KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 160

 10 Aralık 2002 - Küreselleşelim mi?


Merhaba kahveciler,

Kopenhag'a 2 gün kala, hariçten başbakanımız Tayyip Bey'i izledim az önce. ABD'de bir toplantıda yaptığı konuşmayı naklen yayınladılar. Doğruya doğru şimdi, adamı takdir ettim. Önceden yazılmış bir metni Amerikalılara türkçe okusa da, söylediklerinin hepsinin içi doluydu. Kör dövüşüyle, ağız dalaşı arasında gidip gelen tarih alma sendromuna, artık gerilen sinirlerin de eklenmesi, tepkileri hafiften sertleştirmeye başladı. Haksızmıyız ama? Tamam yerimiz AB, yönümüz batılı çağdaş demokrasi, anladık. Üstümüze düşenleri de de öyle ya da böyle yerine getiriyoruz. Almaya gönülleri olsa iyi de, adamlar bizi kendilerinden görmüyor ki buyur etsinler. Kimse elimizden geleni yapmadığımızı söyleyemez, bundan böyle top Avrupalı arkadaşlarda. Ayrıca kimse de onlardan gol atmalarını beklemiyor. İstenen görüşmelere başlamak için gün vermeleri. Verdiler diyelim, bizi içlerine sindirmeleri zaten 5-10 yıl sürecek. O sürede kim öle kim kala. Kaldı ki müzakere tarihi verilmesi de herhangibir taahhüdü içermeyecek. Adamlarla tam uyum sağlayana kadar bizi oyuna almama hakları hep saklı kalacak.

Küçükken annem beni komşuya yollar, "Bir maniniz yoksa akşam annemler size gelecek." dememi isterdi. Hiç refüze olmadım, her seferinde "Tabi yavrum, bekliyoruz" dedi Necla Teyze. Aynı apartmanda oturan insanların, aynı dili konuşurken, aynı havayı koklarken, mani olup olmadığını bilmeleri kadar normal birşey olamaz. Ancak 2 ayrı şehirde oturup, bayram tatilinde kurbanın evine yıkılmaya çalışanlara söylenecek bir dolu mani bulunabilir doğal olarak. Hah işte AB'de kendini böyle üzerine misafir yıkılmaya çalışılan kurban gibi görüyor. Senelerce birbirinin gözünü oymuş, dibini oyana çanak tutmuş, hoşbeşe geldi mi canım cicim, ticarete geldi mi öcü olmuş kurban ev sahibi, dini, dili, kültürü benzemez zoraki misafiri ne etsin, öyle değil mi? Hele bir de adamlar 50 yıl önce kurtuluş savaşlarını verirken, sen uzaktan izlemekle yetinmişsen, adam seni kendinden görür mü? Görmez elbet. Küreselleşiyoruz diyorsak, bu kadar da değil yani. Henüz dünya bu derece silindirik bütünleşmeye hazır değil. Daha bir çuval ekmek yemek lazım. Onun için olmayacak duaya amin demenin alemi yok. Bir mucize olur da bizi aralarına almaya kerhen karar alsalar bile 2013'e kadar bekleyeceğiz. Bu tarihe kadar da biz adam olursak ne ala, yok olamazsak, o zaman da bakarız başımızın çaresine bir şekilde alışkın olduğumuz üzere. Kopenhag, Paris, Münih derken de yaptıklarımız yanımıza kar kalır olur biter. Şöyle bir düşünelim. fazla uzağa gitmeye gerek yok, şu anda göreceli olarak komşumuz Yunanistan'la aynı şartlara sahip olabileydik, kimin bize laf söyleme cesareti olurdu. Kırmızı mumla çağırırlardı valla.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Osman Günay

 Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay


   Ben İstanbuldayken -4-

Dönüş yolu daha bi keyifli olur..Marmaris e, genellikle güzel havaya, alıştığınız hafiften sallanan, üçgen başaltı yatağınız gidiyorsunuzdur.. Ama İstanbul dan, yeditepeliden, dosttan, sevgiliden uzaklaşıyorsunuzdur, karışık bir şeyler işte.. Ama "destination" memlekettir yine de... Şimdi otomobiller daha konforlu, daha kabiliyetli eskiye göre.. Bizler otomobil kullanırken üstünlük eski "amerikan" lardaydı.. Baba arabaları çaktırmadan ite ite parktan çıkarılır, gece ara sokaklarda turlayıp durmak insana kendini "pilot" hissettirdi.. Amerikanlar çalıştığı zaman bir öğrenci harçlığını egzozdan atar, çalışmazsa da orasını burasını söktürerek "teknik kurs" görülmüş olurdu.. Şimdi tüm otomobiller "basınca giden, basınca duran" cinsten, ısıtma-soğutma konforu var, arızalar da yok gibi, zaten arızada pek yapabileceğiniz bir şey yok ! Ya bilgisayarcı ya da büyücü olmanız lazım, kaputu açıp da bir şey yapabilecek amatörün alnını karışlarım..

Sabah yola düştünüz, bizim buralara doğru rota tuıtmak için önce bir feribot macerası olur genellikle.. Karşıda oturanlar Yenikapı dan, bizim taraflılar da Eskihisar dan feribota biner.. Ben Eskihisar hattını daha çok kullanır, vapurda da hemen "vapur çayı" eşliğinde simitleri lüpletirim..İstanbul simidinin sınırıdır oralar, ilerilerde bulunmaz !!

Yolda bir sürü abur-cubur tadacak, hem nefes alıp hem de ufaktan degüstasyon yapacak fırsatlar ele geçireceksiniz.. Mesela sabah kahvaltısını ayarlı yapıp, Akhisar girişinde "Köfteci Ramiz" de köfte-piyaz atlanmamalıdır.. Ya da biraz daha dayanıp Manisa Kebabı, olmazsa Selçuk tan çıkıp çöp şişle ayran, belki de Çine de kızarmış tatlısubalığıyla bol zeytinyağlı yeşil salata!!! Tabii bütün bunlar Yalova da Safranbolu lokumcusunu, Susurlukta kaşarlı tostu, Germencik te incirciyi, Çine nin çorbacısını, Bursa da kestane şekeri, İskender kebabı, Gökova da da pideciyi atlamanızı mazur göstermez !!! Haydaa, yine gıda işine bulaştık, yine fırça yiyeceğiz."bahsetme yaw şu gırtlaktan, yine göbek çıkıyor !!" diye....

Yolda önemli durumlardan biri de radyolardır.. Memlekette biri çıkıp da bir yol radyosu yapmadı.. Zırt-pırt yayın gider gelir, karışır, kaybolur parazitlenir.. Yerel radyolar ya cıs-tak müzik, ya da kekeme-geveze DJ lerin yaptığı programlarla doludur.. Onlar da bir kaç kilometrede bir hayalet gibi bir görünür bir kaybolurlar.. Siz de "seek" ( bu düğmeden sizde var mı bilmem, pek ahlaksız bir düğme !!!) düğmesine yakın ilgi gösterir, ondan buna atlayarak kafanızı şişirir, sonunda vazgeçerek "nerdeymiş yol kasetim benim!!??" diyerek kaseti koyar kurtulursunuz.. Ben bu sefer yolda bir sürü arapça yayın buldum, bizim radyo kabiliyetlenip Suudi radyolarını almıyorsa eğer!! Ege ye yaklaştıkça rum radyoları ortaya çıkar, böyle müzik sevenler yaşadı!! Bu sefer de muhabbeti kesiyorum.. Bir daha yol macerası yazmayacağım, korkmayın.. Ama yolda bir tabelalar var, bir dahaki sefere fotograflayıp sizlere gırgır bir makale döktürürüm söz !!

Hepinize selam ve saire...

Osman Günay
osmangunay@superonline.com

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Erişte No : 2

Eriştelerimin 2 numarasıdır o, ortanca ağabeyin oğlu. Bu ağabeyde kural değişmiş, iyi çalışamamış DERSİNE, önce erkek sonra kız olmuş en büyük ağabeyin TERSİNE.

Eda'ya nazaran bu erişte bize daha çok yakın olmuştu eskiden, aynı yerde çalışıyoruz babasıyla ve lojmanlar da çok yakın birbirine. Çocuk zevkini 2 ve 4 numaralı eriştelerle Aliağa'da yaşıyoruz velhasılı. Çok uysal çocuklar genel olarak ama erkek erişte bu..!

Düz duvar yok allahtan evlerde bu nedenle pek tırmanamıyor, biraz da şımartılmış elbette, küçükken çok feci şekilde düşmüş merdivenlerden ve başı için çok korkmuşlar senelerce.. Zaten baba dedesi tüm torunlarına olduğu gibi düşkün, üstelik soyadını taşıyor ama anne dedesinin 3 kızı olmuş ve de tek erkek torunu.. O da çok düşkün elbette, oğul zevkini yaşıyor bir yandan.. Eski insanlar gerçekten bambaşka duygusal oluyorlar ve de düşünceli. Düşünüyorum da aklıma rahmetli kayınpederimin inceliği geliyor. Her ikisi de küçük yerleşim yerlerinde yaşıyorlar. Bu hassas ve özel durum nedeniyle, soyadını taşıyan en büyük torunu olmasına rağmen; sünneti dünürüne BIRAKIYOR, doktor dedenin de ilçede koltukları KABARIYOR, çocuklarından sünnet yaşayamayınca haliyle ağzının suyu da AKIYOR..

Çok heyecanlı oldukları için doğduğu günü tam olarak hatırlayamamış annesi ve babası ve başlamışlar kavgaya, şu gün doğmuştu, hayır bugün doğmuştu derken, Ogün doğduğuna karar vermişler..! Birçok erkek çocuk gibi o da arabalara pek bir düşkündü çocukluğunda. Yüzlerce oyuncak arabası vardı, her gittiğimizde arabalarıyla oynardı. Yıllar sonra öğrendik ki; anne dedesi traktörle eğitim vermiş bu araba sevdalısına küçük yaşlarda. Ve yine öğrendik ki oğlumuzun ilk araba kullanması da Ogün ağabeyi sayesinde olmuş ! Çok önemli bir fark var elbette; Ogün ehliyetli, oğlumuz ehliyetsiz..

Şimdilerde üniversitede okuyan Ogün'ün en ilginç özelliklerinden birisi de annesinin saçları.. Kazık kadar olmasına rağmen saatlerce onun saçlarıyla oynar, uyuklar.. Son derece yumuşak başlı, sevecen bir genç o. Fazla çıkıntıları olmayan bu eriştemin en önemli çıkıntısı GS'lı oluşudur, buna rağmen çok severim onu. Enişte der de başka bir şey DEMEZ, aslında 3 eniştesi vardır ama diğer ikisi zaten benim elime su DÖKEMEZ..

Aslında ENİŞTE'ler arasında da bir ( ? ) var benim kafamda. Biliyorsunuz 3 tür Enişte olunuyor; ya TEYZE kocası, ya HALA kocası ya da ABLA kocası. Hangisi daha bir Enişte acaba ? Bence ben, yani HALA kocası, neden derseniz, onların herhangi bir sitede, bir ENİŞTE köşeleri bile yok..!

Birgün annesi ve babası bir tiyatroya gideceklerdi İzmir'de. Çocuklara biz bakarız, merak etmeyin dedik, demez olaydık. Ogün canımıza okudu o gün. Önceleri güzel güzel oynadık, yattık yuvarlandık yerlerde kakara kikiri. Derken yatma vakti geldi, bir türlü uyumaz, ne maskaralıklar, ne masallar, yok adam cin gibi, uyumayacak. Sekiz ayrı yatak uygulaması denedik, hepsi başarısız. Çocuk dediğin belli bir saatte UYUR, sıkıysa Ogün için sen BUYUR..

" Uyku ilacı versek mi acaba ? Kızım bu küçük canavarın gelmez mi uykusu ? "
- Saçmalama Ahmet ! Şşşşt ! Sus ! Uyuyacak gibi...
Bana ne, bana ne uyumayacam, arayın annemi babamı !
" Oğlum ! Daha cep telefonu diye bir şey yok, arayamayız ! Hady, yat şuraya ZIBAR ! "
- Enişte olabilirsin ama değilsin işte KİBAR..
" Kimse olamaz, sen Enişte'yi zıvanadan ÇIKAR, kibar olmak biraz SIKAR ! Sahi aklıma geldi, tamam boğazını sıkmayalım ama bayıltmayı denesek mi ? "

Gerçekten kan kusturmuştu o gün, uyumadı inadından Ogün. En hoşuma giden konularından birisi de 2000 yılı yılbaşı ve çekilen resimleri. Antalya'da bir otelde girmiştik milenyum'a ve sonra çekilmiş resimleri göstermiş Ogün üniversitedeki kız arkadaşlarına, hepsi de;

" Kim bu karizmatik yakışıklı ? " demişler,
- Enişte'm !

demiş, daha fazla detay istedim anlatmadı, acaba ENİŞTE yerine, AMCA olsaydım anlatır mıydı ? Sanmam, ama DAYI olsaydım kesin anlatırdı, en azından köprüyü geçene kadar.!

asesen@turk.net

 Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat


DARPHANE

Yıllar önceydi. Bir kış pazar gününün geç akşamüstü, erken akşam saatleri. Sabah başlamış, öğlen yarım yamalak bir mola almış, bu akşam saatlerine kadar sürmüş bir feminist platform toplantısından çıkmış, o gün Beşiktaş'daki yeni evlerine taşınmış olan arkadaşlarıma gidiyordum yardım etmek üzere. Mutfak dolapları boyanacaktı. Suratle taşınmak zorunda kalmışlardı ve eşya eve atıldıktan sonra yapılabilecekti rötuşlar yeni dört duvarın çehresine.

Sabahdan beri kafamı patlatan feminist platform toplantısı tam bir felaketti benim için. Ucundan bucağından takılırdım bu işlere, ama bu dünya benim takıldığım uç ve bucaktan hayli farklıymış meğerse. Hani, ben böyle dövüş sanatı görmedim desem yeridir. Hayretler içinde kalmış, kendi çapımda büyücek hayal kırıklıklarına uğramış ve sonunda "Erkekli bir dünya istiyorum ben" nidasıyla çıkmıştım salondan. O insanlara, söylediklerinin, savunduklarının arkasında cesaretle duran o insanlara/kadınlara haksızlık etmek istemem, ama tövbe ettim ondan sonra sırf kadın olan bir yerde bulunmayacağım, "feminist" olacaksam da erkekli feminist olacağım falan. Neyse lafı fazla uzatmayayım, bu ayrı bir yazının konusu. Gün olur yazarız belki bohçaları açıp da.

Çıktığım salon da Beşiktaş'da bir yerlerdeydi, geçmiş gün işte, tam yerini hatırlamıyorum şimdi. Sersemlemiş bir halde salına salına yürümeye başladım. O zamanlar daha İstanbul'un da yenisiyim, daha doğrusu bir kış akşamı vakti, hele bir de Pazar gününün akşamı vakti İstanbul ara sokaklarının acemisiyim. İnisiyaki yürüyorum öyle. O gün taşınan arkadaşlarımın evi, Darphane civarında. Yani kerteriz olarak Darphane'yi vermişler bana. Önce bu binayı bulacağım, sonra arkamı binaya dönüp bir iki üç sokak sayacağım, tam köşede İsmet Bakkal'ı göreceğim, o sokağa kıvrılıp bir iki üç apartman sayacak... Falan gibi bir adres. Dedim ya inisiyaki yürüyorum Darphane'nin bulunduğu tarafa. Aklım başıma geldiğinde ortalıkta ne Darphane ne Marphane var. Dedim ki böyle olmayacak, sorayım hiç olmazsa gelip geçene. Gelip geçen dediğim de tek tük o saatte. Neyse, baktım eli yüzü düzgün orta yaşlarda bir bey geliyor karşıdan:

- Afedersiniz, bir adres soracaktım?
- Buyrun.
- Darphane nerede acaba?
- Efendim?
- Darphane'yi bulmam gerekiyor da.
- Bilemeyeceğim.

Bir tuhaf bakarak uzaklaştı yanımdan. Dikkatimi çekti, gelişinden daha hızlı adımlarla uzaklaştı.

"İyi" dedim, başkasına sorarım ben de. Bu defa karşı kaldırımdan gençten bir adam yürüyor. Karşıya geçtim.

- Afedersiniz, bir adres soracaktım?
- Evet?
- Darphane nerede acaba?
- Nasıl yani?
- Basbayağı Darphane işte.
- Ne bileyim ben!
- Peki, siz bilirsiniz.

Canım sıkıldı. Neredeyim ben diye merak ettim. Darphane şuralarda bir yerlerde olmalı. Kendimden de kuşkuya düşmedim değil. Durup etrafıma bakmaya başladım. Tamam işte Fatih'de değil, Beşiktaş'dayım. Darphane de buralarda bir yerlerde. Sinirlendim, delirmiş bunlar diye.

Bu sırada bir kadıncağızla karşılaştık:

- Afedersiniz, Darphane nerede acaba?
- Aa, deli mi ne?

Demesin mi? Cinim çıktı tepeme. "Sen kendine bak be kadın!" demişim hiddetle.

Arkasından, bir delikanlı geliyor:

- Arkadaş, bir baksana! Şu Darphane nerede...

Derken, delikanlının kahkahayla patlamak üzere olan dudaklarında duydum kendi sesimi... Bunca kişiye bunca zamandır Darphane'nin yerini şu şekilde sormaktaymışım:

- Afedersiniz, kalpazanlar nerede acaba?

Akşamın o vakti, artık geceye devrilmek üzereydi ve biz yoldaki delikanlıyla o kaldırıma oturup önce boğulasıya güldük, sonra delikanlı alıp beni gideceğim yeni eve götürdü. O da iki bina ötede oturuyormuş. Boya badana bırakıldı, bir şişe kırmızı şarap açıldı, koli moli üzerlerine serilip patlayıncaya kadar gülüp, patlayıncaya kadar içtik hepbirlikte.

Darphane ile kalpazanları böylesine karıştırmış olmamı açıklayacak o kadar çok vaka yaşanmaktaydı ki o zamanlar.

Var daha bende böyle dil sürçmesi hikayesi. Yeri geldikçe anlatırım. Dilimin her sürçüşünde, durup da bir etrafıma bakındığımda, sanki daha bir anlaşılır görüyorum olup bitenleri, darbeleri, haneleri... Sadece benimki değil, başkaları da sürçtüğünde.

Aman diyeyim, dilimizden eksik olmasın sürçmeler.

ANur

 Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


Kötü oldum be

Merhaba kahveci kardeşler,

Bugün keyfim yok. Neden derseniz, sözü uzatmadan anlatayım. Dün akşam eve gittim ve şöyle bir durumla karşılaştım. Bizim küçük kız, Ayşe, kucağında minik mi minik bir kedi yavrusu salonun köşesine geçmiş, direnir bakışlarla dikiliyor. Hanıma "nooldu?" diye sordum, anlattı. Bizim binanın bodrum katına bir kedi yavrulamış ama neden bilinmez sonra ortadan kaybolmuş. Küçükken bizim de kedilerimiz vardı, oradan bilirim, kediler asla yavrularını terkedip gitmezler, bunun da başına kesin bir iş geldi, ya araba altında ezildi veya başka bir şey ama gelemediği ve artık gelemeyeceği kesin. Komşular ciyak, ciyak bağıran yavruların sesini duyunca gidip bakmışlar, çaresiz dört yavruyu birer, birer evlerine almışlar. Bizimki de bir tanesini panter gibi kapmış, koşa koşa eve gelmiş, kimse de elinden alamamış. Kedicik de zaten korkudan ve çaresizlikten bütün tırnaklarını elbisesine geçirmiş, birbirlerine sımsıkı yapışmışlar, öylece dikiliyorlar.

Ayşe'ye annesi ara sıra inadı yüzünden "babası kılıklı" der. Yanına gittim "gel kızım, anlat bakalım nerden çıktı bu kedicik" diye kucağıma aldım. Yavrucak konuşulanlardan herşeyi öğrenmiş ağlaya, ağlaya "onun annesi ölmüş babacım, çok üşümüş babacım, noyuysun bizim kedimiz olsun babacım" diye anlattı. Bir yandan da annesi kendisine nasıl bakıyorsa o da aynısını yapacağına dair sözler veriyor, "sütünü içiycem babacım, çişini yaptıycam babacım, çok tovizyon seyyetmeden yatıycam babacım" diye. Ayşe'ye ve ona sımsıkı sarılmış kediye baktım, ne diyebilirdim ki, "tamam kızım ama önce ver bir bakalım, hasta mı değil mi" dedim. Annesinin sıcaklığını bulduğunu sandığı için sesini kesmiş olan kedi yine ciyak, ciyak bağırmaya başladı. Daha gözleri yani açılmış, tekir, sıskacık ama bütün kedi yavruları gibi şirin bir yavrucak. Hanıma "ya nasıl besliycez biz bunu?" diye sordum, "valla komşular damlalıkla falan süt vermeye çalışıyorlardı" dedi. Evde damlalık bulamadık, bir şırınganın ucuna serum hortumu taktık, süt içirmeye çalıştık. Aksıra, tıksıra içti, sonra Ayşe onu bebeğinin sepetine yatırdı, tekir kediye "Sarman" diye isim taktı. Sarman karnı doyunca, biraz da ısınınca uyudu. Ayşe'yi de yatağına gönderdik, sonra hepimiz yattık.

Sanırım sabaha karşı, hanım beni uyandırdı, gözleri ağlamaklı "Hüsam kedi ölmüş galiba " dedi, boğazıma bir yumruk oturdu ve "yapma be" diyebildim. İkimiz de kalktık salondaki sepetin başına geçtik, Sarman'ı korkarak elime aldım, uyuyor gibiydi ama belli ki ölmüştü. Zavallı yavrucak, yaşam nasıl bir şey anlamadan, üşüye, titreye geçirdiği bir kaç günün sonunda, ilk defa karnı doymuş, ısınmışken ölüp gitmişti. Avucumda kediyle salondaki koltuğa oturdum, şirin yüzünü, sıskacık bacaklarını serçe parmağımla sevdim, bir yandan da ağladım. Necla'da ağladı, birbirimizden hiç utanmadan, yan yana sessiz, sessiz ağladık. Ulan götü boklu dünya, bir kedicik mi çok geldi sana, bizim hayatın değerini hatırlamamız için parmak kadar yavrunun ölmesi mi gerekiyordu?

Kendimize gelince hanım sordu "Ayşe'ye ne diyeceğiz?" diye. Başka bir kedi bulmaya karar verdik, saate baktım sabahın altısı, bu saatte kedi nerden bulunur? Komşulardaki kedilerden birini almayı düşündük ama ya o da, hem de Ayşe'nin elinde ölürse, biz ne yaparız? Ne yapacağımı bilmeden giyindim, atladım arabaya, doğru Eminönü Çiçek Pazarı'na "nöbetçi kedici" bulmaya. O saatte Çiçek Pazarı civarında bir ben varım, bir de demirbaş güvercinler, çaresiz dükkanlar açılana kadar bekledim. Beklerken de içerideki kafeslerde kediler olan bir dükkanı belledim, açılır açılmaz daldım içeri. Dükkan sahibi sabahın köründe damlayan bu müşteriye şaşkın, şaşkın baktı ama az çok Sarman'a benzeyen siyahlı, beyazlı bir kediyi pazarlık etmeden alınca bir şey sormadı. Uçarak eve gittim. Hanım Sarman'ı yok etmiş, "ne yaptın?" diye soramadım bile. Bu yeni kedi uzun süre sepetin içini kokladı, herhalde başka bir kedi kokusu aldığı için yanına bile yanaşmadı, doğrudan koltukları tırmalamaya başladı. Belli ki bunun gücü kuvveti yerinde hiç öyle ölecek bir hali yok.

Sabah erken işim olduğu için dükkana geldim, öğleye doğru hanım aradı, Ayşe'ye sözleştiğimiz gibi "Sarman'ın annesi geldi onu aldı, sen üzülmeyesin diye yerine arkadaşını bıraktı" demiş. Bizimki inanmaz gözlerle bakmış ama sonra yeni kedinin de adını Sarman koyup onunla oyuna dalmış. Hanımın anlattığına göre yeni Sarman canavar cinsi bir kedi, her yeri tırmalıyormuş, "bunu da annesi gelip alsa iyi olur" dedi.

İş, güç derken kafam dağıldı ama ara sıra gözümün önüne kediciğin o masum, şirin yüzü gelince hala kötü oluyorum.

Sağlıcakla kalın dostlar

Hüsamettin Gezer

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_34.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.870 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


GARSON BOY

Yaşadıklarım ,
Giysilerim.
Arada bir fark göremedim.

Bir yakıştıramadım
Her ikisini de kendime..

Ya pantolonum,
Ya da tutkularım daraltır beni.

Bedenini tutturamadığım gömlekler mi desem,
Yaşlarını uyduramadığım sevgililer mi?

Dostluklarım sağlamdır.
Ta ki sevene dek!

Bir de Selma Teyze'min yün kazakları
Onlarda annem yıkayana dek.

Kişiliğini üstüme yakıştıramadığım
Erkek reyonunda
Garson boy kaldım!

Gökhan Akgül

<#><#><#><#><#><#><#>

FOTOSENTEZ

Sevgisiz kalbimi
Acil servis köşelerinde
Kalp masajı seanslarında yaşatmaya çalışanlar
Bilmezler beynimin fotosentezde olduğunu

Gökhan Akgül

<#><#><#><#><#><#><#>

CEZA

Kalbimin aklıma verdiği cezaydı...
Kömürden çubuklarla resmini çizmek
Çıkmaz sokak duvarlarına.
ve...
Ellerimi yüzüne sürmek..
koklamak..
Beynimden perçinlerini sökemediğim
anılara sanayi tüpüyle dalmak.

Gökhan Akgül

 Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları


DÜZENLİ SPOR

Güç ve kuvvet artar.
Solunum verimliliği artar.
Zindelik ve kendine güven artar.
Kandaki kolesterol seviyesi azalır.
Genç görünmeye yardımcı olur.
Sırt ağrıları azalır.
Tansiyon azalır.
Stres, gerginlik ve depresyon azalır.
Kalbin verimliliği artar.
Kas gücü verimliliği artar.
Dinlenirken kalp atışı azalır.
Kalp krizi ihtimâli azalır.
Vücuttaki yağ azalır.
Daha ince olmayı sağlar.
Yıllarınıza sağlıklı, tatlı bir hayat katar.
İş ve diğer faaliyetlerdeki verimlilik artar.
Daha olumlu bir kişilik kazandırır.
Hayatınızdan daha çok zevk almanızı sağlar.

 Biraz Gülümseyin


HERKES GÜVERTEYE

Okyanusta büyük bir gemi hızla ilerliyormuş...
Bir anda gemi kaptanı herkesi güverteye çağırmış...
Herkes güverteye toplanınca:
- “Size bir kötü bir de iyi haberim var” demiş. “Hangisi ile başlayayım?”
- “İyi olanla” demiş yolcular...
- “11 dalda oscar kazanacağız...”

********************

KADIN KULAĞI

Adamın biri kazada kulaklarını kaybetmiş. Araştırmaları sonucu iyi bir plastik cerrah bulmuş, ve girmiş ameliyata.
Ameliyat sonrasi bandajlar açıldıktan bir süre sonra:
- "Aman Allahım Doktor! Bana kadın kulakları takmışsınız!" diye bağırmaya baslamış.
- "Kulak kulaktır!" demiş Doktor... "Kadını erkeği olmaz!"
- "Yanılıyorsunuz!" demiş hasta... "Herşeyi duyuyorum ama hiçbir sey anlamıyorum!"

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.aids.com.tc/
HIV kelimesinin açılımı, Human Immunodeficiency Virus'tir. İnsanların bağışıklık sistemlerinin çökmesine neden olan virüs anlamına gelir. Bağışıklık sistemimiz vücudumuzu dış etkenlerden koruyan muhteşem bir kalkandır. HIV ise bu doğal korumayı yok ederek, vücudumuzu savunmasız bırakıp çeşitli enfeksiyonlara maruz kalmamıza neden olan acımasız bir virüs... Biraz daha dikkat.

http://www.secretcv.com/
Hani şu CV'nizi yazıp üye olduğunuz insan kaynakları siteleri vardır. secretcv de onlardan biri. İş imkanlarını araştırıp kendinize uygun olanı bulabileceğiniz gibi şirketinize eleman aramak için de uygun bir ortam.

http://www.proudpickers.com/
Bizim sadece Türk insanına has zannettiğimiz bir gelenek vardır... Elinoğlu bu geleneksel uygulamayı almış ve bir kültür haline getirmiş. Bırakın kendimiz yapmayı başkaları yaparken bile içimizin kaltığı bu geleneksel faaliyet ve performans gösterisi için söyleyecek söz bulamıyorum. Yorum sizin.

http://laacz.lv/f/swf/go2sleep.swf
Bilgisayarınızın başında saatler geçirdiniz ve hala işlerinizi bitiremediniz. Şöyle bir saat kadar mola vereyim dedniz ve fakat uykunuz yok. Ya da uykunuz var ama huzurunuz yok. Bilgisayarınızın sesini hafifçe açıyorsunuz ve bu link'i tıklıyorsunuz.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Subhash VCDPlayer v2.0 [2.2M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105612
Kullanışlı bir media çalıcısı. VCD yi algılayıp oynatması artı puanlarından. Ayrıca seyrettiğiniz filmlerden resim karelerini yakalayıp saklamanıza da olanak veriyor. Bazı noktalarda hala küçük aksaklıkları olsa da VCD Player arayanlara güzel bir alternatif. Kullanmak için bilgisayarınızda Windows Media Player kurulu olmalı.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021210.asp 10 Aralık 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com