KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 165

 17 Aralık 2002 - Ateşle barut


Merhabalar,

Bu sefer şu BBG ye takılmayayım diyordum ama olmadı. Bayram tatili hafta sonu falan derken birkaç saat seyretmek zorunda kaldım. Zorunda kalmak doğru bir deyim. Etrafınızdaki herkes içine düşmüş gibi seyrederken, merak edip göz atmamak imkansız. Şansıma en tantanalı dönemine rastgelmişim. Bebek yüzlü külhanbeyi Uğur'un diskalifiye olduğu, Şebnem'in Tülin Hoca'ya kin kustuğu dönemlermiş meğerse. Nasıl ama hemen de adapte olmuşum değil mi? Beni ilgilendiren kısmı, gencecik insanların bu kadar kısa sürede nasıl dost ya da düşman olabildikleri. Hatta önce dost sonra düşman olabildikleri.

Yıllarca yatılı okulda okuyan biri olarak, 24 saatini birlikte geçirdiğin insanlarla yaşanabilecek duyguları az çok bilirim. Kolay değildir, onlarca birbirine benzemez insanın bir çatı altında yaşaması. Kolay değildir ama bir o kadar da zevklidir. Tabi bu çocukların bizim yatılı okul yaşantımızdan farklı bir yanları var. Onlar oynamak zorundalar. Kundaklanmış, hareket etme olanakları ellerinden alınmış minicik bebeler gibi hepsi. Hepsinin bir hayali var, ucunda para var, şöhret var, boru mu? Oldukları gibi olmayı becerebilseler sorun kalmayacak. Ama zor yahu. 20'li yaşlarını yaşayan bir delikanlının aklından hiç çıkmayan şeytanla, yanıbaşındaki güzel kızla oynaşamadan 100 gün geçirmesi nasıl olur ki acaba? Eee napsın sonunda çocuklar patlıyor işte dinamit gibi. Hiç ateşle barut aynı kaba konur mu?

Dün gene olanlar oldu, saatlerimi verip hazırladığım Mola teknik bir arızaya kurban gitti ve "O" harfinden "Z" harfine kadar olan kahveciler Molayı alamadılar. Kul yapısı, gavur icadı bilgisayar adına hepinizden özür dilerim. Alamayanların yolladıkları emaillere tektek cevap veremedim ancak şunu tekrar söylemekte yarar görüyorum; Çok özel bir durum olmadıkça veya önceden sizlere haber verilmedikçe, Kahve Molası haftaiçi hergün düzenli olarak yayınlanmaya devam edecektir. O yüzden, böylesi bir durumda ilk kontrol etmeniz gereken yer web sitemiz olsun. Orada gerekli açıklamayı mutlaka bulacaksınız. Ve unutmayın, herzaman, günlük sayımızın bir kopyası web üzerinde okunmaya hazır sizleribekleyecektir. Dünkü Molada yeralan birbirinden güzel yazıları okuyamayanları sitedeki arşivimize davet ediyorum. Haydi şimdi hafif hafif aşağıya doğru yuvarlanın ve kahvelerinizden bir yudum alın. Hüüüpp...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Okey'e 4. Aranıyor

Bendeniz gece kuşu olarak yetiştim bir şekilde, geç yatıp geç kalkar idim. Hani şu sanatçı hesabı ! Yok öyle sanat manat, sadece kendimi yatağa geç vakit at ! Alışkanlık diyelim. Üniversitede yurtta kalır iken, liseden bir arkadaşım var idi, çalar saat gibi kalkar, beni de uyandırırdı :

Ahmet, kalk artık, okula geç kalacaksın !
- Defol git başımdan !
Kalk oğlum, otobüsü kaçıracaksın bak !
- Uğraşma benimle, kalkmıyorum işte !
Tamam, ne halin varsa gör ama yarın sabah beni uyandır felan deme !

Hııyarlık etme Ahmet ! der, zoraki uyanır, özür dilerdim.. Babam da çok kızardı ve ;
" Gece yatmak, sabah kalkmak bilmiyorsun ! " diye azarlardı. Bir de Gırgır ve Fırt dergileri nedeniyle azar işitirdim babamdan; " Kazık kadar oldun hala Fırt'a zırta para veriyorsun ! " diye.. Babam, pek sıkı takip etmiyor ama ben hala mizah dergilerine basarım hem parayı hem de kahkahayı ! Bu dergilerin en eskisi olan Gırgır, henüz yayın hayatına başlamamış iken, okulda Cıvıltı isimli bir dergi bile çıkartıyorduk arkadaşlarımla. Teknoloji deseniz ne gezer, elle yazar elle çizer, teksir kağıdına fotokopileri çeker, ona buna dağıtır, okulun izin verdiği panolara asardık. Kısa dönem askerlik hayatımda bile yapmıştım. Sonraki yıllarda da çalıştığım yerlerde benzeri şeyler sergilemiştim. Doğal olarak bu işleri de ancak gecenin ilerlemiş saatlerinde yapmak zorunda kalıyordunuz.
İşte gece kuşu olmanız size bu tür hobilerde fayda getiriyor..

- Dokuz.. Bilemedin en fazla 10:00'da yatarım..!
- Saçmalama yaaa ! Bu kadar erken yatılır mı ?
- Öyle walla, yersen tabldot, yemezsen alakart..!

dedi evlendiğim kadın.. Ailesini tanıdıkça hepsinin birer UYKUCU olduğu iyice belirmeye başlamıştı. Bayram ziyaretlerinde önce rahmetli kayınpeder ortadan kayboluyor, ardından büyük ağabey, ortanca ağabey.. Sırayla toz oluyor mübarekler..! Bayan bacanaklar ise benim gibi gece kuşları. Büyük bacanak anlatmaya başladı, evliliklerinin ilk zamanları :

- Nasıl beceriyorsun allasen başını yastığa koyar koymaz uyumayı ? demiş birgün.
- Deneyelim ! İşte şöyle uzanıyorum yatağa walla karıcığım..demiş o da..
- Biraz daha otursan, 2 satır laf etsek, ne biliiiim TV'de bir film..Aaa ! Uyumuş bile..!

Kadıncağız 3.cümlesini tamamlayamamış bile.. Yıllar önce İstanbul'a gelmişti, o zamanlar Ankara yolu daha uzun, otoban yapılmamış, her zaman bindiği otobüse bindiremedik, bir sonrakine yer bulduk, neyse zar zor uğurladık, bize beklemeyin gidin diyor, dinlemedik, o da mecburen pencereden bakıyor, klasik el sallama pozisyonunda.. Ertesi sabah telefon etti, sağ-salim geldim Ankara'ya diye. " Sağ kolum çok uyuştu ama ! "dedi, " Niye ?? " dedim, " Eee sana o kol ile el sallıyordum ya, öylece uyuyuvermişim..! "... Pes walla !

Bayramdan önce eşimin karı-koca üniversite arkadaşları geldi. Akşam yemekten sonra sohbet ediyoruz. Yıllar önce; Değirmendere'de ilk evlerine gittiğimizde, Recep akşam yemeğinden sonra koltukta sızıvermişti. Ben de takılmak için sordum, eşi değişen pek bir şey olmadığını söyledi ve bu konu ile çarpıcı öyküsünü anlattı bir solukta;

Recep'in arkadaşları da onun huyunu bildiğinden Okey masasına davet etmezlermiş ama bir gün Okey'in 4.sünü bulamamışlar, çaresizlik içinde onu davet etmişler, gecenin ilerlemiş saatleri, Recep taşını oynuyormuş, sıra tekrar kendisine gelene kadar da uyuyormuş..! Gecenin de galibi o olmuş hem de !

- Hade beee ! dedim.. Uyurkene yere Okey felan atmıyor muydu ?
- Aaaa ! İşini çok ciddiye alır benim kocam dedi..
- Walla bravo Recep dedim, yanıtı kısa oldu :
- Horrrrrrrr..!

asesen@turk.net

 Has Kahveci : Tunca Tünay


Öyküler aşk üstüne yazılıyordu bir zamanlar ülkemde !

Sadiye Hanım 21 yıldır yöneticilik yaptığım işyerinin 2 yıllık aşçısı. Kırklı yaşlarda, güzel bir kadın. Üzgün bakışlı gözleri sevecen bakmakta herkese. Yanlış anımsamıyorsam ilk geldiğinde başında baş örtüsü ile dolaşıyordu işte. Bir zaman sonra bizi el görmeyip açtı başını. Güneydoğu Anadolu’dan göç etmiş İstanbul’a dokuz yıl önce. Adını anımsayamadığım bir ilçede terzi imiş kocası. İlçenin zenginlerine elbiseler dikermiş. Öyle iyi bir terziymiş ki kaymakam bile ona diktirirmiş giysilerini. Sadiye Hanım’ın soyu çok eskilere gidermiş. Dedeleri zamanında çok zenginmiş onlar. Konakları varmış içinde onlara hizmet eden insanların yaşadığı. Varlık içinde büyümüş, sonra evlenmiş. Eşi de ona baba evini aratmamış başlarda.

Zaman içinde, yavaş yavaş işleri bozulmaya başlamış, hazır paralar yenilmiş, Sadiye Hanım’ın takıları satılmış, evleri satılmış. Sadiye Hanım doğup büyüdüğü kentten ayrılmamak için çok direnmiş, ta ki satacak bir şey kalmayana değin… Oturup düşünmüşler; yaşayabilmek için büyük kente göç etmekten başka çıkar bir yol bulamamışlar. İstanbul’a, şu taşı toprağı altın olan kente beş parasız gelmişler. Ama çabucak iş bulmuş hepsi de. Evlerinde sıcak yemek olmuş her öğün. Sadiye Hanım ilk kez çalışmaya başladığı günleri unutamıyor. Büyük bir şirkette aşçılık yaptığı günlere döndüğünde gözleri doluyor ama başını daha bir yukarıya dikip anlatıyor :

“Ben varlık içinde yaşadım Tunca Hanım. Sen bu halime bakıp yanılmayasın. Bu kollarım var ya Tunca Hanım, dirseğimi sıkardı bileziklerim inan olsun. Babamın evinde gördüğümü koca evimde aramadım Allah’a şükür. Evimde bolluk içinde yaşadım ben Tunca Hanım, sen bu halime bakıp yanılmayasın. Ben burada çalışan işçilerin sayısından çok kişiye yemek yedirdim soframda.”

Sadiye Hanım‘ı gözlediğimde anlattıklarının doğru olduğuna inanıyorum. O işyerinde çalışan bir işçi gibi değil ev sahibi gibi ağırlamakta bizi kendine göre. Çay bardağımın altına peçete koyuyor. Yemek tepsimin içine özenle diziyor tabak, çatal ve bardağı. Her yemek getirişinde: “Sadiye Hanım, bu kadar çok koyma, ben az yemek istiyorum.” dediğimde inciniyor, onun yemeğini beğenmediğimi düşündüğünden ya da ikramını kabul etmediğimden. İşe geldiğim zaman bana: “ Hoşgeldin Tunca Hanım.” diyor. Bir konuk karşıladığında yaptığı gibi sarılmak istiyor bana ama kendini tutuyor ve kahvemi yapmaya koşuyor acele ile. İşyerine gelen yabancılara ne içmek istediğini sormadan önce hatır soruyor, iyiyiz, dediklerinde mutlu oluyor. Şaşkınlıkla izliyoruz onu.

Sadiye Hanım işçilerle çok iyi uyuşamıyor. Üretim işçisi onu kendinden alt düzeyde buluyor. Sadiye Hanım ise onlara tepeden bakmakta.Onlarla arasına bir yabansı engel koyuyor. İşçiler ona söylenmek isteseler bile söze “ Sadiye Hanım” diye başlıyorlar . Kimse ona ismi ile seslenemiyor.

“ Tunca Hanım, sen görmüş geçirmiş kadınsın. Başkasına anlatamam sana anlattıklarımı. Ben insan ayırmayı sevmem. Bu halime bakıp yanılmayasın, benim evimde kaymakamın hanımı yemek yedi bir zamanlar. Düşmez kalkmaz bir Allah, Tunca Hanım.”

(Kaymakamın eşinin onun evinde yemek yemesinin onuru onu hala ayakta tutuyor. Geçmişinin tek kanıtı sanki eşinin kaymakama diktiği elbiseler ve eşinin onun evinde yediği yemekler.)

Sadiye Hanım işyerimizi ev havasına sokmak için özen gösteriyor. Hani elinde olsa basmadan pembe çiçekli perdeler takacak odama. Beni seviyor ve kendine yakın buluyor. Özenle bakıyor bana. Alışmam zaman alıyor bu yakın ilgiye. İçtenliğine ve doğallığına bırakıyorum bir zaman sonra kendimi. Yavaş yavaş bana özel olan ayrıcalıklarını sevinçle karşılamaya başlıyorum.

Bir gün işe geldiğimde Sadiye Hanım’ı göremedim. Sorduğumda eşinin hasta olduğunu söylediler. Benim olmadığım saatlerde bir ara gelip yemek yapıp hastaneye eşine bakmaya gitti günlerce. İşe yeniden başladığında onu tanıyamadım. Bana bakan gözler onun gözleri değildi. Eşinin durumunu sorduğumda verdiği yanıt tek bir cümleydi: “ Tunca Hanım, eşim artık çalışamayacakmış.”

Sadiye Hanım’ın ailesinin çöküşü o hastalıkla başladı. Sıkıntılar bir karabasan gibi çökmeye başladı evinin üstüne.Bir ay kadar sonra bir gün odama geldi , kapımı kapadı ve başladı konuşmaya:

“Tunca Hanım oğlumu da işten kovdular. Kızımın kazandığı kendine yetmiyor. Tunca Hanım ben ne yapacağım? Nasıl dayanacağım? Sen bu halime bakıp yanılmayasın Tunca Hanım. Ben çok güçlü kadındım ama artık dayanamıyorum, kendimi kötü hissediyorum Tunca Hanım.”

Birkaç gün sonra Sadiye Hanım’da olağan dışı davranışlar gözlemeye başladık. İçine kapanma ve aşırı tepkiler ve gözlerine gelen donuk bakış beni ürküttü. Onu zorla doktora yolladık. Ertesi gün geldiğimde Sadiye Hanım’ın Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesine acilen yatırıldığını söylediler. Onca sıkıntılı günlerin birikimi tüketmişti artık zavallıyı.

Onun hastaneye yatışı ile ilgili inanılmaz yorumlar başladı iş yerinde .”Bu kadın zaten bir garipti.“ diyordu bir çalışan. Size bir şey anlatacağım ama inanamayacaksınız. Geçen gün sizden aldığı avansla ne yaptı o biliyor musunuz? Biz zaten o zaman anladık bunun aklının eksik olduğunu” ve sormamı beklemeden devam etti: “Çalışan kızlardan biri terlikle gelip gidiyordu işe. Ona, kızım senin ayakkabın yok mu, demiş? Kız, “ayakkabı alacak paramız yok” dediğinde avans alıp ona pazardan ayakkabı almış Tunca Hanım. Aklı başında biri böyle bir şey yapar mı?” Bu yoruma nasıl bir yanıt verebilirdim ki?

Sadiye Hanım açtı bana kapıyı bir gün işe geldiğimde. Onu gördüğüme öylesine sevindim ki boynuna sarıldım ağlamaklı. İncelmiş biraz, gözlerindeki donukluk gitmiş ama canı yok. Zorla çalışıyor . Fincanımın altına peçete koymuyor artık .Yemek tepsime çatal, bıçak ve tabak öylesine konulmuş. Dayanamıyorum onun kendisinin dışında yaşamasına… Bir gün odama çağırdım onu. “Kapat kapıyı da gel otur bakalım Sadiye Hanım.” Duyarsızca baktı bana ve oturdu. ” Sadiye Hanım, sen bilmez misin ki senin kendine yaptığın kötülüğü sana el yapamaz. Sen ki evinde kaymakamın eşini konuk etmiş kadınsın. Senin eşin kaymakama elbise dikmiş bir terzi. Ben bu kendini bırakmış halini sana yakıştıramıyorum.“ Sadiye Hanım’ın gözleri parladı. Kısa bir süre daldı gözleri o günlere…”Haklısın Tunca Hanım, çoktandır aklıma gelmemişti o günler. İyi ki anımsattın bana.” dedi ve çıktı odamdan.

Sadiye Hanım kendini toparlamaya başladı. Askerden gelen oğlu işe girdi. Kızı biraz daha çok para kazanacağı bir işte çalışıyor. Karınlarını doyuruyorlar en azından. Kızı istediği bir gençle evlendi. Törelerine, geleneklerine uymaya çalışarak onu evine yolladı. Günler sorunsuz geçiyor , Sadiye Hanım canla başla işine devam ediyordu artık.

“Bu yıl oğlumu da evlendirirsem Tunca Hanım, artık bir sorunum kalmayacak. Biz iki kişi nasılsa geçiniriz. Kocamın emeklisi ev kiramızı çıkarır, ben de evime bakarım. Artık bu günlere de alıştım Tunca Hanım. Allah bu günümü aratmasın , başka bir şey istemem.”

...........

Ve yıllardır sürüncemede olan ekonomik kriz ansızın ülkenin üstüne bomba gibi düştü. İşverenler üretimi azaltmaya başladılar. İşçi çıkarmalar başladı her yerde. Hiç kimse yarın ne olacağını bilemiyor. İşten çıkarılan insanların yeniden iş bulabilmesi neredeyse olanaksız .Nitelikli ya da niteliksiz çalışanların hepsi aynı endişeyi yaşamakta. Belki de görmezden gelinen şeyler ansızın çarpıveriyor insanların yüzüne. Olmayan mutluluk zincirinin halkaları, kopan bir tespih gibi dağılıveriyor birkaç hafta içinde. Bunalım ötesi bir şey bu.

Çalıştığım iş yerinde de yavaş yavaş işçi azaltılıyor. Çıkarılacak işçilerde öncelik üretim dışı çalışanlara veriliyor. Çıkarılması düşünülen işçilerden ilki Sadiye Hanım oluyor.Konuşmalar işyerlerinde düşünceler kadar hızlı dağılır her zaman. Sadiye Hanım tedirgin.

“Tunca Hanım, beni işten çıkarmayacaksınız değil mi? Benim halimden sen anlarsın Tunca Hanım. Geçen hafta oğlanı işten çıkardılar. Hem de iki aylık alacağını vermeden kapının önüne koydular. Eşimin halini biliyorsun Tunca Hanım. Beni işten atmayacaksınız değil mi? Verecek yanıt bulamadığımı gördüğünde kızıyor bana. Yakın bir dostunun, onu arkasından bıçakladığını düşünüyor,hırçınlaşıyor. “ Neden ütücü kızı çıkarmıyorsunuz? Onun evinde 3 kişi var çalışan. O aç kalmaz. Nasıl anlamıyorsun Tunca Hanım , ben aç kalacağım işten çıkarsam. Gene hastanelere mi düşeyim istiyorsunuz? Size ne yaptım ki bana bunu yapıyorsunuz?”

Bana bunu neden yapıyorsunuz? Ben size ne yaptım? Bu sorulara onu rahatlatacak nasıl bir yanıt verebilirim ki? Kendisini suçlamasına dayanamıyorum. ” Sadiye Hanım bu kişisel bir şey değil. Senden kimsenin bir yakınması yok buna inan.” diyorum. O anlamaz gözlerle bakıyor bana. Kırgın, kızgın ve umarsız! Kızgınlığı öne geçip tüm duyguları ardına alıyor. Ona bir işverenin istediği işçiyi çıkarma hakkı olduğunu , bunu önceden kendisine bildirmek ve tazminatını ödemek koşulu ile bir işçiyi işten çıkarmanın suç olmadığını anlatmaya çalışıyorum. O an karşısında işveren olarak beni görüyor gözleri. Hınçla ve düş kırıklığı ile bakıyor bir süre gözümün içine.

“ Ben hakkımı aramasını bilirim Tunca Hanım. Sigortanın en büyük müdürüne anlattım derdimi. Beni işten atıyorlar, yardım edin, dedim. Onlar da; kimse seni işten atamaz, sen bize haber ver, dedi. Yani Tunca Hanım, senin başına kötü bir şey gelsin istemem de ondan söylüyorum bunları.”

Ona kızamıyorum, öylece dinliyorum. Umarsızlığın bir insana neler yaptırabileceğine tanıklığımı yaşıyorum bezgince. Ülkemin insanlarını bu duruma getirenlerle nasıl ödeşebileceğiz? İnsanların onurlu yaşayabilmesi, karnını doyurabilmesi, çocuklarını eğitebilmesi için gerekli çalışabilme haklarını bile elinden alan nasıl bir düzendir ki daha betere gider sürekli? Her gün akşam işten çıkarılıp açlığa gönderiliyor yüzlerce Sadiye Hanım ve ailesi. Ülkemin insanlarına bu günleri yaşatanlar tükenmeyecek mi? Bir ülke, varlığının sınırı bilinmeyen onlarca insanı , yokluk sınırını tüketmiş milyonlarca insanın tepesinde daha ne kadar taşıyacak? Umarsızlık, boğazıma bir yırtıcı hayvan pençesi gibi yapışıyor. Olaylara etkim olamadığı her dönemde yaşadığım bildik bir duygu bu… Çıkıyorum işten ve sığınacak bir yer aramak için koşarcasına yürüyorum uzun bir süre…

İşe gitmek istemiyorum bugün. Sadiye Hanım’ın son çalışma günü. Suçluluk duygusu abanmış üstüme. Yolu uzatıyorum, ara sokaklara dalıp çıkıyorum bilerek. İşe gittiğimde odama geliyor hemen. Kahvemi getiriyor, tabağında beyaz peçetesiyle. Gene sevecen bakıyor gözleri ve konuşmaya başlıyor:

“Tunca Hanım, sen benim yüzümden çok üzüldün. İnan olsun işsiz kaldığımdan çok buna üzülüyorum. Sen beni düşünme Tunca Hanım. Ben işten ayrıldığıma değil sizden ayrıldığıma üzülürüm en çok. Burası benim evim gibiydi. Ekmeğini yedim bunca yıl bu işin. Bak Tunca Hanım ben okuma yazmayı söktüm az çok. İlk kez dün oturdum, içimden geçeni yazdım, onu bir temize çekeyim sana getireceğim. Ama bir tek sen okuyacaksın , sonra yırtıp atacaksın tamam mı? Orada bir bir anlattım ne düşünüyorsam. Sen üzülme yaşamın göstereceği şeyler ne yapsan görülür. Düşünme beni. Hoşlukla kal Tunca Hanım…”

Oturtuyorum onu ve ben başlıyorum konuşmaya: “ Sadiye Hanım, haklısın. Yaşam göstereceğini gösterir insana. Bazen taşınılası yük olmaz. İşte o günlerde insanın aklı pamuk ipliğine döner. Fazla gerdin mi kopar. Sen akıllı ve dirençli bir insansın. Ben inanıyorum, yakında düze çıkacak bu ülke. O zamana kadar diren. Direnebilen dayanacak, direnemeyen göçecek. Bu dönem, öyle bir dönem Sadiye Hanım. Bu işin ekmeğini yeme konusuna gelince… Sen çalıştın ve emeğinin karşılığını yedirdin evinde, kimse sana bedava ekmek vermedi. İnsanları sev, Sadiye Hanım, ama unutma önce kendini sev. Bu dünyada senin gibi insan çok yok. Senin duyarlı sevecenliğini ve direncini taşıyan insanlar daha çok olsaydı, yaşamak kolaylaşırdı. Gözleri parlıyor ve başını dikleştiriyor. Bana teşekkür ediyor. Veda ediyoruz iki yakın dost gibi. Ben çıkıp gidiyorum işten kaçarcasına…

Sadiye Hanım yarın açlığa gidiyor ve bir yırtıcı hayvan pençesi boğazımda…

Tunca Tünay
31 Mart 2001
ttunay@superonline.com

 Sade ve sadece Maviş


BAY DIETMAR SCHRAMM’I TAKDİMİMDİR!!!!!!!!

DÜKKANDA ÖNCE PERSONELE SONRA DAYIMA VE EN SON UMUTSUZCA BANA DOĞRU YÖNELEN ÇİPİL ÇİPİL MAVİ GÖZLÜ VE SAÇI SAKALINA KARIŞMIŞ BİR ADAM
-- YOU SPEAK ENGLISH, DİYE SORDU.

O ANDAN İTİBAREN YAKLAŞIK 1 AY SÜRECEK DOLUDİZGİN BİR DOSTLUK BAŞLAMIŞ OLDU ARAMIZDA...

8 METRELİK TEKNESİNİN JİB YELKENİ YIRTILMIŞ OLAN DİETMAR AYVALIK MARİNAYA SIĞINMIŞTI VE DENİZ SEVER DOSTLAR ONU BANA GÖNDERMİŞTİ.

BAY DİETMAR 3 YAŞINDA İKEN 2.DÜNYA SAVAŞININ UÇUŞAN BOMBALARINI EVİNİN TEPESİNDE AÇILAN KOCAMAN BİR DELİKTEN İZLEMİŞ BİR ALMAN VATANDAŞI.

AMA SON 30 YILDIR İSVİÇRE VATANDAŞI, RAHMETLİK OLAF PALME’NİN SIKI BİR DOSTU. YÜKSEK GERİLİM MÜHENDİSİ ,KENDİ DEYİMİ İLE DE ‘HALFLY RETIRED’

AVRUPA’NIN BAŞDÖNDÜREN TEMPOSUNA BAŞKALDIRAN BİR DON KİŞOT ...

1954 MODEL MERCEDES BENZ ANTİKA OTOSUYLA AVRUPA’YI GEZERKEN GENÇLER ONA;
-- BUT IT’S TOO SLOW,DİYORLAR.
-- O MALUM FELSEFESİ İLE ”DOESN’T MATTER I HAVE TIME” , DİYOR.
BENCE BU TÜMCE ONUN FELSEFESİNİN TEMEL TAŞI

ŞU ANDA 63 YAŞINDA VE 7 YILDIR DÜNYAYI GEZİYOR. SON 3 YILDIR UZUN PERİODLAR HALİNDE TÜRKİYE’DE KALMIŞ BİR DÜNYALI.

GEZMEYİ BİR TURİST GİBİ DEĞİL,ARAŞTIRMACI BİR SOSYOLOG GİBİ İÇİNE SİNDİREREK YAPAN BİR KİŞİ.

ÖRNEĞİN TRABZON LİMANINA BAĞLANIP 10 GÜN ÇEVREYİ GEZİYOR,SİNOP LİMANINA GEÇİYOR RUS SINIRINA KADAR GİDİP ANİ HARABELERİNİ GEZİYOR,ERMENİSTAN SINIRINDAN RUSYA’YA BAKIYOR VS VS VS.

RİZE’NİN ÇAYININ TADINI,MISIR EKMEĞİNİ HAMSİ PİLAVINI UNUTAMIYOR...

BİR DE TRABZON’DA LİMAN BAŞKANINI... 15 YILLIK MEMURİYETİNDE İLK KEZ KENDİSİNE UZATILAN BİR TRANSLOG ADAMIN MUTLU GEÇEN GÜNÜNÜ BİR ANDA KABUSA ÇEVİRMİŞ... ARAYA MARMARİS LİMAN BAŞKANI GİRİP FORMALİTELERİ ANLATIYOR VE İŞ TATLIYA BAĞLANIYOR. İLAHİ TELEKOM SEN NELERE KADİRSİN...

İREM’İN MÜTHİŞ ALMANCASI ONU ÇOK MUTLU ETTİ. ANADİLİNİ TÜM KIVRAKLIĞI İLE KONUŞABİLEN, ESPİRİLER YAPAN VE ESPİRİLERİNİ ANLAYAN BİRİSİ İLE KONUŞMAYALI BAYAĞI ZAMAN GEÇMİŞTİ HERHALDE. İLK PAZAR PİKNİĞİ İREMİN AİLESİ VE BENİM AİLEM İÇİN ÇOK HOŞ BİR ANI OLDU. PİKNİĞİN FİNALİNDE MARİNANIN BETONLARINA UZANIP GÜNEŞİN BATIŞINI İZLERKEN DİETMAR’ DA BİZİM İÇİN ALDIĞI RAKI VE VİSKİYİ ÇIKARDI. BİZLERİ TEKNESİNDE AĞIRLAMAKTAN ÇOK MUTLU OLDUĞU DENİZ RENGİ GÖZLERİNİN PARILTISINDAN ANLAŞILIYORDU...

VİSKİ ŞİŞESİ YARILANDIĞINDA ARTIK EŞLERİMİZİ BIRAKTIĞIMIZ YERDEN ALIP DÖNMELİYİZ ÇOK GEÇ OLDU, DEDİĞİMİZ ZAMAN HAFİFÇE GÜLÜMSEYİP:
--YOU HAVE WIVES AND I HAVE TIME, DEDİ. 63 YAŞINDA EŞLER ZAMAN KAYBI VESİLESİ OLUYOR DEMEK İSTİYORDU,KİMBİLİR?

2 KIZI VE 5 TORUNU OLAN DİETMAR EŞİNDEN BOŞANMIŞ, TÜM TUTKUSU DENİZ DERKEN, LİMANLAR, GEZMEK, KIZLARI, BİRASI, KÖPEĞİ, TEKNESİ, ANTİKA ARABALARI, ANTİKA FOTOĞRAF MAKİNALARI, SIKI DOSTLARI VS VS, BU LİSTENİN GERÇEKTEN ÇOK ÇOK UZAYABİLECEĞİNİ FARK ETTİM Kİ BU ANCAK BENİM BİLEBİLDİKLERİM...

KARADENİZ’İN GÖLLERİNİ , KALKAN BALIĞINI , MARMARİSİN BALINI , SARIKAMIŞ ORMANLARINI BİLECEK KADAR DOĞA İLE İLGİLİ OLAN DİETMAR ADNAN MENDERES’İN NİÇİN ASILDIĞINI BİLECEK KADAR VEYA SARIKAMIŞ ORMANLARINDA NİÇİN 90.000 KİŞİNİN ÖLDÜĞÜNÜ BİLECEKT KADAR DA İNSAN İLE İLGİLİ KONULARDA BİLGİLİ...

BENİ GERÇEKTEN EN ÇOK ÇARPAN YÖNÜ BU OLDU...AĞZI AÇIK ŞAPŞAL TURİST AVRUPALI İMAJININ ÇOK DIŞINDA BİR İNSAN VE EN ÖNEMLİSİ İNSAN!!!!!

BİZİM İLE BİRLİKTE YAPRAK İÇİN ÜZÜLDÜ, BİRLİKTE YAPRAĞA MEKTUP YAZDIK, FOTOĞRAF GÖNDERDİK, KOLA PARASI GÖNDERDİK, GEZDİĞİ HER YERDE İNANAN İNSANLARIN YAPRAK İÇİN DUA ETMESİNİ İSTEYECEĞİNİ SÖYLEDİ... ÇOK FAZLA TÜRKLEŞMİŞ Mİ NE ??????????????

YOKSA İNSANİ YÖNLERİ DENİZLE BİRLİKTE DENİZ KADAR OLMUŞ MU DEMELİYİM BİLEMİYORUM...

SON HAFTA SONU ÇOK GÜZEL BİR GÜLEGÜLE PARTİSİ YAPTIK ONA... GERÇEKTEN İNSANA DEĞER VEREN YAKLAŞIK 15 KİŞİ 6,7 SAAT ONUN HOŞ SOHBETİNİ , ESPİRİLERİNİ DENİZ ANILARINI DİNLEDİK VE ÇOK SIKI BİR PAZARLIK SONRASI 2005’DE MUTLAKA TEKRAR GELECEĞİNİ VE BELKİ’DE KAZDAĞLARINA YERLEŞECEĞİNİN SÖZÜNÜ ALDIK...

3 YIL SONRA BAY DİETMAR’IN BİRALARINI İÇMEK ÜZERE BULUŞACAĞIZ... BU SEFER BİRALAR ONDAN...

-- GÜNLÜĞÜMDE ÇOK ÖZEL BİR YERİN OLACAK , DEDİ AYRILIRKEN. BENİM HAYATIMA DA GERÇEKTEN ÇOK ANLAMLI BİR DOST GİRDİ PEK ÇOK ÖZELLİĞİ İLE...

SALI AKŞAMÜSTÜ MARİNAYI ARADIM NİYETİM BİR SÜRPRİZ YAPIP SON GECE CUNDA’DA SON KEZ BİR YEMEK YEYİP VEDA ETMEKTİ, AMA O SÜRPRİZİ BANA DAHA ÖNCEDEN YAPMIŞTI SALI ÖĞLEDEN SONRA DENİZE AÇILMIŞTI...

SÖYLEDİĞİ GİBİ ; ARKASINDAN EL SALLANMASINA MÜSAADE ETMEDEN
GELDİĞİ GİBİ SESSİZ SEDASIZ ÇIKIP GİTTİ...

RÜZGARLARI UYARINA VE DOSTÇA OLSUN!!!!!!!!!!!!!!!!!

GERÇEK İSTATİSTİKSEL ANLAMDA MİLYARDA BİR OLAN BU İNSAN İLE PEK ÇOK GÜZELLİKLER YAŞADIK...
BU GÜZELLİKLERİ BİR NEBZE DE OLSA SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM...
DAHA SONRA BELKİ YİNE DİETMAR’DAN BAHSEDEBİLİRİM SİZE...
BANA TÜM DÜNYADAN YAZACAK VE MEYLLER GÖNDERECEK SÖZ VERDİ...

DİETMAR GİBİ MİLYARDA BİR TANE BULUNAN İNSANLARLA SİZLERİN DE KARŞILAŞMANIZ DİLEĞİMLE....

Bülent Önder

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_38.asp

Devamı var

 Dost Meclisi



Sevgili Suat Sungur tüm kahvecileri Galleria'ya bekliyor.

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.890 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


SEVGİ ÜSTÜNE

Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır
Kitaplara göre insan
Karanlıkta yüzüne bin mumluk lamba tutulmuş
Gözleri, yüreği kamaşmış insandır
Aptaldır, hastadır, kahramandır
Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır.
İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe yürek mi derler
Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar
Bir tek meyve veren dalı keserler
İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı
Esti mi rüzgar bir değil milyonlar için esmeli
Bir tek meyve veren dalı kesmeli
İnsan dediğin derya misali
Üstünde milyonlarca dalga
İçinde kıyametler kopmalı
İnsan dediğin derya misali
Uçsuz bucaksız olmalı.

Gel çıkalım sevgilim gel
Gel kurtulalım birler hanesinden
Çekelim gidelim bir uçtan uca
Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar
Sevelim sevelim sevelim
Sevebileceğimiz kadar.

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

 Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları


KALBİN HOŞUNA GİDEN YİYECEKLER

Son yıllarda artan kalp hastaları, bol bol lifli maddeler yemelidir. Kepek, çavdar ürünleri, taze meyve ve sebzeler, lifli maddeler için en zengin kaynaklardır. Lifli besinler kolesterol ve yağ miktarını da azaltır. Sık sık balık yenirse, damarlarda yağ birikmesini önler.
Bol magnezyum bulunan fındık, fıstık, baklagiller gibi yiyecekler yemek de ihmal edilmemelidir. Magnezyum, kalbin fonksiyonunu dengede tutar ve adalelere enerji sağlar.
Bol ıspanak yenmeli ki, bu yeşil sebzede bol miktarda folik asit ve B6, B12 vitaminleri vardır.

 Biraz Gülümseyin


Kedicik

Soğuk bir mart gecesinde genç erkek kediler dışarı çıkmak için süsleniyorlar. Tam bu sırada küçük erkek kedi birinin kolunu çekiyor.
- "Abi nereye gidiyorsunuz? bende geleyim mi?"
- "Hayır,biz dişi kedilerle sevişmeye gidiyoruz. Sen gelemezsin"
Küçük kedi 2. ve 3. günde şansını denemiş ama hep olumsuz cevap.
- "Hayır, biz dişi kedilerle sevişmeye gidiyoruz"
Küçük kedi yine bir akşam üzeri dışarıya çıkmaya hazırlanan abilerine yaklaşmış
- "Abi bende gelebilirmiyim" diye sormuş. babacan bir kedi;
- "Hadi gel, lan sende öğren" demiş.
Küçük erkek kedi ve abileri çok soğuk ve karlı bir mart gecesinde sokaklarda dolaşmaya başlamışlar ve hemen bir plan yapılmış. Bir evin çatısına çıkıp bekleyecekler ve asağıdan dişi kediler geçerken saldıracaklar. Aynen plandaki gibi çatıya çıkmışlar baslamışlar beklemeye, kar yağıyor ve hava çok soğuk, aradan geçen 2 saatten sonra yoldan gelip geçen yok. Abilerinin yanında bekleyen küçük erkek kedi iyice üşümüş ve titrek bir sesle abisinin koluna dürtmüş;
- "Abicim ben bi on dakika daha sevişir sonra giderim" demiş.

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.home-keiji.com/gallery/swf/cat-car.swf
Mouse tester bir flash animasyon. iyi eğlenceler.

http://www18.1-host.com/futurege/hizmet.html
...Samimiyetimi mazur görün reca ederim sayfani görünce hayran oldum size memleketin senin gibi kendini teknolojik gelismelere adamis insanlara böyle ihtiyaci varken senle karsilasmak çok sevindirici inanin lütfen Ancak affina siginarak sölemek isterim ki sayfanda yazar kisiliginden fazla konu etmemisin eger yazdigin kitap adlari varsa (teknolojik yeniliklerle alakali olursa iyi olur)bana yazarmisin mübarek ellerinden öpüyom sevgiler...

http://www.muesing-hv.de/rr/fahrschule/
Trafik kurallarına gerçekten uyduğunuzda başınıza neler gelebileceğini merak ediyormusunuz. Ben merak ettim ve gördüm. Buyrun sizde görün...

http://www.conceptart.org/artist/jason-manley/
Fantastik resim sanatı konusunda isim yapmış bir sanatçı, Jason Manley. Buradaki galeride çalışmalarına rastladım ve sizinle paylaşmak istiyorum. Meraklılarına duyurulur.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Quick Copy 2 Printer v1.4.1 [336k] W9x/2k FREE
http://www.boss-it.nl/producten/qc2p/qc2p.asp
Scanner ve yazıcınız varsa, bu programla onları bir kopyalama aparatına dönüştürebilirsiniz. Kopyalayacağınız dökümanı scanner'a koyun ve butona basın. Hepsi bukadar. Renkli yazıcınız varsa renkli kopya da alabilirsiniz.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021217.asp 17 Aralık 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com