|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 168 |
20 Aralık 2002 - Lanet olsun ! |
Merhaba,
Lanet olsun tekrar çıktılar ortaya. Karanlık serseri güruhundan bir cani gene değerli bir vatan evladının canını aldı. Doymak bilmeyen egolarını tatmin için her yolu mübah gören bu karanlık sürünün sürünesi yardakçıları, herhalde 3 kuruş uğruna, yılların birikimini, doğruluk, dürüstlük, hak, hukuk kavramlarını yaşamının önüne koymayı başarabilen bir öğretim görevlisini, bir babayı daha katlettiler. Lanet olsun. Amaç, bir adım öne çıkmayı başarabilenlere, kendinden başka insanların sorunlarına dikkat çekenlere, en önemlisi kendi tekerlerine çomak sokanlara göz dağı vermek. Yılmak bu adamların ekmeğine yağ sürmek olur. Katilleri bulup ortaya çıkarmak, yılmadan bu sürünün üzerine gitmeyi görev bilecek, bu memleketi kara kuyulara düşmekten esirgeyecek her aklı selimin amacı olmalıdır. Faillerin bulunup, yattığı yerde rahat uyumasının sağlanmasını diliyorum. Tüm yaptıkların için teşekkürler Hocam. Nur içinde yat.
............
Sonunda epeydir beklediğimiz mutlu haberi de aldık. Sevgili Ahu Yücel ile Suat Sungur'u evlendiriyoruz. Kahve Molası olarak, hepinizin adına bu güzel çfte ömür boyu mutluluklar diliyorum. Nikahtan sonra onlara 2 hafta izin, ondan sonra her ikisinin de güzel yazılarını tekrar okumak için sabırsızlanıyoruz. Yok canım balayı anılarınızı anlatmasınız da olur. Siz bize başka şeyler yazın. Yazacaksınız değil mi çocuklar?
Dün başlayan "BEN SANA SEN BANA" Yılbaşı Hediye Kampanyamıza ilgi fazla olmamakla beraber sürüyor. Önümüzdeki 4 gün içinde güzel bir sayıya ulaşmayı umuyorum. Dün kaçıranlar için de kısa açıklamayı tekrar yazıyorum. Web sitemizin ana sayfasına girdiğinizde karşınıza bir form çıkacak. Bu formu doldurup yolladığınızda, sizin kampanyaya katılmak istediğinizi anlıyacak ve adınızı yazdığım küçük bir kağıdı, bilgisayarımın yanına koyduğum reçel kavanozunun içine atacağım. 23 Aralık Pazartesi akşamına kadar sürecek katılım sonunda kavanozu iyice karıştıracak, katılım sırasına göre herbirinize kavanozdan bir isim çekeceğim. Daha doğrusu ben değil, benim küçük aslan çekecek. Eşleşmeleri de sizlere email ile 24 Aralık günü bildireceğim. Sizler de aldığınız hediyeleri, size çıkan kahveciye konvansiyonel yolları kullanarak yollayacaksınız. Hepsi bu işte. Ayrıntılı bilgiye sitemizden herzaman ulaşabilirsiniz. Herhangibir nedenle internete çıkışı olmayıp sadece email kullananlar ( hediye@kmarsiv.com?Subject=BEN SANA SEN BANA&Body=Kampanyaya katılmak istiyorum ) linkine tıklayıp, adını, email adresini, cinsiyetini, yaşını, telefonunu ve teslimat adresini eksiksiz ve doğru yazarak kampanyaya kolayca katılabilirler. Hepinize az soğuk, yağışsız, nezle, gripsiz bir hafta sonu diliyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Yılın Yazarı : Doç.Dr. Necip Hablemitoğlu |
Önsöz
Sizler, bu satırları okuduğunuzda, eminim ki, hakkımda bugüne kadar açılmış yüzmilyarlarca liralık manevi tazminat davalarına, yenileri eklenecektir. Her zaman olduğu gibi kimi siyasiler devreye girerek Üniversite Rektörü'nü hakkımda yasal işlem yapmaya zorlayacaktır. Tehditler ve hakaretler hız kesmeyecek, aileme de yönelecektir. Peşpeşe gıyabımda kesilen trafik cezaları gelecektir. Gelen duyumlara göre, Emniyet ve M.İ.T. bünyesinde, gerektiğinde aleyhimde kullanılmak üzere dezenformasyon çalışmaları kapsamında olumsuz bilgi notları ve olumsuz dosyalar hazırlanmıştır. Telefonlarım bir şekilde dinlenmeye devam edecektir. Büyük bir olasılıkla, hakkımda imzalı-imzasız suç duyurusu yapılacak; T.B.M.M.'de aleyhimde soru önergeleri verilecek; bütün bunları dikkate alan savcılık evimde arama yaptıracak; en azından "İçişleri Bakanlığı'nı ya da Emniyet güçlerini tahkir ve tezyiften" veya hiç ilgisiz bir iftira ile hakkımda Ağır Ceza Mahkemesi'nde ya da DGM'de dava açılacaktır. Halen, İzmir, Ankara, Burhaniye, İstanbul gibi merkezlerde yürüyen davalara, yurdun farklı yerlerinde açılacak yeni davalar da eklenince, maddi-manevi darbenin yanısıra, mücadeleye zaman yetiştirememe gibi bir durum da ortaya çıkacaktır. Sonuçta, belki de ödeyemediğim tazminat hükümlerinden dolayı evime haciz gelecektir. Almanlardan fethullahçılara, Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter ve laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bunca zahmete ve mihnete değer mi, diyorsanız, Atatürk'ün manevi mirasçısı olarak evet değer, diyorum.
Çünkü Türküm ve başka Türkiye yok!..
Doç.Dr. Necip Hablemitoğlu
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan İntiharın mekanizması |
|
Yıllar önce askerlik görevimizi yaparken sekiz on kişilik bir grup olarak bir birlikte Mars'tan gelmiş küçük bir kadro oluşturmaktaydık. Devasa koğuşun içinde bir köşeciğe sığınmış, orada aklımızı ve ruh ve beden sağlığımızı korumaya çalışırken gündüzleri görevimiz olan çevirileri yapıyor, geceleri de küçük köşemize çekilip vakit geçirebilmek amacıyla değişik konularda tartışmalar yapıp zaman öldürmeye çabalıyorduk. İşte bu sohbetlerden birinde çıktı bu intihar konusu.
İntihar, benim çok ilgimi çeken bir konudur. Şöyle ki, intihar, beynin bedene ve doğa kanunlarına karşı önemli bir başkaldırısıdır. Öyle bir başkaldırı ki, milyonlarca yıldır, tamamen yaşamak ve çoğalmak üzerine programlanmış olan bir organizmanın yaşamına son vermek.. Tüm bu evrensel sayılabilecek programa rağmen, hücrelere kadar indirebileceğimiz bu programa rağmen beynin buna üstün gelmesi, ve kararını uygulamaya koydurması.. Anlaşılır ve azımsanır iş değildir.
Beyin... organizmaların efendisi, bencil, zevk düşkünü, yer yer sapkın organımız bizim. Düşünsenize, kadın bir kraliçe ya da barones.. Milyarlarca dolarlık serveti var, ama gidip bir süpermarketten birşeyler çalıyor... Kimseler anlıyamıyor, çünki parayla da alabilir, hiç ,hiç sorun da değil.. ama hayır, çalmayı tercih ediyor.. Neden? Çünki beyin böyle istiyor. Heyecan duymak, adrenalin tüketmek istiyor. Ya da beyin başka heyecanlar istiyor, ne bileyim, K2'ye tırmanmak istiyor, bu amaçla bedene, ayaklara, inanılmaz eziyetler yapıyor, hatta donacak kadar soğuklara sokuyor bedenini, belki ayak parmaklarını kestirmek zorunda kalıyor, ama sonuçta beyin istediği heyecanı, hazzı, başarma duygusunu elde etmiş oluyor. Beyin, prensip olarak tüm organları korur, çünki bu koyun sürüsüne ihtiyacı vardır. Ancak bu organlar aracılığıyla kendi bağımsızlığını yaşayabilir. Özlemini duyduğu hazları yaşayabilmek için, güçlü ve eksiksiz bir bedene ihtiyacı vardır. Ama, gün gelir de diyelim ki, kangren olmuş olan bir bacağı feda etmesi gerekirse, genellikle tereddüt etmiyor. Çünki aslında temel olarak peşinde olduğu şey, herşeyi kaybetse de kendi yaşamını sürdürebilme olanağını korumaktır. Tabii, mesela Marilyn Monroe gibi, gerçekten sadece güzelliği ile var olabilmiş bazı kimseler, doyumlarını kaybetme ihtimaline karşı, yaşlanmaktansa ölmeyi seçebilirler. Burada gene güçlü egoların hastalıklı yaklaşımı var..
Askerde derinlemesine daldığımız sohbetin konusu şuydu, madem ki beyin çok bencil ve idareyi tamamen ele alabilmiş bir organ, eğer, beyni tecrit etmeyi başarsak, intihar etmeyi becerebilir miydi? Yani, bir beyin düşünün, kafatasının içinden çıkartılmış, bir şekilde yaşatılmakta. Koku, görme, işitme, tad alma, dokunma vs her türlü dış dünyadan bilgi alma imkanından soyulanmış bir durumda.. Tabii düşünebiliyor, ama mutlak bir yokluk, karanlık ve hiçliğin içine itilmiş durumda.. Adeta kendi içine hapsedilmiş... Ne yapardı, intiharı seçer miydi? Seçerdi ise, bunu başarabilir miydi? Uzun saatler konuşup çıkamadık işin içinden bir türlü. Sonunda, aramızdaki insanların işletmeci, mühendis vs olması nedeniyle, aslında tıp doktorlarına da gereksinimimiz olduğuna karar verip bu konuda bir noktaya varamamıştık hatırlıyorum.. Belki buradaki temel soru, aslında tek tek düşünme ve yaşama yeteneği olmayan atom ve moleküllerin bir araya gelerek kurmuş olukları muhteşem birliktelik bir akıl ve moleküler bilince işaret ediyor.. Peki madem bu böyle, beynin elinden, sekizinci kattan atlamak, zehir içmek ya da benzeri mekanik olanakları aldığımız taktirde, hiçliğe mahkum edecek olursak, gene de bir yolunu bulup yaşamını sonlandırmayı becerebilir mi? Yani moleküler bilinç, yaşamı seçtiği gibi ölümü de seçebilir mi? Bunu başarabilir mi?
Biliyorum, bu site için belki de fazlaca özel bir konu başlığı oldu bu, ama ben gene de değişik konulardan dem vurabilelim istiyorum, o nedenle frenlemeyeceğim kendimi izninizle..
Tüm bu konu ülkemiz karikatürcülerinin en yeteneklilerinden biri olan İlban Ertem'in bir çizgi romanından çıkmıştı. Romandaki kahraman oldukça normal bir hayat sürmekteyken birden kendisinden hiç de beklenmeyen bir şekilde çalıyor, tecavüz ediyor, saldırıyordu.. Sonra da bu 'normal' insanın neden böyle davrandığı ile ilgili bir arayışa giriyordu çizer. Ve öğreniyorduk ki, beynin içindeki dehlizlerden birinin sonunda, oldukça güvenli bir yere hapsedilmiş olan 'O' olarak adlandırılmış olan bir canavar (Ego) hapsedildiği yerden kaçmayı başarıyor ve çıkar çıkmaz da idareyi ele alıyordu derhal! Hikayede ego'nun etkinliği ve yaşamımız üzerindeki tartışılmaz patronajı öylesine güzel aktarılmıştı ki, yıllar geçmiş olmasına karşın, neredeyse kare kare hatırlarım bazı bölümlerini..
Konumuza dönersek, beyin, tüm organların, bedenimizin sahibi, kullanıcısı, efendisi.. Bedenimizi koruyup kollamak karşılığında ona eziyet etmek, vezir ve rezil etmek de dahil her türlü yetkiyle donattığımız, biz, kendimiz olduğunu iddia eden düşmanımız, dostumuz... Olmasaydı da, sadece onun zavallı bir kopyası olan, yeteneksiz 'beyincik'imiz (Omurilik soğanı) ile yaşasak, daha mutlu olur muyduk? Yoksa, bu mutluluğu da niteliksiz bulup, tercih etmez miydik?
aaltan@superonline.com
|
Sevgili dostlarım,
Bugün sizlere yaşanmış bir öykü anlatmak istiyorum.
...1961 senesinin ilkbahar aylarında Susurluk’ta mesaisine gitmek üzere evinden çıkan sıhhiye astsubayın önünü bir komşusu keser,
--Başefendi bir hastamız var bir iğne vurur musun,der.Daha önce de mahallelinin bu tür yardımlarına koşmuş olan başefendi yasak olmasına rağmen iğneyi vurmaya gider.
Girdiği çok yoksul evde mahallenin çobanı bir yer yatağında bilinçsizce yatmaktadır.
--Bizim umudumuz yok ama yine de içimizde uhde kalmasın,başefendi derler...
Eline tutuşturulan basit bir analjezik ampulün hiçbir yararının olmayacağını bilerek o iğneyi vurur başefendi.Anadolu’da hastaların hiçbir müdahale görmeden ölüme terk edildiği yıllarda
bir iğne vurulmuş olması dahi bir teselli vesilesi imiş o yıllarda.
Öğlen sıhhiye bölüğünün yoksul ilaç dolabına bakınırken tek kalmış bir ampul başefendinin
gözüne çarpar.Bu ilacın çobanın ihtiyacı olan ilaç olduğunu düşünür kıt tıp bilgisi ile.Biraz da vicdanın sesi onu o ampulü almaya zorlamıştır. Ama bir sivile askeriye malı bir ilaç götürmenin yasak olduğu o ortamda başefendi vicdanı ile hesaplaşmaya girer.Belki o bir tek ampul kendilerine emanet edilmiş bir asker için gerekecektir.Tüm öğleden sonra o vicdan muhasebesi ile geçer.Akşamüstü o ampulü cebine sokup yine hastanın evine yollanır.Kapıda karşılandığında;
--Yanımda bir iğne getirdim eğer rızanız olursa o iğneyi hastanıza yapmak isterim,der.
--Biz zaten umudumuzu yitirmişiz başefendi,tek umudumuz sendedir,nasıl bilirsen öyle yap,derler...
Eve giren başefendi ,sobanın üstünde kaynattığı cam enjektöre o tek ampulü çeker ve bilinçsizce yatmakta olan hastaya damardan vurur...
Sobanın üstünde yeni ıhlamur kaynatılmıştır yoksul evde,başefendiye ikram edilir.Bir ıhlamur içimi süre geçmemiştir ki alçak sesli bir çoban ıslığı odayı kaplar,daha sonra yavaşça dirsekleri üstünde doğrulan Çoban Ali Dayı tarladan yeni döner gibi sağlıklı gözükmektedir;
--Başefendi hoş geldin,der.Tüm ev halkı şoktadır.
--Başefendiye taze çay demleyin,ekmek peynir çıkarın,benim de karnım aç,beraber akşamlayalım der hasta,sanki tarladan yeni dönmüş gibidir.Başefendi tayin olana dek de sağlıklı bir ömür sürer.
Başefendi tam 41 yıl sonra benim evimde misafirken cebinden bir ampul düşüp kırılınca
bu öyküyü anlattı.
Not: O başefendi benim babamdır...
Bülent Önder
|
Şair Kahveci : Filiz Kaya |
BALKONDA KUŞ YUVASI
Günlerden akşam için planların yapıldığı bir gündü... Kararlaştırdık arkadaşım Ayşegül'le bizde çay içeceğiz. Ayşegül'de öyle sık giden tiplerden değil birilerine. Konuşulacaklar çok, sohbet matrak olacak hevesiyle eve bir gittim, pir gittim. O gelmeden çayı hazırlayayım dedim. İki kişilik çay işte şunun şurasında, ama benim ellerin ayarı bozuluvermiş o akşam.. Öyle bir demlemişim ki iki kişilik değil maşalah on kişilik. Çokça düşündüğüm olur ellerimi, beynimi ve diğer yönettiğimi, hatta kullandığımı sandıklarımı, benim kontrolüm dışında bir gücün kullandığını. Siz yapmayacaksınızdır da farketmeden yapıvermişsinizdir gibi... Bu durumu tarif ederken de adına gayri ihtiyari deriz hani..
Bir reklam vardı eskiden.... Hal böyleyken... Telefunken.... İşte benim hallerde böyleyken, zil çalarken... Açtım kapıyı geldi benimki diye sevinerekten. Beklediğim değildi, yabancı da değildi. Yan komşum oturmaya gelmiş. Artık evin insanı oldu dersem yalanım yok inanın. Hoş geldin, beş gittin faslındayken yine kapı zili. Ayşegül'dür diye açtım... Fakat ne göreyim. Bu kez de yan komşuya gelen apartmandaki diğer komşular, ayakkabılarından tanıyarak bende olduğunu anlamışlar. Eeee... Kapıda duracak değiller ya buyur ettim içeriye. Ha o, ha ben ne farkeder; nasıl olsa yan yanyanız deyiverdim. (Bu arada evime ilk kez giriş yapıyorlar.) Misafirler nasıl olsa yan komşuya gelmişler ya o psikoloji ile onda değil de bende olduklarını kavrayamadan komşu komşuya muhabbete geçtiler. Ben de çay, ikram falan malumunuz servis görevlisi oldum. Onlar konuşuyor kendi çaplarında ben de garsonluk görevimi eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorum. Anladım benim çaydaki hikmeti. Kime niyet, kime kısmet deyimi buluverdi gediğini. Sonra baktım olacak gibi değil, hatunlar "burda ben de varım" bayrağımı çekmeye karar vedim.. Koyarak ağırlığımı sohbetin orta yerine konuşmaya başladım ordan burdan.. Ev hanımlarının sohbet konuları bana basit gelirdi çok önceleri. Sanki her şey felsefi ve amaçlı olmak zorundaymış gibi. İhtiyaç olduğunda tat veriyor ciddi olan her şeyden sıyıran bu sohbetler. Farkedildim nihayet ve alındım aralarına. Böylesine önemli bi işi başardığım anda tekrar zil çaldı. Gel be güzelim, ne olursan ol gel artık dedim. Ohhh be.!!!. Beklenen misafir Ayşegül..!!!! Ne özlemişim anlatamam bir saatlik ayrılıkta onu. Meğer kendimi tam tumcuların içine düşmüş, onlarla dans etmeye çalışan soluk benizliler gibi hissetmişim. Bunu arkadaşım gelince farkettim. Alışma problemim yoktur yeni insanlara ve ortamlara aslında. Sanırım ilk başlarda çaycı muamelesine uğrayışıma öfkelenmiş olacağım. Neyse ki yoluna girdi her şey ve sevdik birbirimizi...
Yan komşumun bir ara canı sigara istedi. Ona tahsis edilmiş bir kül tablası bulunduruyorum mutfak balkonunda. Bu balkonum camla kapatılmış durumda. Komşu küllüğü almaya seyirince müthiş bir bağırtı duyduk. Önce ben koştum, sonra diğerleri. Sonra ben bağırdım, daha sonra gördüğünü taklit eden ben gibi diğerleri... Ne oldu diyeceksiniz... Yok aslında önemli bir şey... Ardına kadar açık bıraktığım mutfak camından içeri iki güvercin girmiş ve kombinin üzerine tünemişler. Orda bir de çamaşırlığım var. Tahmin edin çamaşırların ve balkonun halini. Komşu çok korkuyormuş kuşlardan. Çamaşırları toplayıp yeniden yıkayayım isterken kuşlar hareketlenince ben de ürperdim. Zincirleme korku kazası yaşadık anlayacağınız hep birlikte. Bu arada kuşlar geceleri uçamazlarmış. Uçmadıklarını biliyordum ama uçamadıklarından olduğunu düşünmemiştim. Meğer göremiyorlarmış karanlıkta ve üşümüşler fazlaca. Sevimli hayvancıklar orayı sıcak görünce dalmışlar içeri. Herhelde anlayamadılar bizim neden o kadar bağırıp çağrıştığımızı. Ve zannımca onlar daha çok korktular bu anlamsız halimizden... Bozmadım keyiflerini. İki yıldır o pencere açık durur yaz kış. İlk kez böyle bir şey oldu. Zaten bu akşam misafir misafir üstüne. Bir de siz olun bari dedim. Bir şeyler paylaşabilirdim onlarla...
Nasıl insan sıcağa akıyorsa, bu tür kuşlar da sıcağa akıyorlar. Yuvalarını sıcak bir yere yapıyorlar. Biliyorlar donuk suratlar, donuk hayatlar ve donuk yuvalarla sayılı günlerin tadının çıkmayacağını. Birlikte olmanın, yuvanın kıymetini biz insanlardan daha iyi kavramışlar galiba. İzledim onları bir süre... Anladım bir şeyler. Mesajlar yerine ulaştı beynimde. Balkonumu karanlıkta uçamadıkları ve sıcak bir yere ihtiyaç duydukları için kullandılar. İzin de istemediler. Biz insanlar da benzer şekillerde davranıyoruzdur mutlaka. Yolumuz karanlıklarla, sıkıntılarla kaplanır arasıra. Ve göremediğimiz olur önümüzü üşüdüğümüz de olur yalnızlıktan. İşte böyle anlarda belki kendi kendimize yetemiyor başkalarına, bir yerlere sığınıyor, sıcak olana akıyoruz. Birilerinin ortamını, sıcaklığını, sevgisini, aklını, bilgi ve tecrübesini kendimize ayırıyoruz. Hatta çalıyoruz. Onlardan izin istemeden, buna uygun olup olmadıklarını sorgulamadan yapıyoruz çoğumuz bunu. Yer verenler, hayatlarına alanlar oluyor süreli süresiz... Var olsunlar... Meşgulum gelemem diyenler de var şüphesiz. Sağ olsunlar... İnsanın sıcağı, balkonun sıcağıyla benzeşiyor mu? Nasıldır insanın sıcağı? Çeker mi zorda olanları, huzur arayanları ya da mutlu olanları? Gülümseyen suratlar ölçümü sıcaklığa? İçtenlikle oluyorsa bence kısmen evet... Hayata, insanlara ve her şeye karşı sıcak olmak bence gerekli. En azından gülümseyebilmek. Bir tebessümün bir çok yüreğe yaşama sevinci ekebilecek güçte olduğuna inanıyorum. Sevdiklerimizi soğuk ve asık suratlarımızla bunaltıp, sıcak gördükleri yerlere sığındıklarında suçlayanlardan olmayalım derim. Eğer içtenlik, sevgi, anlayış, güler yüzle ısıttığımız yuvamızdan kanatlanıp uçanlar olmuşsa bu onların seçimidir, üzülmeyelim. Belki ısı derecesi onların kaldırabileceğinden yüksekti. Anladılar terleyeceklerini, hava almak için attılar dışarı kendilerini... Mümkündür boşverin... Ayın yere inebileceği ihtimaline açık olun. Siz sıcak ve içten oldukça, kendiliğinden açık kalan pencerelerinizden, içeriye dolacaktır mutluluklar emin olun... İşte böyle molacılar... Hayvanları gözleyerek öğreneceğimiz çok şey var biliyorsunuz... İnsan olarak unuttuğumuz, yaptığımız, yapamadığımız çok şey... Pişirin çaylarınızı, kahvelerinizi... Kendinize lezzetli dakikalar ayırdığınızda sizler de görebilen bakışlarla gözleyin, gördüklerinizden insana dair ne varsa söyleyin...
Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_38.asp
Devamı var
|
Ahu ve Suat'a ömür boyu mutluluklar...
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 2.901 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
yatağımda yalnız uyuduğum geceler I-II
kimse
hiçbir düş sığmıyor yattığım yataklara
seviyorum
gözlerim uzak adanın ışıkları gibi
sesim karşı kıyıya vuran dalganın şıpırtısında duyulan
yalnızlık enginmiş
hiçbir beraberlik kamaştırmazken gönlünü
bir şeyler var severken
parmağım inceldi yüzük,
nefeslerim seyreldi ayrılıklara
örülecek saç telleri gibi ayrı ayrı tarandı gidilecek yollar
saate erken, hayata yeni bir başlangıç söyler rüzgarın uğultusu...
gözlerinin asansörüne bindim
ilk kat kokundu
ikinci kat dudakların (tadın)
toprağın merkezine kadar sürdü yolculuk
ve sonra
yana yana soğudu sevişmek
bir alev-bir renk- bir çakıl taşı- beyaz-siyah- gri--------
kül oldu beden ayrılığın başucunda
dokundukça dağıldı
sondan önceki kat kokun
zemin gözlerin
-toprak
dağıldı, dokundukça .
kapıların dışında ayaz.
Dağıldı donan beden,
sonbaharla savruldu.
gözlerinle aramda bir uzay,
ve bıçaklaşan et parçaları
kış bulutları
.
ölüm her sana başlayan şiirin sonu
uzayan yeşil düz çizgi
süren sinyal
kulağımı acıtan iğnelerce
ölüm ,
ne zaman toprağı ateş basar
akrep kendini ne zaman sokar...
Yasemin Adalı 10 Aralık 02
<#><#><#><#><#><#><#>
NE
Bazen bir kapı aralanır,
En çok sevdiğin rengin kıyısına..
Ardında ne var sana ait?
"Bir şey "ama ne?
Ne bugünde, ne de yarında...
Şimdi, şu anda!
Sen benim için hayalini kurduğum rengin sesi,
Düşüncem olan bir rüzgarsın ruhuma esen...
Senem Bostancı
<#><#><#><#><#><#><#>
KELEBEK
Hala bir şeyler var sevgiden yana..!
İçi boş sözcükler değil sarfettiğimiz...
Özgür bir o kadar çekingen.
Duygular...gizlenen küçük bir çocuk gibi..!
Sürekli kaçan, oyun oynayan...
Aşk mı dersin , büyülü kılan mevsimleri?
Koşarak geçen zamanı...
Rengi mavi,
Adı kelebek..
Senem Bostancı
|
|
Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları |
Kepek, vitamin ve minerâl madde bakımından pek çok zengindir. Diğer bâzı
faydaları da şöyledir:
Kepekli ekmek, çiğneme müddetini uzatır. Tükürük salgısını da arttırdığı
için fazla gıda alımını önler.
Midede fazla kalacağı için çabuk acıktırmaz. Bağırsaktaki geçişleri ise
hızlandırır. Kabızlığa faydası olur.
Kepek suda çözülmez. Gıdalar içerisinde karbonhidrat ve yağlı maddelerin
emilmesine kısmen mâni olur. Kan şekeri ve kan yağları üzerine müsbet tesir
yapar. Kepek ve posalı gıdalar sindirim sisteminde kanserin meydana
gelmesini azaltır.
Kepekteki fitik asit, kalsiyum, demir ve çinko elementlerinin fazla
emilmesini azaltır. Kepekli un mayalanırsa, bu zararlı etkisi kaybolur.
Bol kepekli ekmeklerin kalori değeri azalmakta, buna karşılık vitamin ve
protein değeri artmaktadır. Bu sebeple şişmanlığı önlemektedir.
Gıdalar içerisinde karbonhidrat ve yağların emilmesine kısmen mâni olur.
Kanda lipid ve kolesterol üzerine etkili olur.
Sağlık için kepekli ekmek herkese çok faydalıdır. Bilhassa kilosu fazla
olanlara tavsiye edilir.
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.cesmemyo.ege.edu.tr/turkce.html
Çeşme Meslek Yüksek okulunda yer alan Türkiye'deki tek Turizm Animasyon Programı YÖK tarafından lavedilmiş. Öğr.Gör. Yonca Erdenk'in sorumluğunda hazırlanan programın detaylarını öğrenebilirsiniz. Hoş bir işe yazık etmişler doğrusu.
http://www.berrincerrahoglu.com
Fotoğraf Sanatçısı sevgili Berrin Cerrahoğlu'nun izlenmeye değer şahsi sitesi. Kendisinin aynı zamanda bir kahveci olmasından sevinç duyuyorum. Başarılarının devamı dileğiyle saygı ve sevgiler.
http://plasma.nationalgeographic.com/mapmachine/index.html
National Geographic'ten On-Line Dünya Atlası. Mükemmel birşey.
http://www.cocukca.com
Aslında tamamen çocuklar için hazırlanmış bir site; ama çocuğunuzu bahane ederek sizde nostalji yapabilirsiniz. Ben özellikle mikrop testi bölümüne bayıldım, tavsiye ederim.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Elprime Clock v1.01 BETA [457k] W9x/2k/XP FREE
http://www.elprime.com/
Analog bir saat programı. Bilgisayarınızın sağ alt köşesinde yeralan dijital saatin yerini alıyor ve ekranda size şeffalığını istediğiniz gibi ayarlıyabileceğiniz bir saat oluşturuyor. Alarm olarak kurabiliyor, zamanı geldiğinde size text mesajları vermesini sağlayabiliyorsunuz. 3 değişik şekilden birini seçerek kullanmanız mümkün. Saat gibi saat isteyenler için.
|
|
|