|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 172 |
26 Aralık 2002 - Bir cengi coşkusudur gidiyor! |
Merhaba kahveciler,
İç karartan günler başladı yeniden. Soğuk kış günlerinin iliğimizi dondurduğu şu günlerde, sıcak savaşı ve getireceği külfeti ziyadesiyle hissetmeye başladık. Büyüklerimiz direne dursun, ağa babamız hazırlıklıklarını tamamladı bile. Anlaşıldığı kadarıyla, artık katılıp katılmamak değil, kapalı kapılar ardında nicelik tartışmaları yapılıyor. Yani sayılarla boğuşuluyor. Yitireceklerimizle, aldıklarımız ya da alacaklarımız kantara çıkıyor. Doluya koysan taşıyor, boşa koysan işe yaramıyor. Bir rivayete göre 45 milyar dolar olacakmış kaybımız. Bu hesabı neye göre yapıyorlar bilmiyorum ama rakamın büyüklüğü dudak uçuklatır cinsten. Tam kendimize geliyoruz derken ufukta beliren bu cengi coşkusu, tüm umutları yiyip bitirecek cinsten. Sırtımızı dayadığımız IMF'nin sahibi ağa babamız, al sana 4-5 milyar gargara yap diyor, sesimizi bile yükseltemiyoruz. Biraz yükseltsek, "2 yılda 30 milyar pompaladım sana yetmedi mi?" diyecek diye korkuyoruz. Ya da dedi de, biz duymamazlıktan geliyoruz.
45 milyarın içinde henüz kazanılmamış gelirlerinde olduğu düşünülürse, reel harcamanın bunun yarısına denk düşeceğini varsayabiliriz. Bugün için Türk ekonomisi 20-25 milyar dolar kaybını daha sindirebilecek mideye sahip. Neden mi? Çünkü, yatırımlar durmuş, piyasalar durmuş, kimsenin para harcadığı yok, hortumcu bankalar kapanmış, kimsenin dolarla borçlanmaya cesareti yok, olsa da verecek banka yok, da ondan. Merkez Bankası, elindeki döviz rezervini, bir elinden öbür eline ata tuta, piyasaları dengelemeye çalışıyor, ne kimsenin ondan birşey beklediği, ne de onun kimseden fazladan alabileceği birşey yok. İşin traji komik tarafı, kendinden birşeyler yapması beklenen hükümette, genel başkanını ak pak yapma ameliyesine girişmiş. Savaş kararını genelkurmaya, Kıbrıs'ı gariban Denktaş'a, AB'yi Allah'a havale ederek işin üstesinden gelmenin yollarını arar duruma düşmüşler. Ne diyeyim ki, Allah yüzümüze baksın. Bu gidişle, geçmiş seneleri arar duruma düşmekten korkarım. İşsizler ordusuna yeni neferler katılacağından korkarım. Nice anaların canı yanacak diye korkarım. Cengi coşkusunda sesleri geriden gelen memur ve emeklilerin, aldıkları %5'lik zammı har vurup harman savuracaklarından korkarım. Korkarım oğlu korkarım işte.
Soğuk bir havada, kapkara bir gecede, karamsar laflar ettim farkındayım. Gönlümün istediği ile beynimin dedikleri uyuşmadığında hep böyle griye çalarım huyum kurusun. İsterim ki birileri çıkıp, rengime beyazlar katsın, maviler ve pembelerle süslesin. Umutla bekliyorum böyle birilerini. Siz bana bakmayın, yarın yeşile çalarım yeniden. Umutsuzluğa kapılmadan, tasarrufu elden bırakmadan, sağlığınızı boşlamadan yeni yıl için hazırlanın. Her doğan günün yeni umutlara gebe olduğunu unutmayın. Savaş olmama umudunu hep taşıyorum, siz de taşıyın, olur mu?
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
Armut
Kış yine geldi. Hani şöyle bir yoklayıp gitmişti de sevinmiştim havalar topladı kendini diye. İlk seferki gibi aniden geldi yine. Ayazağa namının gereğini yerine getirerek ayaza vurdu heryeri. Saat 01:30, ben işten az önce gelebildim. Yol boyu uçuşan kar tanelerinin kendi aralarındaki dansını izleyerek, genele göre geç saatlerde gitmiştim işe. Üstelik sabahki kabus gibi trafiğe takılmadan. Klimalı bir aracın içinde, camdan karın yağışını seyretmek nasıl rahatlatıyor insanı... Hemde böyle kar tanecikleri çocukluğumdaki gibi uçuşurlarken...
Bundan yıllar önceki bir kışı hatırladım. Yine böyle donduran bir kıştı. Daha doğrusu dondurucu kıştan kalan günlerin ilkbaharı bloke ettiği zamanlardı. Babaanneme gidiyorum dershane çıkışı. 16-17 yaşlarındayım. Babaanneye gidilmeden önce rutin alış verişi halletmeye çalışıyorum ama soğuktan çantamı bile taşımakta zorlanıyorum. Marketten alınacaklar tamamlandıktan sonra sabit pazara yollanıyorum. Biraz ondan, biraz bundan alınacakları listeliyorum pazarcıya. Derken yaşlı bir adamcağız yanaştı tezgaha. Ne pazarcı ne de ben ilgilenmedik ilkin. Şöyle bir bakıp kafamızı çevirdik geri. Yaşlı amca armut seçiyor. Ben tartılmış paketlerden birini daha alıp poşetime yerleştirmeye çalışırken tek bir armut uzatıp "şunu bi tartsana abi" dedi kendinden en az 10 yaş küçük pazarcıya. "Abi" pazarcı tartısından kafasını kaldırıp tek armutu görünce "yok yok tartamam öyle tek armut" diye bağırdı olanca sesiyle. Belkide bağırmadı da söyledikleri benim kulaklarımda çınladı ve yankılandı birkaç kez. Bir an amcayla gözgöze geldik. Bakışlarındaki o hayal kırıklığı, utanmışlık benim bakışlarımı geçip yüreğime bir jilet kesiği gibi yerleşti. Belkide şimdi tek bir armut tarttıramazken bundan belli bir zaman öncesine kadar nice büyük adamlar önünde el pençe divan duruyordu. Ya da belki hiçbir zaman bir kilo armutu aynı anda tarttıramadı... Belkide küçük torunlarına götürecekti, bölüşüp kırk yılda bir ağızlarını tatlandırabilsinler diye. Çakısının ucuyla, nefsini köreltmek için bir lokma da kendi alırdı. Ya da belki hasta olduğu için çalışamayan oğluna alacaktı, vitamin olsun diye düşünmüştü. Daha birçok acıklı senaryo yazdı hayagücüm o anda. Ne farkederki, bugün küçük bir kızın önünde bir pazarcı, yankesicileri döver gibi azarlamıştı onu. Başı önünde ayrıldı tezgahtan, kimbilir neler düşünerek. Hatta belki ağlamıştır da, tuzlu gözyaşları soğukta dahada bir yakmıştır yanaklarını...
Sonra pazarcıyla buluştu bakışlarım. "İyi müşteri" şaşırdığı için galiba, armudu bi güzel silip, en sarı ve en parlak yerini üste getirerek tezgaha yerleştiriken açıklama yapma gereği duydu: "karmakarışık ediyo tezgahı, sonrada bi tane tarttırıyo! Toooobe tooobe yaw" Haklıydı, sen gel tezgahı karma karışık et, sonrada tek bir armut tarttır. Azarlanmalıydı tabi bu cür'etkar zihniyet... Hemde bu cür'etini neye borçlu olduğu hiç düşünülmeden azarlanmalıydı...
BeT bet_ayh@mynet.com
|
Şair Kahveci : Filiz Kaya |
KARARSIZLIK YÖRÜNGESİNDEKİ MUMLAR
Ne yapmak istediğini bilemiyordu. Kararsızlık onu kara kara deliklere çekiyordu sanki. Merkezi hep aynı olan bir eksenin etrafında dönüyor, dönüyordu. Oysa eksi ve artı uçlar çoktan işlerliğini yitirmişti. Öyleyse parçalanmış dağılmış olmalıydı. Bu dönüşler de neyin nesiydi böyle? Doğa kanunlarına aykırıydı bu olay... Matematiğin, fiziğin erişemediği bir bilinmez miydi acaba bulunduğu yörünge? Kararsızlık yörüngesi...
Yenilik gerekiyordu. İşe önce kendinden başlamalıydı.Yenileyebilmek için, önce yenilenmeliydi. Mevlana ne kadar güzel dile getirmişti bunu, kendisine söylediği şu sözleriyle.
"Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Dünle berber gitti düne ait her şey cancağızım.
Bu gün yeni şeyler söylemek lazım."
Evet bu gün yeni şeyler söylemek lazımdı ama ne...? Yeni şeyler söyleyebilmek için düne ait her şeyin dünle birlikte gittiği gerçeğini görebilmek mi gerekiyordu acaba? Yine sorular, bitmek bilmeyen sorularla dolmaya başlıyordu beyni... Hep böyle oluyordu. Ne zaman bir şeyleri çözebilmek için sorgulamaya başlasa, her cevap yeni bir soru halini alıyordu. Filozof olabilir miydi acaba eğitimini pekiştirseydi? Eğer bir filozof olsaydı ilk aralamak istediği perde mutluluk olurdu. Mutluluğun sırrını bulmak için uğraşırdı. Mutluluk neydi? Herkesin cevabı farklı olurdu şüphesiz. Yaratılış ve şartlara bağlı olarak değişirdi cevaplar. Ayağı çıplak bir çocuk için yeni bir ayakkabı, başını sokacak evi olmayanlar için sıcacık bir yuva, çevresindeki maskeli balolardan bıkmış biri için samimi bir yürek, yoğunluktan sıkılmış biri için yalnızlık, idealistler için ulaşılmış hedefler vb. bir çok şey sıralanabilirdi. Kimi için sevmek ve sevilmekti mutluluk.
Mutluluğu iki başlık altında topladı. Sonlu ve sonsuz mululuk. Başkalarına ve başka nedenlere bağımlı mutluluklar sonlu mutluluklardı. Çünkü bitebiliyorlardı. Sevgiler, övgüler, dostluklar, başarılar, para her şey bitebilirdi. Bugün mutlu eden bir kişi ya da olay yarın mutluluk vermeyebilirdi. Yine de güzel ve gerekliydi bunlar. Mutlulukta inkar edilemez bir yer taşıyorlardı. Yüzlerde tebessüm yaratan, gönüllerde yeni dallar yeşerten bir şeyler olmalıydı. Yıllar sonra hatırlanmak, birinin gözlerindeki ışıltılara sebep olmak, iyi bir dost olarak görülmek, emek verilen bir iş ya da uğraşının beğeni topladığını görmek kişileri sevindirebilir hatta güç bulmalarını sağlayabilirdi. Ama yine de geçici hallerdi bunlar.
Sonsuz mutluluk ise başka, bambaşka bir şey olmalıydı. Bunun için nedenlerden bağımsız bir yerde durmalıydı. Ne olursa olsun öz mutluluk hali değişmemeliydi. Öz kütle gibi değişmez ve bitmez olarak bir kenarda beklemeliydi. Her şey tüketildiğinde ondan faydalanmak üzere beden deposunda kritik stok olarak yer almalıydı. Fakirlikte, zenginlikte, başarı ve başarısızlıkta, yalnızken ve toplulukta şartlar ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olursa olsun özde bir şeyler hayattan kopmamalıydı. Hep varolan mutluluk. Bu mutluluğu edinebilmek için şöyle bir sipariş verilebilirdi. İlk adım olarak tarih sahasına "Zamanın önemini kavramak" yazılmalıydı. Beş saniye sonrasının belli olmadığı düşünülerek. Zannınca yapılacakların sıralaması oldukça değişik ve ilginç bir hal alabilirdi. Teslim adresi "kendisiyle barışık olmak" şeklinde belirtilebilirdi. Kendini sevmek, kabullenmek önemli bir olguydu. Kullanılacak vasıta ise "Kendini gerçekleştirmek" caddesinde yol almalıydı. Teslim edilecek malların etiketinde "kıymetini bilmek", "özen ve ilgi göstermek" kavramları bulunmalı ancak, "hiç bir şeyi kendine ait görmemek" notlar hanesine düşülmeliydi. Bu başarıldığında, değişen giden insanlar, duygular; ve biten, kaybedilen maddi varlıklar mutsuzluk kaynağı olmayacaklardı. Sipariş bu şekilde düzenlendikten sonra uygulayabilmek için üretmek, tutunabilmek için yenilenmek, çabucacık piyasadan silinmemek ve köklü kalabilmek için özü korumak gerekliydi. Sosyal sorumlululuk adına insanların mutluluğuna hizmet amacı güdülmeliydi. Bir başka seçenek ise bu işte uzmanlaşmış bir dost ya da bir bilgeye başvurmak olabilirdi. Yine Mevlana'nın dediği gibi;
"Kişinin kendine ettiğini, edemez kişiye hiç bir fani
Ayyaş edemez, sarhoş edemez, mezar soyan nebbaş edemez.
Tutmazsa gerçek dost elini
Kişi kendiyle başedemez."
Baş etmek gerekliliğini şiddetle savunuyor olmasına karşın, nerdeyse kendiyle baş edemez bir hale gelmişti.Yoruldu...Çok yoruldu... Bu dönüşü durdurabilmek ve uyuyarak her şeyi unutmak istiyordu. Yine bir çok şey düşünmüş, bir çok cevap bulmuştu. Ve yine kavramlar birbirine girmişti. Epey akla yatkın bir sipariş örneği düzenlemişti. Hoş geliyordu kulağa ama ya uygulamaya geçmek... İşte asıl mesele ve gerçek samimiyet buradan başlıyordu... Hep düşünülen, konuşulan ama bir türlü yapılamayanlar vardı kendisinin ve başkalarının listesinde. Zor görünse de, olası mıydı acaba bu siparişi sevkederek hayata geçirmek? Herhalde karanlığa küfretmek yerine bir mum yakmayı denemek daha anlamlı kılardı çabalarını. Ve o yine merkezi hep aynı olan kararsızlık yörüngesinde, kara deliklerin yanından geçiyordu. Kararsızca... Ama elinde mumlarıyla....
Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr
|
|
Misafir Odası : Tanju Akdeniz Nokta olmanın dayanılmaz hafifliği |
|
Nokta kaç boyutludur hiç düşündünüz mü? Ne eni vardır, ne boyu; ne yüksekliği, ne de derinliği. Boyutsuzdur adeta. Ya da sonsuz boyutlu. Eni, boyu, derinliği olmayan bir şeyin kendisinden söz etmek saçma gibi duruyor. Hem yok, hem var. Hem boyutsuz, hem sonsuz boyutlu.
İki soyut nokta bir araya geldiklerinde adına 'doğru' dediğimiz somut mu somut, kararlı mı kararlı bir nesne çıkıyor ortaya. Hem kullanışlı, hem yarayışlı. Tanımsızlıklar ve belirsizlikler denizinden çekip alıyor iki noktacığı, 'var' ediyor. İki boyutlu da olsa bir uzayları var artık. Karşılıklı 'var' ediyorlar birbirlerini. Her biri diğerine yaşam katıyor. Anlam kazanıyorlar birlikte. Başkaları tarafından daha kolay fark edilebiliyorlar, umursanıyorlar, tanınıyorlar. İşe yarıyorlar. 'Bundan böyle uzunluk denen kavram bizden sorulur'un haklı gururunu paylaşıyorlar. Kah sonsuza uzanıp gidebilirler, kah üst üste gelip eski günleri yad edebilirler. Ne kadar özgür, ne kadar mutludurlar iki boyutlu yaşamlarında. Ne karışan vardır ne görüşen...
Ah bu noktalar! Sahip olduklarıyla yetinmek bilmez noktalar. İki boyutlu oldular ya artık. Neden bir sonraki boyuta geçmesinler? Bir nokta daha olsa, bir nokta daha katılsa yaşamlarına hem enleri hem boyları olacaktır. Nasıl bir şeydir acaba üç boyutlu uzay? Daha eğlenceli olmalı mutlaka...
Çok gecikmeden bir nokta daha alırlar yanlarına. Yeni bir de kimlikleri vardır artık. Herkes onları 'üçgen' diye çağırmaktadır. Kulağa hiç de hoş gelmeyen 'doğru parçası' diye adlandırıldıkları günler geride kalmıştır. Üç-gen. Ne hoş bir ad. Üstelik daha gizemli. Daha karmaşık, anlaşılması daha zor. Açıları, yükseklikleri, hipotenüsleri var. Trigonometri onlar için icad edildi. Sinüsler, kosinüsler, açı ortayları hep onlardan söz ediyor. Cetveller, iletkiler, pergeller onlar için...
Üç boyutlu uzayın sarhoşluğu ile ufak bir ayrıntı kaçar gözden. Artık kimse onlara 'nokta' dememektedir. Bir 'köşe' lafıdır icad olmuştur. Kendi kimliklerini silip, oluşturdukları üçgene ait bir nesne oluvermişlerdir. Arada bir başlarını dikip 'ben bir noktayım' demeye kalktıklarında, 'hadi ordan, madem noktasın ne işin var o üçgenin köşesinde?' diye susturulur olmuşlardır. Diyemezler bir türlü 'o köşe ben olduğum için orada'.
Yok olur benlikleri. Kabusa döner yaşamları. Kopup gitmek isterler. Nokta olmak tekrar. Tek başına ve özgür olmak... Eski cazibeli günleri gelir akıllarına. Doğru parçalarının 'gel üçgen olalım seninle' çağrıları yankılanır beyinlerinde. Ne güzeldir nazlanmak. Ne güzeldir dilediğini seçmek başkasına sormadan. Ne güzeldir özgürce yaşamak...
Özgürlüğün bedeli ağır. Başınabuyrukluğun karşılığı boyutsuzluk. Nokta olmanın ödülü hiçlik. Cezası mı demeliydim yoksa?
Sizce ne yapsın köşecik? Bir yanda özgürlük ve hiçlik, bir yanda bağımlılık ve somutluk. Bir yanda cazibe, bir yanda gizem. Bir yanda belirsizlik, bir yanda denge. Bir yanda tekillik, bir yanda uzay. Bir yanda tanımsızlık, bir yanda tanım. Bir yanda var olmak, bir yanda var etmek...
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Özel Sektör Tecrübesi
İş başvurunda bulunduğum firmalardan birisinde yaptığımız iş görüşmesi olumlu sonuçlandı ve ben bir hafta içinde o firmanın Suudi Arabistan'daki müteahhitlik projelerinde Muhasebe Şef Yardımcısı olarak işe başladım.
İşe gittiğim ilk sabah önce firmadaki yöneticilerimi ve mesai arkadaşlarımı, sonra ilk kez gördüğüm Suudi Arabistan Riyallerini, sonra da firmanın çalışma düzenini tanıyıp öğleden sonra işe başladım.
Firmada görevli iki tercüman muhtelif faturalar getirip benden ödeme yapmamı istiyorlardı. Ben de gerekli kayıt ve denetimlerden sonra ödemeyi yapıyordum. Bir hafta içinde o kadar çok elektrik faturası ödedim ki aklım durdu. Şirketin 20 kadar şantiyesinde 80 kadar elektrik sayacı vardı ve faturalar tamamen Arapçaydı. Tercümanların boğazını sıksam bana ancak faturaların hangi şantiyeden geldiğini söyleyebileceklerini anladım ve dehşete düştüm. Sonunda bir gece oturup 10 adet Arapça rakamı öğrendim ve 80 kadar sayacın her birinin numarasını Arapça olarak ayrı bir sayfaya yazarak ayrı bir çizelge hazırladım. Ertesi günü ise hiçbir işe bakmayıp son 6 ayda ödenmiş bütün faturaları bu çizelgeye işledim. Sonuç müthişti! Sadece son 6 aydaki ödemeler itibariyle bize ait olmadığı halde bizim posta kutusuna bırakılmış olduğu için fark edilmeden ödenen 10 kadar fatura vardı. Daha da önemlisi, bize ait olduğu ve zamanında ödendiği halde Suudi Elektrik İdaresinin kayıtlarına girmediği için "Cezalı Ödeme" şeklinde tekrar gönderilen 25 kadar fatura da ikinci kez ödenmişti. Araştırmayı biraz daha gerilere uzatıp tam 4,800 Dolarlık bir mükerrer ödemeyi Suudi Elektrik İdaresinden geri almayı başardım! Şirketin 2 Arapça tercümanının yıllardır yapamadığı bu denetimi tek kelime Arapça bilmeden ilk 2 hafta içerisinde gerçekleştirmekle daha ilk günden göz doldurmuştum!
Orada çok çalıştım. 2 haftada bir Cuma günü hafta sonu tatili yapıyorduk. 3 kişilik muhasebe servisini 10 ay gibi uzunca bir süre tek başıma idare ettim. Ancak firma yetkilileri de benim evlenerek eşimi oraya getirmek arzuma destek oldular ve benim için ilave lojman kiralanmasına onay verdiler. Proje 2 yılda tamamlandı ve hep birlikte Türkiye'ye döndük.
Askerlik Hizmeti...
Yabancı dil kur'asıyla Askerliğimi Ankara'da Genel Kurmay Karargahında yedek subay olarak yapma şansına eriştim. Göreve başlamamdan bir iki ay sonra orada da kendimi göstermenin bir yolunu bulmuştum. O güne kadar sadece tasnif edilip ihtiyaç duyulması halinde kullanılmak üzere dosyalanan NATO kaynaklı bilgi notlarından ilginç konuları özet tercümeler şeklinde komuta katına sunmayı önerdim. Önerim beğenilmekle kalmadı, ortaya çıkan çalışmalar çoğaltılıp diğer birimlere de gönderilmeye başlandı. Orada da yararlı çalışmalar yapıp "takdirname" alarak görevimi tamamladım.
Kamuya Geçiş...
Teskereye 1 yıl kala ben de iş aramaya başlamış ve Ankara'da bulunmanın avantajı ile Maliye Bakanlığı ile Kamu Bankalarının giriş sınavlarını izlemeye koyulmuştum.
Daha üniversite yıllarından itibaren hedefim olan bankanın sınavlarına girdim ve teskere almama daha 8 ay varken işe alındım. Teskeremi aldığımın ertesi günü de Müfettiş Yardımcısı Adayı olarak göreve başladım.
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_41.asp
Devamı var
|
CIRCIR BÖCEGİ
Bir gün New York'ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar. Gruptan biri kızıl derilidir yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin, araçlarının çıkardığı gürültü ve araçların korna sesleri arasında ilerlerken Kızılderili kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar arkadaşları bu gürültüde arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler.
Aralarından bir tanesi inanmasada onunla birlikte aramaya devam eder. Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür, arkadaşı da arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı Kızıl deriliye "Senin insanüstü güçlerin var! Bu sesi nasıl duydun ?" diye sorar.
Kızılderili ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler.
Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlayarak atar. Bir çok insan bozuk para sesinin ceplerinden düşen bir paramı diye sesin geldiği yöne doğru bakar
Kızılderili arkadaşına dönerek; "Gördün mü? Önemli olan nelere değerverdiğin ve neleri önemsediğine bağlıdır. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin..." der.
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 2.925 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
BİR
TÜRKİYE
ŞİİRİ
bir türkiye şiiri
yazmak isterdim size
incecik dizeleri
gümüş dereler gibi
yeşilcik koyaklardan
şırıl şırıl akacak
al ibik horozları
erkenlikten ötüşlü
şöyle kırdan meşeden
köylerden şehirlere
yolları uzandıkça
büyüyen güzelleşen
denizleri kumsalı
dalgalı köpücüklü
al yanaklı kızları
gelincik öpücüklü
mutlu ve şen sevinçli
gökkuşak sarmış başa
doymuş emekcanları
ekmeğe suya aşa
bir türkiye şiiri
yalın ışıklı renkli
doğal güzelliklerle
doğal yüceliklerle
boydan boya donanmış
çirkinlikten pislikten
kötülüklerden kinden
yozluklardan arınmış
önyargısız ve sevecen
özgürce gönülleşen
erdem saygı eşiği
doğruluklar beşiği
çalışkan bir türkiye
şiiri
kardeşlik sevgi
iksiri
yazamadım üzüldüm
yalancı da değildim
ak kağıdın önünde
ağlamaklı eğildim
Yaşar MİRAÇ
<#><#><#><#><#><#><#>
DÜŞÇE
badem pencereli
kavun kapılı
nar kiremitli
balık bacalı
küçücük bir evde
yaz sıcağında
sıcacık bir yerde
kış soğuğunda
çiçecik bir evde
kırlar güzeli
esincek bir evde
eylül geceli
ufacık bir evde
gümüş gülüşlü
tefecik bir evde
erik bir evde
yaşamak yaşamak
yaşamak sen(in)le
isterdim ben de
Yaşar MİRAÇ
|
|
Sağlıklı Yaşamın Püf Noktaları |
Sigarayı bırakınca neler oluyor:
* 20 dakika sonra, kalp atışları düzene giriyor ve vücut ısısı sigara
içmeyen bir insanla eşitleniyor.
* 8 saat sonra, kandaki karbondioksitin %95'i temizleniyor.
* 24 saat sonra, kalp krizi riski azalıyor, sağlıklı insana yakın duruma
geliniyor.
* 2 gün sonra, tat ve koku alma normal insan gibi hassaslaşıyor.
* 3 gün sonra, nefes almak hissedilir derecede iyileşiyor.
* 3 ay sonra, akciğerler %30 daha fazla çalışıyor; içerisindeki kiri de
atmaya başlıyor.
* 1 sene sonra, kalp kafesinden hastalanma rizki %50 azalıyor.
* 10 sene sonra, akciğer kanseri olma ihtimali hiç sigara içmeyen bir
insanla denk oluyor.
* 15 sene sonra, kalp ve tansiyon hiç sigara içmemiş gibi normalleşiyor.
|
HAYAT PAPAĞANI
Bu sefer papağan var ama, papağancı yok! Fakat en güzeli hem papağan var, hem de Temel. Üstelik yer de LA. Beverly Hills’te muhteşem bir butik.
Butik, Temel’in dikkatini çekiyor, çünkü diğerlerine tek tük süper lüks arabalar, limuzinler gelirken, burası arı kovanı gibi. Merakından o da giriyor içeri. İçerde büyük oval altın rengi bir salıncakta, çok güzel, ama çok güzel bir papağan tam bir ev sahibi edasıyla gelenlere.
- Hoş geldiniz bay senator
- Hoş geldiniz reis bey, hoş geldiniz mimar hanım.... diye hitap ediyor.
Tüm gelenler de büyük bir sevgi, hatta saygı ile mukabele ediyorlar. Temel de giriyor giriş sırasına, fakat o da ne, tam papağanın karşısına gelince:
- Sallakk! diyor papağan.
Temel hemen kaldığı otele koşuyor, traş olup en baba elbiselerini giyiyor. Son aldığı “After Shave”ini sürüyor vs....
Tekrar geliyor girişe. Papağan yine herkeslere son derece mültefit ve sıra Temel’e gelince:
- Sallakk! diyor yine papağan.
Temel dosdoğru butik sahibine ve......
- İyi cünler efendum. Ha sizin papağanınızı almaya celdum.
Dükkân sahibi:
- Efendim bizim satılık papağanımız yok.
- La, parasıyla değil midur? Alacağım papağanı.
- Beyfendi bu papağanın çok büyük bir özelliği var. Butiğimize her gelene mesleğiyle hitap eder.
- Ha oni pileyruz.
- Bakın bütün komşu mağazalar dururken biz iş yapıyoruz. Bu papağan bizim varlığımız. Satışı kattiyen söz konusu değil. Ama isterseniz daha yeni üç tane yumurtası oldu. Üç yumurta ve bir kuluçka makinası, size bunları satabiliriz.
Uzun ve ciddi pazarlıklar sonucu Temel astronomik bir fiyata, yumurtaları ve kuluçka makinasını alır ve doğru memlekete.
Aradan tam 21 gün geçer ve birinci yumurta,... çıt, çıt, çıtaak. Temel ne görsün? Yumurtadan bir karga çıkmaz mı? Temel’e ateşler basmış, boncuk boncuk terliyor. Gözü ikinci yumurtada. Çıt, çıt, çatıır... İkinci yumurtadan da bir güvercin çıkmaz mı? Temel delirecek. Son ümit son yumurtada. Etrafta ölüm sessizliği...., son yumurta da kırılır ve huzurlarınızda bir martı, evet bir martı. Temel hırsından delecek bütün duvarları, hemen atladığı gibi ilk uçakla dosdoğru LA. Beverly Hills meşhur butiğe.
Yine her şey aynı. Valide Papağan son derece mültefit gelenleri karşılıyor. Sıra Temel’e gelince:
- Sallakk ! diyor papağan.
Temel’in gözünden nerdeyse ateşler çıkacak:
- La Papağan, penum salak olduğumi pir tek sen piliysun. Ama senin orospi olduğuni Rize dahil tüm tünya pilmektedur!!!
http://www.denizce.com
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://zefrank.com/lp1/
Flash animasyon ve hoş, ilginç çalışmaların olduğu bir site. Yukarıdaki linki tıklayın. Karşınıza çıkan yere istediğiniz bir şeyi yazın sonra"Go" deyin. Görün bakalım neler olacak? Sitede daha pekçok şeyi bulabilirsiniz.
http://slam.teluff.com/frameset.html
Böcek resimleri konusunda kapsamlı bir kaynak öneriyorum sizlere. Benim gördüğüm kadarıyla özellikle sekiz bacaklılar konusunda ciddi gözlemler yapmış arkadaşlar. Bazılarımız ürker veya korkarız; ama sadece esimden bakınca çok şirin görünebiliyorlar :))
http://www.anl.gov/OPA/rube/rubeolive.html
Rube Goldberg 1883-1970 yılları arasında yaşamış Pulitzer ödüllü ve çok yönlü bir sanatçı. Karikatürlerini gördüğüm zaman ilk aklıma gelen kişi zihni sinir olmuştu. Sizin aklınıza kim gelecek bilmem ama; bence mr. Goldberg oldukça başarılı bir sanatçı.
http://www.thesoundoflincoln.co.uk/freak.htm
Kibrit çöplerinden resimler, heykeller yapıldığını görmüştüm ama kibrit kutularıyla ilgili hiç bir çalışmaya şahit olmadım. Hele böylesine marjinal yaklaşımları hiç tahmin etmiyordum. Web sayfasının sahibi hiç üşenmemiş, her bir kibrit kutusuyla tek tek uğraşmış.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
EGG - Easy Gallery Generator v2.1 [728k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105327
Bilgisayarda resimlerle oynamayı sevenler için bir program daha. Resimleri seçiyor, küçük örneklerle web'te yayınlanmaya hazırlıyor veya tarayıcınız yardımıyla kolayca görebileceğiniz albümler yaratıyorsunuz. Kullanımı son derece basit ve hızlı. Pekçok yerini kendinize göre değiştirebiliyorsunuz.
|
|
|