KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 161

 11 Aralık 2002 - Tavşan AB!?


Merhabalar,

Gündem yüklü, hava kötü. Karamsar olmak için her koşul mevcutken şöyle güzel bir giriş yapmak çok zor oluyor takdir edersiniz. Haftasonuna kadar da bu karamsar havayı soluyacağız anlaşılan. AB konusunda bir sssürpriz olacağını sanmıyorum. kapıyı tamamen hiçbirzaman kapatmayacakları için Kopenhag'da karar ne olursa olsun, biz bir sonraki vagonu yakalayabilmek için küreklere asılacağız gene. Boşa mı çekeceğiz doluya mı, bunu şimdiden tahmin etmek güç gibi. Nacizane fikrim, bu AB ömür boyu bizim önümüzde tavşan gibi koşacak, biz de onu yakalamanın hayali ile kendi rekorlarımızı kıracağız. Yani sonunda kazanan biz olacağız. Demek ki karamsar olmanın pek de anlamı yok. Siz gönlünüzü ferah tutun.

Tam biz AB kapısındaki bodyguardları ayartmak için türlü yollar ararken, dahi çocuk Fazıl Say'ın sözleri gündemi darmadağın etti. Entellerle danteller birbirine düştü. Popçular klasikçileri tukaka ilan etti. Say'ın sözleri sanki bana biraz amacını aşmış gibi geldi. Yoksa ben onun bir Gencebay'ın, bir Aksu'nun üzerini çizmeye çalıştığını sanmıyorum. İlgisizliği biraz abartılı hale getirip, soruna dikkat çekmek istedi bana kalırsa. Sözleri yanlış mı, değil. Ama sözünü ettiği sorun sadece bizim sorunumuz da değil. Dünyanın hiçbiryerinde klasik sanatçılarla, pop starları aynı kefede değerlendirmek mümkün değildir. Fazıl Say'da bunu en iyi bilecek kişilerdendir herhalde. Bence onun kastı yoz kültürü, halkın kültürü diye benimseyenlere. Bu konuda onunla hemfikirim. Varoş kültürünü, halkımın kültürü diye damarlarımıza zerkedip, arabeskten hoşlanmayanları, halk karşıtı, halktan kopuk, Mozartçı ilan edenlere isyan etti ki haklı adamcağız. Adamcağız dedim de aklıma birden İmparatore Terimo geldi nedense. O da Lucescu'ya adamcağız diyebilmişti ya, hah işte ondan. Şimdi ben de koskoca Fazıl Say'a adamcağız dedim ve eşeklik ettim. Eğer bazı konularda birilerin söz sözlemeye hakları varsa, o birilerinin başında da Say gelir kuşkusuz. Keşke lafı duyar duymaz tepki gösterip abuk laflar edeceklerine, ne demek istediğini iyice anlamaya çalışsalardı Orhan Babayla, Minik Serçemiz, baş taçlarımız.

Dün gündemin bir diğer konusu da Jet Fadıl'ın derdest edilmesiydi. Ben bu konuda bir süper komplo seziyorum. Bana kalırsa, Emniyet ve YSK bir araya gelip bir plan yaptı. Baktılar adamın kendi rızasıyla geleceği yok. Attılar adamın önüne bir milletvekilliği yemi. O da garibim yuttu zokayı. Garibimin kodese götürülürken ki hali perişandı. Hala kendini milletvekili sanması da, yuttuğu zokanın midesine oturduğunu gösteriyordu. Helal olsun valla Emniyetimize. Ümraniye sapığından sonra, Siirt dolandırıcısını da yakaladılar. Hiç olmazsa Şubat'a kadar rahatız, elimiz ardımızda dolaşmayacağız. Şubat'ta adam tekrar seçilir mi bilmem ama seçilene kadar limuzini Kartal'da parkta kalacak onu biliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Veda

Eski bir dostumuz, Afrika'daki bir yıllık görevli konaklamasında, orada yaşayan bir Türkle tanışır. Bu adam, 68 kuşağından, yurdundan sürgün, ömrünü değişik ülkelerde geçirmiş, tek başına yaşayan birisidir. Gariptir, sıradışıdır. Ancak, kısa sürede aralarında dostluk oluşur. Birçok ortak zamanı paylaşırlar, bu Afrikanın ücra köşesinde.. Zaman paylaşılmaktadır ama gizemde korunmaktadır. Türkiye'deki politik bir yana ailevi geçmişiyle bile ilgili kaçamak yanıtlar alır arkadaşından, dostumuz. Aylar ayları kovalar, nihayet gezgin'in, şimdilik yerleşikmiş gibi yaşayandan ve Afrika'dan veda vakti yaklaşır. Bir gece kapı çalınır, bu gizemli arkadaş çıkagelir. Veda etmektir amacı.

Şaşırır dostum, çünkü onun ayrılmasına birkaç gün daha vardır ve açıkçası bunca paylaşılmış zamandan sonra, en azından havaalanından uğurlanmayı beklemektedir. Belki de, o günlerde işi vardır diye düşünür.. Gece yarısına doğru, bir sişe şarabın dibi görünmüşken bizimki ayaklanır ve neredeyse göstermelik sarılır gibi yapıp, kapıya yürür. İşte tam o anda baştan beri saşkınliğını üzerinden atamayan dostum, onun adreslerini almadığını, kendisinin de Türkiye'deki izini ona vermedigini ayırt eder.. "Dur yahu" der, "İyice şaşkına çevirdin beni, bari şu adreslerimizi verelim birbirimize. ." O sırada bizimki kapının dışına çıkmış, açıkçası sokak lambasının soluk ışıkları altında yüzü bile doğru dürüst seçilmiyordur artık. " Sevgili kardeşim" der ve ekler: " Sen aklını mı kaçırdın. Kolay mı sanıyorsun, yurdundan uzak, yıllardır hemen tek başına yaşamak. Sen ve sizin gibiler uçup gittikten sonra, çok az şey kalmalıdır geriye. Ne adres, ne de gözyaşı. Belki anılar.. Hadi benim işimi zorlaştırma, kal saglıcakla!" der ve gerçekten gecenin karanlığında gözden kaybolur..

Bu anıyı dinledikten yıllar sonra, boyle bir garip adamla karşılaşmak ve onun tasarladığı garip bir ayrılık anı benim de başıma geldi. Üç yılı aşkın süre, İsveçli-üyeleri belirli kısa sürelerle Turkiye'ye gelip,dönen- bir ekiple Trafik Proje'sinde çalışırken tanışmıştık Rein'le.. Mühendislik okumuş, üstüne felsefe. Sakalı, günde iki paket sigarası, biri diğerinden büyük gözleriyle, ellili yaşlarının başında tam bir muammaydı Rein. Projenin, oniki temel raporunu kaleme alandı ve yaptığı işi küçümsercesine kendine "Story Teller" adını takmıştı. Ancak ilginç olan, müthiş bir zeka, her türlü ayrıntılı bilgi onda. Nikaraguadaki darbeden de haberi var, ağaçları kemiren kurtlardan da. Her iki haftalık calışma döneminden sonra, ayrılırken illa bir bira partimiz var. Coğunluk o dinliyor ancak kafa karıştıran sorularla ortamı düğümlemeyi de ihmal etmiyor. Hem Türkiye'deki projede görevli, hem Fas'ta, hem de Estonya'da. Kısa görüşmeler için gittigi uzak doğu turları da cabası. Bir keresinde "Biliyormusun" dedi, "Bu Turkiye'deki projenin üç yıllık ekip yoneticiliğini önce bana teklif etmişlerdi." "Eee dedim, neden kabul etmedin?" " Delimisin" dedi, "Tam üç yıl; ben bir yerde, bir görevde üç aydan fazla kendi isteğim dışı kalırsam sıkılırım, bakarsın alışırım filan, gözüm yemedi."

Her seferinde elinde en az iki-üç kitap. Elindekileri gösterip, bir gün "Bunlar ne diye?" soracak oldum. "Bunlar çerez" dedi, "Evdeki demir leblebi arasında dişlerimi fırçalıyorum." "O demir leblebi dediğin ne?" diye üsteleyecek oldum. " Dünyanin en zor yazarlarından biri, sanırım Türkce'ye çevrilmemiştir." diye omuz silkince, israrcı oldum yeniden. "Robert Musil" dedi ve ekledi: "Gariban, 'Niteliksiz Adam' diye dört ciltlik bir şeyler yazmış bir iki yılda, yüz yıldır millet önce çevirmeye sonra okuyup, anlamaya çabalıyor. . Boş geç, bulaşma.." İyi bulaşmayalım. . Sonradan, Yapı Kredi Yayınlarından en azından bir cildinin Turkçe'ye çevrildiğini yakalamayayım mı! Basmıştım havamı tabii.

Derken bu adamla kesin veda zamanı geldi çattı. Bu ara, yirmi yıldır yirmi kere ayrılıp, birleştiği sevgilisiyle seksenlerin başında tüm Avrupa'yı arabayla dolaşmasından tutunda, Portekiz'deki kulübesine kadar, tüm ketumluğuna karşın yaşamına ait bazı detaylarda öğrenmedim değil. Ondan önce bazı diğer uzmanlar temelli ayrılmaya basladılar, sizinki oralı değil. Birçoğuyla kendisi de belki de bir daha hiç karşılaşmayacak. Yine de masasından el sallamakla yetiniyor. Ayrılık günü öncesi bir sıra "Cumur" dedi. "Kırk yılın başında senin için adetimi bozup, sana bir ayrılık anısı bırakayım dedim olmadı. Ya benim İngilizcem ya da sizin kitapçılarınki iyi değil. Anlatamadım bir türlü. Kapucuno'nun üstü dedim onu da anlamadılar. Ben de alamadım." "Ne alacaktın Rein?" diye sordum. Kısa bir panelden sonra, Boris Vian'in 'Günlerin Köpüğü'nü hediye etmek istediğini anladım.

O gittikten sonra hem Musil hem de bu köpükler başımıza bela oldu ya, hadi neyse. Biz vedaya gelelim. Sapasağlam adam, gideceğine yakın, 'Ben nezleyim' diye tutturdu. Burnu aktığı yok, hapşırdığı yok.. Sessiz sedasız toparlandı. Ofisin zilini dışardan çalıp, milleti kapıya topladı. Seslenme bile yok, ola ki biri kuralı bozar, biraz yaklaşacak olur. Kapıda, "Nezleyim, sarılmayayım, hepinize iyi günler. ." dedi ve gitti.

Gidiş o gidiş..

Dinlediğim bu anı ve yaşadığım o günden bu yana yalnızlıklar, yalnızlar, alışmışlıklar ve vedalar daha bir kafama takılır oldu..

Cumhur
cumhura@atilim.edu.tr

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   İstanbul'u yaşamak, İstanbul'da yaşamak

Bodrum'a gitmeye niyetimiz vardı.. Küçük bir arkadaş grubu ile.. Cumhuriyet bayramını orada idrak edelim diye düşünmüştük.. Bir mini aksaklık nedeniyle gerçekleşemedi projmiz.. Bizler de kaldık kısmen boşalmış olan devasa şehirde..

Bazıları İstanbul'u bir kadına benzetirler...

Ben benzetmem..
Onlara göre, şehir güzel ve kaprisli bir kadın gibidir.. Çok değişik gizemleri vardır, yerine göre huysuz, yerine göre müşfik, yerine göre de hoyrattır İstanbul.. Ve bunların tümünü o meş'um kadına benzetirler, tutku ile bağlı oldukları, vaz geçemedikleri o kadına.. Yoktur böyle bir kadın da aslında... Kadın.. sen nasılsan ona göre yansıtan bir aynadır, ve erkek de bundan farklı bir kişilik değildir sonuçta..
Şehir boştu, boş gibiydi.. Hava güzel mi güzeldi.. Ve yapılacak şey, çoktu...
Küçük bir motorum var, daha doğrusu, yenemediğim korkum nedeniyle büyük motoru sattıktan sonra, evde kalan, eski, ufak motorsıklet.. Artık oğluma ait olan, benim ara sıra anahtarı rica ettiğim motor... Cumartesi günü de istedim motoru, ve aldım anahtarı. Takıp kaskları çıktık yola..

Ver elini karşı taraf.. Önce Kuledibi, sonra Cihangir tarafları..
Kuledibi... bilip de bilmediğimiz ne sokaklar barındırırmış meğer.. Bir Cafe Ceneviz var mesela, tam Galata kulesi'nin yanından (solundan aşağı) inerken dia sa adlı büyük bakkalın hemen hemen karşısına düşen bir mini kahvehane.. Aman ne tatlı bir yer olmuş.. Küçük bir anfitiyatro havasında bir kahvecik... İnsanlar oturmuşlar basamaklara, bu inanılmaz temiz ve özenli kahvede, güneşli son günlerin tadını çıkartmaktalar.. Biz de kahvemizi içip soluklandıktan sonra, indik yokuştan aşağı, çeşitli sokaklara dalarak. Merak ettiğimiz yerde, park edip kaldırıma yaya gezinerek.. Sonra, Cihangir'de bir dükkan bulduk.. Macide hanım diye birisine aitmiş, anladığım kadarıyla, bir sanat yönetmeniymiş bu hanım... İnanın, bu kadar yıldır, ben bu kadar çöpçü bir adam olarak, bu kadar çöpü bir arada görmedim. Ama ne çöp, öylesine ilginç, hoş ıvır zıvır, bir araya toplanamaz.. Dükkanda adım atacak yer yok. Her yerden her köşeden birşeyler fışkırıyor.. Masklar, kuklalar, giysiler, tüylü şapkalar, gelinlikler, gözlük çerçeveleri, küçük heykelcikler, kuş kafesleri, ve işe yarar yaramaz binlerce eski ıvır zıvır... Belki toplam 50.000 belki 70.000 parça mal vardır.. Bir sorun, ilginizi çeken şey eğer arka sıralardaysa, yandınız, mümkünü yok ulaşamazsınız.. Bekleyeceksiniz, belki bir gün ön sıradakiler satılacak, sonra ulaşabilirseniz, paranız da yeterse, alırsınız.. Bir ara dedim ki, 'eğer ben burada çalışıyor olsaydım, herhalde en büyük kabusum, takıntım, korkum bir gün patronun çıkıp gelip 'hadi bu gün sayım yapalım!!' demesi olur..' ve işte o gün, o anda cevabım hazır olmalı.. 'Ben istifa ediyorum!!!'

Cihangir'den sonra, Haliç tarafına gittik, akşamüstü saatleriydi, Cibalikapı balıkcısı.. yerin adı buydu.. Gerçekten son derece hoş bir balık lokantası.. üç katlı bir eski bina, restore edilip lokanta yapılmış. Yemekler ve mezeler süperdi.. Bakıp bakıp, ey güzel İstanbul.. bitmeyeceksin.. biz tükeneceğiz, sen tükenmeyeceksin dedim...

Bir hayattır, bir mücadeledir sürüdüryoruz bu şehirde.. Yoruluyoruz.. Farketmiyoruz bile.. Çok yıllar önce, boğazda oturuyordum. Hergün boğaz yolunu kullanırdım fakat boğaza başımı çevirip bakmayı akıl edemezdim.. Bunu farkedince, alışkanlıkların aslında ne kadar da kötü olduğunu farkettim.. Cennette bile olsak, cehennemi bilmeden kıymeti yok galiba...

İstanbul'da yaşıyoruz, ama İstanbul'u yaşamıyoruz.. Ne ekonomik açıdan ne de zaman açısından.. yetmiyor olanaklarımız herhalde.. Acaba, bir başka yerde otursak, sadece ara sıra buralara gelsek, daha çok hakkını verirmiydik İstanbul'un?

Ne dersiniz, şehri kadına benzetenler? Bu sevdalınızla, ara sıra kaçamaklar yaşamayı mı tercih ederdiniz, yoksa hayatınızı birleştirip, onu kanıksamayı mı?

aaltan@superonline.com

Editörden Not: Sevgili Ahmet'e tek ayak üstünde kapı arkasında durma cezası verdiğim için yukarıdaki yazısı biraz gecikti, kusura bakmayın artık.

 Kahveci Ozan : Ozan Özkaracan


Yanılıyorum

Evinin duvarlarının bile bildiğini senin bilememen mi beni üzen, yoksa her bir dillenişimin duvarlarına çarpıp yüreğime tokat olması mı?.. Sürekli yanıldığımı söyleyen dilinin ne ima ettiğini bilemiyorum ama benim seyrimdeki yanılgı ihtimalleri sana birkaç beden büyük geliyor olsa gerek ki sürekli ufalıyor, ufalanıyorum, ve hep yanılıyorum...

Üzeri tütsüyle örtülmüş tan vakti kavgalarımıza sevişmek diyorum ben, gizli gizli her yanımıza dokunmak diyorum.. Uyanışlarımızdaki uysallığı, affedişi, unutmuşluğu, gizli dillenişi sayıyorum saklı sevgilerimizin.. Ayık bedenlerimizin birbirinden çekinen mesafesine dostluk oyunu diyorum, gözlerindeki şan maskesinin sesinde yankılanışlarına rol diyorum.. Başka başka isimlere kaçışlarıma sana olan aşkımı ucu sökük, kirli yamalarla yamamak diyorum.. Her bir este doğrularımı bağırıyorum ben, her cümlemde yalanlarımı konuşuyorum.. Hep yanıldığım bir yaşama yaşamak diyorum, hep yanılıyorum...

Tek kişilik misafir yatağında yastık altı yaşadığım reddediliş matemimi, banyonda, salonunda, mutfağında zorunlu dostluk maskeleriyle gülümseyerek saklıyorum.. Yüreğimin sesi, gece lambanın loş ışığıyla denk gölgelenirken ve içim her gece yaktığımız mumlarla bir erirken, yaralarıma tütün bastırıp, votkayla, cinle, birayla kanamamı durduruyorum.. Yine de eslerin sesini kısamıyorum, yalanlarımı konuşamıyorum.. Susuyorum, konuşuyorum, gidiyorum, kalıyorum ama hep yanılıyorum...

Dilim kızıyor sana, gövdem bağırıyor, ama içimde, affetmeye gerek kalmayacak kadar sakınıyorum seni tüm gündelik telaşlardan, kavgalardan.. Susuyorum, söyleyemiyorum, bilmiyorsun.. Biliyorsun aslında ve bildikçe daha çoğunu bilmek istiyorsun.. Bilerek arka bahçemi talan ediyor, ön bahçemi çalıyorsun, bilerek dallarımı koparıyor, bilerek toprağımı eşeliyorsun.. Tırnak izlerinin simsiyah kan izinden kıpkırmızı bir şımarık çocuk dövmesi çizilmiş gövdemde aryalar söylüyor, at biniyorsun.. Sürekli yanıldığımı söylüyorsun ve ben yarı tanıdık, yarı bildik notalarla susturuyorum yanılgımı.. Melodimin güftelerine denk düşmediği arapsaçı bir gürültüyle nefes alıp, dışarı veremiyorum ve biliyorum ben hep yanılıyorum...

Öyküler yazmak istiyorum, sokağını, evini betimleyen.. Yağmurlu bir ikindinin yakıcılığını eritmek, evinin metrekarelerinde saklanan maskelerimi sobelemek istiyorum sözcüklerle.. Senin adının geçmediği, sana dair kurgularda anlatmak istiyorum sana sevgimi.. Öykülere yalan başlıklar atmak, aşkımı bir kitapta gizlemek istiyorum.. İsimsiz tüm sen öykülerimin üzerini yanılgılarla karalamak istiyorum.. Hiçbir sen öyküsüne imzamı atmak istemiyorum; istemiyorum çünkü hep yanılıyorum...

Sihirli sözlerin ardından koşarak geçirilmiş bir hayatın terlerini sildiğim yalnızlık kokan havlularımın her biri, yürek gönderimde dalgalanan, mutsuz aşk ülkelerimin lekeli isimlerle desenli bayrağı.. Gövdem, kuşatılıp alınamamış kaç aşk kalesinin yeniği, ruhum kaç giyotinin kurbanı.. Bayraklarını indirip, şehirlerinden vazgeçtiğim, hiçbir haritada yeri olmayan, tüm yolları mayınlanmış isimsiz bir ülke olmak istiyorum artık.. Olmak, olmamak, davranmak, davranmamak istemiyorum daha fazla; çünkü konuştukça, sustukça, gittikçe, kaldıkça, kısaca, kendimce hep yanılıyorum...

Son noktamdan sonra, yanılıyorsun demeni isteyecek kadar yanılıyorum ben.. Bu satırları yazma ihtiyacı hissedecek kadar yanılıyorum.. Susmak ya da konuşmak zorunda kalacak kadar, kalacak ve gidecek kadar yanılıyorum..

Peki ama, söylesene, yanılgılarımda da yanılmıyor muyum?

Ozan Özkaracan

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_35.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


İNSANIN İNSANA ETTİĞİ...

Çapraz bağlı dedi sokulgan bakışlı doktor ötekine ..
Nasıl çözebiliriz peki dedi öteki, yanındakine.
Çözemeyiz, çok fazla birbirine dolanmış, diyerek başını salladı yanındaki, solunda sopa taklidi yapan diğerine.

Bu arada ameliyat masasında tek gözü açık, ölü balık gibi, pelteleşmiş yatan, kulaklarını 4 açmış konuşmaları dinliyordu. Yandım dedi kendi kendine.

Çapraz bağları yok etmenin tek yolu, bağın çiftedüğümlerine 1 cc'lik kuvvetli asit çözeltisi boca etmektir dedi, içlerinde en bilge olan. Üçgen alnını kaplayan deli dolu saçlarının yarısı, karanlıkta fosforlu fosforlu parlayan saydam aklarla doluydu, oksijensiz kalmış mavi bir balina gibi soluyordu, derinden. Genç olan- daha tüyü bile bitmemişti-bıçak keskinliğinde sivrilttiği bakışlarla yanan saçlıya bakıyordu. Nereden bilecek ki, yaşlı bunak, onun zamanından bu yana tıp dev adımlarla ilerledi, dağları tepeleri aştı dedi içinden, kimse duymadı. Politikayı iyi bilirdi bu tüysüz. Düşündüklerini beyninin ince delikli oto kontrol süzgecinden geçirmeden asla sesli ifade etmezdi, es kazara süzgecinden geçenler ise sefil ve yoksuldu.

Ekip ameliyata başlayalı üç gün olmuştu. Bu üç uzun gün boyunca, doktorlar birbirlerinin kuyusunu iğneyle kazdılar, en gösterişli ayak oyunlarını sergilediler. Herkes kendi bildiği yolda yalnız başına, başları dumanlı, gözleri hülyalı yürüdü, masada yatan ölü balık gözlü ise bu üç gün boyunca, bu soytarıların eline düşeceğine çapraz bağlarıyla ne denli huzurlu, bir o kadar mutlu bir ömür geçirebileceğini düşündü durdu.

Gurur Asi

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.870 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


"saat"

herşey nabızda saklı güzelim
herşey damarda akan kanda
hep güzel olanlar olacak hayatımızda
hep sevgilerimiz umutlarımız
unutmaksa yasak ,
yasaklanmış yüreğimize

saat gecenin yarısı güzelim
vakitse tatsız tuzsuz bir ağız kuruluğu
son bir kez içimi titretiyor
içimin cam kırığı tebessümü

bir düş var şimdi
uykumun derinliğinde
bir sevmek yüreğimin tenhasında
ve bir yeşil gölgesinde soluksuz kaldığım
bir son dokunuş içimi diz boyu karlayan
isterim ki yarın hiç olmasın
isterim ki bir ağıt bu gece
hiç bitmesin
hiç bitmesin ağlamalarım
uykusuz kalayım "çoçukluk huylarım"

saat gecenin yarısı güzelim
saat gece
saat ;zifir karanlık bir yerdeyim
korkularım kazma sallar
bu madende
ve bir ışık arar gecede

saat gecenin yarısı güzelim
saat su,
saat özlem
saat yangın
saat kendini yitirmişliğin bir adım öncesi

saat bu akşam
yağlı bir motorcu eli
bilekten sıkı sarıl
düşersen
bir zerre umut
bir zerre ışık kalır
geri

saat ;saat güzelim

Kamer Doğan

<#><#><#><#><#><#><#>

SOLGUN BİR GÜL DOKUNUNCA

Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca

Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kağıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca

Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca

Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda
Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca

Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlarla takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca

Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca

Behçet Necatigil

 Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları


UYKU TÂMİRCİDİR

Uyku , insan vücudunu tatlı tatlı tâmir eder. Uyku da bütün vücut, kalp atışından tansiyona kadar her şey yavaşlayıp düştüğü için dinlenir. Yeni bir güne sadece kemikler ve adaleler değil, bütün organlar, âdeta yenilenmiş olarak başlar. Uyku ne kadar tatlıysa, uykusuzluk da o kadar keyif kaçırıcıdır. İyi uyuyamayan kişi, yataktan bitkin bir hâlde kalkar. Çalışmak için enerji toplayamadığından da, verimli olamaz.

HÂRİKA MEYVE: KİVİ

Son yıllarda manav ve marketlerde satılmaya, hattâ Türkiye'de de yetiştirilmeye başlanan kivi, bir C vitamini deposudur.
Anayurdu Çin olan kivinin bir tanesinin sahip olduğu C vitamini, bir insanın alması gereken günlük C vitamini ihtiyacından bile fazladır.
Amerika'da bu hârika meyve üzerinde yapılan araştırmalar, kivinin birçok derdin devâsı olduğunu ortaya çıkardı. İşte bunlardan bazıları:
Kolesterol seviyesini düşürür.
Karaciğeri çalıştırır, safra ifrazatını çoğaltır.
Kanı temizler.
Göğüs hastalıklarının tedavisinde çok faydalıdır.
Grip ve soğuk algınlığının çabuk atlatılmasını sağlar.
Kan basıncını ayarlar, tansiyonu düşürür.
Kadınlarda göğüs kanserini önler.
Vücudun direncini artırır.
Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir.

LİMON İLÂÇ GİBİDİR

Hârika bir C vitamini deposu olan Limon, tâbiri uygunsa "Vücudumuzun doktoru." gibidir. İşte birçok derdin şifası limonun bâzı faydaları:
Kalbi ferahlatır,
Temreyi geçirir,
İdrar söktürür,
Hazmı kolaylaştırır,
Tansiyonu düşürür,
Damar sertliğini giderir.
Mide bulantısını giderir,
Grip ve nezleye şifa verir,
Diş etlerini kuvvetlendirir,
Baş dönmesini durdurur,
Damar tıkanıklıklarını açar,
Gıda zehirlenmelerini önler,
Karaciğer için çok faydalıdır,
Böbrek tıkanıklıklarını giderir,
Bademcik iltihaplarını geçirir,
Felç hastalarına tavsiye edilir,
Bağırsak ve idrar yollarını temizler,
Sivilceleri giderir, cilde güzellik katar,
Zehirli hayvan sokmalarına karşı panzehirdir.

 Biraz Gülümseyin



Aslında hiçte fena değil. Sıcak su, biraz da bırt yaptım mı al sana jakuzi...


Tam bana göre. (Yani dişime)

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.ibb.gov.tr/istanbultr/310/istana.htm
İstanbul trafiğindeki son durumunu trafik kameralarından takip edebilirsiniz. Bu hizmetin tüm hakları İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait. Ulaşım Daire Başkanlığı Trafik Müdürlüğü'nce elde edilen trafik görüntüler, Bilgi İşlem Koordinasyon Müdürlüğü tarafından 7 gün 24 saat Internet ortamında hizmetimize sunuluyor.

http://www.the5k.org/
Bir web sayfanız var ve sadece 5k yer kaplıyor. Nasıl olur bunun yazısı var, resmi var, a'sı z'si herbişeyi var demeyin, bu sayfadaki detaylar ilginizi çekebilir.

http://www.schwarzenegger-interactive.com/interactive1.html
Arnold Schwarzenegger hayranları için özel bir site. Walpaper'lardan filmlerden alınma ses kayıtlarına kadar her bişey mevcut.

http://laacz.lv/f/swf/go2sleep.swf
Bilgisayarınızın başında saatler geçirdiniz ve hala işlerinizi bitiremediniz. Şöyle bir saat kadar mola vereyim dedniz ve fakat uykunuz yok. Ya da uykunuz var ama huzurunuz yok. Bilgisayarınızın sesini hafifçe açıyorsunuz ve bu link'i tıklıyorsunuz.

 Damak tadınıza uygun kahveler


AMP Font Viewer v3.0 [345k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105609
Kullanımı ve kurulumu kolay ama o derecede de güçlü bir font düzenleyicisi. Bilgisayarınızdaki tüm fontları düzenleyebiliyor, isimlerini dğiştirebiliyor, ekleyip çıkarabiliyorsunuz. İstediğiniz bir cümleyi dilediğiniz fontla görmek de mümkün. Grafik çalışmaları yapanlara şiddetle önerilir.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021211.asp 11 Aralık 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com