KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Handspring Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 171

 25 Aralık 2002 - Sonuçlar bildirildi!


Merhaba kahveciler,

Bugün sizlerle dedikodu yapmak istediğim halde, pek buna vakit ayırabilecek durumda değilim, kusura bakmayın. İşler yoğunlaştı ve ben 20 saati bilgisayar başında geçirmeye başladım. Sonuç olarak fare dolaştıran sağ elimle, ekran gözleyen 2 gözüm isyana hazırlanıyorlar. O yüzden izninizle bugün biraz kısa kesip, erken yatayım diyorum.

Hediye kampanyamıza katılan kahvecilere sonuçlar dün bildirildi. Kampanyaya katılıp herhangibir nedenle sonuç bildirisi eline geçmeyenler varsa lütfen beni uyarsınlar. Yeniden yollamaktan mutluluk duyarım. Bu arada uzatmaların da bu akşam sona erdiğini hatırlatarak, son dakika katılımcılarına acele etmeleri gerektiğini hatırlatırım. Hediye konusunda sevgili Yazmacı'nın yazısını okumanızı öneririm. Hiç de yabana atılacak bir öneri değil. Çocukların hakkını yememek kaydıyla, biz büyüklerin hediye hakkını yardım amaçlı kullanmak bence çok güzel bir düşünce. Şimdilik sizlere hoşçakalın diyor, son olarak kampanya katılım metnini aşağıya tekrar yazıyorum. Yarından itibaren bu yazıdan kurtulacaksınız merak etmeyin.

Web sitemizin ana sayfasına girip ilgili linki tıkladığınızda karşınıza bir form çıkacak. Bu formu doldurup yolladığınızda, kampanyaya katılabileceksiniz. Eşleşmeleri de sizlere email ile hemen bildireceğim. Sizler de aldığınız hediyeleri, size çıkan kahveciye konvansiyonel yolları kullanarak yollayacaksınız. Ayrıntılı bilgiye sitemizden herzaman ulaşabilirsiniz. Herhangibir nedenle internete çıkışı olmayıp sadece email kullananlar ( hediye@kmarsiv.com?Subject=BEN SANA SEN BANA&Body=Kampanyaya katılmak istiyorum ) linkine tıklayıp, adını, email adresini, cinsiyetini, yaşını, telefonunu ve teslimat adresini eksiksiz ve doğru yazarak kampanyaya kolayca katılabilirler.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Osman Günay

 Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay


   Aşk kayboldu mu?

Aşk kayboldu mu acaba ??.. Herkesin aklındadır sorumuz, belki de benden başka kafaya takan yoktur; kimbilir?? Belki kaybolmamıştır da; bizde onu yerleştirecek, bakıp yemini suyunu vererek, sorumluluğunu ve hayatımıza getirip götürdüklerini toplayıp-çıkaracak istek/enerji kalmamıştır, başımıza onca gelenden sonra.. Belki de sadece yeni bir hayat, değişik bir düzen, bilinmedik, beklenmedik anlaşılmadık, kontrol dışı duygular korkutup kaçırmış, rüyadan uyanır gibi gerçek ve güncelle başbaşa kalmışsınızdır istemeden..

Bütün bunları yazmanın şikayet etmek ya da ayar kaçırmak için olmadığını bilmenizi isterim.. Hayatta gerçek bir bilinmez olarak karşılaşıyoruz aşkla hepimiz.. Ne zamanı, ne yeri, ne de şiddeti belli oluyor önceden.. Yaş almış olmak, hayat tecrübesi, başa gelenler gibi kavramlar da ıvır-zıvır kalıyor... Belki de ben ve bizler gibilerin hayat tarzından, kurulmuş düzeninden çıkıyordur sorun.. Öyle hayatlar, öyle duvarlarla çevrilmiş senaryolar kuruyor, yazıyoruzdur ki; aşkı beslemek, büyütüp semirtmek için gerekli şartlar gerçekleşemiyordur olasılıkla... Belki denizde gezmek-yaşamak, güneye kaçmak, seyahat ve uzak rotalı projeler yapmak, yek başına köksüz ve bağlantısız yaşama nedenimiz budur; bilmeden, çaktırmadan !!!

Bir de aşkların teker teker hepsinin değişik ve benzersiz olduğu gerçeği var... Her konuda uzman tiplerin söylediği, size uydurduğu mutluluk reçeteleri işe yaramaz.. Ne kendinize eziyet edin, ne de reçete yazarı iyiniyetli dostlara kulak verin.. Onlar sadece kendi hayatlarına uygun, kendi istekleri doğrultusundaki "kendi eşleri" ni tarif ediyor, sizin de ondan ve onun hayatının düzeninden mutlu-mesut olmanızı bekliyorlardır safça ve iyiniyetle..!!!

Bu konuda dıştan yardım almak ya da güvendiğiniz, bilip tanıdığınız insanların sözü genellikle bela açar başınıza.. Hatırlayamadığım birinin lafıdır, önemli, hem de hoş, ama herkese uygun mu bilemiyorum.. "Ruh ikizini bulduysan sarılacaksın sıkı sıkıya, bir şey düşünüp hesaplamadan !!" Tamam iyi güzel, hatta pek doğru da; ya ruh ikizi diye tarif ettiğinle hayatını, geleceğini,geçmişini, beraber geçirdiğin zamanı, herşeyini paylaşabilecek misin ??? O daha ortalarda yokken yapılmış projeleri, kurallarını, değerli saydıklarını, görmezden geldiklerini, hepsini hepsini anlatıp anlaşılabilecek misin ?? Onun ve senin planladıkların, öğrendiklerin, edindiklerin örtüşecek mi ?? Gösterebilecek misin onca zaman sonra teslim olma yetisini, sorgusuz sualsiz ileriyi gösterip soru bile sormaya gerek bırakmayan güveni?? Ne "evet" ne de "hayır" değil mi ???

Ben onu bunu bilmem, sizlerle paylaştığım hayatımın düzenidir, hayatımın derdidir, ya da ufaktan diyezi bemolüdür müziğimin... Ne varsa, ne olduysa onlardır üzerinde konuştuğumuz.. Aşkı yaşamayı becermek ya da becerememek, korkmak kaçmak, rastlamak kaybetmek, üzülmek daralmak, ayar kaçması ruh üşümesi hep başımıza gelecek şeyler.. Ben takılmadan "başıma ne gelirse çekerim, değil mi ki benim yaşanası hayatım budur, ve bu konuda kılavuz ve kaptan; ve de hatta ve hatta karga olmayı kabullenebilirim.." der, bağrıma taş basar, ilerlerim..

Yine cevapsız, ya da herkese göre ayrı cevaplı bir soruyla karşı karşıyayız.. Belki yine forumlarda, maillerde tartışır konuşuruz.. Ama geçmişteki gibi olmayacak hiçbirşey, gelecekte ne olacağı da sadece "umut" sözcüğünde gizli..

Böyle uzar gider söyleyeceklerim, söyleyemediklerim de, bilmediklerim ya da sakladıklarım sizlerden.. Ama cevaplar değişik, herkesin "nev'i şahsına münhasır", bazan acıklı, bazen komik !!!

Hepinize mutlu, ayarlı ve yaşanası aşklar dilerim, iyi yıllar....

Osman Günay
osmangunay@superonline.com

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Huh Huh Mustafa !

TEVAZU gösterene MÜTEVAZİ demişler, iyi hoş da insan İYİ olduğu bir konuda; " Fena değilimdir işte ! " gibi kem küm laf etmeli mi, etmemeli mi ? Bir konuda gerçekten İYİ olduğunu düşünüyorsan alçak gönüllü olmamak gerek bence. Diyelim güzel gitar çalıyorsun, tamam Eric Clapton olamamışsın ama gitarını çaldığında etrafındakilere keyifli saatler yaşatıyorsun, eğleniyorlar, dinliyorlar, mutlu oluyorlar ve " Harikasın ! Çok eğlendik ! " diyorlar, " Yok canım, idare ediyoruz işte ! " demenin bence hiç anlamı yok.
Neyse, bu benim fikrim, katılırsınız ( fikren ) ya da katılırsınız ( gülmekten )...

1980'li yıllarda Aliağa'da çalışıyorum, ilk işyerim, gencim, iyi futbol oynarım, derhal takıma girmeye çalıştım, önceleri direndiler, aralarına almak istemediler ama birgün bir kişi eksik KALDILAR, kenarda bekleyen beni mecburen oyuna ALDILAR. Hemen ilk maçta kendimi göstermiş; " Vay be ! İyi futbol oynuyormuşsun ! " sözlerine tevazu göstermeye çalışıyordum. Yıldızım parlamış takımın golcüsü olmuştum. Roger isminde bir İngiliz arkadaşım yeni öğrenmeye çalıştığı türkçesi ile bana " Bay Gol ! " lakabını takmıştı. Ne de olsa İngiliz, futbolun beşiğinden gelmiş bi adam ne diiiyim ! Mütevaziliğim devam ediyordu taaa ki ilk transfer teklifimi aldığımda ( bir takım elbise ) vazgeçtim tevazu göstermekten : " Hadeee len ! Bir takım elbise de ne ola benim gibi yeteneğe ! "..

Antrenörümüz, Cüneyt Tarçın ile bir zamanlar FB'de görev yapan Friedel Raush karışımı çok karizmatik bir kişilikti. Aslında Jokey Kulüp üyesi idi ve bizi at mı zannediyordu ne ?
Ama takımda sağbek Mustafa isminde Teknik Emniyet görevlisi bir arkadaş var idi, hakketen at gibi koşardı, bence onun antrenörüydü hiç kuşkusuz. Koşarken sürekli ; " Huh ! Huh ! " diye sesler çıkarırdı ve biz de ona Huh Huh Mustafa derdik doğal ve bağlantılı olarak ! Mete Hocamız, yağmur çamur demez en şık giysileriyle idmanlara gelir, birşeyler söyler kenardan ama ne dediğini kimse anlamazdı. Bir hayli de dalgındı. Benim kanka Roger'da maçlara gelirdi ve ben ezilip büzülmesin diye onu da takımın minibüsüne binidirirdim. Bir gün yine galip gelmişiz, maç bitimi hemen sahaya daldı, beni tebrik etti, yine golleri atmasam takım mağlup olacaktı gibi laflar etti, minibüse ilerledik. O günkü maçı 2-1 kazanmış ve her 2 golü de ben atmıştım çok keyifliydim, tam minibüse bineceğiz, Mete Hocam biraz da dalgın, kapı eşiğinde herkesi yalap şalap öpüyor zafer sarhoşluğuyla, bana da hararetle sarıldı, kaptırdı kendini arkamdan gelen Roger'ı da bir güzel öperek onu da ilk defa milli etti gurbet ellerde..

Birgün antremandayız, benim oda arkadaşım Engin biraz geç gelmiş, Mete Hocam'ın arkasında cezasının bitmesini bekliyor, dedik ya karizmadır diye, Engin'e; " Geç kaldın 3 tur koş, birkaç dakika arkamda bekle, cezalısın ! " demiş. Engin koşularını bitirmiş bekliyor, ilk defa da hocanın ağzından çıkanları dinleyen bir eleman haline geliyor bu vesileyle. Hava nasıl yağmur ve çamur, ayakta zor duruyoruz ama bizim Huh Huh Mustafa her zamanki gibi kıçına neft yağı sürülmüşcesine, sağbekten sağaçığa mekik dokuyor ( Engin'de sağaçık ve geç kaldığından yeri boş ya ! ). Mustafa, sağbekten topu almış ortaya bırakmış ve meşhur deparlarını atarak orta sahanın sağına doğru her zamanki huh huh sesleriyle fırlıyor, Engin anlatıyor ben onun yalancısıyım :

- Nereye gidiyorsuuuuun lannn Mustafa ! Yerinde kal ne işin var ilerde ! Geç sağbeke...!

diye söylenmeye başlamış Mete Hoca, duyan kim ? Yağmur çamur demeyip koşan Mustafa'ya orta sahadan destek bir pas, Mustafa derhal santrafor bana doğru yuvarlıyor topu, bakıyorum koşuyor çocuk sağaçık mevkiine önüne doğru yuvarlıyorum topu, ceza sahasının sağ çarpraz köşesinden Mustafa geliyor huh huh sesleriyle, " Vur Mustafa " diye bir de gaz veriyoruz, Mete Hocam söylenmeye devam ediyormuş :

- Hıyar herif ! Hiç dinliyor mu bak ! Dönsene yerineeeeee !

Mustafa'dan mükemmel bir şut, top ters köşedeki direğe çarpıp ağlarla buluşuyor, biz de Huh Huh Mustafa'yı tebrik ediyoruz, yine Engin'in yalancısıyım :

- İşte böööle oynayacaksın koçum Mustafa ! Sağaçık gibi ileri çıkacaksın, tam istediğim gibi işte ! Affferim ! Hep böööle işte, sana söylediğim gibi ! Engin, hadi sende gir bakiiim cezan bitti.. Ne yapıyorsun öööle yerde, yüzükoyun ?

" Hiç Hocam, şnawww çekiyordum, yorulmuşum, girerim birazdan ! " demiş gülmekten geberircesine, yağmur çamur demeden, atmış kendini yerden yere...

asesen@turk.net

 Yazmacı


Sevgili Kahve Molası Sakinleri ,

Bugün bunalımlı yazı yok . . :: ))

Ama başka bir sesleniş, başka bir hatırlatma, başka bir çağrı var . . Dikkate alacak olan da olmayan da , herkes sağolsun . . Herşeyden önce – Sevgili Editörün iznine sığınarak – bu tarz bir çağrı için Kahve Molası’ nın uygun bir ortam olacağını düşündüm. Açık söylemek gerekirse , Editör’ ün “ Sen Bana – Ben Sana ” projesi bu yazıyı yazmayı hatırıma getirdi . .

Esasa geçmeden önce hayatımdan bir kesit aktarmak istiyorum.

Bugün 45 inci yaşının idrakında bir adamım. ( Önemli Not : Bu yazının Orta Yaş bunalımı ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır ::: )) ). Oldum olası , yılbaşıları, doğumgünleri ve diğer her türlü özel günde birbirine hediye almayı ve vermeyi adeta yaşama biçimi haline getirmiş bir ailede büyüdüm. Doğal olarak bu benim de severek sürdürdüğüm bir alışkanlık olarak yer etti hayatımın içinde. Öylesine ki ; bir özel gün yaklaşırken , bir heyecan başlar içimde . . Birilerine bir şeyler alacak olmanın heyecanıdır bu . . Hiç unutulmayacak, unutulması mümkün olmayan, unutulursa başa ciddi sorunlar çıkma ihtimali olan kişiler dışında , bir de liste yapılır. Yakın arkadaşalar, Uzak arkadaşlar , “ özel ” arkadaşlar, hepsi listelenir. Hediyesi alınanların ismi karalanır. Ya da isimleri, şimdilerde “ marker ” dediğimiz işaretleme kalemleri ile boyanır. Hepsine ufak tefek bir şeyler mutlaka ama mutlaka alınır. Kimsenin unutulmamasına büyük bir özen gösterilir.

Zaten böyle yaşayanların evlerinde mutlaka birer hediye dolabı vardır. Bilenler bilir. Onlar sene içinde herhangi zaman aralıklarında çarşı pazar dolanırken ya da sinemaya giderken ya da hiçbirşey yapmaz gezinirken gözlerine çarpan, hoşlarına giden ve keselerine uygun birşeylere denk geldiklerinde alır ve evlerinde ki o “ hediye ” dolabına zamanı geldiğinde kullanmak üzere atıverirler. Bu hediye dolabında kendilerine getirilmiş , çok sevinmiş ; hatta en çok ihtiyacı olan şeyi edinmiş biri kadar görüntü vererek kabul ettiğimiz hediyeler de zamanı geldiğinde başkalarına hediye edilmek üzere beklerler. Ve o dolapta , o gün evinize tesadüfen misafir olmuş yeni tanıştığınız bir çifti ağırlarken , tam yemeğin ortasında bir tanesi döner ve :
“ - Biliyor musunuz ; aslında bugün bizim için önemli bir gün . . Bugün bizim evlilik yıldönümümüz ! Aslında kutlamamaya karar vermiştik. Ama öyle güzel bir akşam geçiriyoruz ki , yıllardır almadığımız kadar keyif aldık . Bunu hiç hesaba katmamıştık. ” der. Siz ne yaparsınız ? Hemen şerefe kadehler kalkar ve “ nice senelere ! ” falanlar yapılırken, sinsice hediye dolabınıza süzülürsünüz. Ee sizin gibi birinin evinde her zaman hediye paketi yapacak çeşitli kağıt ve rengarenk rafyaların bulunduğunu söylemeye gerek yok.

On dakika sonra sofraya henüz sadece o gece tanıdığınız, yakınlaştığınız ve tesadüfen evlilik yıldönümleri olduğunu öğrendiğiniz çifte o geceye uygun bir hatıra olabilecek bir paket ile döndüğünüzde emin olun sizin aldığınız keyif onların aldıklarınkinden kat be kat fazla olacaktır. Hayat ise zaten kendini mutlu etme çabası değil midir ?

Neyse ; lafı gezdirmeden sadede gelelim. Hayatımız ve ailelerimiz içinde bu adet yıllarca sürdü gitti . . Bir yılbaşı geldi , çok yıl oldu , sanırım geçen yüzılda falandı galiba ( Şimdi düşündüm de ; Tanrım ! Ne çabuk geçmiş seneler ! Arkadaşlar ! Tekrar ediyorum ; Bu yazının orta yaş bunalımı ile hiçbir alakası yoktur ). O yılbaşı , bana aile efradı ve arkadaş çevresi alınmış tarafından 5 gömlek, 4 kazak ve bir kaç da hiç bir zaman kullanmayacağım – dekoratif aksesuar sevdiğimi bilen kişilerce alınmış – muhtelif aksesuarlarla donatıldım. Bu arada, bana verilen gömleklerden biri de zaten geçen yılbaşı , o gömleğin kendisine hediye edildiği biri tarafından bana verildi. Belli ki o da kullanamamış, zamanı geldiğinde birisine hediye edilmek üzere saklamıştı. Geçen sene o toplantı da benim de olduğumu unutmuş olmalı. Ama yadırgamadım. Ben de yapıyorum aynı şeyi bazen. Hangimiz, yepyeni bir gömleği beğenmedik diye kaldırır atarız ki ?

Baktım iş komik olmaya başlıyor. Bundan yaklaşık 10 sene önce kadar, gene herkesin şu ya da bu yolla birbirini hediye ile donattığı , aile ve arkadaş efradının yoğunca bulunduğu oldukça kalabalık bir yılbaşı yemeğinde bir fikir attım ortaya . . Bu fikir tabii ki o anda aklıma gelmiş olmayıp yıllardır sürüp giden ; güzel ama bir o kadar da komediye dönüşmüş bu hediye aldı – verdisine karşılık önceden hazırlanılmış birşeydi.

O gece , her sene 01 Ocak günü sandık odasına kaldırılıp ertesı sene yılbaşına doğru çıkarılıp özenle süslenip tüm aile efradının üzerlerine verenin ve kime ait olduğunun belli olması için etiketli hediye paketlerinin bırakıldığı plastik çam ağacımızın altında benim 5 adet zarfım vardı. A4 ebadında ki zarflar bir şirket maddeciliğinden arındırılmak adına kırtasiyeciden özenle seçilmiş rengarenk ve üzerleri çiçekle süslenmiş zarflardı. Ama “ zarf ” tılar neticede ve emin olun, içinde kazak olduğu her halinden belli ev yapımı paketlerin yanında çok daha fazla merak uyandırmaktaydılar.

Neyse ; Saati geldi herkes bağırış çağırış ( kimi içten kimi gerekli bulduğundan ) paketini alıp sevinç nidaları ile öpüşür ve teşekkürleşirken zarflar da adreslerini buldu.

O gece verilecek 5 adet zarf vardı. Beş zarfın içinden de birer adet sertifıka çıktı. Sertifikaların niteliği Teşekkür Belgeleri olmalarıydı. Format sertifikaların herbirinin boşluklarında ;

“ . . . . . . . Ailesine,

. . . . . . . Ailesi aracılığı ile derneğimize 50 çift Kışlık Bot olarak yapmış oldukları yardımdan ötürü teşekkürlerimizin kabulünü rica ederiz . ”

yazıyordu. Sertifikalar Sokak Çocuklarını Koruma Derneği tarafından hazırlanmış ve resmi nitelikteydiler.

Bu zarfları alan herkes kullanmayacağı kazağı hediye olarak alan herkesten, rengini beğenmediği fuları ne yapacağını bilmeyen herkesten, seneye birine verilmek üzere saklayacağı hediyeyi alan herkesten daha çok mutluydular. Herşeyden önemlisi, ihtiyacı olan birileri için birşeyler yapmış olmanın – kendisine bu hediye edilmiş te olsa – pozitif hazzını yaşamaktaydılar.

Ve tabii, o yılbaşının o gece ki konusunu tahmin edebilirsiniz. Herkes hoşlandı bundan, bir iki kişinin haricinde . .

Ama asıl güzeli sonraki yılbaşlarındaki paylaşımdı. Yıllar içinde bütün bu insanların malum çamımızın altını onlarca zarfla doldurduklarını gördüm ve hala görüyorum. Plastik çamımızın altı artık yıllardır pofuduk pofuduk paketlerle çok zengin görünüşlü değil eskiden olduğu gibi . . Ama rengarenk ve taze ucuz çiçeklerle süslenmiş zarfların içinden neler çıkıyor bilseniz.

Çapa Tıp Fakültesi - Lösemili Çocuklar Derneği Teşekkür Belgeleri mi desem, Türk Eğitim Vakfı Teşekkür Belgeleri mi desem, Sokak Çocukları Derneği Teşekkür Belgeleri mi desem, Mehmetçik Vakfi Teşekkür Belgeleri mi desem . . Aklınıza neresi gelirse var . . Bir sürü vakıf , dernek . . Ve bir itiraf . . Emin olun ; daha pahalıya da çıkmıyor. . Bot mu alacaksınız, Anorak mı alacaksınız ; gidiyorsunuz Çemberlitaş’ a , 10 dakika içinde alıyorsunuz alacağınızı ( Not : Istanbul dışında olmak mazeret kabul edilmez. Her türlü irtibat , tarafımdan itina ile sağlanır ; yeter ki isteyin ) hatta ayakkabıcı , bizim Sevgili Hüsam’ ımızın ağzı ile ;

“ – Ayıp ettin abi ! Madem hayır işi, 30 tane alma 40 tane al, 10 tanesi de benden olsun ” diyor. İnanmayacaksınız belki ama vallahi böyle . . Bizim insanımızı bilirsiniz. . Abuk sabuk yanı çoktur ama insan yanı da başkadır hani . .

İşte Sevgili Kahve Molası Sakini Arkadaşlarım ( - arkadaşlarım – dedim , kabul ederseniz ) , ben bunu nasılsa – bir boşluğuma geldi herhalde – akıl ettim , arkadaşlarımı da zehirledim. Şimdilerde, yaklaşık on yıldır bu hazzı paylaşıyoruz. Bıraz da sizi zehirliyeyim dedim. .

Kazak ve gömlek ve fular mı ?

Dervişlik dedikleri Hırka ile taç değil
Gönlün derviş eyleyen Hırkaya muhtaç değil
Yunus Emre

- yazmacı -
naica@analiz.net

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Mahalle Mektebinden Maarif kolejine

İlkokula başladığımda yegane yardımcım bu "yarış atı" olma tutkumdu. Zira ne babam, ne de üvey validem bana derslerim konusunda yol gösterip yardımcı olabilecek durumda değillerdi. Arkadaşlarım oyun peşinde koşarken ben sınıfta öğretilenleri tam olarak kavrayıp evde de tekrar etmek, kütüphaneye dalıp bir kaç ansiklopedi karıştırmak gibi gayretlerimin ilk meyvelerini sınıfın en çalışkan öğrencisi olmakla toplamıştım. Okula başlayalı henüz 4-5 ay olmuştu ki Çocuk Esirgeme Kurumunun düzenlediği bir çocuk balosunda kendi yazdığım bir şiiri okuyarak o güne kadar gördüğüm en büyük topu ödül olarak kazandığımda dünyalar benim olmuştu sanki. Ve başarının ilk belgesi, tüm notları "Pekiyi" olan ilk karnem ile takdirnamem, eve gelen konuklara gösterilmek üzere,evin en gözde eşyası olan camlı olan büfenin içine yerleştirilmişti.

İlk yaz tatilim ikinci el kitap alıp onları mahallenin çocuklarına kiralamak, haftada bir kurulan semt pazarında su satmak, gazoz kapağı toplayıp hurdacıya satmak gibi küçük işlerden kendi harçlığı doğrultma uğraşlarıyla geçti. Sonraki yıllarda satılan şeyler de, kazanılan para miktarı da her geçen yıl daha iyiye doğru gelişti. Uzun sözün kısası ben daha o yıllarda kendimi bir yarış atı olarak yetiştirmeye koyulmuş gibiydim.

Bu sayede mahalle mektebini bitirmek üzereyken herkesin yaptığı gibi mahallenin orta okulu yerine şehrin dışında bulunan Maarif Kolejine gitmenin yollarını aramaya koyulmuştum. İlkokul öğretmenim Saffet Hoca da elimden tutup beni giriş sınavlarının yapıldığı salona götürmüş ve benim o gün, o saatte, orada bulunarak bu ilk zorlu yarışı kazanmamı sağlamıştı.

Hazırlık sınıfında gündüzlü olarak okuyordum. Ancak babamın bana verebildiği günlük 1 Lira harçlıkla sadece bir tost alabiliyordum. Günde 7 saat, haftada 6 gün ders vardı ve ben, herkes gibi 3. derste acıkıp 75 kuruşa bir tost alıyor, sonra da aç geziyordum. Ayıptır söylemesi ama, orta okul yıları, tam gelişme çağlarındayız. Arkadaşlarım ise son derece varlıklı ailelerden geliyorlardı. Her teneffüste bir tost bir limonata alanlar bile vardı. Bir ara herkes yemeğini yiyip çıktıktan sonra yemekhaneye dalıp o gün okula gelmeyenlerin tabaklarındaki soğumuş yemeklerden karnımı doyurmaya bile razı olmuştum. Fakat tabakta yağı donmuş yemeklerden şikayetçi olmasam da, okul arkadaşlarımın alayları yüzünden bu işten vazgeçmek zorunda kalmıştım.

Sonunda hem parasızlık, hem de şehrin dışında bulunan okula gidiş-dönüşteki zorlukları bertaraf etmek üzere ertesi yılki "Devlet parasız Yatılı Öğrenci" sınavlarını kazanıp yatılı öğrenci oldum. Artık ne yol parası derdim vardı, ne de yemek parası. Üstelik haftada yedi buçuk Lira da harçlık alıyordum okul idaresinden. Adeta Allah "Yürü ya kulum" diyordu.

Üniversite Yılları...

Kolej biterken bir üniversite telaşı sardı hepimizi... Herkes doktor, mühendis ya işletmeci olmak üzere İstanbul'a gidiyordu. Ben ise Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanmış ve kayıt yaptırmıştım; fakat öğrenci olayları nedeniyle okul açılamadığı için ben de Ankara'ya gidemiyordum.

Ankara'nın en adı çıkmış Bahçelievler ve Emek semtlerindeki 5-6 kişilik bekar evlerinde oturup kelle koltukta Cebeci'ye giderek, Kredi Ve Yurtlar Kurumunun verdiği kredinin tükendiği günler işportada tezgah açarak 4 yılda okulu bitirdiğimde okulda ya da dışarıda hiç dayak yememiş ve hiçbir öğrenci olayına karışmamış 5-10 kişiden birisiydim.

Okul bitince hemen kamu sektöründe işe girebilirdim. Ancak özel sektörde de iş bulabilme olanaklarımı arttırmak için İstanbul İşletme iktisadı Enstitüsünde lisan üstü eğitime başladım. O güne kadarki öğrenimimde kolejde mükemmel düzeyde İngilizce öğrenmiş, Türkiye'nin kamu yönetimi alanındaki en köklü eğitim kurumu olan SBF'den başarıyla mezun olmuştum. ABD'nin meşhur "Harvard Business School" adlı öğrenim kurumunun kopyası olan bu okul ise benim için "üretkenlik", "verimlilik", "karlılık", "etkinlik" gibi kavramların iş hayatına nasıl kazandırılacağını somut olaylar üzerinde görmek ve edindiğim mesleki bilgileri yaratıcı çözümlere dönüştürmek konusunda ciddi anlamda eğitilmek şansına sahip olduğum son eğitim kurumu oldu. Artık yarış pistlerinde boy göstermeye hazır gibiydim.

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_40.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Sevgili Editörüm,Değerli Kahveciler;

24.12.2002 tarihli Hürriyet'te,Gila Benmayor'un Antep'de yer alan,inanılmaz bir arkeolojik hazine olan Zeugma ile ilgili yazısını okudum ve aslında ülkemizin hiç de değişmediğini,özellikle kültürel konulardaki vurdumduymazlığımızın,maddi imkanlarımızı bu yönde harcamaktaki korkumuzun son sürat devam ettiğini,bu yönde yapılacak iyi şeylerin önüne her türlü zorluğu,bürokrasiyi koymaya devam ettiğimizi fark ettim.

Ülkemizde,kendi ya da dünya kültürü ile ilgili hiçbir olumlu çalışmanın yapılmadığını ya da yapılamadığını,yapılanlarında populist, reklam amaçlı(ama kesinlikle faydalı...)bir iki olaydan öteye gitmediğini görüyor ve üzülüyorum...Kaçırılan eserlerin yurda geri getirilmesi gibi..Tüm televizyonlara haber verilmesi,bu çabaların devamını kesinlikle kötü etkileyeceğini bile bile,reklam düşünülerek yayıldı...

Bunun çok kapsamlı bir çalışma gerektiren bir konu olduğunun farkındayım ama müzelerede hak vermiyor değilim.Hangimiz, bulduğumuz vakit müzelere gidiyor ya da çocuğumuzu götürüyoruz ki!Müzelerin en önemli gelir kaynaklarından biri devletten aldıkları ödenekler olduğu gibi biletli ziyaretçilerin getirileridir.Gelişmiş ülkelerde de müzelerin gelir kaynakları bunlar,tek artıları onların ciddi sponsor destekleri ve özerk kuruluşlar olarak kendi bütçelerini hazırlayıp uygulamaları...Profesyonel sunumlar gerçekleştirip,olayı bir müze ziyaretinden çok bir şov havasına sokmaları ziyaretçi sayısının,doğru orantılı olarak da bilet gelirlerinin katlanarak artması... Müzenin maddi olanakları arttıkça,arkeolojik çalışmalara daha çok işgücü,maddi destek sağlaması ve sergileyecek yeni buluntulara ulaşması demektir. Bunun bizde uygulanması,rahatını ve hazırı seven,yeniliklere(elektronik dışında)açık olmayan bir toplum olmamız itibariyle çok zor gözüküyor.

Zeugma'nın,maddi imkansızlıklar ve göründüğü kadarı ile klasik bürokrasi nedeniyle başıboş bırakılıp,kazılara ara verildiğini,çıkarılmış olup müzede sergilenen eserlerinde hakettikleri şekilde ve tamamiyle teşhir edilemediğini Benmayor'un yazısından anlıyoruz.Geçen haftalarda yine basında dikkatimi çeken Bodrum'da balık çiftliği olarak kullanılan alanda,deniz altında amfora hazinesi olduğu fakat kimsenin bunu engelleyemediği hebriydi.Nasıl yani!Devletimiz,bir iki balıkçının geliri nedeni ile eşi benzeri olmayan bu eserleri koruyamayacak mı?Zarar verenleri cezalandıramayacak mı?

İnsan haklarında iyileştirme falan filan kesinlikle boş,biz geçmişimize,atalarımızın eserlerine sahip olamıyoruz ki,kendi haklarımızı koruyalım.Şu çıkan yasalar bile,birşeylere adapte olabilme çabası ile vatandaşın refahı için düşünülerek,çıkarılmış değil...

İnşallah,devletimiz,bürokratlarımız hepimizi utandırırlarda,reklam aracı olarak kullanamayacakları işlerede el atarlar...

Hepinize iyi çalışmalar ve şimdiden mutlu yıllar dilerim...

Engin ESEN

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.915 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


BİR GÜN GELECEĞİM

Bir gün geleceğim, alıp şu başımı bir gün geleceğim... demiş şair
Ben de bir gün alıp başımı geleceğim sana...
koşarak kaçıp girdiğim gerçekler labirentinden geçerek
ellerim uzanacak sana parmaklarımın ucundan akıp giden
zamanı yakalamaya çalışarak
yakalayamadan akacak... tutamadan
bir başka koridora dalıcam bi ümit sonra bir başka koridor bir başka ümit
ümitler hep o kapalı koridora çıkacak
ordan da bir başka kaçıp gidene
tam... "işte şimdi... işte bu..." diye düşündürürken "O"
ben yine bir koridordan bir koridora, bir zamandan diğerine
"Sana" akacağım
zaman hep kaçan yakalanamayan tutulamayan olacak
ama ben kesin bir gün geleceğim, alıp şu başımı geleceğim
parmaklarımın ucundan akıp giden zamanda
kaya kaya parmak uçlarımdan... zamana... ve bi ümit daha "sana"

Faika BERAT

<#><#><#><#><#><#><#>

BUMERANG

Gitmeye çalıştıkça senden, geliyorum.
Kaçmaya çalıştıkça gerçeklerden
sahicinin tam ortasına düşüyorum.
Kelimelerim kelimelere dolanıyor.
Fırlattıkça sen beni.
Yine sana dönüyorum.
Ve sanırım ben bunu seviyorum...

Faika BERAT

<#><#><#><#><#><#><#>

GİT'ME'Lİ'SİN

gitmelisin artık.
gitmelisin düşüncelerimden
ve ben.
yeniden.
tıpkı bir bebek gibi
düşe kalka
ayağa kalkıp
ilk adımlarımı atıp
gitmeliyim senden...

Faika BERAT

 Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları


TANSİYON DÜŞÜKLÜĞÜ

Aşağıdaki sorulara vereceğiniz her "Evet" cevabı, sizdeki tansiyon düşüklüğü riskinin, yüksek olduğunu gösteriyor:

* Sabahları daha fazla uyumak istiyor musunuz?
* Gün boyunca esnemek zorunda kalıyor musunuz?
* Hava değişimi tesir ediyor mu?
* Sık sık keyifsizleşiyor ve işe başlayabilmek için yoğun çaba harcamak zorunda kalıyor musunuz?
* Hafızanızda belli bir zayıflık ve güçsüzlük hissediyor musunuz?
* Ayağa kalktığınızda baş dönmesi, göz kararması oluyor mu?
* Aşırı derecede hassaslaşma ve bitkinliğe düştüğünüz oluyor mu?
* Çehrenizde dikkat çekici bir solgunluk meydana geliyor mu?
* Sık sık kalp çarpıntısı veya kulak çınlaması hissediyor musunuz?
* Ellerinizde ve ayaklarınızda sürekli bir soğukluk oluyor mu?

 Biraz Gülümseyin


Yaşanmış Fıkralar

Bir halk ekmek büfesinde mükemmel bir yazı gordum. Satıcı kendi el yazısıyla "Lütfen veresiye istemeyin sonra vallahi UNUTUYORUM".

<#><#><#><#><#><#><#>

Arkadaşımla Taksim'de takılıyoruz bir adam ağlayan çocuğunu susturmaya çalışıyor. Yanda da bi polis var; adam çocuğa dedi ki -Sus yoksa seni polise veririm. Yandaki polis de bi dellendi -Lan gerizekalı, biz adam mı yiyoruz da bize veriyon çocuğu?

<#><#><#><#><#><#><#>

Bir gün Izmir' de Belediye otobüsünde gidiyoruz arkadaşlarla. Bizim arkadaş boş yer buldu ve oturdu. Sonraki durakta da eli bastonlu yaşlı bir amca bindi. Arkadaş da kıllığına adama yer vermedi. Adam o arkadaşın oturduğu koltuğun yanına geldi ve ayakta arkadaşın yer vermesini bekledi. Fakat arkadaş yerini vermedi. Neyse adamcağızın da yazık bastonu otobüs hareket ettikçe bir o tarafa bir bu tarafa kayıyor. Arkadaş dayanamadı ve yaşlı amcaya 'Amca bastonun ucuna lastik takarsan kaymaz' dedi. Adam şöyle baktı sonra 'o lastiği zamanında baban taksaydı şimdi sen olmazdın, ben de orda oturuyor olurdum' deyince bütün otobüs koptu. Arkadaşım o gün bu gündür belediye otobüsüne binmez.

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.tzv.org.tr/
Bu ralar zeka oyunları dolaşıyor gruplarda. Sizlerde bu tür oyunlardan hoşlanıyor ve çözmek için uğraş veriyorsanız. Türkiye Zeka Vakfı'nın bu sitesine mutlaka bir göz atın derim.

http://www.oyunevi.com/oyungemisi.htm
Bu da bir başka zeka oyunları sitesi. Birbirinden ilginç oyunlar arasında kaybolabilirsiniz, dikkatli olun.

http://archives.math.utk.edu/software/msdos/miscellaneous/logic/.html
Burası da hazır mantık oyunlarını download edip oynayabileceğiniz yabancı bir site. Bu aralar kafamızı başka şeylerle meşgul etmye ihtiyacımız var sanırım.

http://www.pcgamelist.com/index.asp
Madem konu oyundan açıldı, işte size bir tane daha geniş arşivli bir oyun sitesi. Oyunlar sadece mantıksal oyunlarla sınırlı değil. 5000 kadar oyundan en azından biri ilginizi çekebilir.

 Damak tadınıza uygun kahveler


IRCXpro Messenger v1.0 [4.1M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105618
IRC üzerinde chat yapmaya alışkın olanlara güzel bir alternatif program. Icq benzeri bir yapıyla IRC sunucularına bağlanıp gene ICQ benzeri bir yolla chat yapmanızı sağlıyor. Ayrıca kendi sunucuları üzerinden de Instant Messenger servisi veriyor. Chat tutkunlarına duyurulur.
http://kmarsiv.com/sayilar/20021225.asp 25 Aralık 2002 - ©2002-kmarsiv.com
istanbullife.com