KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 159

 9 Aralık 2002 - Hoşbulduk...


Merhaba dostlar,

Şükür kavuşturana. Sizi bilmem ama ben birşey anlamadım bu tatilden. Yoğun curcunasından mıdır yoksa artık zaman mı daha hızlı geçip gidiyor bilemiyorum artık. Zaten ben tatile tatil demem, tatil bana uğramayınca. Hem duydum ki tatil dönüşü millet perişan olmuş, şükrettim halime.

Bayramda sen naptın derseniz, koskocaman bir hiç diyebilirim. Bir iki büyük ziyaretinin yanında, yenilen dolma ve tatlıları saymazsak, hiç demek haksızlık olmaz.

Artık işlerin başına döndüğümüze göre, ara verdiğimiz yaşamın gerçekleriyle de yüzleşmeye hazır olmalıyız. Stand by konumuna getirdiğimiz sorunlarla tekrar boğuşma zamanı geldi malesef. Aybaşında alınan maaşların bayramda yenilip yutulmasından sonra kalan 20 günü nasıl geçireceğinizi iyi hesaplamalısınız ona göre. Kredi muslukları da kapalı olabilir. Borç ve avans alınabilecek kaynakların da sizden farklı olmadığını bir kenara not edin, lazım olur.

Buraya kadar okuduklarınızı, havaalanında bulduğum bir kağıda not etmiştim. Yok canım, ben biryerden gelmedim. Yolcu karşıladım. Rötar nedeniyle 4 saate yakın alanda bekleyince de saati dörtledim üzgünüm. Bu konuya daha sonra değinmek üzere, şimdilik daha fazla uyku mahmuru saçmalığı yapmadan sizlere veda edeyim. Tekrar hoşbulduk, özlemişim yahu sizleri.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Osman Günay

 Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay


   Ben İstanbuldayken -3-

Size geçen sefer yol hikayesi anlatırım dedim ama, bu İstanbul trafiğinden söz ederken "trafik polisi" diye bir tür var bilirsiniz, onlardan da sözetmek lazım... Bendeniz üniforma işinden pek uzak dururum.. Hani "hiç işim olmaz" gibi davranırım üniformalılara.. Dört aylık askere bile ite-kaka gittim, polis asker jandarma görünce ayarım kaçar, hatta üniformalı belediyeci bile görsem yol değiştiririm..Liseden sonra "üniformalı kaptan olmam ben" diye Yüksek Denizcilik e bile gitmedim !!! Bu trafik polisi arkadaşlar üniformalıların hepsinden değişik.. Bir kere gariplerin öyle bir görevi var ki "mission impossible" mübarek !! İstanbul ve trafik kelimeleri gibi iki kutup var görev tarifinde, bak sen başlarına gelene !!... Bir de bu arkadaşların yeni modelleri çıkmış, ben İstanbul dayken yoktu.. Bunlar BMW iri motorlu ( japon motorluları da var!) , hafif "robocop" kıyafetli, telli-telsiz, tabanca-kask-çizme şeklinde giyimli genç, efendiden motorcular.. Pek bıçkın ve artistik şekilde motor kullanıyorlar, ama görev yerlerini tam anlayamadım.. Ne zaman görsem, 1. köprünün gişelerine yakın park yerine üç beş motor park ediyor, motorcu polis arkadaşlar da bir araya toplanıp motorları kurcalıyor ve muhabbet ediyorlar.. Telsizler çalışıyor, olay olsa anında müdahele edecekler belli.. Ama görüntü bana, eskiler bilir, Kabataş Setüstü nde "Sebil" diye bir yer vardı,orayı hatırlattı. Koca şehrin tüm motorcuları orda toplanır, aynı bu arkadaşlar gibi beraber takılırlardı..

Otomobilli polisleri de unutmayalım, onlar biraz daha zorda galiba, otomobiller eski, benzin dertleri de varmış, geçen gazetede gördüm, benzin yok diye polis otomobilini itiyorlar vatandaşlar...Ama yeni otolar da var, çeşitli markalar da.. Renault lar, Fordlar türlü çeşitli otomobiller.. Ama hepsinde bir ortak yan var,otolarda internet adresi var emniyetin, bir de emniyet kemeri yok!! Neden derseniz, hiç bir polis emniyet kemeri takmıyor!!.. Bir dikkat edin, ben daha hiç görmedim.. Trafiği kontrol edecekler ya İstanbul da; imam-cemaat hikayesini anlatmamışlar bunlara galiba.. Arabaların da hali pek acıklı, orası burası macunlu, tüm lambaları tamam yananı bulmak zor, trafik kuralını ihlal etmeden kulanılanını da... Bu "oto-polis" lerin en etkili kullandığı malzeme arabaya takılmış hoparlör ve mikrofondur.. Sağa sola "devam et kardişim" "bekleme yapma kamyonet" gibi anlaşılır kesin ve net bildirimlerde bulunurlar.. Üstelik kemer takmayan, otomobilin teknik muayenesinin olmadığını kuvvetle tahmin ettiğim trafik güçleri pek kötü araba kullanırlar.. Hiç düzgün park etmiş polis otomobili gördünüz mü ?? Tek yönlü yoldan kestirme gitmeyi, girilmeze girip, dönülmezden dönmeyi "geçiş üstünlüğü" kuralı olarak değil "polis üstünlüğü" kuralı olarak anlamışlardır...

Başıma bir bela gelecek polislerle uğraşıyorum diye, ama n'aapalım, serde Osman lık var, söylemezsem rahat edemem, üstelik haklıyım da yahu !!! Bir de "uzunyol" daki şehirlerarası polisler var... Şehirlerarası yolda araba kullanan mutlaka karşılaşır onlarla... Bunların tek derdi tuzak radar kurup, hızlı gideni, daha doğrusu kuralı ihlal edeni yakalamak ve cezayı kondurmaktır.. Sezar ın hakkı Sezar a şimdi, yukarda Allah var.. Bu uygulamadan beri uzun yolda araba kullanmak keyif oldu.. Hizaya geldi kamyon-otobüs ve çeşitli trafik canavarları.. Ama bu radar konusunda öyle bir yaklaşımları var ki; kopuyorum ben.. Senelerdir aynı yere radar konur mu yahu !!! Herkes biliyor, onlar da herkesin bildiğini biliyor, yine de mesaiyi orada gelip geçen bir kaç yabancı otoyu yakalamakla dolduruyorlar.. Geçenlerde başıma geldi, bunlar yine tuzağı kurmuşlar, ben de ilerideki ekip arabasının yanından geçerken canavar bir kamyonu şikayet etmek üzere durdum.. Telsizden konuşuyorlar "kırmızı toyota 112 km" arabadan fırlıyorlar "kırmızı toyota" cezalandırılıyor, arabaya davet, evraklarınız, peşin mi değil mi, sigorta-egzoz muayenesi sürerken, bir sürü "mobilet"li (bizim oralarda pek yaygındır), kask-mask yok, bir kısmında plaka bile yok tıırrr-pırr diye geçiyorlar.. Polis arkadaşlar da hala telsiz dinliyor.. Dayanamadım "memur bey, sürat kontrolu tamam da bunlar uzaylı mı ki kontrol etmiyorsunuz, kağıt-kuyut sormuyorsunuz" dedim.. El cevap: "beyefendi, emniyetin bahçesinde motor koyacak yer kalmadı, biraz mobilet çevirmeye ara verdik!!!" Allah kolaylık versin hepsine, işleri zor valla!!!

Son bir radar hikayesi size, daral geldi hem bana hem size.. Konya ovası, ip gibi dümdüz yol, hava güzel, koyvermiş gidiyoruz.. Neyse çevirdiler durduk.. Tipik "radara girdiniz beyefendi, evraklarınız".. Tamam kural çiğnedikse kıldan incedir boynumuz.. Arabaya buyrun, o da tamam, kağıtlar da.. 114 Kilometreyle gidiyorsunuz, tahdit 90 dır efendim , o da tamam.. Pekii, geniş ve uygun bir yol, hava güzel, otomobilin kadranında 260 yazıyor, ABS-mabese her şey var... Beni çevireceğine başka bir yerde hatalı sollama kollasan olmaz mı, ya da traktöre ve römorkuna bindirilmiş 50 kişiyi indirsen, belki frene basınca dörtlüleri yanan otomobilleri çevirseniz, arka cama spoyler takanları, camları ne içeriyi ne dışarıyı görmeyi engelleyecek derecede karartılmışları ???

Bu konuyu kapatıyorum, size daha komik şeyler yazarım, söz.. Hadi ruhsat ehliyet tamam, sigorta falan da; ikileyin bakiiim....

Osman Günay
osmangunay@superonline.com

 Şair Kahveci : Filiz Kaya


POSTACI MURAT

Ortaokul çağlarımdı. Oturduğumuz evin bahçesinde derme çatma bir ev vardı. Özelliği bekarlara kiralanıyor olmasıydı. Bu ev ikiye bölünmüştü. Bir oda bir bekara, diğeri öbür bekara. Mutfak ve banyo ortak kullanımdaydı. Düşününce ve görünce anlıyorsunuz ki insanlar imkanlarının elverdiği ölçülere uyum sağlayabiliyor ve bu ölçülerle mutlu olmayı seçebiliyorlardı. Kimilerinin asla oturamayacakları hoş olmayan bu gecekondu, kimileri için sığınılacak bir yer bulmuş olmanın, açıkta kalmamanın verdiği hazza neden oluyordu. Açıkçası bu evden, bir sarayda oturuyormuş edasıyla, mutluluğuyla yaşayan çok insan geldi geçti.

Gece mi gündüz mü konduğunu bilemediğimiz bu konduya günün birinde bir postacı taşındı. Postacı Murat... Mahallenin çocukları onu her gördüklerinde postacııı Adeemmm... Bu da ünlü badem... diye bağrışıyorlardı. Bir iki derken çocuklar Postacı Murat'la iyice kaynaştılar. Artık onu çocukların oyun arkadaşı olarak görür olduk. Bir de görev edinmişti kendisine sevgiyle yaptığı. Her akşam çocuklara çikolata, şeker getiriyor, onları bir güzel sevindiriyordu.

Bir gün evimizin bahçe tarafına bakan camı tıklandı. Açtım... "Anneni çağırır mısın?" dedi. Hah dedim bu da anladı annemin bizim sokağın Perihan Abla'sı olduğunu... Annem namı değer Perihan Abla olarak dert dinleyen, çözüm üreten, hastasına, iyisine, kötüsüne koşan koşturulan biriydi. Şeyyy... dedi. Abla...Ben falan yemeği yapıyordum...Şey oldu... Sıkılıyordu söylemeye. Annem söyle kardeşim çekinme dedi. "Aygaz bitti de, varsa piknik tüpünüzü rica edecektim." Annem getir ben pişireyim diyerek gönderdi onu. Tencere geldi. Yemek pişerken annem, evdeki yemeklerden allah ne verdiyse bir tepsiye hazırlayıp ona götürmemi söyledi. Kapı açıktı ama ben yine de çaldım. İçeri gel diye seslendi. Girdim... Postacı Murat yerde oturmuş derin derin bir şeylere bakıyordu. Duvarlarda karakalem çalışmalar vardı. Kendisinin olduğunu öğrendim sonra. Genç bir kız resmi vardı elinde. Gözleri dolmuştu. Neyi olduğunu sordum. Anlattı. Ortaokul çağında bir çocuğun kavrayamayacağı şeylerdi belki ama, epey bir anlardım yaşıtlarıma göre hal dilinden. Tam olarak kavrayamamış olabilirdim. Ancak gözlerindeki samimiyeti, sevgiyi, kederi anlamak için büyümeye ya da bilge olmaya ihtiyacım yoktu. Çocuk yüreğim duyabildi onu derinden ve ağlamak istedi tüm çocukluğuyla. Bir aşk hikayesiydi. Sevdiği ile birleşememenin verdiği bir yürek yarası, kalp ağrısı. İlginçti öyküsü. Varlıklı, iyi bir ailenin; iyi eğitilmiş, kültürlü bir çocuğuydu. Her şeye bir son verip, yine her şeye yeniden başlamayı seçmişti kendine. Sahip olduğu rahatı, lüksü, mesleki kariyerini, doğduğu yeri ve sevdiği insanları geride bırakarak buralara gelmiş, postacılığa gönül koymuştu. İnsanların bekledikleri haberleri onlara ulaştırmanın sevincini, çorbada tuz olma payını tatmak için seçmişti bu mesleği... Başka şekillerde de mutlu ededilirdin insanları, neden postacılık dedim? Biliyor musun dedi, benim beklediğim haber bir türlü gelmedi?

Her gün muhabbetimiz biraz daha arttı. Bir gün koleksiyonları, öbür gün resimleri, diğer gün şiirleriyle tanıdım onu. Başka bir gün gitar çalarken dinledim, başka bir zaman yontup şekillendirdiği ahşap biblolarıyla tanıştım. Renkli fakat dingin, huzur veren biriydi. Bir de dertli.. Ama şikayetçi değildi. Bana hep şöyle derdi. Sakın değişme küçük kız. Yılların seni yok etmesine, yenmesine izin verme. Hep böyle iyi ve sevimli kal. Temiz yüreğinin kirletilmesine engel ol. Ben de her defasında "ben değişmeyeceğim Murat abi" derdim. Gülümserdi, üzüntüyle karışık bir ifadeyle. Değişen sevgilisini hatırlatırdı bana. Umarım derdi. Bu çok zor. İstesen de, istemesen de hayat iteliyor seni bir şeylere. Yine de istiyorum ki değişmeyesin, masum kalasın hep.

Günler böylece geçip giderken alışkın olmadığım bir vakitte geldi ve beni çağırdı. Alkol almıştı belliydi. İçmişsin Murat abi dedim. Konuşmadı. Saçımı okşadı. Elime bir zarf verdi. Açtım. Sana yazdım bunu dedi. Benden sana bir şey kalsın istedim, hep beni hatırlayacağın. "SENİN İÇİN" yazıyordu kağıdın en başında büyük harflerle. Ve altında bir şiir...Sözlerini tam hatırlayamıyorum. En iyi hatırladığım gülen gözlerimin solmamasını, temiz kalbimin üzülmemesini, kirlenmemesini dilediği ve ne olur değişme küçük kız diye yinelediği mısralarıydı. Dedi ki biliyor musun beklediğim haberi aldım en sonunda. O... o evlenmiş... Ağlıyordu. Öptü yanaklarımı ve uzun uzun baktı yüzüme. O günden sonra onu bir daha göremedim. Şartları mükemmelken bir sevgi için çok şeylerden geçmiş kararterli, iyi, rengarenk ve içten o adamı göremedim bir daha. Belki yanlıştı belki doğruydu yaptığı ama o öylesini seçmişti kendisi için. Çok aradım, çalıştığı postahaneye gittim. Kimse benden fazlasını bilmiyordu. Her gün işine gelen adam bir sabah gelmemişti ve sonraki sabahlarda da. Sevdiğim, saygı ve hayranlık duyduğum bu adamı çok düşündüm, çok merak ettim yıllarca. Çok ağladım arkasından. Zamanla hafifledim ama hiç unutamadım onu. Çok özlüyorum Murat abimi. Bir bilsem nerde, nasıl olduğunu. Belki tanıyanınız vardır onu. Belki duyar beni bir şekilde. Biraz da kızgınım ve sitemkarım ona bıraktığı vasiyet için. Gördüm ki çok ağır bir yük getirdi isteğin bana. Tutmak istedim verdiğim sözü. Zor oldu, zor oluyor ve zor olacak. Kişiye kendilik değerini veren, öğreten değişimler gerekliydi. Bunu sen de çok iyi biliyordun şüphesiz. Gülen yüzün solmasın, hep böyle iyi ve temiz kal,değişme diye neden isemiştin öyleyse? Sanırım mümkün olduğunca az üzülmemi, ezilmememi, iyi yönlerimi olumsuzluklar karşısında terk etmememi istiyordun. Önceden desteklemiştin beni. Demek ki gözlerin beni güzel görmüş, geleceğimle ilgili endişeler duymuştun. Ve özümü korumamı beklemiştin benden. Bilmiyorum tutabildim mi sözümü ama ağır oluyor verilen sözün faturası. Bir söz veriliyorsa tutulmalı, tutulamayacaksa söz verilmemeli. İyice bir düşünülmeli. Murat abiciğim. Bir zamanların küçük kızı sana sesleniyor aşağıdaki şairane olmayan dizeleriyle, sevgisi ve özlemiyle. Umarım gönül gözün duyar beni.

Küçük kızın yaşı büyüdü,
Yüreği ise hala küçüktü.
Bazen kahkahalarla güldü, güldürdü.
Bazen acılarla dostluğa büründü.
Değişmemek çok zordu yoktu mümkünü.
Temiz tutabildi ufaklığın özünü.
Bıraktın küçük kızı bir mektup günü
Unutmadı hiç seni, bir de sözünü..


Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr

 Yazmacı


KUYU . .

Terli saçlarının arasında gezinen ince parmakları hissetti. Hareketsizdi ; gözleri kapalıydı ve uzun tırnakların saç diplerinde yaptığı terapiye bırakmıştı kendisini.

Sanki birşey söylenecekti de parmaklar bir nev’i girizgah yapmaktaydı. Sanki bir soru sorulacaktı da, parmaklar cesaret toplamaktaydı sorucunun yüreğine. Sanki cevaba göre bir karar verilecekti de, sorucu soruyu doğru sormak için kendine zaman tanıyordu.

O parmakların, tırnakların okşayışa da benzeyen temasında bunların hemen hepsi vardı . Bekledi ; topu ve sahayı kadına bırakıp bekledi.

Aslında soru falan da istemiyordu. Saatlerdir içilen içkinin etkisi ve son yarım saat içerisinde ki hareketlilik tatlı bir rehavete dönüşmüş, vücudu kendisini kör ama çok derin , dibe inmesi saatler alacak kadar derin bir kuyunun içine düşercesine bir uykuya davet ediyordu. Şaşırdı birden , ama alışıktı beyninin kendisine böyle oyunlar oynamasına. Daha normal birine bu uyku daveti serin saten çarşaflarca yapılırdı. Uyumak isteyen, uyumaya geçmek isteyen birinin dipsiz bir kuyu özleyeceği nerede görülmüştü ki ? Kuyu karanlıktı, kuyu soğuktu, kuyu ürkütücüydü.

“ - Biliyor musun . . diyen kadının sesini duydu önce. “ – Yüzünü seyrediyordum tam o anda. . ”

“ - Hangi anda ? ” dedi adam , anlamamış gibi . .

“ - Canım anla işte, o anda . . ”

Sataşmasını sürdürdü adam şaka yollu . . “ – Ben de başka şeyle meşgul sanıyordum seni . . ”

Kadın son cümleyi duymamış gibi sürdürdü konuşmasını.

“ - Yüzünü izliyordum . . Kaymış bakışlarından korktum. Sanki bir intikam alıyordun. . ”

“ - Nasıl yani ? ” dedi adam ; asıl amacının zaman kazanmak olduğunu bilerek . .

“ – Sanki beni cezalandırıyordun. Yüzün gergin ve ne yaptığını bilen kötü insanların çizgileri ile dolmuştu. Bakışlarında kin vardı. ”

Cevap vermedi adam ama cevabını kendisinin de bilmediği bu tesbiti ilk kez duymadığını geçirdi aklından.

Kuyusunu özledi birden. Karanlıktı, soğuktu, ürkütücüydü ama kimse bulamazdı onu orada. Uyumak için serin saten çarşafların davetine sırt çevirip kuyudaki düşmeyi özlemesinin nedeninin bu kadının söyledikleri ile bir bağı, ilintisi olabilir miydi ?

Gerçekten hınç mı yüklüydü içi ? Kadının söyledikleri . . Yüzünün o andaki dışavurumu , yıllardır taşıdığı bir maskenin altı olabilir miydi ? Üstelik ilk duyuşu da değildi bu söylemi. İçi daraldı birden ; cevabını, nedenini bilse rahatlayacaktı. Bir maskeyi bilerek , tercih ederek taşımakla, o maskeyi istem dışı edinmiş olmanın rahatsızlığı idi bu . .

“ – Yalnız kalmak ister misin ? ” diye sordu kadın bu kez . Belli ki adamın içindeki yalnızlık özleminin artık onun içinde yaşamakta olan tek şey olduğunu görmüş ve onu özlediği bozkıra salmak istemişti.

“ – Zaten yalnızım .” diye kontrol edemediği bir cevap çıkıverdi adamın ağzından.

O anda bile kendisini yalnız hissettiğini söylemekten çekinmemişti. Bunun, yanında ki insanı kırabileceği ihtimali pahasına da olsa yapmıştı. Ona kendisini çağıran kuyudan söz etmek istedi ; vazgeçti.

Döndü ; yüzüne baktı kadının, sonra gözlerinin içine uzun uzun ; ve “ – Ne güzel gözlerin var . ” dedi . Bunu ona mı söylemişti kendine mi söylemişti farkında değildi. Birşeyin farkındaydı sadece. . Onda guzel birşeyler, sevecek birşeyler, beğenecek birşeyler bulmaya çalışıyordu. Deminki sevişmesinin zemini yapacaktı, nedeni yapacaktı bulacağı güzel şeyleri, sevilecek şeyleri, beğenilecek şeyleri. Buna ihtiyacı vardı. Bulmalıydı. Yoksa kadın haklı çıkacaktı.

Ama olmadı . .Gene başaramamıştı. Kadının o gerçekten çok güzel gözlerinin, içindeki kocaman kara deliğe yetmediğini fark etti, üzüldü. Kadının bunun farkında olmayışına ise sevindi.

Belki bininci kezdir yeni bir yaşlanma yaşarken gülümsüyordu bir yandan. Göz göre göre başaramayışına gülüyordu, belki birçoğuna göre bin yaşında falan olması gerekiyordu ona gülüyordu, genç bir bedenin ihtiyar bir ruhu taşımada ki aczine gülüyordu.

Birden bir kuyunun derinliklerinden gelir gibi boğuk ama akustik, tanıdık ama rutubetli, bildik ama sırtını ürperten bir çağrı duydu ; kulaklarında mı beyninde mi ciğerinde mi bilinmez. “ – Geciktin ” diyordu ses. “ Nerede kaldın, özledim seni . . Beklediğimi bilmiyor musun . . Burası sensiz . . ”

Gerçekten ne güzeldi gözleri kadının. Akıp gitmişti o derin maviden içeri.

Ciğerinde sessizliğin sabırsız çığlığını duydu birden ve bu çığlık çekip çıkardı onu daldığı derinlikten.. Hatırladı.

Gözlerini , içinde kaybolmak istediği gözlerden zorlukla ayırdı.

Uğurladı kadın onu gözlerinden. Görmüştü adamın onca istemesine rağmen kendine yardım etmeyi başaramadığını. Parmaklarını gene adamın saçları içinde buldu.

Başını çıplak karnı üstüne yastık gibi dayamış ,yüzü kadının bacaklarına dönük sessizce yatıyordu. Ona, nedenini bilmediği bir şefkatle dokunduğuna şahit oldu ; ama şaşırmadı.

Biraz önce ki nefret dolu ama ona ait olmadığı aşikar bakışlarda onu çeken birşey vardı. Yeniden görmek istedi o yüzü. Rahatsız etmemeye çalışarak hafifçe doğruldu, eğildi, baktı. Uyumuştu adam karnının üzerinde. Emin olmak için nefesini dinledi. Evet ; uyuyordu. Hala sakinleşmemiş yüzde ki kıpırtılardan adamın sanki rüya bile gördüğünü çıkardı. “ - Ne görüyordur acaba ? ” diye düşündü ; çok da merak etmeden. .

Uyuyan yüzü biraz merak ama daha çok şefkatle seyrederken isterik bir kahkaha duydu beyninin içinde.

Bir yerlerden bir kahkaha sesi geliyordu. Karanlık , soğuk ve rutubetli bir kahkaha. Sırtı üşüdü hafifçe. .

“ – Bu akşam serin olacak galiba. ” diye geçirdi içinden. Pikeyi çekiştirdi ucundan ; bir ucunu adamın sırtına örttü, diğer ucunu omuzlarına koydu, arkasına yaslandı.

Uyumaya hazırdı serin saten çarşafların üzerinde . .

- yazmacı -

 Gencecik Kahveci : Sevil Yaman


ÇOCUK BAYRAMLARIM...

BİR DİLEĞİM OLSAYDI EĞER, ÖMRÜMÜN HEP ÇOCUKULUĞUMLA GEÇMESİNİ DİLERDİM, O HERŞEYDEN HABERSİZ...

ESKİ BAYRAMLAR DESEM KOMİK OLUR BİLİYORUM. BEN NEYİM Kİ BENİM BAYRAMLARIM ESKİ OLSUN. AMA ÇOCUKLUĞUMUN BAYRAMLARINI ÖZLEDİM BUGÜN. ŞU AN Kİ ZAMANDA GEÇMİŞTE HİSSETTİKLERİMİ HATIRLADIKÇA, ÇOCUKLUĞUMUN BAYRAMLARINI ÇOK ÖZLEDİM.

BAYRAMLIK ELBİSELER... SİZ DE EĞER BAYRAMDAN BAYRAMA BİR ÇİFT ELBİSE SAHİBİ OLANLARDANSANIZ BENİ ÇOK DAHA İYİ ANLARSINIZ.GİYMENİZE BİR GÜN KALA BİLE GÖZÜNÜZÜ ALAMAYAN, BELKİ ON KERE BELKİ YÜZ KERE BAKTIĞIMIZ ELBİSELER. HELE Kİ O ELİMİZDEN DÜŞMEYEN AYAKKABILAR. EVDE AYAKKABI İLE DOLAŞMANIN KEYFİ, GİYİP ÇIKARMALAR, SONRA YİNE, SONRA YİNE.... ARKADAŞLARLA YAPILAN O ÇOCUKSU, O ÇOK MASUM, O BEMBEYAZ KISKANDIRMALAR.ANLATMAKLA BİTİREMEYİP, GÖSTERMEKTEN KAÇINDIĞIMIZ BAYRAMLIKLAR.. KÜÇÜCÜK KALPLERDE TAŞINAN KOCAMAN HEYECANLAR. HER YAŞANAN ÖYLE GÜZELDİ Kİ...

VE BAYRAM SABAHLARI. HUZUR VE HEYECAN SABAHLARI YANİ. BEKLENTİNİN BAŞLADIĞI ANLAR...HER ŞEYİ BİR TARAFA BIRAKIP TEK GEÇTİĞİM BABAANNE TATLILARI, BÖREK VE DOLMALARI. ONUN HER ZAMAN Kİ "KİMSE GELMEDEN EL SÜRMEYİN" DİYE TEMBİHLEMELERİ VE BENİM MÜTEMADİYEN HER BAYRAM YAŞANAN AŞIRMA OPERASYONLARIM... ÜZERİMİZE YENİLERİ ÇEKER ÇEKMEZ, ÖNCE AİLE EL ÖPMELERİ, BAYRAM HARÇLIKLARI, HANİ O ÖNCE MAHÇUP BİR TAVIRLA YOK ALMIYAYIM DEYİP TE SONRA ISRARLARI KIRMAYAYIM GÖRÜNTÜSÜYLE ASLINDA BAŞTAN RAZI OLUŞLA ALINAN, YÜZ GÜLÜMSETEN BAYRAM HARÇLIKLARI...SONRA HEMEN ARKADAŞLARLA TOPLAŞMALAR, MAHALLE BAYRAMLAŞMALARI, VE ARDINA YAPILAN ÇOCUKSU HANGİMİZİN DAHA ÇOK PARASI VAR SOHBETLERİ. BAYRAM YERLERİNE KAÇAMAKLAR. MİSAFİRLERE HER ÇUKALATA TUTUŞUMDA ÜÇ BEŞ TANE DE ZULAYA ATMALAR. ÇUKALATA STOKLARI.

VE GÜN SONRA BAYRAM YİNE...

NE BABAANNEM ARTIK HÜNERLERİNİ SERGİLEYEBİLİR ARTIK, NE BAKIP BAKIP GİYMEK İÇİN HEVESLENECEK BAYRAMLIKLARIMIZ, NE DE HARÇLIK VEREN VAR. HATTA ARTIK HARÇLIK VEREN SIFATINA NAİL OLMUŞUZ BİLE. BUGÜN, BAYRAMDA İYİCE BİR DİNLENMEYİ DÜŞÜNMÜŞTÜM. TIPKI BİR ÇOĞU GİBİ. BAYRAMLARA OLAN BAKIŞ AÇISI BİLE DEĞİŞMİŞ, ONU ANLADIM BU GÜN. NE BİLEYİM. HERKES BİR YERLERE KAÇAR OLMUŞ. İŞTE BUNLAR ARASINDA GİDİP GELİRKEN GELENEKÇİLİĞİMİZİ BİRAZ DAHA YİTİRMİŞİZ DİYE GEÇİRDİM. İÇİMDEN.SON GÜNLERDE REKLAMLARA İLGİNİZ VAR İSE FARKETMİŞİNİZDİR Kİ, KENT BU KONUDA OLAYI AŞTI BANA KALIRSA, O İNSANIN İÇİNİ ACITAN NEREDEYSE AĞLAMAKLI YAPAN ÇALIŞMADA REKLAMIN YANISIRA MESAJ İNSANLARA ÖYLE GÜZEL İLETİLMİŞ Kİ. ÖTESİNDE, BİR ŞEY DEMEK DÜŞMEZ BANA.

ESKİ BAYRAMLAR... ASLINDA BENİM ÖYLE BAYRAMLARIM YOK BİLİYORUM. AMA BENİM DE BİR ÇOCUKLUĞUM VARDI DÜNDE KALAN. İŞTE BEN ONLARI HATIRLADIM BUGÜN, O GÜNLERİ YAAD EDİYORUM.

HERKESE İYİ BAYRAMLAR.

Sevil Yaman

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_33.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.863 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


SONUNDA

Sonunda doğduk biz yaşamımızın
Bambaşka olmalı bizim aşkımız
Sessiz çığlıklarla haykırmalıyız tüm sırlarımız dünyaya
Ağlayan sevgililer
Sararan resimler
Ve kurumuş çiçekler olmamalı
Bir başka sevmeliyiz biz
Sen uzaktayken sarılmalıyım sana sımsıkı
Birbirine kenetlenirken seviyorum demeli dudaklarımız
Kapalıyken görmeli gözlerimiz
Yüreğimizle duyup sevgimizi
Çok şeyler vermeliyiz hiç bir şey yitirmeden
Bir başka olmalı yaşantımız
Tüm kavramları silip yıkmalıyız kuralları
Bizim baharlarımızda rengarenk yağmalı kar
Yerden fışkırırken yağmurlar
Çiçekler açmalı gökyüzünde
Pırıl pırıl karanlıklarda seyretmeliyiz mavi mehtabı
Gümüş rengi güneş aydınlatmalı yarını
Ve yine beraber ölmeliyiz seninle kendimizce
Bırakmadan geriye eksik yaşanmış bir anı....

Yonca Ervardar

<#><#><#><#><#><#><#>

SEVGİLERDE

sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı.
bütün yakınlarınız
sizi yanlış tanıdı.

bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
kalbinizi dolduran duygular
kalbinizde kaldı

siz geniş zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
yılların telaşlarda bu kadar çabuk
geçeceği aklınıza gelmezdi.

gizli bahçenizde
açan çiçekler vardı,
gecelerde ve yalnız.
vermeye az buldunuz
yahut vakit olmadı

Behçet NECATİGİL

 Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları


MÜKEMMEL BİR GÜN GEÇİRMEK İÇİN

YATAKTAN KALKARKEN
DOĞRU: Yavaş hareket edip, kasları harekete geçirmek. Pencereyi açmak.
YANLIŞ: Hızla hareket kas tutulması yapar. Uyanınca yatakta fazla kalmak.

BANYO YAPARKEN
DOĞRU: Ilık duş ve çıkışta soğuk su dökünmek, vücuda oksijen yükler.
YANLIŞ: Sıcak su, banyoda çok kalmak. Vücudu ve saçları kurutmamak.

KAHVALTI YAPARKEN
DOĞRU: Bir bardak ılık su. Kepekli tost ekmeği, yoğurt, meyve, kahve.
YANLIŞ: Çok yağlı yiyecek, sucuk, pastırma, sosis, kremalı kahve içmek.

İŞE GİDERKEN
DOĞRU: Yürüyecek mesâfeyi uzatmak. Kol ve bedeni hareket ettirmek.
YANLIŞ: Kapının önüne kadar arabayla gitmek. Asansörle inip çıkmak.

İŞ YERİNDE
DOĞRU: Aydınlık, güneşli ve geniş mekân. Masada çiçek bulundurmak.
YANLIŞ: Masada kambur oturmak, etrafa bakmamak, vücudu germemek.

ÖĞLE YEMEĞİ
DOĞRU: Az ekmek, beyaz et, patates. Bol salata gerginlik ve stresi azaltır.
YANLIŞ: Bol ekmek, çok yemek, kolalı içecekler. Ayakta aparatif şeyler atıştırmak.

ÖĞLEDEN SONRA
DOĞRU: Biraz uyumak veyâ dinlenmek. Derin derin nefes alıp vermek.
YANLIŞ: Tuzlu krakerler, bisküviler, tatlı veyâ benzeri şeyler yemek.

MASA BAŞINDA
DOĞRU: Geri yaslanıp derin nefes almak. Bacak kaslarını gerip bırakmak.
YANLIŞ: Saatlerce kambur kambur oturmak. Sürekli aynı yere bakmak.

AKŞAM YEMEĞİ
DOĞRU: Az ekmek, sebzeli yemek, beyaz et, salata ve çeşitli meyveler.
YANLIŞ: Mikrodalgadan çıkan yiyecekler.Yatmadan az önce yemek yemek.

YATMA ZAMANI
DOĞRU: Sessiz ve az karanlık oda. Kafadaki düşünce ve problemleri atmak.
YANLIŞ: Çok yumuşak yatak ve kalın yastık. Yüzükoyun ve geç yatmak

 Biraz Gülümseyin


No comment!?

Haklısın valla. Fare çalışmıyor...

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.cossacks.com/
Bu aslında sadece bir oyun. Fakat en büyük özelliği özel tasarlanmış mekanları, orduları, araçları, orduları, insanları ve en önemlisi taktikleriyle büyük bir savaş oyunu. The art of war.

http://www.shockwave.com/sw/games/
Tamamı flash ortamında hazırlanmış birbirinden güzel oyunlar. Genellikle online oynayabiliyorsunuz; fakat bir kısmı bilgisayarınıza indirebileceğiniz formatta da hazırlanmış. 3d games kısmındaki "Big mouth bass" isimli balık tutma oyununu tavsiye edebilirim.

http://www.rathergood.com/independent_woman/
Sayfayı açın ve seyredin. Sadece seyirlik yanı için tavsiye ediyorum. Ha unutmadan sesi mutlaka açmalısınız, çünki seyredeceğiniz aslında bir çeşit video clip...

http://www.astromerkez.com
...Amirinizin, hiçbir zaman dırdır etmeyen, telâş etmeyen, şu tatlı Boğa amirlerden biri olduğunu mu; ve o halinden memnun, sevgili, yumuşak başlı yaratığı nasıl idare edeceğiniz konusunda hiçbir öneriye, ip ucuna ihtiyacınız olmadığını mı söylüyorsunuz? O'nu avucunuzun içine aldınız nereye çekerseniz oraya mı gidiyor? Öyle ise, kuşkusuz, bir felâketten kaçınmak için...

 Damak tadınıza uygun kahveler


Find v122 (beta) [482k] W2k/XP FREE
http://download.find.com/
Bilgisayarınızda, email programınızda veya web'te arama yapmak için kullanabileceğiniz, son derece kullanışlı bir program. Hard diskinizi indeksleyerek aradığınız dosyaya hızla ulaşmanızı sağlıyor. Arama kriterlerini doğru belirlediğinizde aradığınız şeyi nerede olursa olsun bulamamanıza olanak yok. Unutkanlar için birebir.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021209.asp 9 Aralık 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com