|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 170 |
24 Aralık 2002 - Mutlu Noeller |
Merhabalar,
Öncelikle yurtiçi ve yurtdışındaki tüm ilgili dostlarımızın Noel'ini kutlamakla söze başlamak istiyorum. Hepinize Mutlu Noeller. Hatta bir de "Merry Christmas". Özellikle yurtdışı orijinli şirketlerde çalışan kahveciler, Noel'in anlamını daha iyi kavrıyorlardır. Şu sıralar Amerika ve Avrupa'da hayat durmuş durumda. Tüm randevular Ocak'ın ilk haftasına verilmeye başlandı bile. E biz de AB vatandaşı olmaya hazırlandığımıza göre, artık hafiften antremanlara başlamamız gerekiyor. Size bu soğuk kış günlerinde yazı anımsatsın diye yazlık bir Noel Baba seçtim. Bu sivil haliyle bile çok şeker, öyle değil mi? Yılbaşı Hediye Kampanyamıza ilgi olağanüstüydü demek isterdim. Ama maalesef tahmin ettiğim gibi katılım az oldu. Sanırım birçoğunuz işin güvenirliliği konusunda kuşkuya düştü. Bunu anlamsız bulmuyorum ama bana kalırsa ilginç bir deneyim olabilirdi. Kampanyanın sonunda hediyeleri alan kahvecilerin izlenimlerini "Sizden Yorumlar" köşemize ayrıntılı yazmalarını rica ediyorum. İlerideki kampanyalarımıza ışık tutması açısından yararlı olacaktır. Birazdan katılan kahveciler arasında kura çekimi yapacağım ve ilgililere detayları içeren epostaları yollamaya başlıyacağım. Resmi olarak katılım sona ersede, Çarşamba gününe kadar katılmak isteyenler, hızlı davranmak kaydıyla başvuruda bulunabilirler. İki gün içinde katılmak isteyenler için kısa açıklamayı aşağıda yineliyorum.
Web sitemizin ana sayfasına girip ilgili linki tıkladığınızda karşınıza bir form çıkacak. Bu formu doldurup yolladığınızda, sizin kampanyaya katılmak istediğinizi anlıyacak ve adınızı yazdığım küçük bir kağıdı, bilgisayarımın yanına koyduğum reçel kavanozunun içine atacağım. Sonunda kavanozu iyice karıştıracak, katılım sırasına göre herbirinize kavanozdan bir isim çekeceğim. Eşleşmeleri de sizlere email ile hemen bildireceğim. Sizler de aldığınız hediyeleri, size çıkan kahveciye konvansiyonel yolları kullanarak yollayacaksınız. Ayrıntılı bilgiye sitemizden herzaman ulaşabilirsiniz. Herhangibir nedenle internete çıkışı olmayıp sadece email kullananlar ( hediye@kmarsiv.com?Subject=BEN SANA SEN BANA&Body=Kampanyaya katılmak istiyorum ) linkine tıklayıp, adını, email adresini, cinsiyetini, yaşını, telefonunu ve teslimat adresini eksiksiz ve doğru yazarak kampanyaya kolayca katılabilirler. Haydi şimdilik bana müsaade, kura çekimi başlıyor.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Can kaybı |
|
Hiç denk geldiniz mi bilmiyorum, ara sıra televizyonlardaki belgesellerde gösteriyor, maymunların bebeklerle ilgilenişlerini. Benim anladığım kadarıyla, maymunlarda bebek kişiye özel değil, topluma ait. Doğal olarak anne daha bir meraklı ve hevesli bebeğe bakmak konusunda, ama klandaki diğer bireyler de neredeyse en az onun kadar istekliler. Bu nedenle ne zaman bir yeni doğum olsa, herkes bir yolunu bulup bir cinlik yapmayı, ve punduna getirip bebeği kaçırmayı planlıyor. Benim izlediğim filmde, bir yetişkin bebeği kaçırmayı başardı. Ama diğerleri de peşini bırakmıyorlar, onlar da istiyorlar çünki. Birsürü bağrış, kıyamet arasında çocuğu kapan hızla tırmandı bir tepeye ve yanına yaklaşanlara dişlerini göstererek, bebeğe sıkıca sarılarak, elinden ne gelirse yaptı ve bebeğin kendisine kalmasını sağladı. Sonraki günlerde ona gerçekten en iyi şekilde baktı.
Ne yazık ki, bir süre sonra bebek hastalandı ve öldü. Bizim analık sevdalısı bir türlü farkına varmıyor bebeğin öldüğünün, herhalde işine gelmiyor, anlamak istemiyor.. Nereye gitse bebek yanında, an geliyor elinden tutuyor, sürüye sürüye çekiştiriyor peşi sıra, an geliyor kucağına alıp bir ayıklama operasyonuna başlıyor. Ceset bozuluyor, hatta kokmaya başlıyor ihtimal, ama o aldırmıyor bile. Nereye kadar devam edecek bu diye merakla baktım.. Sanırım bir hafta kadar sürdü. Kesinlikle hiç gocunmadı, ve bebeğin ölümünden şüphe bile etmedi neredeyse .. Birgün, gene peşi sıra çeke çeke götürürken ölüyü, elinden tutmuş. Durdu, geri döndü, dikkatle yüzüne baktı...ve oracıkta bırakıp o anda, yürüdü gitti.
Ağlamadı,
feveran etmedi..
Sadece dikkatle baktı yüzüne ve koyverdi elini ölmüş bebeğin..
yürüdü gitti sonra da..
Koyveremediğimiz ölmüş ilişkilerimiz var mı acaba? Ölümünü kabullenemediğimiz ilişkiler.. Bizim için gerçekten önemli olmuş olup da, sonra sonra yaşamın değişip başkalaştırdığı ilişkiler, kimlikler.. Ve yaşamımızda doğacak o büyük boşluğu kabullenemeyişimiz nedeniyle kadavranın elinden sıkıca tutup sanki yaşıyormuş gibi yaptığımız ilişkiler..
Ne hazindir böyle bir gerçekle yüzleşmek..
Belki de karar vermesi zor olan, ilişkinin ölmüş olup olmadığına karar vermek.. Yani, tamam, nefes almıyor, nabız atmıyor olabilir, ama... acaba? Ya bir koma durumuysa, ya bir elektrik şoku ile çalışırsa, ve sürdürürse yaşamayı.. İşte bu umuttur maymuna da bize de.. el tutturup, peşimiz sıra sürükleten, bitmiş ilişkileri.
Ben kendi adıma kolay pes etmeyenlerden olduğumu düşünüyorum. Sonuna kadar sorgulayıp, gün gelip gerçekle yüzleşmek zorunda kaldıktan sonra, ancak kabullenmek durumunda kalıyorum. Bu da üzücü oluyor şüphesiz. Bir ilişki kolay yapılmıyor. Her iki kişi arasında da nitelikli bir ilişki kurabilmek öyle basit bir iş değil. Birçok unsur denk olacak, denk gelecek, zaman olacak, düzey olacak, istek ve çaba olacak vs.. Tüm bu emekler harcandıktan sonra da, gün gelip kopulursa eğer, bunu kabul etmek, buna katlanmak zoruma gidiyor.
Kan kaybından ölmek de neymiş ki.. Asıl zoru can kaybından ölmektir...
Canım diyecek kadar yakın olduğunuz birisini kaybetmek, ayırmak yolları, gün gelir kendi kadavrasını sürüklemek zorunda bırakabilir insanı...
Az daha gelmeseydin... Can kaybından ölüyordum anlıyacağın...
aaltan@superonline.com
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Minnoş kızım benim,
Geçenlerde size benim oğlanı anlatıp öğünmüştüm, şimdi sıra geldi iki numaraya. Ben çocuklarımı hiç ayırmam, birine bir şey alınırsa mutlaka öbürüne de bir şeyler almadan rahat etmem. Size oğlanı anlattım ama içim bir türlü rahat etmedi, kızı da anlatayım, rahat edeyim istedim
Bizim kız Ayşe, 20 Ocak 1998 doğumlu; oğlan büyüyünce bir çocuk daha istedik, Allah gönlümüze göre verdi, bir kızımız oldu. Oldu, diyorum ama öyle kolay olmadı. Yılbaşı diye kayınvalideleri görmeye Adapaza'rına gitmiştik, hanım doğuma bir ay kalmasına rağmen orada sancılandı. Sürekli gittiği doktoru İstanbul'da; oradaki doktorlar "daha doğuma var ama doktoruna bir görünün" dediği için apar, topar döndük. Doktoru da öyle söyledi ama hanım ikide bir sancılanıp durur, biz de yallah hastaneye, her seferinde de bişey olmadan eve. Sonunda evde tam techizat hazır kıta gibi oturmaya başlamıştık ki, bu seferlerden birinde bizimki doğmaya karar verdi de kurtulduk. Kurtulduk dedim ama biz öyle sanmışız.
Doğum olacak diye bizim bütün akraba-ı taalükat İstanbul'a geldi, önce hastaneyi bir birine kattılar, sonra da evi. Yahu herhalde son zamanlarda bizim sülalede hiç doğum olmamış, anne, kaynana, teyze, yenge, amca, dayı, elti, bacanak, onun bacanağı kim varsa hepsi bizde. Hepsinin de söyleyecek bir şeyi var, maşallah. Sanki biz daha önce çocuk büyütmedik. Çocuk gazı var diye ağlıyor, verilen aklın bini bir para, her kafadan bir ses çıkıyor. Söylenenlerin hepsini yapmaya kalksak ortaya şöyle bir manzara çıkacak. Hanım yatakta ayağa kalkmış, çocuk kucağında, pışpışlıyor, iki yenge kem gözlere karşı odayı tütsülüyor, abisi Zafer tütsü için onlara evin dört bir yanından çer, çöp, bok, püsür topluyor, amcam ve dayım her nedense salonda mübalaga rakı içiyor, ben ise evde değilim, Eyüp Sultan'da koç, deve artık elime ne geçerse onları kesmekle meşgulum, işim bitince bir de camide hatim indirip öyle gelicem. Yalanım varsa namerdim, aynen bunları söylediler. Bu söylenenlerin bir tanesinin yapılmasını engelleyemedim, amcam ve dayım, küfelik oluncaya kadar içtiler, bir de onlarla uğraştık. Neyse sonra sıkılıp gittiler de biz de, çocuk da kurtuldu.
Bizim Ayşe, hani kızım diye söylemiyorum, her gören aynı fikirde, Allah nazardan saklasın çok güzel bir çocuk. Anasına çekmiş kerata, kaş, göz hepsi başka güzel. Bir de büyüdükçe, konuşmaya başladıkça başka bir afet oldu. Çenesi de anasına çekmiş bıcır, bıcır konuşur durur, her şeyi merak edip sorar, "nemiş bu?" diye. Abisi ders çalışır, çocuğa rahat vermez, gider karşısına oturur, o da açar defter, kitap bişeyler, aynı onun gibi mırıldana, mırıldana aklı sıra dersini yapar. Allahtan abisi çok seviyor da evde bu yüzden kavga çıkmıyor, ilk başlarda Zafer kıskanır mı falan demiştik ama hiç öyle olmadı, doğduğu günden beri herkes bir yana kardeşi bir yana. Ayşe'ye büyük adam gibi davranıyor, ne sorsa cevap veriyor, zaten sanki biraz da onun sayesinde bu kız böyle girişken, akıllı oldu.
Geçen sene, Ayşe daha üç yaşında var yok, yeni yeni dillenmiş, konuşup duruyor. Bir gün kucağımda oturmuş baba kız Kırmızı Şapkalı Kız'ın dedikodusunu yapıyoruz, seninki parmağını yanağıma uzatıp sordu, "bu ne?" diye. Benim yanağımda hatırı sayılır bir ben var, bana göre beni daha yakışıklı yapıyor, hanıma göre öyle değil ama yapacak bir şey yok, var işte. Çocuk merak etmiş sordu, ben de cevap verdim "ben kızım" diye. Anlamadı ki, tekrar sordu "nasıl yani?" diye, ben de izahata kalkıştım "işte kızım, adamın teninde böyle koyu leke olunca ben derler" dedim. Gözlerini kocaman açtı ve tekrar sordu "Hüsam demezler mi?". Artık gülmekten ne cevap verdim ben de hatırlamıyorum, böyle alem bir çocuk işte.
O bilmiş tavrıyla yalnız bizi mi, bütün komşuları bezdirdi, sorduğu soruya akıllı uslu bir cevap alıncaya kadar da uğraşıyor. Yok öyle ona "sen anlamazsın" demek, mutlaka aklına yatan bir cevap bulacaksın.
Geçenlerde, hem öğüneyim, hem de hanımı biraz kızdırayım diye "Necla, bizim bu kız çok akıllı, galiba aklını benden almış" dedim, seninki hiç kızmadı, aksine sakin sakin "öyledir Hüsam, zira benimki yerinde duruyor" dedi. Buyur buradan yak, evdeki bu hatunlarla işim, iş, ben yanmışım dostlar ya.
Kalın sağlıcakla.
Hüsamettin Gezer husam@polygon.com.tr
|
Kop Artık Taş . .
Kop artık taş, kop yerinden ! Seneler oldu üstüne çıkalı farkında olmadan. Farkında olduran biriydi. Demişti ki ; “ – Senin ki bir nev’i intihar . . Küçük ama önemli bir farkla . . İlaç içmemişsin . . Kendini asacak darağacı kurmamışsın . . Mermiyi sürmemişsin namluya kafana dayamak üzere . . Ama bir taş seçmişssin tam uçurumun kenarında . Her an yerinden kopacak temeli sıkı sıkıya bağlı olmayan bir taş. Çıkmışsın üzerine bekliyorsun, taşın ömrünün , vücudunun ya da hayatının ağırlığı ile kısalacağı anı . . Seneler sonra yerinden çıkıp aşağılara yuvarlanacak olan taş , ağırlığının etkisi ile daha erkence veda edecek yuvasına ve aşağılara yuvarlanacak üzerinde seninle birlikte . . Bunda sorumluluk hem taşa ait olacak hem seni rahatlatacak ; ve bunu erkene almanın sorumluluğunu bir taşa kısmen de olsa yüklerken bir taştan başka kimselere zarar vermemiş olacaksın. Taştan mı medet ummaktasın yoksa taşı amacına hizmet için kullanmaktasın giderayak . .
O taş ki belki de yıllar süren jeolojik yer değiştirmeler sonucu tam da yarın kenarında bir yere tutunmuştu. Sen onu seçtin. Aslında özellikle de seçmiş değildin o taşı tabii ki. Ama düşmek istiyordun ; dahası atmak istiyordun aşağıya yardan kendini . . Ya cesaretin yetersizdi ya zamana ihtiyacın vardı ya da henüz yapılacak işlerin . . Erken koparsa taş yerınden ağırlığına dayanamayıp, bitirilememiş tamamlanamamış kendine görev addettiğin işlerin bitirilemeyişinde ki sorumluluk sana ait olmayacaktı. . Bu kaçış ve / veya korkakça bir sığınmamıydı yoksa erdemle yıkanmış bir çıkış mı ?
Unut erdemi ! Hangi ölüm çıkıştır ? Doğru ! Haklısın ! Bazılarına yaşamak ağırdır. Hayatı ya bir fesleğenin olgunluğu ile ya da bir insanın henüz olgunlaşmamış safiyeti ile taşımak gerekir . . Ne birini ne ötekini kıvırabildin. O halde , hadi çık taşının üzerine , hatta kal orada arada bir kendince yaylanaraktan , belki kısaltırsın ömrünün taşının . . Her hayal kırıklığında zaten belli belirsiz bir yaylanma yapmıyor musun taşının üzerinde sanki onu heveslendirmek istercesine . .
Hatta in üstünden arada bir; vur bir iki tekme, zayıflat bağlandığı kökleri , sonra gene çık üzerine bekle !
Bak ! Nasıl da bekliyor derinlik seni . . Belki de kendini ait hissettiğin yer orası . . Halbuki aşağıya doğru tırmanarak ta görebilirsin değil mi özlediğin yeri ; ama bu değil istediğin . . İstediğin, kopmak gitmek. Artık taşıyamayacağına inanmaya başladığın hayatı bitirmek ve giderken bu sorumluluğu bir taşa yıkmak.
Hayır; bu adaletli olmayacak . . Yardım aldığın bir taş bile olsa ondan medet ummak korkakça . . Ya taşı hayatı ya da bırak hayat seni taşısın ama ne kendine eziyet et ne de taşa . . Hatta seni özlemle bekleyen uçurumu bile boşuna heveslendirme . . Unutma ki onun hayal kırıklığı da seninkilerden daha az acı olmayacak . . Ne yapsın sonra uçurum ; o da mı bir taş parçası arasın , başka bir uçurumun kenarına güç bela tutunmuş . .
Git sal kendini çayıra . . Bir köylü kızı bul , aşık ol . . Ama olmaaaz ; sen şimdi ondan da bir bilge yaratmaya kalkar , sonra başaramaz , gene gelir çıkarsın taşının üzerine . . Bıkmazsın olmayanı istemekten veya rastlama şansının ne kadar az olduğunu bile bile bıkıp üşenmeden divaneler gibi aramaktan . .
Bak , bir kuzu doğmuş seçtiğin taşın yerleştiği uçurum kenarının yer aldığı yaylada koyunlarını otlatmakta olan yakınlarda ki bir köyün çobanının sürüsünde . . O ne ! Yeni doğan kuzu zor basabildiği ayakları ile senin bulunduğun yere doğru yürüyor. Annesinden başka herkesten korkarken senden korkmadan sana geliyor. Neden ola ki ? Yoksa sende ki o karşı konulmaz sevgiyi mi gördü ? Lütfen görmesin !
Tanrım ! Ne de sevimli şey . . Şunun güzelliğine bak . . Bakışlarında ki safiyete bak . . Tazeliğine bak . . Farkında mıdır acaba dünyanın ya da yaşadığının . . Dur ; şunu biraz seveyim . . İçim de ılık ılık bir şeyler aktı . . Yok yok ürkütmeyeyim , bana doğru yürüyor işte ürkmeden . . Yanıma kadar gelecek galiba . . Gelince severim en iyisi . .
Çok ta küçükmüş , doğalı bir iki gün olmuş olmalı . .
O ne ? Dibime kadar geldi . . Beni fark etmemiş gibi . . Sevmeye çalıştım ama ne kaçtı ne sevdirdi kendini ; sanki beni görmüyor . . A ha ! Taşın üzerine de çıktı . . Aşağıya bakıyor . . O da mı özlüyor ne , aşağısını . . Benim farkıma bile varmış değil; aşağıya bakıyor yalnızca .
Birden, küçücük ve tazecik ayağının altında ki toprakta oldum olası var olan zayıf aralığın onun ağırlığının da etkisi ile biraz açıldığını görüyorum. Ne zamandır yağmayan yağmur toprağın tutuculuğunu kaybetmesine yardım etmiş olmalı . Hızla açılıyor aralık . . Ne uzun sürüyor topraktan kopmak, meğer ne derin bir kökü varmış taşımın ; ama kopuyor işte yerinden . . Merhaba aşağısı . . Tam o anda bir sıçrayışta iniyor kuzum taşımın üzerinden . . Gene kenarda , aşağıya bakıyor . .
Sırtüstü düşerken yukardan bana bakan ve bana birşeyler söyleyen gülümsüyen yüzünü görüyorum . .
Gülümseyen yüzünden ne söylediğini anlıyor ve kelimeleri merak etmiyorum . .
- yazmacı - naica@analiz.net
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Ortanca Bölüm
Dolap Beygirliği Kolejinde Bir Yarış Atı
Çocukluktan İtibaren Rekabet...
Bir dolap beygirinden daha çok bir yarış atı olmaya hevesli olduğumu daha çok küçükken fark etmiştim.
Henüz 5 yaşımda filandım. Mahallenin tüm çocuklarıyla birlikte bir komşunun bahçesine girmiş kızlı erkekli ağaçlara tırmanmaya çabalıyorduk. Kimsenin bulunmadığını sandığımız evden birden bir adam fırladı ve deli gibi bağırarak hepimizi dışarıya kadar kovaladı... Tüm çocuklar "anneeee" diye yüksek sesli birer ağlama tutturmuş evlerine koşuyorlardı. Ben de onlar gibi yapmam gerek diye düşündüm. Ancak annemle babam bir süre önce ayrılmış olduklarından evde kendisine koşacağım kimsem yoktu.
Ben de eve yakın bir ağaca kolumu dayayıp üzerine de alnımı yasladım ve gözlerimi sımsıkı yumup duyduğum sesleri aynen taklit ederek
"Anneeee... şu adam bizi korkuttuuuu... üüheeheeeeee!" diye ağlamaya koyuldum. Fakat ne ağlayabiliyordum, ne de içimden ağlamak geliyordu. Bu numaradan ağlama işini benimseyip biraz daha sürdürmek ve sonunun gerçekten ağlamaya varıp varmayacağını görmek istemiş olmalıyım ki, gözlerimden yaş gelmese de ağlıyormuş gibi sesler çıkartmaya devam ettim.
O arada annemin çok uzakta olduğu, beni duyamayacağı, bu yaptığımın aptalca olduğu gibi şeyler geçiyordu aklımdan. Kafamı kaldırmadan diğer kız ve erkek çocukların sokaktan önce kendi bahçelerine, sonra da kendi evlerinin derinliklerine, muhtemelen de annelerinin kucaklarına doğru çekilişlerini sesleri takip ederek izledim.
Sonra mı? Evet, sanırım hemen bir kaç saniye sonra etrafta hiç bir sesli uyarıcı kalmadığını fark edip kendime döndüğümde şunlara tanık oldum:
Dudaklarımda hala o yapmacık ağlama sesi vardı, ancak onun artık ağlamadan ziyade bir şarkıya benzemeye başladığını, zira uzunca bir zamandır ne yapmakta olduğunu unutmuş vaziyette ağacın kabuklarındaki kıvrımları ve o kıvrımlara gire çıka ilerleyen minicik karıncaları izlemekte olduğumu fark ettim.
O an ağlama taklidini bırakıp gerçek anlamda ağacın kabuğunu ve karıncaları izlemeye koyuldum. Sonra da ağlamanın bana göre olmadığına, zira benim diğer çocuklardan farklı olduğuma hükmederek yeni bir oyun bulmak üzere oradan uzaklaşmıştım!
Beni herkes ne yapıyorsa benim de onu yapmak şeklindeki kalıplanmış (ya da güdülenmiş) davranıştan uzaklaştırıp kendim olmak konusunda cesaretlendiren bu ilk deneyimimi o günkü canlılığıyla hatırlarım hep... Herkesin yaptığını yapmak yerine kendi özel koşullarına uygun olanı seçip onu yapmak konusundaki cesaretimin kaynağı olarak kabul ettiğim bu deneyim bana aynı zamanda yalnızlıktan korkmamayı ve gerektiğinde sürünün gittiği yönün tam aksine yönelme tercihi yapabilmeyi öğretmişti...
Dahası, farklı yöndeki seçimin bir de isabetli bir seçim olması halinde insanı bir yarışı birincilikle tamamlayan bir yarış atı misali herkesin önüne geçiriverdiğini kavramış ve bunu başarmanın müthiş zevkini keşfetmiştim.
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_39.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 2.911 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
BURADA
"Şimdi buradayım
biraz önce yoktum"
hiç
bir
şey
yok
Önce, oldu:
kıpırdandı
belirsiz -
bir şiddetli boşluktan
tatlı bir özleme doğru.
Belirsiz.
Sonra, oluştu:
devindi
kesik kesik
sabırsız -
bir sevinçli duyumdan
ılık bir beklentiye doğru.
Kesik kesik
sabırsız.
Derken, doldu:
yayıldı
güçlü güçlü
kocaman
aldırmasız -
bir gerilimli doygunluktan
dingin bir sancıya doğru.
Güçlü güçlü
kocaman
aldırmasız.
Şimdi, doğdu:
patladı
çığlık çığlığa
nefessiz
yırta yırta
acımasız -
bir tatlı özlemden
şiddetli bir boşluğa doğru.
Çığlık çığlığa
nefessiz
yırta yırta
acımasız.
Şimdi burada:
biraz
önce
yoktu.
Oruç ARUOBA
<#><#><#><#><#><#><#>
GÜNDÜZ YARASALARI
I.
Neyiz ki biz?
İlk ışınları görününce güneşin,
Kaparız tepenin gözkapaklarını
Çam değiliz ki, kollarımız açık
Ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
Gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
Açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
Parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
Tanımayız alacakaranlığı delen,
Tepelerin arasından seçen bakışı.
Kör olmuş ışıktan gözlerimiz.
Gündüz yarasalarıyız biz.
II.
Geceyi düşleriz gündüzken,
Geceyken de gündüzü,
Yitirebileceklerimiz yitiktir
Onlardan uzaktayken ama
Özleriz, döneriz yeniden
Yitirmeden
Yitirebileceklerimizi
Yitiremediklerimize.
Yitirebilirdik, deriz;
Ama yalnızca bir fiil çekimi bu
Tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.
Gündüz yarasalarıyız biz.
III.
Sağlamdır düşünce temellerimiz,
Ama altlarında kist vardır, sonra kum
Dururuz gerçi, sapasağlam, kalın
Taştan duvarlarımızla, dimdik
Ayakta; ama biraz su, bir sızıntı
Kaydırır temellerimizi hemen.
Duyarız yerçekimini hemen,
Titreriz. Sımsıkı, gergin
Bağlar vardır
Düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,
Ya temelsizse temeli
Bütün bu bağları
Bağlayan
Bağın?
Bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.
Gündüz yarasalarıyız biz.
Oruç ARUOBA
|
|
Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları |
Grip, Influenza adı verilen bir virus tarafından meydana getirilen, âni
olarak 39 °C üzerinde ateş, şiddetli kas ve eklem ağrıları, hâlsizlik,
bitkinlik, titreme, baş ağrısı ve kuru öksürük gibi belirtiler ile başlayan
bir enfeksiyon hastalığıdır. Daha sonra boğaz ağrısı, burun akıntısı,
hapşırma, gözlerin yaşarması ve kanlanması gibi belirtiler eklenir ve bazen
de karın ağrısı, bulantı, kusma görülebilir. Hastaları mutlaka 3-7 gün
yatağa mahkûm etmektedir.
Özellikle çocuklarda, yaşlılarda ve kalp, akciğer, böbrek, şeker gibi kronik
hastalığı olan kişilerde çok daha ağır seyretmekte ve ölüme kadar varabilen
ciddi sonuçlara yol açmaktadır.
Gripten korunmanın en etkili ve ekonomik yolu aşılanmaktır. Grip aşısı için
en uygun zaman da sonbahar aylarıdır. Dünya Sağlık Teşkilâtı'na göre şu
kimseler grip aşısı olmalıdır:
- Bronşiyal astım hastaları,
- Kalp ve damar hastalıkları olanlar,
- Şeker gibi kronik hastalığı olanlar,
- Kronik böbrek hastaları,
- 65 yaşından büyük kişiler,
- Bağışıklık sistemi bozulanlar,
- Gripte, 2-3 aylık olan hâmileler,
- Toplu yaşanılan yerlerde kalanlar,
- Sağlık personeli ve görevliler,
- Toplum hizmetinde çalışanlar,
- Sık seyahat edenler,
- İş gücü kaybı olacak olanlar,
- Grip olmak istemeyenler.
|
Yaşanmış Fıkralar
Kalp ameliyatı oldum. 4 ay rapor aldım ve bu 4 ayın sonunda rapor paramı
almak için Fatih SSK'ya gittim. Klasik bir şekilde eksik evrakları parti
parti soyledikleri için 3 gün uğraştım ve büyük gün geldi. Param
hesaplanıyor. Bankodayım sorular geldi.
-Hastanede yattın mı?
-Heralde abi dedim henüz evlerde kalp ameliyati yapamıyorlarmış. Hic yorum
yapmadı 2. soruya geçti.
-Çıktınmı peki?? ve ben dumur..
-Hayır hala akşamları işten sonra yatmaya hastaneye gidiyorum.. ve kafamı
duvarlara vuracak soru geldi. Espiri bile anlamaktan aciz bu adam sordu:
-İstanbul'da kimsen yok mu yav. Niye hastanede kalıyorsun ki hala....
<#><#><#><#><#><#><#>
Geçenlerde akşam vakti dolmuşta gidiyorum arkadan teyzenin biri bağırdı:
-Evladım su sarı kamyonetin yanında indiriver. Dolmuş şöförü dumur olmuş bir
vaziyette;
-İyi de teyze, o kamyonet hareket halinde nerde duracağını nerden
bileyim....
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
4t Tray Minimizer Free v2.01 [580k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105679
Programları veya dosyaları açtıkça 98'in görev çubuğu içinden çıkılmaz bir hal alır bilirsiniz. XP'de bu güzel bir yöntemle halledilmiş durumda. Aynı tipte dosyalar birbirinizn üzerine açılarak yerden tasarruf sağlanıyor. Bu program da bir başka yöntemle görev çubuğunun daha rahat kullanılmasına olanak sağlıyor. Tanımladığınız programları, saatin yanındaki sistem çubuğuna atıyor. Böylece görev çubuğunuz boş kalıyor. Programları tek tıkla tekrar eski haline getiriyorsunuz. Oldukça kullanışlı bu programı, kalabalık dosyalarla çalışanlara öneririm.
|
|
|