|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 163 |
13 Aralık 2002 - Ne gündü ama... |
Merhabalar,
Ne gündü ama. Kopenhag, Cenevre, Lyon, Kiev derken gecenin 3'ü oldu. Öğlen saatlerinde Cenevre'de kaybedince epeyce üzüldüm. Keşke şu karar Türk-Yunan ortaklığı lehine çıkaydı. UEFA tamamen duygusal olarak futbol fakiri 2 ülkeye şampiyonayı vererek, bana kalırsa büyük yanlış yaptı. Aklıselim bu işin bize verilmesini emrediyordu, ama bu sefer emir demiri kesemedi. Becerseydik belki bu iş Kopenhag'da da yankısı bulacaktı kimbilir.
Kopenhag kararını açıkladı. 2004 Aralık'ta sözlüye çekip, başarılı olursak tarih verecekler. Yani bir nevi tarih alabilme randevusu aldık. 15 memleketle güreşirken olmadı, 25 taneyle nasıl olacak bilmiyorum. Ama yenilen pehlivan güreşe doymaz misali, yılmadan antremanları sürdüreceğimiz anlaşılıyor. Henüz Tayyip Bey açıklama yapmadı, doğrusu ne diyeceğini merak ediyorum. Sanırım, biz buna razıydık diyecek. Ne diyeceği çok da önemli değil. Bana kalırsa biz en iyisini aldık. Önümüzdeki 2 yılı tüm sorunlarımızdan arınmak için harcarsak, kazanan biz olacağız.
Beşiktaş'ın Kartalları, Denizli'nin Horozları muhteşem bir iş yaptılar. Her ikisinin de ellerine sağlık. Darısı bizim başımıza.
Dün Hüsam Abime bir kıyak yapıp mail adresi vermiştim ya. Ne olduysa oldu, sunucunun beyni buruştu ve Kahve Molasına gelen tüm mesajların bir kopyası da Hüsam Abimin posta kutusuna düştü. Yandım Allah diye bağırtısını taa Dikilitaş'tan duyunca, sunucuya bir saldırmışım öyle olur hani. Neyse hemen hallettik ama bana 1 ay dükkana uğramama cezası verdi. Ne yalan söylim, korkarım gidemem. Bırakın gitmeyi, kıta sahanlığına bile girmem. Sorun kalmadı, siz aynı adrese yollayabilirsiniz mesajlarınızı. Güzel şeyler yazın, yazın ki, benim külüstür de öksüz kalmasın. Zira Hüsam Abimi özlemiş, arkadan takır tukur sesler gelmeye başladı bile. Hepinize, sevdiklerinizle başbaşa, mutlu ve sağlıklı bir hafta sonu diliyorum. Kendinize mukayyet olun, parmaklarınızı koyverin, bırakın yazsınlar bana hikayelerini.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
İstanbul Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları
http://www.istdt.gov.tr/
http://www.sanatlink.com/tiyatro/secmeler.asp
HAFTANIN FİLMLERİ
DERVİŞ
Konu :Mutlak dinî doğrular üzerine kurulu dünyasında yaşayan Ahmet Nurettin, olaylar karşısında hep seyirci kalmış, gerçeklerden ve çelişkilerden kaçmıştır. Öte yandan, diğer insanlara yol gösterici olma iddiasındadır. Ancak yaşam, onu kaçtığı her şeyle yüzleşmeye zorlayacaktır. Nurettin'in erkek kardeşi, suçsuz yere tutuklanıp hapsedilir. Dönemin bozulmuş hukuk sistemi içinde, kötü bir yargılama sonucunda idama mahkûm edilerek öldürülür. O zamana dek iktidar sahiplerince korunduğuna inanan Nurettin'in çabaları sonucu değiştirememiştir. Sağlam dünyasının temel taşları sarsılan Nurettin, bunun sorumlularına karşı müthiş bir öfkeye kapılır ve isyan eder.
Yönetmen: Alberto Rondalli
Oyuncular: Antonio Buil Puejo, Cezmi Baskın, Ruhi Sarı, Başak Köklükaya, Erdem Özipek, Soner Ağın, Menderes Samancılar
Web Sitesi: www.dervisfilmi.com
|
|
|
Life or Something Like It / HAYATIN HAKKINI VER
Konu :Eğer yaşayacak sadece bir haftanız kaldığını bilseydiniz ne yapardınız? Hayatınızın geri kalanında büyük bir değişiklik yapar mıydınız? Değer verdiklerinizi ve önceliklerinizi tekrar gözden geçirir miydiniz? Bunlar Lanie Kerrigan'ın (Angelina Jolie) kendi kendisine sormayı düşündüğü son sorulardı. Tıpkı hepimiz gibi aklının ucundan bile geçmeyen sorular. Seattle'da bir TV istasyonunda muhabir olan Lanie hayatının mükemmel olduğunu düşünüyordu. Mükemmel bir iş. Mükemmel bir ev. Mükemmel bir gardrop. Mükemmel bir sevgili. Ama onun bu mükemmel dünyası sokakta gördüğü bir evsizin (Tony Shalhoub) onun hakkındaki kehanetlerinden sonra altüst olur. Adam ona hayatının bir anlamı olmadığını ve bir hafta sonra zaten son bulacağını haykırmıştır.
Yönetmen:Stephen Herek
Oyuncular: Angelina Jolie, Edward Burns, Tony Shalhoub, Christian Kane, Stockard Channing, Melissa Errico
Web Sitesi: http://www.lifeorsomethinglikeit.com
|
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Hafıza |
|
İyi bir hafızaya sahip olduğumu, bir Kahve Molası yazısında sizlerle paylaşmıştım. Beynimizin dur durak bilmeyen kapasitesinden, gerekli gereksiz bir sürü bilginin bu inanılmaz kapasiteli yerde nasıl olup da saklandığından ve yine umulmayan bir zaman kesitinde karşımıza çıkıverdiğinden söz etmiştim o yazıda. Bu konuyla ilgili 2 hoş anımı da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Mahallemizde bir çocuk yuvası var, her karı-koca çalışan ailede olduğu gibi biz de oğlumuzu yuvaya vermiştik. Eşimle gittik, yuvanın sahibi bayanla uzun uzun konuştuk,
sanırım 3-4 yaşlarında filandı oğlan demek ki sene 1989-1990 gibi. Benzer ailelerin pek iyi bildiği sahneler başlamıştı yaşamımızda, sabah gitmemek için ağlamalar, zırlamalar. Yuvada uyumamak için verdiği mücadeleyi anlatan yuva sahibi ile sohbetlerle yaklaşık 1 yılı tamamlamıştık. Yuva sahibi Çiğdem Hanım'ı bu kadar sık görmemle birlikte ilk ampul Mayıs ayında, bir akşamüstü yanıverdi. Ben arabada beklerken, eşim konuşuyordu ve oğlan arabaya geldi yanıma. Hatırlayıverdim birden, 1974 yazında bir Çiğdem tanımıştım ama yanında Ali diye yakışıklı bir çocuk var idi, sürekli elele dolaşırlar, bizim kampa gelirlerdi yandaki PTT kampından. Dragos'taki Tekel kampı ile ilgili anılarımı, özellikle Abdullah isimli unutkan arkadaşımı da sizlere anlatmıştım.. Neyse;
- Baba'cığım, öğretmenine sorar mısın, 1974 yazında Dragos'ta bulunmuş mu ?
Oğlan indi arabadan, gitti öğretmenin yanına. Biraz sonra koşa koşa geldi kadıncağız ! İlk geldiğiniz günden beri bende sizi tanır gibiydim ama soramadım filan derken konu utana sıkıla Ali'ye geldi. " Sevgili gibi dolaştığınız bir Ali vardı ! " diye dayanamayıp sordum :
" O benim erkek kardeşim yaaa ! " dedi. Ooohh.. ! Rahatladım ama eşim :
- Yufff olsun sana ! Ne biçim hafıza lem bu ? Benimle ilgili şeyleri hele bir unut ben sana SORARIM ! Sen zahmet etme, dolma için kabakları ben OYARIM ..!
Yine 1974 yılı, aylardan Eylül sonu. Üniversiteyi kazanmışım, kayıtların son günü okulun. Benim gibi bir sürü insan son güne bırakmış kayıt İŞİNİ, bilirsiniz Türk halkı hiç sevmez bir gün öncesinden yapmasını ÇİŞİNİ. Bir son dakika servisi milletizdir ezelden beri.. Neyse, önümde annem yaşlarında bir kadıncağız :
" Teyze'ciğim, bu kaçıncı Üniversite'niz olacak ? " dedim gülerek. O da gülerek :
- Hayta kızıma söyledim, son güne bıraktı, bugün de hastalandı, çaresiz ben geldim kayıt işlemine, ben bu okulu bitireli 20 seneyi geçti evladım..
Ankara'dan kalk gel koca İstanbul'a, gerçi sıcakkanlı bir gencim hemen birileriyle tanıştım ama gerçek anlamda arkadaş bulmakta yine de zorlanıyorum. Sedef isiminde bir kızdan da hoşlandım, Dilek isminde bir kızdan da. Neyse sonunda ikisini de tanıştırdım birbirleriyle ve artık onlar benim sefil farelerim olacaklardı..! Bir zamanların en hoş çizgi filmlerinden biri idi Bıcır ve Gıcır isimli iki sevimli fare ve bu fareye karşı mücadele eden Tırmık isimli bir kedi ( o da ben elbette ). Günler geçiyor, dostluklar pekişiyor, 1975 yılına geldik, aylardan Mayıs oldu, bir gün derste yanyana oturuyoruz. Solumda Sedef, onunda solunda Dilek var, bir şey sormak için yandan Dilek'e bakıyorum; " Hay Allam ! Nerden tanıyorum ya bu suratı ? ". Yine yandı benim meşhur ampul :
- Sedef'ciğim, Dilek'e sorar mısın, kayıt günü okula annesi mi gelmiş acaba ?
" Yoksa, o Ankara'dan gelip anneme laf atan çocuk sen misin ? " dedi Dilek..!
Ertesi gün annesi davet etti evlerine yemeğe. Meğerse annesi benimle arkadaş olmasını söylemiş kızına, iyi bir gence benziyor filan demiş, oysa biz arkadaş olalı 7 ay olmuş, allah rahmet eylesin, birkaç sene önce kaybettik annesini Dilek'in. Bıcır ve Gıcır ile hala dostluğumuz sürmekte, hatta Gıcır'ın kızı ile oğlumuz da arkadaşlık ediyorlar, zaman zaman bilgisayar başında iken oğlum; " Baba, arkadaşın selam söylüyor chat'den ! " diyor. Ben de oğluma; " İnşallah, sizin de dostluğunuz bizim gibi güzel olur " diyorum.
Gerçekten de zorlu üniversite yıllarımda en sevdiğim zamanlar, sefil farelerle geçirdiğim günlerdi desem yalan olmaz. Görümce muhabbetiyle onları kız görmeye Ankara'ya bile götürmüştüm, kızın adı neydi unutmuşum..!
Hafıza-i beşer, işine geldiği zaman için içine sığmaz taşar, gelmediğinde nisyan ile şaşar..
asesen@turk.net
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Sadece seviversek... |
|
'Hayattan beklentin nedir?' dedi adam...
'iyi bir eş... rahat bir hayat... yetecek kadar para... Sağlıklı çocuklar...bunlar beklentilerim'. dedi kadın...
'Nasıl bir eş istersin?' dedi adam...
'Anlayışlı, müşvik, ilgili ve sevgi dolu' dedi kadın...
Sustu, düşündü bir süre adam...
Hayattan kendi beklentilerini değil, kadının beklentilerine uygun bir erkek olup olmadığını düşünüyordu... Ya da kadının onun hayallerine denk olup olmadığını...
Yeterince anlayışlı mıydı acaba? Anlayışlı erkekten beklentisi neydi kadının? Evde yemek bulamayınca susmak mıydı anlayışlı olmak, yoksa mutfağa dalıp makarna yapmak mı?. Oysa o hep birgün eşinden önce eve gelip ona sofralar donatmanın hayalini kuruyordu ortak hayatta... Beklenti ile gelen anlayışlı erkeklik bu kadar basit miydi? Bir tencere makarna pişirmek kadar kolay mıydı anlayışlı olmak? Beklenmedik bir günde sofralar donatan bir eş olmak istiyordu oysa o. Karnı doyan değil, gözleri parlayan bir kadındı onun aradığı...
Yeterince müşvik miydi acaba?... Müşvik bir eşten beklentisi neydi kadının? En üzgün anında onu dizlerine yatırıp okşamak mıydı müşvik olmak, yoksa konuşarak onu rahatlatmak mı?... Oysa o hep bir gün eşini çok üzgün görürse elinden sımsıkı tutup en uzun yolda saatlerce yürümeyi hayal etmişti... Deniz kenarında, ormanda başbaşa uzun bir yürüyüşün sonunda onu eve getirip üstünü örmek, uyumasını seyretmekti onun hayali... Bu kadar basit miydi müşvik eş olmak? Herhangi bir yakın dostun yapabileceğini yapmak kadar kolay mıydı? Varlığının önemini hissettireceği, ona sonuna kadar yanında olduğunu göstereceği bir eş olmak istiyordu oysa o... Kıvrılmış bir kedi değil, ayakta duran bir kadındı onun aradığı...
Yeterince sevgi dolu muydu acaba? Sevgili olmaktan beklentisi neydi kadının? Her an yanyana olmak mı? Hep onu düşünmek mi? Her şeyden birlikte keyif almak mı? Tüm arkadaşlarıyla tanışmış olmak mı? Sevgilim diye tanıştırılmak mı? Sürekli dokunmak mı? Öpmek... öpmek... Bu muydu sevgi dolu erkek? Oysa o hep onu sadece sevmeyi hayal etmişti... Sadece sevmeyi... Sevdiğini, sevildiğini hissetmeyi... Doğduğu şehre götürüp ona sürpriz yapmayı düşlemişti... Kadınına hiç beklemediği bir anda, en olmadık yerde, markette, belki de asansörde, durduk yerde 'Seni seviyorum' demenin hayalini kuruyordu ortak hayatta... Beklenti ile gelen ilgili ve sevgi dolu erkeklik bu kadar basit miydi? Gözüne bak, yeni boyattığı saçını anla, telefonla ara... Beklenmedik bir günde beklenmedik hoşluklar yapmak istiyordu oysa o.. Saçı bembeyaz olduğunda ilk kez 'çok güzelsin' diyebileceği bir kadındı onun aradığı...
'Peki benden beklentin nedir?' dedi adam kadına...
'Hiç' dedi kadın. 'Hiç bir beklentim yok'. 'Ya senin?. Senin beklentin ne benden?'...
'Bilmem hiç düşünmedim' dedi adam...
Oysa ikisinin de idealleri sandıkları beklentileri, iki kişilik sandıkları tek kişilik hayalleri vardı... Gün gün hayatın planları vardı kafalarında... Ama 'Hiç' diyorlardı, 'Çok' yerine... Dürüst değillerdi... Korkuları vardı... Ya değişirse?, Düşlediğim gibi olmazsa her şey?....Ya terk ederse?
Giderse gitsin... Biterse bitsin...Yeter ki sadece sevsin... Bunu diyemiyorlardı...
Düşünüyorum da, biz insanlar hep karşımızdaki ile hayalimizdekini aynı görmeye çalışırız. Ya da aynı yapmaya... Olmayınca suçlarız, kızarız, hatta terk eder gideriz... Terk edemezsek sızlanırız... Mutsuz olur, mutlu edemediği için mutsuz ederiz karşımızdakini... Ne umdum ne buldum deriz...
Peki ya hiç ummasak nasıl olur... Hiç beklemesek... Beklentisiz seviversek.. Onu bensizken, sensizken olduğu gibi sevsek... Kıskanarak değil de, özgürlüğünü seyrederek sevsek... Özel günlerde hediyelerle gelişini değil de, ummadık bir anda öpüşünü, olmadık bir anda kapıyı çalışını sevsek... Sevgiye beklentileri karıştırmadan, sevgiye başka şey katmadan koşulsuz ve katıksız sevsek... Sonunu düşünmeden, hesaplayıp çarpıp bölmeden, kurgulamadan, sorgulamadan, hayallere dalıp gerçeklikten kopmadan sevsek... Sadece sevsek...
Sevgi denizi sakin ve tek başına ama yan yana yüzebilenler için mavi ve sonsuz bir yolculuktur... Beklentiler ile yüklü dalarsanız denize bu ağırlığı kaldıramaz... Beklentilerinize uygun bulduğunuz sevgilinizin boynuna atlarsınız büyük bir aşkla...
Beklentiler ile atladığınız sevgi denizinde size ne olur biliyor musunuz?
Ya beklentilerin ağırlığı yüzünden, karanlık derinlikte birlikte boğulursuz.... Ya da sevgiliniz sizi ölüme terk eder... Özgürlüğün ve hayatın beklentisiz tadına varmaya gider...
Birgün çırılçıplak denize girin... Beklentisiz sevmenin hazzını yaşayacaksınız...
mehtap_akdeniz@yahoo.com
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Ephemera |
|
Eve bir dergi gelmiş, nerden nasıl gelmiş bilemedim,bir otelin yayın organıymış. İyi kalitede basılmış, pahalı görünümlü bir dergi.. Sayfaları karıştırırken, bir başlık çarptı gözüme. 'Ephemera' yazıyor.. Sandım ki bu bir Yunanca kelime, Kalimera, Kalinikta vs gibi bir şey. Belki de öyledir gerçekten, ama ilginç bir anlamı varmış, hiç duymamışım ben, yani çok benzer bir hastalık bende de olmasına rağmen, hem adını koyamamışım, hem teşhisi koyamamışım.. Bunun bir hastalık olduğunun farkındaydım, ama tanımlanmış olduğunu bilmiyordum.. Efendim buna kısaca 'çöpçülük hastalığı' diyebiliriz. Şöyle bir tarif vermişler 'Ephemera'nın ne olduğu ile ilgili olarak;
'Günlük yaşamda uzun süre aramızda bulunmayan, çok kısa kullanım süresi olan, genelde kağıt esaslı malzemelerdir. Örneğin, haritalar, faturalar, çeşitli evraklar, etiketler, ambalaj malzemeleri, biletler, tanıtıcı yayınlar, dergi ve kitap dışında kalan broşürler, kartpostallar bu çerçevede sayılabilir. Yani kağıt esaslı herşey ephemera kapsamında değerlendirilebiliyor. Maddi değeri olmayan, önemsenmeyen, dikkat çekmeyen nesneler ephemera kavramına giriyor; örneğin bir otobüs bileti. Bu aslında çok normal bir durum, çünki 40 yıl önceki bir otobüs bileti, Türkiyenin ekonomik, toplumsal, kültürel seviyesini, sanatsal durumunu, beğenilerini, yaşantısını ortaya çıkaran bir nesne olarak o dönemi yansıtıyor. Pek çok bakımdan kıymet taşıyor..'
Ve yine dergide yazıldığına göre, Tunca Varış adlı bu 1950 doğumlu delikanlı, Galatasaray lisesinden sonra İstanbul Üniversitesi İşletmeyi bitirmiş ve Türkiye'de ephemera denince akla ilk gelen isimlerden biriymiş! Uzun uzun anlatmış Tunca bey, bir lüzumsuz eşyalar toplayıcısı olarak bazı anılarından da sözetmiş. Yani ephemera deyip de geçmeyin, onların da sorunları, hayal kırıklıkları, özlemleri ve anıları olabiliyor tabii ki..
Dinleyin mesela, bir miktar gazoz kapağı ile ilgili anısını Tunca beyin;
'Mesela benim gençliğimden kalma bir uktedir; gazoz kapakları biriktiriyordum, ve öyle gazoz kapakları vardı ki... Bunlar Coca Colaların, Elvanların, Meysuların, Aromaların, Efes Pilsenlerin, ilk çıktığı zamanki kapakları. Bugün meşrubat tarihi üzerine bir yazı yazılmaya kalkılacak olsa, olağanüstü bir görsel malzeme olurdu. Yıl 76, askere gidiyorum. Rahmetli anneannem, ki dünyanın en geniş görüşlü modern kişisidir bence, bizim torun artık askere gitti, bu saattten sonra artık çocuklar gibi gazoz kapaklarıyla oynamaz diye hepsini ben askerdeyken atıyor. Binlerce kapak... bugün Coca Cola'nın Türkiye'de ilk çıktığı yıllardan kalma, üstte 'k' ile 'Koka Kola' altında 'c' ile 'Coca Cola' yazılmış, ikisinin bir arada bulunduğu bir kapağı görmenin imkanı yok. Bende vardı, gitti. Neden? İşte o bir bilinç meselesi. Anneannem hakikaten yaşına ve dönemine göre son derece geniş görüşlü biri olduğu halde oyuncak olarak görüp kapakları atıyor...'
Şimdi bakın, hani kamyonların arkasında bir yazı vardır, 'Hor görme garibi, kimbilir ne derdi var' der.. Bildiniz mi? Hani böyle diyicem, ama yanlış anlaşılacak. Yoksa gerçekten çok saygı da duydum ben uğraşına.. Kesinlikle böyle insanlar ve bu tip meraklarda gerekli.. ama, be birader, olacak iş mi bu senin de yaptığın yani.. Bak büyümüş koca adam olmuşsun, hala gazoz kapaklarının arkasından ağıt yakmak.. akıl almıyor vallahi...
Size bir şey diyeyim mi sevgili molacılar, bu bende had safhada var.. Ben bir çöp evde yaşıyorum desem, belki yalan olmaz.. Hani ara sıra televizyonlarda haberlerin sonuna doğru görürüz, bilmemnerede çöp ev bulundu, belediye boşalttı filan diye bir haber.. Bir zavallı, o canı kadar sevdiği, kamyonlar dolusu çer çöpünden belediye zoruyla, canlı canlı dişini çeker gibi, söke söke alırlar yıllardır biriktirdiği çöplerini elinden.. İçim ezilir.. O çok mutlu ve güvenlidir çöplerinin arasında.. Bunu nasıl da anlıyabiliyorum bir bilseniz.. Ben hiçbirşeyi atamam.. bu hastalığımı, çivi çiviyi söker hesabı, bir başka hastalıkla boğmaya çalışırım.. Piromani... Yani yangın hastalığı.. Benim küçük marangoz atelyemde bir sobam var, bu atelyeye ben ve çöplerim yıllar önce atıldık, evin ileri gelenleri tarafından.. İlk zamanlar herşey yolundaydı, ama zamanla, saksağanlar gibi evden taşımaya devam ettiğim diğer çöplerle artık işin içinden çıkılmaz oldu ve sonunda, piromaninin dayanılmaz cazibesine kaptırıp kendimi, çöplerim içinden en az kullanma ihtimali olanlardan başlayarak, yanıcı olup olmadığına bakmaksızın sallamaya başladım sobanın içine.. Ama taktir edersiniz ki, bunun da bir sınırı var, tüm çöplerimi yakamazdım.. Şimdi kendimce makul sayı sınırına indikten sonra, yenileri eklemeye başlıyorum.. Kabul edilebilir sınırı aşınca da bir kısmını yakıp yeni çöplere yer açıyorum.. Allah sizi inandırsın, şu anda salondayım ve yerde yıllık bakımdan sonra değiştirilmiş iki tane ön teker fren diski duruyor bir torbada.. Belki bir gün bir heykel ya da metal bir eşya yapacak olurum, lazım olur neme lazım diye benim atelyeye gitmeyi bekliyorlar..
Şu 'Bir gün lazım olur' lafı yüzünden bir türlü atamadığım binlerce, eski çakmakların yayları, kalem kapakları, sökülmüş saat parçaları vs vs.. çeşitli kavanozlar içinde bekleyip dururlar yıllardır. (Bir zamanlar da plastik süt şişelerini atmamaya karar vermiştim de.. bir süre sonra aklım başıma geldi, piromaniye feda edip kurtuldumdu..
Atamadığım, 'bir gün lazım olur'ları bir süre sonra kesinlikle unuturum tabii. Şans eseri birisi lazım olur da bende o ıvır zıvırdan olduğu aklıma gelirse, bu sefer de neyin nerde olduğunu bilip bulamam bir türlü.. Ve söylene söylene yenisini alırım genellikle.. Birgün büyük bir hangar gibi bir yerde uzun raflara bu çöplerimi dizmek ve tasnif etmek hayalini kurarım genellikle.. Tam bir sakla samanı gelir zamanı hikayesi işte.. Allah ıslah etsin..
aaltan@superonline.com
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_37.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 2.869 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
GİTME BENİ AĞLATIRSIN
Semai
Karşımda salınan dilber
Bakma beni ağlatırsın
Beni koyup yad elleri
Gitme beni ağlatırsın
Şekerden şerbet ezerler
İnce tülbentten süzerler
İncili mercan dizerler
Dizme beni ağlatırsın
Boyun uzundur dal gibi
Emsem leblerin bal gibi
Bahçelerde bülbül gibi
Ötme beni ağlatırsın
Hoş çekeyim nazlarını
Gel öpeyim gözlerini
Kelp rakibin sözlerini
Tutma beni ağlatırsın
Bu Kuloğlu sana kuldur
Ta ezelden böyle yoldur
Ya azat eyle ya öldür
Satma beni ağlatırsın
Kuloğlu
<#><#><#><#><#><#><#>
ORMANDA BÜYÜYEN ADAM AZGINI
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selam vermeğe dervişan beğenmez
Alemi tan eder yanına varsan
Seni yanıltır bir mesele sorsan
Bir çim bile çıkmaz karnını yarsan
Camiye gelir de erkan beğenmez
Elin kapusunda kul kardaş olan
Burnu sümüklü gözü yaş olan
Bayramdan bayrama bir tıraş olan
Berber dükkanında oğlan beğenmez
Dağda bayırda gezen bir yörük
Kimi tımarlı sipahi kimi bir bölük
Bir elife dili dönmeyen hödük
Şehristana gelir ezan beğenmez
Bir çubuğu vardır gayet küçücek
Zu'mü fa'sidince keyf getirecek
Kırık çanağı yok ayran içecek
Kahveye gelir de fincan beğenmez
Yaz olunca yayla yayla göçenler
Topuz korkusundan şardan kaçanlar
Meşe yaprağını kıyıp içenler
Rumeli yenicesi dühan beğenmez
Aslında neslinde giymemiş hare
İş gelmez elinden gitmez bir kare
Sandığı gömleksiz duran mekkare
Bedestene gelir de kaftan beğenmez
Kazak Abdal söyler bu türlü sözü
Yoğur ayran ile hallolmuş özü
Köyden şehre gelse bir Türk'ün kızı
İnci yakut ister mercan beğenmez
Kazak Abdal
|
|
Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları |
1-Yüksek Tansiyon: Tansiyon, kalbimizin kasılması esnasında, kanın damarlara
pompalandığında, damarlar üzerinde yaptığı basınçtır. Kalp kasıldığında,
damarlardaki basınç büyük tansiyon, gevşediğinde damarlarda hissedilen
basınç küçük tansiyondur. Büyük tansiyon 140 mm Hg, küçük tansiyon ise 90 mm
Hg'den fazla ise tansiyon yüksek kabul edilir.
Belirtileri: Sabah uyanıldığında ense bölgesinde ağrı, bazen baş dönmesi,
çarpıntı, çabuk yorulma gibi şikâyetler.
2-Kolesterol: Özellikle hayvansal gıdalarda bulunan ve fazla miktarda
alındığında damar iç yüzeyine yapışan kolesterol isimli bir yağdır ki, esnek
olan damarlarımızın esnekliğini azaltır ve damar duvarında birikerek damar
boşluğunu daraltır.
3-Şeker Hastalığı (Diyabet): İnsülin isimli pankreastan salgılanan hormon,
besinlerle alınan glikoz adlı şekeri, vücudun kullanması için, kandan
dokulara verir. Şeker hastalığında insülin bu görevini yapamaz ve kanda
glikoz artar. Kan şekeri normal seviyelerde tutulamadığında göz, böbrek,
sinir sistemi ve daha birçok bölgede tedavisi mümkün olmayan hasarlar
meydana getirir.
Belirtileri: Çok su içme, sık ve bol idrar, sık acıkma, aşırı yemek yeme,
yorgunluk ve hâlsizlik.
Aç karnına kan tahlilinde 126 mg/dl üzeri çıkarsa, şeker hastalığına
işârettir. Şeker hastalığı ömür boyu devam eder.
Kalp için zararlılar:
Sigara ve içilen yer,
Gerginlik ve stres,
Hareketsizlik, kirli hava.
Sağlıksız beslenme,
Alkol ve tuz kullanma,
Hayvanî yağ, kırmızı et,
Hamur işi ve kızartma,
Hazır besinler,
Aşırı şişmanlık,
Şeker ve tuz,
Fazla yumurta,
Sosis, hamburger.
Kalp için faydalılar:
Yeşil sebze ve meyve,
Tahıl ve baklagiller.
Kepekli ekmek,
Balık ve tavuk,
Yağsız yoğurt ve süt,
Sıvı yağlar,
Egzersiz hareketler,
Temiz hava,
Düzenli bir hayat.
|
Yöneten erkekler
Yeryüzündeki herkes ölür ve Tanrı'nın huzuruna çıkarlar...Tanrı der ki:
-Erkekler iki sıra olsun,bir sırada karıları tarafından yönetilen erkekler, diğer sırada karılarını yöneten erkekler, ayrıca bütün kadınları cennete aldım onlar meleklerle birlikte gidecekler şimdi.
Böylece kadınlar gittikten sonra Tanrı erkeklerin karşısına geçer.
Bir bakarki karıları tarafından yönetilen erkeklerin sırası 100km. uzunluğunda...Ama karılarını yöneten erkeklerin sırasında sadece bir adam duruyor...Tanrı diğer sıradakilere çok kızar:
-Kendinizden utanın!!! Sizi bu dünyada güç ve iradenin temsilcisi olarak yarattım ve şuraya bak, hepiniz güçsüz, karaktersiz 100km.lik bir sıra olmuşsunuz...Bakın bir tek erkek kulum şu yan sırada tek başına gururla dikiliyor... Ondan ders alın!!!
-Oğlum sen anlat bunlara, sen ne yaptın da ''Karılarını yöneten erkekler'' sırasında bir tek sen oldun?
Ve adam cevap verir:
-Bilmem... Karım bana burada durmamı söyledi...
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.guftekar.com/
Sadece şarkı sözlerini arayanlar için sağlam bir kaynak. Şarkı, şarkıcı veya albüm adını vererek istediğiniz şarkı sözlerine ulaşabiliyorsunuz. Ayrıca Sanatçıların isimlerinin baş harflerine göre indexlenmiş bir liste de mevcut.
http://www.uoe.dk/csworld/security-.html
...One of the greatest fears computer owners face is the risk of someone breaking into their home and stealing their investment. The effects of data loss, alone, can be devastating! This page will cover a very effective method of protecting your personal computer... Bilgisayarınızda bir takım değişiklikler yapmadan önce bir kez daha düşünün.
http://facialsurgery.com/BAPg3qnd3jqh1_psfd_nl08_hbb6.html
Burnunuz ister büyük olsun, ister kancalı veya sizce çirkin de olabilir. Estetik ameliyat olmadan önce seçenekleriniz hakkında bilgi sahibi olmak en doğal hakkınız olacaktır. Before - after olarak algıladığımız öncesi ve sonrası durumları.
http://www.baker-street.net/hop/ Grip nedir? Üç sebil bir araya gelip bir koro kurmuşlar. Sebil nedir demeyin canım, hani şu herhangibir ücret ödemeden, (ben ödemiyorum), sıcak veya soğuk su alabildiğiniz akıllı su makinaları... Hah işte onlardan özel bir konser dinliyorsunuz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Fx MPEG Writer v8.4 [7.1M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105599
VCD en kolay nasıl hazırlarız diye sorular alıyorum. İşte bu program da bir şekilde bilgisayarınıza kaydettiğiniz avi formatındaki videonuzu mpeg-1 e dönüştürerek VCD ye hazır hale getiren bir program. İşe yarar pekçok özelliği var. Bedava sürümüyle VCD nizi hazırlayabiliyorsunuz ama daha fazla özellik ve ful versiyon için bir miktar ödeme yapmanız gerekiyor.
|
|
|