KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 167

 19 Aralık 2002 - Yerinde olmamak istedim !


Merhabalar,

Hiç bir başkasının yerinde olmamak istediğiniz oldu mu? Benim pekçok kereler oldu. En tazesi de dün başıma geldi. Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan halkın yerinde olmamak istedim dün. Kıbrıs konusunu yıllarca tartıştık, bir o kadar daha tartışsak bir sonuca varamayız biliyorum. Öyle bir labirent halini aldı ki içinden çıkabilene aşkolsun. Kimi dinlesem hak veresim geliyor. Aslında konunun özünü baba oğul Denktaş'ların karşılıklı yaşadıkları ikilem ortaya koyuyor. Dökülen kanların, çekilen azapların hesabını sormakta haklı olarak direnen, her olasılıkta kaybedeceği fazla birşeyi olmayan bir baba ile, bütünleşmenin kendisi ve halkı için getireceği yararların hesabını yapan bir oğulun çatışması. Ön tarafta pek belli etmemeye çalışsalarda, arkada fırtınaların koptuğu gün gibi aşikar. Asparagas bir haberi verip, halkı gereksiz heyecana sürükleyince azar işiten bir Turizm Bakanı oğul. Ben konuyu bugün 1974 sonrası doğan Kıbrıs'lıların gözüyle görmeye çalışıyorum. 2 adım ötedeki zenginliğe, iç geçire geçire bakan, 74 öncesi yaşanan dramdan bihaber, elini uzatsa yakalayacağı kadar yaklaştığı refaha kavuşamamanın acısını çeken Kuzey Kıbrıs'lı gençlerin gözüyle. Önce Türk Dışişleri Bakanının yaptığı gafla sevindiler, sonra gene aynı Dışişlerinin yaptığı sert açıklamayla dumura uğradılar. Sonra Çankaya'dan yapılan açıklamayla bir nebze olsun umutlandılar. 28 Şubat'a kadar daha ne gelgitler yaşayıp, ne karın ağrısı çekecekler kimbilir. Tıpkı Denizli seyircisinin kupa maçında yaşadığı karar komedisi gibi. Ne alaka diyeceksiniz ama aklıma geldi işte. Daha önce hiç böyle bir maskaralık yaşamamıştık ya, herhalde ondandır.

Neyse biz dönelim konumuza. Evet, dün Kuzey Kıbrıs'lının yerinde olmamak istedim. Olmadığıma sevindim. İş ve aş uğruna Güneye amelelik yapmaya gidenlerin hissettiklerini anlamaya çalıştım. Buradan bakıp, onları anlamaya imkan var mı bilemiyorum. Ama bildiğim birşey var, çok zor bir ikilem içerisindeler. Bu insanlara Annan planını anlatmaya kalksan, kaybedecekleri ile kazanacaklarını ellerine yazıp versen, hatta uygulamalı bir simülasyon bile yapsan, gene kararlarını herşeye rağmen birleşmeden yana kullanacaklardır. Çaresizlik, mantık çerçevesinde doğru kararlar almalarına maalesef engel. Üstüne üstlük, ianesine muhtaç oldukları anavatanın durumunu gördüklerinde karamsar havalarında fırtınalar kopuyordur eminim. Herşeye rağmen, şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, anavatan yavrusunun heder olup gitmesine göz yummayacaktır. Sonuna kadar, elindeki kartları iyi oynayacaktır. Oynamalı, başka da çare yok. Gene de ben dün Kuzey Kıbrıs'lının yerinde olmamak istedim, ne yalan söyliyeyim.

..........

Efendim dün bahsettiğim yılbaşı hediye kampanyası projesine tam 17 tane yorum aldım. Hepsi aman ne güzel olur diyorlardı. Geri kalanların ne düşüncede olduklarını anlamama olanak yok. O yüzden kampanyayı düzenlemeye karar verdim. 50 kişi bile katılsa, yeni dostluklar kurmaya bir vesile olur belki diye düşünmekteyim. Bu kısa sürede, öyle cafcaflı programlama teknikleri kullanarak bir şeyler yapmak zor olduğundan, en kolay yolu seçtim. Web sitemizin ana sayfasına girdiğinizde karşınıza bir form çıkacak. Bu formu doldurup yolladığınızda, sizin kampanyaya katılmak istediğinizi anlıyacak ve adınızı yazdığım küçük bir kağıdı, bilgisayarımın yanına koyduğum reçel kavanozunun içine atacağım. 23 Aralık Pazartesi akşamına kadar sürecek katılım sonunda kavanozu iyice karıştıracak, katılım sırasına göre herbirinize kavanozdan bir isim çekeceğim. Daha doğrusu ben değil, benim küçük aslan çekecek. Eşleşmeleri de sizlere email ile 24 Aralık günü bildireceğim. Sizler de aldığınız hediyeleri, size çıkan kahveciye konvansiyonel yolları kullanarak yollayacaksınız. Hepsi bu işte. Ayrıntılı bilgiye sitemizden herzaman ulaşabilirsiniz. Herhangibir nedenle internete çıkışı olmayıp sadece email kullananlar ( hediye@kmarsiv.com?Subject=BEN SANA SEN BANA&Body=Kampanyaya katılmak istiyorum ) linkine tıklayıp, adını, email adresini, cinsiyetini, yaşını, telefonunu ve teslimat adresini eksiksiz ve doğru yazarak kampanyaya kolayca katılabilirler. Haydi bakalım, çok hoş olacakmış gibi bir his var içimde, hayırlısı olsun.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   O günün şartlarında..

Süleyman Demirel'in lugatında, "Dün dündur, bugün bugün."diye bir söz vardır, anımsayacaksınız.. Bu sözün yanıbaşında, bir yaklaşımı daha öne çıkarırdı Sayın Demirel.. "Efendim, bugün belki böyle düşünmekte haklısınız ama, gelin görünki o günlerin şartları altında…" diye devam ederdi büyük devlet adamı..

Bu sözler kimi kez çok aklıma takılmıştır. İlk bakışta çoğumuza mantıksalda gelebilir bu yaklaşım. Öyle ya, şartlar onu gerektiriyordu, ona göre davrandık.. Belki de hepimizin, kendi geçmişimize ait kararlarda da , bazen daha az yaralanmak, kimi kez de subjektifliği azcık örtbas etmek için sonradan bu yaklaşımı öne çıkardığımız olmamış mıdır?

Ancak biraz daha yakından baktığımızda, bu tür yaklaşım ve yorumlarda; sizi, ülkeyi ne kadar büyük zorlamalar kuşatırsa kuşatsın, belli bir ilkesizlik ve hedefsizliğinde göze carpmaması, algılanmaması alanaklı değildir. "Abi, idare et" felsefesi, rüzgara göre eğilme çaresizliği..

Esneklik ile işi kitabına uydurma aynı kavramlar mıdır?

Ya da, ilkeli davranmak nereye kadar rijitliktir acaba?

Biraz somutlaştıralım bakalım..

Ülke imar bekliyordu, bu nedenle borç aldık..

Sovyetler tehlikesi çok belirgindi, NATO'ya onun icin kapak attık.

Geniş yığınların hemencecik aydınlanması olası değildi, onun icin 'imam hatiplerle' dini beklentileri dikkatle karşıladık..

Böyle bir mantığın savunulma olanağı var mıdır? Bu yaklaşımlarla; birey, ülke düzeyinin yükselmesi beklenebilir mi?

'Solcular' adam öldürüyorlardı, 'sağcılar' devreye girdi. O zaman şartlar bunu gerektiriyordu..

Memleket beş sente muhtaçtı, IMF'yi çağırdık. O zaman başka çaremiz yoktu..

Yerli sermaye kendini yenilemiyordu, duvarları yıktık.. Arada bazı hukuk dışı uygulamalar da oldu ama o yıllarda baska ne yapabilirdik ki?

Hapishaneler adam almıyordu, af çıkardık.. O günlerde, ya kontrolü tümüyle elden kaçırsaydık, düşünebiliyor musunuz?

Ayrılıkçı terör can alıyordu, bizde onu besleyen damarları kuruttuk. Kimi kez yasalar dışına çıkılmış olabilir ama başka çaremiz mi vardı ?

Konusmuyorlardı, işkence yaptık. Dağılmıyorlardı, dövdük..

Acil bir kredi dilimi daha gerekliydi, karşılığında tarım sübvansiyonlarını kaldırdık.

Seçimden kaçtı diyeceklerdi, kabul ettik.. Medya destekliyordu, bizde kervana katıldık.

Kısacası şartlar, o zaman öyle gerektiriyordu.. Onun için böyle davrandık..

Gelin bakalım bu mantık bugün nasıl işliyor..

Avrupa'ya dahil olmamız yaşamsal, daha fazla kurcalamadan Kıbrıs'ta öne sürülen şartları kabul edelim..

Amerikan yardımı almamız şart, bu nedenle savaşa taraf olmamız kaçınılmaz..

Taze paraya gereksinimimiz var, "nereden buldun ?"miladı iptal.

Sanayiciyi kollamamız gerek, vergi affi yeniden ortaya çıkmak zorunda..

18 saat calışıyoruz.. İs yapmamız gerek.! Bürokratlar (Yasalar) ayak bağı olmasın. Şeffaf İhale Yasası ertelensin.

Azınlığın çoğunluk iktidarı oldu.. Lider sorumluluğu üstlenmesi için başa geçmeli.. Yasalar şartlara uydurulmalı!

Sonra.. Eh ne yapalım şartlar bizi zorluyor.. Bir zaman sonra savunma hazır: "O günün şartları altında başka seçeneğimiz yoktu."

Gerçekten başka seçeneğimiz yok mu?

Kendimize güvenmek gibi… Ulusal planlar yapmak gibi.. Eğitimi, ekonomiyi ve savunmayı ulusal çıkarlarımız doğrultusunda göz nurlarıyla yeniden şekillendirmek gibi..

Daha fazla üretmek gibi.. Daha fazla paylaşmak gibi.. Yasalara dayanmak gibi..

"O günün şartlarinda…" bahanelerinin bugün ya da ileride arkasına sığınmaktansa, bugün daha çok yurtsever, daha fazla ilkeli olmak, önce hukuk demek çok mu olanaksızdır?

Çok mu?

Cumhur
cumhura@atilim.edu.tr

Osman Günay

 Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay


   Madam Teyze -2-

Geçen sefer Çifteçınar sokağından bahsediyordum ya size devam ediyorum.. Mahalledeki evlerin en kocamanı iki katlı evlerdi o zamanlar.. Daha "apartuman" meselesi ortaya çıkmakış, "laz müteahhit" kavramı oluşmamıştı.. Karadenizliler alınmasın bizim oraları baştan aşağı imar edenler, arada iyi arada kötü ve zevksiz inşaatları yapanlar hep onlardır.. Neyse gerek zeminden, belki de inşaatların yapıldığı zamandan kalma "oturaklı" durumla depremde bir şey olmadı mahalleye...

Hatırladığım zamanlar her ne kadar "harb-ı umumi" zamanları değilse de okurların bazıları için tarih öncesi sayılabilir.. Örnekse eğer, seyyar satıcılar vardı o zaman şimdilerde bilinmeyen .. Günümüzdeki gibi "tencere seti" , "makyaj malzemesi" ya da "piyango bileti" satan seyyarlar değil de yoğurtçu vardı mesela.. Sırtında terazi burcu "signe" ı gibi iki tarafa sarkmış yogurt tepsileri, bir de el terazisi... Kaymakları sıyırıp yoğurdu tartar, kaba "vıjjt" diye kaydırdıktan sonra, omuzlayıp tepsileri devam ederdi.. Bir de sütçüsü vardı mahallenin.. Her evde tanınır, güğümlerin yüklendiği beyaz atıyla "süüğğğğğttçiiiiiii" narasıyla mahalleden geçişi bir olay olurdu... Ölçü kapları elinde güğümlerden evdeki kaplara sütü bir damla sıçratmadan dökmeden servisi hala gözümün önündedir.. Ekmekçi, hatta "atlı ekmekçi" de vardı.. Kocaman bir at, iki yanında galvaniz kaplı iki koca dolap sırtında.. Yanında yürüyen, yine özel nagrasıyla yüzü çiçek bozuğu ekmekçimiz.. Ekmek ve francala ayrımının olduğu ender ve lezzetli zamanlar memleketimde.....Bunu dışında zaman zaman bollukta ortaya çıkan balıkçı, macuncu, dondurmacı "Güllü Alattin", "sndeviiiiiç" diye dolaşan "sandviççi Mustafa" seyyarların önemlilerindendi...

Civardaki tüm çocukların oyun bahçesi, kaçıp kurtulma mekani "Marko Paşa Korusu" ndan da bahsetmeden olmaz.. Sağı solu toplanıp restore edildi o da diğerleri gibi.. Sayın Gülersoy el atmış galiba, ama isim "Yakartepe Korusu" olmuş, eski ezbere bilinen patikalar, dokap taşlarla kaplanmış, arada çay ocağı, "içkisiz aile gazinosu" da cabası !!!!!

Belki yaşımızdan belki tarzımızdan, bisiklete bindiğimiz, asfalt yollardan biri vardı ki isim olarak "Ölüm Yokuşu" uygun görülmüştü.. Frene dokunmadan en yukarıdan koyuvermek aşağıya kadar, size karizma katar, hatta eller de bırakılırsa alkış garanti olurdu.. Şlimdi baktım da pek süklüm-püklüm bir yokuşmuş, ya teknoloji, ya da alınan yaş değiştiriyor insanı ne de olsa....

Dedim ya o zamanlar "komşuluk" diye bir olgu vardı.. Komşuluk deyip de geçmeyin, düşünün çocuklarınızı ve kendi çocukluğunuzu ne kadar fark var !!! O zamanlar tüm mahallenin çocukları beraber büyür, bu da derin, yakın ve sağlam dostlukların temelini oluştururdu.. Benim o zamanlardan kalma dostlarım hala eski tazeliklerinde, darısı başınıza...

Eskileri bırakalım artık, hepinize yeni, mutlu, sağlıklı günler dilerim..

Osman Günay
osmangunay@superonline.com

 Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


Aslan oğlum benim

Merhaba hepinize,

Daha önceki muhabbetlerimizden biliyorsunuz, benim bir oğlum var, 30 Ağustos 1988 doğumlu, adı da Zafer. Doğduğu günü dün gibi hatırlarım, az daha aklımı oynatacaktım, hani ilk çocuk, ilk torun diye bütün aile çok sevinmiştik. Ben bir an önce eve gitsek de oğlanı alıp beraber maça gitsem hesapları yapmaya bile başlamıştım. Uzun süre ne isim koyucaz diye tartıştık, her kafadan bir ses çıkıyor, çıkan seslerin tonları da "benim dediğim ismi koymazsanız çok gücenirim vallahi" şeklinde. Bize uzaktan akraba Abuzittin beyin isminden tutun da hiç duymadığım en tuhaf isimlere kadar her türlü ismi dediler. En sonunda bizim hanım "bugün zafer bayramı, Zafer olsun" dedi, en başta ben derin bir nefes aldık.

Bizim Zafer, hani oğlum diye söylemiyorum, başka tür bir çocuk. Küçüklüğünden beri derli, toplu, düzenli aklı başında bir oğlan. Küçükken plastik askerleri vardı, onlarla bile bir değişik oynardı, onları öyle bir düzene sokar ki, sanki Nizam-ı Cedit ordusu padişah teftişinde, hepsini ip tutmaca dizerdi . Bugün de odası, eşyaları, kitapları her şeyi çok düzenlidir. Ben koca adam, Necla olmasa evin içinde ayağıma giyecek don bulamam, bir damlacık oğlan her sabah kalkar, yatağını toplar, efendi gibi giyinir, tertemiz okula gider, öyle tertemiz geri gelir. Bir de kendi ilk okuldaki halimi hatırlarım. Anacığım her sabah temiz pak giydirir, gönderir, öğlene kalmaz hırtlamba gibi geri gelirdim. Sanki okula değil Karaoğlan'la birlikte cenke gittik, beni de düşmanlar yakalayıp atlarının arkasına bağlayıp çektiler, üstümdeki elbiseler başka türlü o hale gelemez çünkü.

Zafer ilk okulu eve yakın bir yerde bitirdi, tabi bütün dersler pekiyi, sonra bu kolejlerden birisinin, adını vermeyeyim herkesin girmeye çalıştığı yabancı dilde eğitim verenlerden birinin imtihanına girdi ve şıp diye kazandı. Ondan çok biz heyecanlandık, bir yandan da endişe ettik acaba becerebilecek mi diye. Seninki okula başladı, ilk karne geldi, notlar canavar. İkinci dönem bana "baba veli toplantısı var, gelir misin?" dedi. Ben hemen kıvırmaya çalıştım "annen gelsin" diye, benim derdim başka, anlattıklarından biliyorum, hocaların çoğu yabancı, arkadaşlarının çoğunun annesi, babası yabancı dil bilen okumuş insanlar, şimdi bu cehaletimle onların arasında çocuğu utandırmak istemedim. Zafer derdimi şıp diye anladı, "olmaz baba sen gel lütfen" diye elimden tuttu götürdü ve hayatımın en güzel gününü geçirdim.

Öncelikle öğretmenlerinin bunlara büyük adam gibi davranmasına çok şaşırdım, bizim zamanımızda öylemiydi ya, aldığımız en iyi iltifat "eşek sıpası", kulaklar zaten çekilmekten eşek kulağı. Neyse lafı uzatmayayım, öğretmenlerini tek, tek dolaştık, gavuru, yerlisi hepsi beni Zafer'in yanında görünce hararetle elimi sıkıp, "demek Zafer'in babası sizsiniz, tebrik ederiz, oğlunuz çok başarılı" dedi durdu. Şimdi böyle anlatıyorum ama o zaman bir tuhaf oldum, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemedim, bir kıvandım, bir öğündüm anlatamam, gözlerim yaşardı valla. Korka korka gitimiştim, ayaklarım yere basmaz, keyifle, gururla döndüm.

Şimdi ne zaman eve birileri gelse oğlanın karnelerini, başarı belgelerini çıkarıp gösteriyorum. Zafer'de, hanım da çok kızıyor, özellikle hanım söyleniyor "ne çıkarıyorsun öyle görmemiş gibi" diye, görmedim tabi ne var. Ben babam görmesin diye karneleri saklar, evdekilere "sıra arkadaşım Mehmet'e karne vermediler, acıdım benimkini ona verdim" gibi saçma, sapan yalanlar uydururdum, bazan umursamazlardı, bazan da sopa yerdim.

Bir akşam üstü eve erken geldim, kapıda Zafer'le karşılaştık, o da okuldan geliyor. Hanımın da günü var, sanırım son dakikaları, içerde hamur işi tıkınmaktan gözü dönmüş, boş, boş konuşmaktan dili şişmiş apartman komşuları. Şöyle kapıdan bir selam verelim dedik, "ay gelin oturun ayol, biz de kalkacaktık" diye bizi de salona aldılar. Karılar Zafer'i okul kıyafetiyle görünce hemen "okul nasıl gidiyor" konulu bir geyik açtılar. İpe sapa gelmez soruların bini bir para, Hayrunisa karısı sanki İngiliz hocayı tanırmış gibi "matematik öğretmeniniz kim?" gibisinden öylesine soruyor. Zafer fena halde sıkıldı ama terbiyeli çocuk olduğu için her soruya cevap veriyor. Karılardan biri, sanki cevabı umurundaymış gibi demirbaş soruyu sordu, "büyüyünce ne olmak istiyorsun yavrum?"

Zafer kadına bir süre gülümseyerek baktı, baktı ve "insan" dedi.

Aslan oğlum benim.

Hüsamettin Gezer
husam@polygon.com.tr

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_38.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.901 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


BEKLEYEN KADININ GÜNÜ

Kadınım saçlarını tarar aynada,
Benim parmaklarım değmişçesine.
Bahçeye çıkıp şarkı söyler içinden
Sesinden sesim geçmişçesine.
Güneşin kızarttığı kaysılar gibi
Aklından ben geçerim güneşlenirken,
Kızarır al al olur ben öpmüşçesine.

Eğilmiş dikiş diker, gömleğimin düğmesi
Hayal eder beni, birden ürperir
İnce bir sızı duyar iğne batmışçasına.
Çocuğunu göğsüne bastırdığında
Erkekliğim geçer ta iliğinden
Benimle uzanıp yatmışçasına.

Bir sabah ayrıldım bir akşam kavuştum
- Ah, olgun dutlar gibi ballanmış gözlerinde -
Saatlerin biriktirdiği o tatlı özlem
Sanki uzak denizlerden dönüyorum,
Karşılar, beni yıllarca beklemişçesine.

Ceyhun Atuf KANSU

<#><#><#><#><#><#><#>

ÇOCUKLUK AŞKI

Düşün, düşün ki anne ben daha çok küçüğüm
Ilık ellerimden tut, beraber götür beni
Oyuncakçıda büyük mavi bir gemi gördüm
İşlenmiş, dalgaların köpüğüyle yelkeni.

Şu renk renk toplara bak anne, ne güzel renk renk
Dönüyor içimde bir bayram yeri dönüyor
Yuvarlanıyor gönlüm şu uçan toplara denk
Bir yokuştan koşarak kalbim sana iniyor.

Kan değil, zafer akar benim savaşlarımda
Hürriyet için ölür genç kurşun askerlerim
İnsanlığın cenneti saklı göz yaşlarımda
Yeni bir bahar çağı getirecek zaferim!

Korkma, korkma kaçmam ben, tahta atımla dağa
Senden daha güzel bir dağ var mı rüyalarda?
Niçin uğraşsın küçük kuş yurdundan kaçmaya
Yaşarken annesinin yeşerttiği kırlarda?

Kırılır, bütün iyi oyuncaklar kırılır
Çocuk kalblerinden mi yaparlar hep onları
Niçin oyun biterken en sonra hatırlanır
Hatıralarımızın en tatlı oyunları?

Satılır mı zengin bir oyuncakçıda söyle
Anne, dün okuduğun masaldaki güzel kız?
Yeter, altın bir kalbim olsun, Tanrıdan dile
Bütün zenginliğimi verir onu alırız.

Ceyhun Atuf KANSU

 Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları


AĞIZ KOKUSU

Ağız kokusunun çeşitli sebepleri vardır. Çoğunlukla fena ağız kokusunun sebebi (%90 oranda) ağız içi kaynaklıdır. Diğer sebep ise mide-bağırsak yahut üst solunum yolu rahatsızlıklarıdır. Bunlara ilâveten özellikle çocuklarda bağırsak parazitlerine bağlı daha çok sabahleyin gözüken ağız kokusu meydana gelebilir. Bâzı sistemik hastalıklarda da (diyabet gibi) fena koku görülmektedir.

Ağız içi kokusunun sebepleri:
1- Kokulu yiyecekler,
2- Diş çürüğü,
3- Diş eti-kemik dokusu hastalıkları,
4- Sürekli ağız kuruluğu,
5- Sigara kullanma,
6- Ağzın kötü bakımı.

Yediğimiz gıdalar solunumumuzu etkiler; özellikle soğan, sarmısak gibi yiyecekler kan dolaşımımıza geçerler. Oradan da akciğerlere transfer edilip nefesimizle dışarı atılır.

Diş fırçalama, diş ipi kullanımı, ağız gargaraları ve sakız çiğneme, kokuyu sadece geçici olarak maskeler. Düzenli ağız bakımı olmazsa, gıda artıkları dişler arasında, dilin ve dişetlerinin üstünde birikerek ağızda kalır; belli bir süre sonra kokuya sebep olur. Protezlerin de iyi temizlenememesi fena kokuya sebep olabilir. Diş eti ve çevre kemik dokusu sağlığı bozukluğunun da en önemli habercisi, fena ağız kokusudur.

 Biraz Gülümseyin


Memleketimden gerçek abuk hikayeler

Hani şu IETT'nin yeşil otobüsleri var ya; çevreci ve ABS frenli olanlar.. Abi gayet güzel bir gün herkes kendi kıvamında ve tadında yolculuk ederken, birden bir telefon sesiyle irkildik. Gazman'ınki gibi çalıyordu. Neyse adam çalan telefonu açtı ve konuşmaya başladı. Biraz argosu rahatsız ediyordu çevreyi ama, asıl rahatsızlık veren kapalı olması gereken telefonun açık ve kullanılır vaziyette olmasıydı. Tabi çok geçmeden IETT şöförünün ikaz sesi duyuldu;
-Beyfendi cep telefonuyla bu otobüste konuşmanız yasak! Adam hiç iplemeden konuşmaya devam etti. Şöför tekrar uyardı;
-Beyfendi kime diyorum, cep telefonuyla konuşmanız yasak, aaaa! Adam hala konuşuyor valla hiç tınmıyor. Şöför daha fazla dayanamadı bir hışımla el frenini çektiği gibi, caaaart diye durdurdu otobüsü ve herifin tepesine dikildi.
- Kardeşim ne laf anlamaz adamsın sen yaaaaa! Bu otobüste cep telefonuyla konuşamazssıııın. Yasak yaaa yasaaaaak! Şöförün bu hiddetli hareketinin ardından telefonla konuşan adam bir an duraksadı ve telefonda konuştuğu kişiye dönerek;
- Aloo, Hilmi abi benim bu otobüste cep telefonuyla konuşmam yasakmış abi. Naapalim abi, tamam sen konuş ben sadece dinliyorum aabiii. Cümleten apıştık kaldık billa!

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://hobi2001.com/
Eski yeni birçok hobi dergisini satın alabileceğiniz bir site. Hobilerinizi geliştirmek isterseniz bakmanızda yarar var.

http://www.bhobi.com/
Uzaktan kumandalı arabalarla ilgileniyorsanız görmeniz gereken sitelerden biri. 2.el satışları da dahil olmak üzere pekçok konuda yardım alabilirsiniz.

http://www.antoloji.com/
isnet tarafından yayınlanan iyi bir kültür portalı. Şiirden kitaba, güncel haber ve etkinliklere kadar pekçok şeyi birarada bulabilirsiniz.

http://www.canaktan.org
Can Aktan tarafından hazırlanmış, ekonomiden, hukuka pekçok konuda araştırma ve yazının yer aldığı güzel bir çalışma.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Eds Photo Mailer XP v1.09 [635k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105634
Küçük bir mail programı. En büyük özelliği, ekte yolladığınız resimleri görebilmeniz, sürükle bırak yöntemi ile kolayca ekleyebilmeniz. Eğer çokça resim yolluyorsanız işinize yarayabilir. Bir denemenizde fayda var.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021219.asp 19 Aralık 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com