KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?

Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


İyi Bayramlar
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 158

 3 Aralık 2002 - İyi Bayramlar



TÜM KAHVECİ DOSTLARIMIN BAYRAMINI EN İYİ DİLEKLERLE KUTLAR. MUTLU, SAĞLIKLI, TELVESİ HERZAMAN TATLI OLAN GÜNLER DİLERİM.


Sizlerin bayramını kuru kuru kutlamak istemediğim için, minik özel bir bayram sayısı hazırladım. Umarım beğenirsiniz. Bu arada "Kısa Mesaj Servisi"nde süregelen çekişmenin biranönce sona ermesini diliyorum. Şaka yollu başlayan bu atışmanın ileride daha ciddi boyut kazanmasından korkarım, ne yalan söyliyeyim. Kahve Molası'nda eski yeni diye bir kavram hiçbir zaman olmadı, olmayacakta. Amaç tüm yetenekli kahvecileri ortaya çıkarıp bir fincanın içine sığdırmak. Ama takdir edersiniz ki fincan boyutları kısıtlı, ancak 2 kaşık kahve, 3 kesme şeker, bir miktar da su alıyor. Lezzet hepsi birarada layıkıyla karışınca ortaya çıkıyor. İçinden bir tek taneyi bile çıkarsak kıvam kaybolur, tadı kaçar, böyle biline.

Bayramda büyüklerinizi, sizi bekleyenleri, sevenlerinizi hatırlamayı unutmayın olur mu? Gün gelecek hepimizin aranmaya ihtiyacı olacak, hiç aklınızdan çıkarmayın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Sade ve sadece Maviş


Sevgili dostlarım,
Yaklaşık 16 yıl önce yazdığım bir bekleyiş öyküsü dün okuduğumda beni yine ağlattı. Sizlerle de paylaşmak istedim...
Bayramınızı kutlar, büyüklerinize saygılarımı ve sevgilerimi gönderirim...
BÜLENT ÖNDER


KIRMIZI ÖYKÜ

Alnından başlayan dik üçgen burnu yüzüne ayrı bir sevimlilik katıyordu. Fakat sevecen bakışları yan masada ağlayan bebeği pek etkilemedi. Çocuklar artık beni eskisi kadar sevimli bulmuyorlar herhalde diye düşündü...

Yaklaşık 40 dakikadır gözü, köstekli saati, yol ve terminal arasında sabırsız turlar atıyordu... Bu yıl mutlaka gelecekler diye geçirdi içinden. Terminale her otobüs girişinde gözkapakları kendini zorla kaldırıp gözlerini yeni bir umuda aralıyordu. Ve otobüs boşaldığında ayağının yeri,kalbinin göğüs kafesini döven sabırsız tıpırtısı biraz yavaşlıyordu...

Patlıcanların yerine çilek ekmişti bu yıl. Hatırladığı kadarıyla torunları çileğe bayılırdı. Küçüğe biraz alerji yapmıştı yoksa. Tek oğlunu everdiğinden bu yana tam 14 yıl mahsül almıştı emekli bahçesinden. Ama son 4 üründe ne biber kurutulmuş, ne de ipe bamya dizilmişti. Karısını tam dört yıl önce domates fidelerini danaburnu kestiğinin akşamı yitirmişti. Mebrure Hanım'ın amansız hastalığına oğlunun Almanya'dan gönderdiği ilaçlar da fayda etmemişti...

---Başımız sağolsun baba , diyebilmişti ancak gelini ve oğlu uzaklardan madeni bir sesle ...

Turfanda sebzelerin verdiği umursamaz iştah ile başlayan nadir demlenmeleri hep yarım kalıyordu...Oyalı peçeteye damlayan gözyaşları içebildiği rakıdan fazla oluyordu genellikle.Mebrure Hanım'ın udu olmadan içtiği rakı, son günlerinin Recai Bey'e tattırdığı yalnızlık zehiriydi.

---Cuma günü izine çıkıyorum Baba, demişti oğlu telefonda. Bu akşam mutlaka Akçay'a inmeleri gerekirdi. İki gün önce kavunları sulamayı kesmişti. Birkaç gün içinde tam rakıya yarenlik edecek kıvama gelirdi. Oğluyla ilk kez karşılıklı içtiklerinde yine kavunla rakı vardı sofrada.'
---Rakı kavunla içilir, demişti oğluna, bu işinde usulü bu. Her şey usulüne uygun yapılsın isterdi. İsterse gelin de içer dedi, isteksizce,kocasının bileceği iş...

Olmuş sebzelerden son kez bu sabah dağıtmıştı konu komşuya. Bundan sonrakiler ancak bize yetecek demişti, heyecanını belli etmemeye çalışarak,
---Malum misafirim gelecek te !!

Artezyenin sesi pek bi silik gelmişti kulağına bugün, torunlar çınlatırdı ki ortalığı sorma gitsin.

Garsona bir adaçayı daha söyledi çekinerek. Zorla mı sevmiyordu işte o boyalı, köpüklü gazozları.

Gözü bir an saatine takıldı korkuyla. Son otobüs müydü yoksa bu gelen?
Son otobüsle gelirler mutlaka, uçakların rötarı malum...

Hafif bir gıcırtıyla kapanan ağır hidrolik kapılar Recai Beyin 365 günlük düşlerinin, umutlarının üstüne kapanıyordu. Bir an için 5 dakika önceki heyecanlı umutlu bekleyişini düşündü. Otobüsün yazısı koyu kırmızıydı.Kalbi mi sancıyordu ne?

Ağır ağır kalkıp hesabı ödedi.Geçen yıl hesabı ödemeyi unutmuştu da garson arkasından çağırmıştı. Sert adımlarla,komşuların kaçamak bakışlarına aldırmadan eve girdi.
Bakkaldan aldığı rakısını özenle buzdolabına yerleştirirken gözü sabah topladığı çileklere takıldı, ne kadar da kırmızıydı.Kalbi mi sancıdı birden?
Siyah takım elbisesinin askısını ortada bırakmıştı, kızdı kendine biraz.

İş pantolonu ile bahçeye indiğinde güneş dağların ardına gizlenmeye çalışıyordu. O da kırmızıydı. Yine mi kalbi? Ayşe Hanımların misafirleri vardı, taze bahçe domatesi makbule geçer diye düşündü. Domateslerin içindeki en iri en kırmızı domatese eğildiğinde kalbi göğüs kafesine, gömleğine, oğluna, gelinine, kaderine isyan ediyordu. Ağzından çıkıp gitmek istiyordu sanki.

Oğlu yeni aldığı kırmızı otomobille köşeyi dönerken, Recai Beyin boynu bükük gözleri açık ve yüzü kıpkırmızı idi...

Bülent Önder
Akçay /Eylül 84

 Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


Elektrik işleri itina ile yapılır

Merhaba dostlar,

Bu yeni icat makinalar çoktandır evlerimize, her biyere girdi, pek iyi, pek hoş oldu. Şimdiki kadınlar çok şanslı, her işi makinalar yapıyor, çamaşırdı, bulaşıkdı, silme, süpürme, yemek pişirme işlerinin hepsini makinalara havale ettiler, onlara dedikodu yapmak ve günlerde çene çalmak kaldı. Bir de akşam eve gelirsin "bi yoruldum, bi yoruldum" nağmeleri, ne yorulması be, evde bütün makinalar güldür, güldür çalışıyor, ev değil sanki fabrika. Zavallı makinacıkların ağzı var, dili yok, bitanesinin sesi çıkıyor mu "Hüsam abi, bugün yengenin günü vardı, 100 tabak, yanına da bi o kadar çatal, bıçak yıkadım, canım çıktı" diye. Gık çıkarmadan çalışıyor garibanlar.

Bütün bunlar iyi hoş da, bunlardan biri bozulunca resmen evde hayat duruyor. Servis falan çağırmak zaten deli işi, binbir telefondan sonra, binbir fiyakayla birileri geliyor, makinayı alıp götürüyorlar, günler sonra, yarı olmuş, yarı olmamış geri getirip dünyanın parasını alıyorlar. Böyle diyorum ama işin aslı onları çağırsan bir türlü, çağırmasan başka türlü, ben şimdi size başka türlüsünü anlatıcam.

Geçen bayram, arife günü evde tam bir terör var, bizim karı çıldırmış, yanında da bize temizliğe gelen Saniye cadısı evin altını üstüne getiriyorlar. Evde ellenmedik bişey kalmamış, yatak yorgan, elbise, masa örtüsü, perde, don, mon ne varsa yıkamaya oturmuşlar. Elektrik süpürgeleri bir yandan, diğer gürültülü aletler bir yandan çalışıyor. Ev, ev değil, sanki Houston uzay üssü, uzaya mekik gönderilecek de hazırlık yapılıyor, iş o kadar zıvanadan çıkmış durumda. Baktım pabuç pahalı, erkenden sıvıştım, dükkana gittim.

Malum arife günü, yarım gün çalıştık, bayramlaştık falan, saat iki gibi işim bitti, neme lazım, eve telefon ettim, hanım "şimdi gelme, geç gel" dedi. Ulan ben naapıyım şimdi, kaveye mi gideyim derken baktım bizim Levent bir adamıyla çalışıyor. Gittim dükkanlarına, selamünalyeküm, aleykümselam oturdum, bakıyorum ne yaparlar diye.

Bir makina yetiştirmeleri lazımmış onunla uğraşıyorlar. Anlamam etmem ama oturdum seyretmeye. Levent "abi sen de bi yardım ediver" dedi, "ben ne anlarım oğlum" dedim ama kolay bir iş verdiler, onlar "bas" deyince makinanın düğmelerine basıyorum, hangi lamba yandı onu söylüyorum falan. Neyse iş bitti, ben de çocuklar gibi sevindim, sanki bişey yapmışım gibi onlarla birlikte öğündüm.

Beraber dükkanlarını kapadık, eve gittim ki, meydan savaşı hala bitmemiş, hala düşmemiş mevziler var ki, bizimkiler oradan, oraya koşuyorlar. Allahtan salonda bizim ordu duruma hakim, çocuklarla birlikte geçtik, oturduk televizyon seyretmeye. Bir saat falan sonra, hanım telaş içinde salona geldi, harıl, harıl biyerlere telefon etmeye çalışıyor, "nooldu yaa, ne bu telaş" dedim. Vukuat büyük, çamaşır makinası bozulmuş, içinde de çamaşır kalmış, servisini arıyormuş. Günde bir ton çamaşır yıkamaya kalkarsan bozulur tabi, hem o saatte servis mi olur, bulamadı, ağlamaklı "ne yapcam ben şimdi" diye dövünür durur. Bir ara bana bakıp "sen bi baksana Hüsam" dedi, "ya ben ne anlarım" dedim, dinlemedi, "sen yaparsın Hüsam" dedi durdu.

Şimdiiii, Türk olacan, erkek olacan ve karı milletinin gazına gelmiycen, olmaz böyle şey. Nitekim olmadı öyle şey, oğlanı gönderdim, arabanın arkasında ne takım varsa getirsin diye, ben de geleneksel ev erkeği tamir kıyafeti olan eşofman altı ve atleti de çektim, hazırım yani. Bu arada bir kaç saat evvel Levent'in dükkanında düğmelerine basarak otomatik makina çalıştırmışlığım, Levent'ten bir "sağol abi, eline sağlık" almışlığım da var ya, onun gazı da hanımın gazına ekleniyor, deseler ki "sen anlarsın, Çernobil'e bi bak gel", gidecem anasını satıyım.

Ben böyle yalancı pehlivan halimle "göster bakiym hangisi bunların çamaşır makinesi" diye banyoya seğirtim. Hanım "aman Hüsam ceryana falan dikkat et" dedi. Alaylı bakışlarla baktım, önce makinanın fişini çektim, sağına soluna baktım, tabi bi bok anlamıyorum, kapağının kilidini kurcalarken, şak diye açıldı, bütün sular üstüme başıma döküldü, donuma kadar ıslandım. Aslında o saatte vazgeçmem lazımdı ama salak gibi devam ettim.

Makinanın arka kapağını söktüm, bir sürü tuhaf cihaz, kablo şu bu, neyin noolduğu belli değil. Oraya buraya bakarken, araba vantilatör kayışına benzer bir yere sıkışmış bez parçası gördüm. Ulan kesin pasaklı Saniye karısının oraya buraya attığı bezlerden biri, geldi sıkıştı buraya. Bir de sıkışmış ki, çıkmıyor, pensle mensle dürttüm, banamısın demedi. Elimle çekeyim derken birden gözümde şimşekler çaktı, bütün vücudum titredi, hani o zangır, zangır yer delen makinalar vardır ya, sanki onlardan biriyle toka yapıyorum, öyle silkelendim yani. Ceryana çarpıldım ki, o kadar olur, Keban'ın bütün elektriğini ben çektim, namussuzum. Geri kaçarken kafamı da vurdum, ulan ölüp kalacam buralarda fiyaka uğruna. Bağırtıma hanım koştu geldi "nooldu Hüsam" diye. Elinin körü oldu, kendimi şarj ettiriyordum üstüne geldin, az daha rahmetli Hüsam olucaz buralarda. Bu arada ben bunun fişini çekmemiş miydim diye kalktım baktım, poz yapıcam derken makina yerine hemen yanındaki termosifonun fişini çekmişim. Kendime gelince, söktüm fişi, bez paçasını da söve, saya çıkardım, kapattım kapağı, bastım düğmeye "şık" diye çalıştı. Bir hava "buyur hanım çalıştı" diye, gösterdim, bin bir dua aldım. Üstümü değiştirdim, gittim salona oturdum ama gözümün önünde parıldayan mavi, kırmızı ışıklar ve ara sıra gelen titreme bir saat kadar geçmedi.

Yani sözün kısası dostlar, bırakın tamir işlerini yine bilenler yapsın.

Sağlıcakla kalın.

Hüsamettin Gezer

 Tadımlık Şiirler


Melih Cevdet Anday 1915-2002 TELGRAFHANE

Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki...
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın

Melih Cevdet ANDAY

 Biraz Gülümseyin



Siz Amerikalılara uymayın, Bayram alışverişinizde sepet kullanın.
Yuh be, kadına bak, Allah kocasına kolaylık versin.

 Kıraathane Panosu



KÖMÜR
11 aylık, erkek,tatlı mı tatlı bir av köpeği pointer melezi. Çanakkale'de şantiye işçilerinin elinden , dayaktan ölmek üzereyken zorla alındı... Tekmelenmekten sağ gözü kapanmak üzereydi, arka bacağı ezilmişti, kemikleri sayılacak kadar zayıftı.... Çok korkuyordu ona yaklaşan herkesden dayak yiyeceğini zannediyordu, tatil bitince onu Çanakkale'de ölüme terketmeye kıyamadılar, İstanbula geldi. Beslendi, güzelleşti, dayağın izlerini vücudundan attı, insanlara tekrar güvenmeye başladı, çocuklar en iyi dostu oldu, ama mutluluk kısa sürdü, geceleri kaldığı apartmanın kömürlüğünde artık onu istemiyorlar, bu hafta içinde birisi onu sahiplenmezse yine sokaklara dönecek, ona yardım edebilirmiyiz?? Bahceli bir evde , boğaz tokluğuna çocuklara cok iyi arkadaşlık eder, evinizi korur, sevgisini paylaşır, sizi çok sever, tek istediği son sahibi olacak bir aile...

İrtibat için Ayşe Doğancı : 0 555 339 92 92



FOXY
3 aylıkken barınakta bulundu, dişi, 1 yaşında, gerçek FOX TERRIER, çok güzel oyun oynar, nefis koşar,son derece neşelidir, mutluluk verir , başka köpeklerle, çocuklarla, kedilerle herkesle ve her şeyle arası iyidir... Enerjik, sportmen, çocuklu bir aile için çok uygun ....

İrtibat için Ayşe Doğancı : 0 555 339 92 92



 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.kmarsiv.com/postcard/step1.asp?cat_fldAuto=6
Bayramda kart yollamak isteyenler bizim mütavazi kart servisimizi de kullanabilirler.

http://www.cossacks.com/
Bu aslında sadece bir oyun. Fakat en büyük özelliği özel tasarlanmış mekanları, orduları, araçları, orduları, insanları ve en önemlisi taktikleriyle büyük bir savaş oyunu. The art of war.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021203.asp 3 Aralık 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com