu teyze çocuklarının en büyük özelliği malkinalı tüfek gibi konuşmalarıydı. Aman bir çene bir çene, konuyu tam anlamaya başladığınızı zanneder, katılmak istersiniz ki onlar yeni bir konuya zıplayıvermişler. Kesin bu adamlar İtalyan diye düşünebilirsiniz. Böyle bir diyaloğu bu yaşıma kadar hala görmüş değilim. Bu durumda onların yanında sadece seyirci gibi durabiliyordum, soru bile sorsalar, cevabını almadan kendi aralarında makinalı tüfek konuşmalarına devam ederlerdi, araya bir yerlere cevabınızı yollayabilir iseniz, aynı konu ile ilgili sohbete dönebilirlerdi. Müthiş yetenekliydiler bence, neden birer TV sunucusu olamadılar bilmiyorum.. Bir gün Murat ile Sinan'a gittik :

" Çabuk girin içeri ve derhal kapıyı kapatın ! "
- Hayrola Sinan ? Ne yapıyorsun allah aşkına ?
" Bir dakika abi, şu sineği yakalamam gerek ! "
- Tamam, sineklikle öldürelim ! Ne uğraşıyorsun ki ?
" Yok abiii, sakın ha ! Yakalamalıyız ..! Birazdan kız arkadaşım gelecek, sineği yakalayınca, şu yeni gelen Aramis kokusunu sineğin üstüne fısss edeceeem veeee sinek odada uçtukça mis gibi kokacak ! "
- Manyaksın ooolum sen..!

diyerek gülüştük. Böyle de deli-bozuk tiplerdi. Bir gün kafaları çektik, Beşiktaş'ta bir çay bahçesine geldik, konuşuyoruz diyemiyorum, her zamanki gibi onlar konuşuyor ben dinlemeye ve anlamaya çalışıyorum. Yan masalardan birine gözüm takıldı, bir adam, tek başına oturuyor, önünde kirli sarı renkli bir bardak, yanında bond çanta, uzanıyor, çantayı açıyor, çantadan yabancı bir sigara çıkartıyor, jelatini açıyor, içinden bir sigara yakıyor. Bir süre sonra yeni bir sigara için yeni bir hamle, ama yine jelatin açılıyor başka bir markadan. Bardak bitiyor, çantayı açıyor, bir şişeden biraz portakal suyu koyuyor, diğer şişeden viski. Dayanamıyorum; " Çocuklar ! Adama bakın ! Amerikan Pazarı gibi ! " diyorum. " Hanginiz dedi ulan ? " diyor adam, " Ben ! " diyorum korka tırsa, " Afferim, delikanlı adamsın ! " deyip sandalyesini çekiveriyor bizim masaya..

Bir çırpıda anlatıyor yaşamını. Geçinmek için Almanya'ya gidiyormuş iki haftada bir ve Türkiye'de olmayan birşeyler getirip, satıyormuş. Kaçakçı da diyebilirsiniz sanırım, derhal bize de viski ikram ediyor, portakal suyu ile karışımının çok güzel olduğunu söylüyor ama ilk kadehlerden sonra portakal suyu bitiyor. Bu kez sade gazoz söylüyor garsona, bu da çok güzel olur diyor, bizim için farketmez, zaten kafalar DEMLİ, gözler hem kaymış hem NEMLİ.. Yarım saate kalmıyor adamın son viski şişesini de bitiriyoruz. Bu arada kız arkadaşlarımıza hediye edelim diye birer küçük Avon parfüm veriyor, bir isteğiniz varsa getireyim haftaya Almanya'dan diyor, bizim Sinan ve Murat birer mayo istiyorlar, Speedo muydu neydi markası, filanca günü gelin bu çay bahçesine, mayolarınız hazır diyor, evinin anahtarını uzatıyor, beni eve kadar götürün diyor, giriyoruz koluna, sağa-sola derken işte burası, açıyoruz kapıyı, yatırıyoruz yatağına.. Sinan'lara geldiğimizde ben de çok kötü olmuşum, annesi yer yatağı yapmış, tam kenarında duruyorum, " Bu mu benim yatak ? " diyorum ve ne cevabını hatırlıyorum ne de pijama filan gibi detay geliyor aklıma, öne doğru devriliyorum..

Not : İlgili tarihte mayolarını alıyor bizimkiler, Amerikan Pazarı gibi Adam sözünün eri..!

asesen@turk.net

Osman Günay

 Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay


   Ben İstanbuldayken -2-

Geçen sefer, "yazarım" dediğim trafik tuhaflığıyla devam ediyorum.. Hakikaten tuhaflık, "tuhaf tuhaf" bakmayın !!. Ama bana en çok dokunan, insanların "Abi ordan gitmiyelim, tıkanır bu saatte, şimdi sen şu yola sap ben sana anlatıcam, 5 dakkada evdeyiz !!" şeklinde uzman trafikçi konuşmasının sonu; 1,5 saat diğer duran araç ve sürücüleriyle yakın ilişki!! Bazı "mutlu azınlık" kısmını ayrı tutalım, evleri-işleri arası makul kilometrede ve aynı tarafta, ordan buraya yürüyüp mutlu-mesut yaşıyorlar.. Bunlar yırtmış, diğerleri nedendir bilinmez işten eve, evden işe gitmek için günde 1-2 saat mutlaka harcıyorlar.. Trafik sıkışıkken teybe koyduğu kasetlerle Japonca öğrenen bile biliyorum !!! Bu kadar zamanı trafikte kaybetmek bir yana, insanın dinginlik ve huzurundan kaybettiği de ayrı. Çünkü etrafta araba kullananlarda ezici üstünlük geçen sefer bahsettiğimiz uzaylılarda.. Hem bu uzaylılarda bir arabalar var, bir "jeep" ler, hepsi son model, pırıl pırıl..Bu makinaların sahipleri trafikte beklemek için yüzbin dolar ve civarını sakınmadan ödüyorlar. O güzel arazi otomobillerinin hiçbirinin asfalttan başka bir yere tekerlerinin değdiğinden şüphedeyim !!.. Allah akıl fikir versin.. Sordum bir kere, cevap: "abi, 4*4 kaldırımlara rahat çıkıyor, hiç park derdi yok!!" dediler!!...

Bir de "rota" derdi var.. Yaw denizde böyle navigasyon yapılmaz.. Ordan gitme, tek yön, bu saatte tıkalı, orada okul dağıldı, burada maç var, kaçıncı köprü gibi güncellenmesi gereken bir sürü tüyo da bilgi dağarcığınızda olmalı.. Çoğunuz büyük şehir kısayollarını bildiğiniz için farketmiyorsunuz ama, bisikletle şehir içi işlerini halleden, otomobili ya Migros a giderken , ya da seyahate çıkarken kullanan biri için önemli değişiklik.. Üstelik İstanbul da bu değişiklikler pek sık ve birdenbire yapılıveriyor ki; çık çıkabilirsen içinden..

Bir de hırsız-ursuz-kapkaç işleri var.. O kadar yaygın ve olagan olmuş ki, kimse şaşırmıyor.. Geçen defa geldiğimde otomobili evin önünden 30 metre ileri park ettim.. Sabah da yola çıkıp döneceğim için erkenden eve, kalkan tava-rakı şeklinde gönül eğliyorum.. Saat 21.30 falan, arabanın alarmı feryat !! Balkondan baktım, kimseler yok, alarm da çalıyor..İçim rahat etsin diye indim aşağıya, ne göreyim sağ cam yok, bir de kasetçalar !!!Yaw kardeşim 20 saniyede ben anahtarla giremiyorum arabaya, nasıl becerdiniz!!! Ah vah derken hayatın gerçekleri dolayısı ile karakol-rapor işleri var, sigorta için gerekli ya, mahalle karakoluna gittim.. Karakola bir geldim her yer karanlık, kimseler yok..Sordum "abi karakol kapandı!!" dediler.. Buyur burdan yak, İstanbul dayız ya, şaşırmayacağız!! Ama söyleyin bana, hiç kapanan karakol gördünüz mü ??? Yeni karakolun yeni binasını sora sora bulup "hayırlı olsun" dilekleri için, sağ camı olmayan arabayla karakolun önüne parkettim.. Stenli nazik polis "abi, içeri buyur arkadaşlar şimdi bakar" diye beni içeri aldı.. Aldı ki ne göreyim, kavga sonrası galiba, içeride bir sürü kan-revan içinde adam, yerde yatan yarı-çıplak bir sarhoş (zurna seviyesinde)..Arada bir etraftan geçen polisleri yanına çağırıp ana-avrat dümdüz söğüyor..Polisler de bir iki söylenip, orasını burasını dürtüyorlar, işlerine devam..Zor iş, sarhoş öyle bir sunturlu küfürler ediyor ki; katil olur insan.. Polisin biri gülümseyerek "abi, boşver piskopat işte!!" deyince, ben de boşverdim.. Neyse bizim iş kolay, bu çeşit hırsızlık için hazır form var, dolduruyorsunuz, ruhsatı veriyorsunuz, polis arabaya bakıyor, bir damga mühür tamam.. Kağıdı aldık, ama camsız araba nereye park edilir, hafiften de yağmur yağıyor tabiidir... Komiser de pek efendiden bir adam, sorayım dedim burada kalsın araba, camı da naylonlarız, yarın alır, camı taktırır, taşraya dönerim.. Komiserden cevap "beyefendi, isterseniz bırakın ama, maliyenin arabasının karakol önünden dün akşam telsizini çaldılar, sen bilirsin!!".. Arkadaşlarımdan " normaldir, sen dua et arabayı da götürürlerdi" gazını da alan ben, "ben Marmaris e döniim, bizde arabaların kapıları bile açık duruyor" diye biraz hava attım bizimkilere...

Bu İstanbul dertlerini boşverin, uzadıkça uzatırım bu işi ben, ben size yolda neler oluyor, onları anlatayım bir dahaki sefere, bu sefer de bu kadar olsun muhabbet.. Trafiksiz, mutlu günler sevgili İstanbullular.....

Osman Günay
osmangunay@superonline.com

 Sade ve sadece Maviş


Ben Zeta'ya Aşığım!

Zeta deyince baskın kültür bizi hemen Cathrine Zeta Jones" a yönlendiriyor,ama benim aşkım Zeta çok daha kutsal,ulu ve güzel.

İnsanoğlu Zeta ile ilk kez Nuh'un gemisine gelen güvencinin ağzında tanıştı. Zeta Tanrının artık insanoğlunu bağışladığının göstergesi olmuştu,yani insan,tanrı ve doğa arasında barışı simgelemişti.

Zeta aslında ondan çok daha önce mağara duvarlarında gösterdi kendini. "Alfa" öküzü, "Beta" evi, "Gama" deveyi ve aşkım "Zeta" ise zeytini simgeliyordu. Örneğin bir çöpten adam+bir Gama+bir Zeta:
--Ben markete zeytin almaya gidiyorum karıcığım,ben gelene kadar uslu dur anlamına geliyordu...

Aynı notu bugün evimizde buzdolabının üzerinde asılı görmek mümkün.
Demem o ki ;
Zeta insanoğlunun varoluşundan beri vardı,yok oluşuna dek olacak.

Zeta İbranilerde zait,Araplarda zaitun,Osmanlıca da zeytun oldu,kibar türkçemize de zeytin olarak girdi.Ama 6000 yıldır Anadolu'da hasat ediliyor.Yani özellikle Egeli halkım 6000 yıldır ulu zeytin ağaçlarının altından dallara bakıp bakıp :
--Acaba bu sene ki zeytin hasadı ile düğün yapabilir miyiz diye düşünür durur. Gel gör ki 6000 yıldır ürün hep kısa gelir,deniz kenarından bir zeytinlik müteahhide verilir karşılığında alınan evlerle düğün yapılır.

Cennet te iki ağaç vardır.
"Gerçek ağacı" incirdir,insanın içindeki gerçekleri acilen dışarı çıkarmaya yaradığı için. "Hayat ağacı" ise zeytin.Meyvası ile,yağı ile ,deniz kenarındaki zeytinlik ile hayatın renklendirilmesine tatlandırılmasına ve sürdürülmesine yarar.

Atina'nın güçlü yasa koyucusu Solon ilk zeytini koruma kanununu çıkardı(M.Ö. 600):
--Her tarladan yılda en fazla iki zeytin kesilebilir (polisiye koruma)
--Sadece zeytinyağı ihracatı serbesttir (ekonomik koruma)
Hay adaletine kurban Solon,bu kanunlar biz de bile yok henüz.

Eski Yunan'da tereyağı daima horlanmıştı."Dağda gezen çobanların katığı" idi tereyağı. Oysa ovada zeytin,ekmek soğan,zeytinyağı gezdirilmiş türlü otlar ve Dionisos'un armağanı şarap hemen Tüm asil ve yoksul sofralarında bulunurdu.

Her kutsal kitapta geçer zeytin.
"Zeyyatlık" yani zeytin yetiştirmek sabır ister,meşakkatli iştir.
"Zeyyad" ise ziyade eden çoğaltan manasındadır.Sabırlı ve ulu kişilere "Zeyyad" diyen Bektaşiler aslında zeytin üreticilerini kutsamaktadır.Yurdumuza çok zeyyatlar ihsan eyle Yarabbi !!!

Fransız Gezgin Jean Baptiste zeytinyağı ikram edilen Arapların:
--Allaha şükür ,deyip zeytinyağını başlarına,yüzlerine ve sakallarına sürdüğünü yazar,bol bulduklarında ise nerelerine sürdükleri hepimizin malumu...

Çok kısaca özetlemeye çalıştığım bu kutsal meyvaya ve onun yağına,bu lezzet ve sağlık iksirine AŞIĞIM! Ya siz ?

Bülent Önder
Edremit /Kasım 02

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Başarının kol gezdiği sektörlerde insanın "öğrenme ve kendisini geliştirerek daha iyisini yapmaya muktedir hale gelme" yeteneğinin özenle beslenip canlı tutulduğunu gözlemlemek mümkündür.

Bir defa ücretten terfiye, ünvandan firma içi sosyal statüye kadar her yönüyle tüm sistem bu tür mesajlar veren süreçlerle doludur. Ancak çalışanların bunu kendiliklerinden yapmalarını beklemek yerine onları bu yola sevk etmek için uzmanların tavsiye ve yol göstericiliğine de baş vurulur.

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_31.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.815 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


Bugünkü sayımızda yayınladığımız şiirler Sayın Mine Artu'nun isteği üzerine yayından kaldırılmıştır.

 Biraz Gülümseyin


YÖNETİM DANIŞMANI

Çoban yol kenarında koyunlarını otlatıyormuş. Tam o anda, yanına bir Cherokee Jeep yanaşmış. Brioni gömlek, Cerruti ayakkabılar giyen Ray-Ban gözlüklü ve YSL kravatlı bir sürücü aşağı inmiş ve çobana sormuş

- Eğer kaç tane koyunun olduğunu bilirsem bana onlardan bir tanesini verir misin ?

Çoban bir adama, bir koyunlara bakmış "tamam" diye cevap vermiş.

Genç adam arabasını park etmiş, telefonunu bilgisayarına bağlamış, bir NASA sitesine girmiş, GPS'ini kullanarak yeri taramış, bir data base ve logaritma ile doldurulmuş 60 excel tablosu açmış ve 150 sayfalık bir rapor basmış. Çobana dönmüş ve tam olarak 1586 adet koyunun var demiş.

Çoban "doğru" diye cevap vermiş. "Koyununu alabilirsin". Genç adam koyunu almış ve jeep'inin arkasına koymuş. Bu sefer çoban genç adama dönmüş ve ;

- Eğer ben senin işinin ne olduğunu bilirsem koyunumu geri verir misin ? diye sormuş. Adam "evet neden olmasın" diye yanıtlamış. Çoban "Sen bir yönetim danışmanısın" demiş.

Genç adam "nasıl oldu da bildin? diye sormuş. Çoban "çok basit" diye cevap vermiş :

- Buraya çağrılmadan geldin bu bir... ikincisi benim zaten bildiğim bir şeyi bana söylemek için benden koyun aldın... Üçüncüsü yaptığın hiçbirşeyden anlamıyorsun çünkü köpeğimi aldın !...

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.jquinnell.fsnet.co.uk/MS%20list.htm
Normal gözle görebildiğiniz bir çok objenin farklı bir bakış açısıyla nasıl göründüğünü merak ediyormusunuz. Size biraz garip gelebilir fakat ağzını değil gözünü aç diyenler için, buyur sen de bu resimlere bak diyebilirsiniz.

http://www.avert.org/aofconsent.htm
This table lists the age when around the world people of various sexualities can legally have sex. This table should only be used as general guide. This page is part of a large HIV/AIDS site... Türkçeye çevirmeye gerek yok sanırım. Dikkat çekilmeye çalışılan ana konu AIDS.

http://www.bolsachicalandtrust.org/index1.html
Bolsa chica land trust, Kaliforniyadaki vahşi hayatı korumak için korumak için sesini duyurmaya çalışan bir grup. E-card servisinden gönderebileceğiniz çok orjinal çalışmalar mevcut. Tavsiye ederim.

http://www.itcatmedia.com/
Flash animasyonlar konusunda çalışmalar yapan hong kong merkezli grubun web sayfası. Üye olarak çalışmalar konusunda fikir paylaşabildiğiniz gibi, flash eğitimi almak isterseniz üç haftalık özel bir kurs almanız da mümkün.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Free Easy PDF v2.0 [2973k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105382
Daha önce bir buna benzer bir program önermişmiydim hatırlamıyorum. Ama bu programı denedim oldukça iyi çalışıyor. Dökümanlarınızı popüler PDF formatına çevirip saklamak veya yollamak istiyorsanız hemen yükleyip kullanın. Bedava sürümü temel özellikleri içeriyor ama eğer daha fazlasını istiyorsanız bir miktar ödemeniz gerekecek.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021128.asp 28 Kasım 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com