|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 174 |
30 Aralık 2002 - 2003'e Merhaba |
Sevgili Kahveciler,
Nigeria Daily News'dan Mwai Sebekedi, yeni yıl nedeniyle kendilerinden bir gömlek ileride ülkelerin gazeteleriyle ilişki kurup, genel yayın yönetmenleriyle bir söyleşi yapmayı kafasına koymuş. Türkiye'de çalmadık kapı bırakmamış. Maalesef her çaldığı kapı yüzüne kapanmış, anladığıma göre ciddiye alınmamış. O da kalkmış, "Ulen madem gerçekleri ciddiye almıyor, ben de sanallarıyla konuşurum." demiş. Aramış, taramış, "Kahve Molası"nın editörü bendenizi bulmuş. Kendisiyle yaptığımız "çet"irikten röportajın deşifre edilmiş halini aşağıda bulacaksınız. Görün bakalım neler "çet"tirmişiz.
Mwai Sebekedi: Hi, Sir. I wo.. Merhaba beyefendi, biz Afrikalıların durumu malumunuz. Acaba sizin durumunuzda 2002'de ne gibi değişiklikler oldu?
Cem Özbatur: Oh Mwai.. Bak kardeşim önceden anlaşalım, bana öyle politik neyin sorular sormaca yok. Cevaplamak isterim falan neme lazım. Biz daha sizin kadar özgür değiliz. Henüz don paça sokakta gezme hürriyetimiz yok, her aklımıza geleni pat diye söyleyemeyiz.
MS: I didn't... Anlamadım. Siz bizim gibi cıbıl değilsiniz, onu mu demek istediniz?
CÖ: Valla görünürde sizin gibi değiliz. Henüz kıçımızda donumuz, üstümüzde gömleğimiz var ama korumayı becerebilecekmiyiz onu sana şimdiden söylemem zor be Mwaicim.
MS: Neyse, siz de seçim olmuş diyorlar doğru mu?
CÖ: Bak hele neler de biliyorsun sen. Ben bunda bir kinaye seziyorum. Seçim yaptınız da iyi halt yediniz mi demek istedin sen yoksa?
MS: Yok be üstat, seçim yapıp müslüman demokratları işbaşına getirmişsiniz diye duydum da onu şeyttimdi.
CÖ: Bak Mwaicim, abuk subuk konuşup asabımı bozma. Varsa adam gibi soruların onları cevaplıyayım. Hem bizim demokratlar seninkileri yer. Yer dedimde aklıma geldi, siz de yamyamlık var mı hala?
MS: Yok be kardeş, nerde o eski tatlar, artık sebzeyla idare ediyoruz. Zaten yenecek kıvama gelenlerde oraya buraya futbolcu diye kaçıyorlar.
CÖ: Aaa, bilmezmiyim, biz de var epeyce sizden gelen futbolcu. Biz de onları pişirip pişirip birbirimize kakalıyoruz, iyi mi?
MS: Cem Kardeş, sizin Avrupalı olacağınıza dair masallar anlatılıyor Afrika'da. Aslı var mıdır?
CÖ: Sen bizi ne sandın Mwaicim, biz Viyana kapılarına dayana dayana, Avrupayı komşu kapısı eyledik. Onlar bizi almamakta direndikçe, biz de genetik patlamayla usul usul giriyoruz koyunlarına. Gün gelecek bakacaklar ki, biz zaten ordayız, vazgeçecekler direnmekten, alıverecekler. O günleri bekliyoruz.
MS: Ne yani kaçak mı giriyorsunuz Avrupa'ya. Vay be, ben de bir biz kaçak gideriz oralara sanıyordum.
CÖ: Yok be Mwaicim, biz 2-3 milyon öncü birliği seneler önce yollamıştık oralara. Şimdi onlar çoğala çoğala Avrupayı dolduracaklar, bizim oraya gitmemize gerek kalmıyacak anlıyacağın. Biz Avrupalı olamadık, bari onlar Türk olsunlar di mi ama?
MS: Valla siz aklınızla bin yaşayın. Ben bunu bizimkilere de söyliyeyim hemen. Ekonomi ne durumda Cem Abi?
CÖ: İyi iyi, deniz de patates, biz de para! Hem sana ne bizim ekonomimizden, sen kendininkine baksana.
MS: Öyle deme abicim, burda işler epeyce kesat. Gazete maaaşları iade gazete ve tutkal olarak ödüyor, biz de kesekağıdı yapıp pazarcılara satıyoruz. Sizin pazarlara kadar ulaşan kardeşlerimiz var. Hani diyorum senin gazetede bana bir iş ayarlasan da bende gelsem oralara.
CÖ: Ulen anlamıştım ben bunda bir bityeniği olduğunu. Allah bilir sen Nijerya'da bile değilsindir.
MS: Valla bildin abicim. Ben Cihangir'deyim. 1 yıl önce geldim, kaldım buralarda. Salıpazarında yılbaşı ağacı süsü niyetine çam kozalağı boyayıp satıyorum.
CÖ: Hadi Mwaicim beni meşgul etme, kelin merhemi olsa kendi başına sürer. Sen devam et kozalak boyamaya. Ben de şu yılbaşı sayısını hazır edeyim. Kahveciler beklerler. Sen de kutla bakalım onların yeni yılını.
MS: Heri Za Mwaka Mpyaº Kofeciler!?...
CÖ: İnşallah kötü birşey dememişsindir, seni zabıtalara şikayet ederim ona göre.
MS: Yapma be kardeş, ekmeğimle oynama. İnternet Cafeci dükkanı kapatıyor, kaçmak zorundayım. Çettiri için teşekkür ederim Cem Abicim, beklerim pazardaki sergime. İndirim yaparım sana.
CÖ: Hedi lennn
Kusura bakmayın dostlar. Galiba elin maskarası olduk, Allah sonumuzu hayretsin. Hepinize 2002'yi aratmayacak, mutluluk, huzur, sağlık, başarı dolu, güzelliklerle bezeli bir 2003 diliyorum. Umutlarınız tükenmesin, yüzünüzden gülücükler eksik olmasın. Herşey gönlünüzce olsun.
MUTLU YILLAR
Önümüzdeki yıl buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın, dansedin, gülün, oynayın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Misafir Odası : Tanju Akdeniz Bir yıl daha bitiyor. |
|
Kimimiz bir yıl büyüdü, kimimiz bir yıl yaşlandı. Kimimiz yaşamın içine daha bir çekildik, kimimiz ölüme bir yıl daha yaklaştık.
Güldük, üzüldük, kahrettik, sevindik, sevdik, sevildik, nefret ettik, terk ettik, terk edildik, hasta olduk, doğduk, öldük, coştuk, çağladık, aşık olduk, pişman olduk, özür diledik, yalan söyledik, aldattık, aldatıldık, kızdık, kıskandık, kahkahalar attık, bağıra bağıra ağladık. İç çektik sessizce, gözyaşları döktük kimi zaman sevinçten, mutluluktan...
Uyuduk kimi gün saatler boyu. Güneş hiç batmasın istedik bazen, gece hiç bitmesin ya da. Sabahladık kırpmadan gözümüzü. Kanepede sızdık, sohbet ettik, sarhoş olduk, sarıldık, kavga ettik, seviştik, küstük, özledik. Kalbimiz yerinden fırlayıverecekti kimi kez heyecandan, kimi kez alevler saçtı soluğumuz. Kimi kez sevdiğini söyledi dilimiz, kimi kez kırdı kalpleri, yok etti dostlukları...
...
Bir yıl daha bitiyor. Tıpkı diğerleri gibi...
Tıpkı batmasını hiç istemediğimiz güneşin bize hiç aldırmadan dağların ardında yitişi gibi. Tıpkı sevgililerin terk edişi gibi. Tıpkı yıkılmaz sanılan surların yere serilişi gibi. Tıpkı dostlukların bir anda yok oluşları gibi... Bir gecede olup bitiverecek hepsi.
31 Aralık gecesi yeni bir yıla hazırlanacağız. Bir araya geleceğiz sevdiklerimizle. Tazelenecek aşklar, sevgiler, dostluklar, arkadaşlıklar. Telefon edeceğiz uzaktakilere, ya da mesaj atacağız. İyi dilekler dileyeceğiz birbirimize onikiye beş kala. Yeni bir gün doğacak ufukta. Kabı paramparça olmuş, sayfa uçları kıvrık eski defterlerimizi atacağız bir kenara. Yeni defterler alacağız. Kırmızı, mavi selofanlarla kaplayacağız. Ataşlar tutturacağız sayfa uçlarına. Yeni sayfalar açacağız. Tertemiz, bembeyaz sayfalar...
Ne güzeldir yeni defterler. Dupdurudur. Mis kokar. Kalem ucu özenle sivriltilmiştir besbelli. İncitmekten korkan, zarif dokunuşlarla yazılıdır ilk kelimeler. Sevgiliyi ilk kez öper gibi. Usulca, nazik, tereddütlü...
Peki ya sonra? Sonra büyü bozulur yavaş yavaş. Köşeler kıvrılmaya başlar hafiften. Çıkarttığı sesler değişir sayfaları çevrilirken. Biz onu kullandıkça, o incelir. O hafifler arttıkça içindeki kelimeler. O bilgeleştikçe, biz ondan uzaklaşırız. Kıvrılır sonunda bir boru gibi, iner bir başkasının kafasına şakacıktan da olsa. Bir sopadan öte birşey değildir artık. Parçalanmıştır kabı. Kirlidir buruşmuş sayfaları. Toz kokar. Yorgundur. Bir kenara atılmayı bekler sessizce. Son sayfasına dek kendini kullandırdıktan sonra...
Yeni bir yıl daha geliyor. Tıpkı diğerleri gibi?
Tanju Akdeniz
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Bir yılbaşı hikayesi
Merhaba sevgili dostlar,
Bugün yılın son günü, öyle böyle bir yılı daha bitirdik. Öncelikle herkese sevdikleriyle birlikte, istediklerinin olacağı, sağlıklı, mutlu bir yıl dilerim, inşallah her şey gönlünüzce olur.
Bugün ben size yıllar önce bir yılbaşında benim ve arkadaşlarımın başından geçenlerden bahsedeceğim. Bahsedeceğim yılbaşı 1982 yılına ait. Ben o zamanlar çakı gibi serseriyim, pederin dükkandan kovup yüzüme bile bakmadığı zamanlar, ben de ne yapayım arkadaşlarla birlikte kahveye takılıyorum. O zamanki en yakın arkadaşlarım Orhan ve Zeki. Mahallede birlikte büyüdük, ikisi de çekirdekten hergele, itin arka bacağı cinsinden adamlar. Orhan ve ben aynı yaştayız, ilkokulda birlikte okuduk, yani okuduk lafın gelişi öyle gittik geldik işte. Sonrasında da Orhan'ın bir kaç sene Ankara'da teyzesinin yanında kalması dışında hep birlikte takıldık. Bizim Orhan hasta Orhan Gencebay hayranı, kendi adı da Orhan ya, iyice havaya girip onun gibi ince bıyık bırakmış, böyle ağır dolaşır dururdu. Herkes onu Orran abi diye çağırırdı, bayılırdı. Zeki sonradan tanıdığımız bizden küçük, birinci sınıf bir düzenbaz. Adamın tanımadığı, dolandırmadığı yok, ama öyle tatlı dilli bir oğlan ki, her seferinde paçayı kurtarır, adamı seni dolandırdığı için dövmeye gidersin, ağzından girer burnundan çıkar bir de üste para verip gelirsin, öyle bir it yani.
Biz o zamanlar mahallede bir kıraathane var oraya takılıyoruz, sahibi vaktiyle Almanya'da çalışmış son derece uyanık, çalışkan, iyi kalpli Halil abi. Halil abi bize hep iyi davranır, ara sıra para almaz, ara sıra cebimize para sıkıştırır, hep bizi gözetirdi. Biz de sabah mesaiye gelir gibi erkenden damlar, biraz ona yardım eder daha sonra mevsimine göre ya içeride oturur, ya da kapının önünde öyle dikilir dururduk. Dikilmek deyince abarttığımı sanmayın, mahalleli birbirine "Hüsam'la Orran'nın dikildiği kahvenin önünden sola dön, doğru yürü" gibisinden tarifler verirdi, öyle sağlam dikilirdik yani. Gün içinde yaptığımız en önemli iş okullar açıkken paydos zamanı kız lisesinin önüne gidip aralarında kız kardeşimin de olduğu mahallenin kızlarını almak, onları önümüze katıp arkalarında çağanoz gibi yan, yan yürüyerek eve getirmek olurdu.
Neyse lafı uzatmayayım, yılbaşına doğru Halil abinin aklına bir fikir geldi, Almanya görmüş adam ya, yılbaşında kahvenin ortasına bir çam ağacı koyacakmış bir de o akşam şarkılı, türkülü yılbaşı gecesi yapacakmış, hem mahalleli gelsin eğlensinmiş, hem de Halil abi üç beş kuruş kazansınmış. Önceleri "müslüman mahallesinde salyangoz olur mu" gibisinden sesler çıktı, ama bir yandan da mahallelinin ilgisini çekti. Halil abi de bu işi yapmaya karar verdi ve hemen bizim gibi kahveye takılan ipsizleri topladı, hepimize iş buyurdu, el emeği olarak da üç beş kuruş vadetti. Hepimiz balıklama atladık ama ne yapacağız bilmiyoruz, hiçbirimizin elinden kağıt oynamaktan başka iş gelmiyor.
Halil abi hemen işleri taksim etti, bizim gibi aylak Ayı Selim ve arkadaşlarına çam ağacı bulup getirme işi verdi, bize de nedense çam ağacını renkli ampullerle süsleme işi düştü, birileri de kahveyi süsleyecek falan. Ayı Selim'in işi kolay, gidecek ormana, oranın yerlisi hemcinslerinden rica edecek alacak bir çam gelecek, zor olan bizimki. Tabi biz "anlamayız" falan diyemedik, "eyvallah abi yaparız" deyip arpacık kumrusu gibi düşünmeye başladık. Bir yandan da böyle fenni bir iş bize verildiği için hafiften havaya girmedik değil ama ne bok yiyeceğimizi bilmiyoruz, hayatımızda ampul değiştirmişliğimiz yok, bir de öyle biri yanan, öbürü sönen lambaların olduğu tesisatlar kurucaz. Biz görevi alınca hemen bir kenara oturduk, bir birimize öyle manalı, manalı bakıp duruyoruz, sanki bişey düşünüyormuş gibi gözlerimizi kısıp kafa sallamalar da cabası. Dışardan bakan birisi bizi kafadan matematik problemi çözüyor sanır, öyle derin düşünüyoruz yani. Baktık olmayacak boş düşünmekten kafamız yarılacak, ertesi gün buluşmak üzere sözleştik, hindi gibi düşüne, düşüne evlere dağıldık.
Ertesi gün, Zeki şahane bir haberle geldi, bunun uzaktan şöyle bir tanıdığı elektrikçi varmış," gidelim onunla konuşalım" dedi, uçarak gittik, adamı bulduk. Biz o kadar cahiliz ki mevzuyu bile adama zor anlattık, adam "tamam kolay yaparız" dedi. Biz başka birisinin yapmasını delikanlılığa yediremediğimiz için adamı bize önce alınacakların bir listesini çıkarmaya ikna ettik. Malzemeleri ondan alıcaz, bütün bağlantıları o dükkanında yapacak, bize iyice tarif edecek biz de sadece götürüp takacağız, plan mükemmel yani. Hemen koşarak kahveye gittik, Halil abiye listeyi gösterip para aldık, listeyi gören Halil abi "aferim çocuklar, iyi çalışıyorsunuz" dedi, "eyvallah abim" cevabını yapıştırıp koşarak elektirikçiye geri gittik. Adam parayı aldı, "tamam, yarın öğlen gelin alın" dedi. Biz sevinçle çıktık, şimdi kahveye gitsek çalışmadığımız anlaşılır diye akşama kadar başka yerlerde dolaştık durduk.
Ertesi gün öğlen dükkana damladık, hakkaten adam herşeyi hazır etmiş, bir de planlar falan çizmiş, bize anlatıyor ama ne mümkün, onlar bize uzay gemisi planı gibi gözüküyor. Adam baktı bişey anlamıyoruz, sinirlenmeye başladı, bize "yahu kardeşim bu fişi prize takıcan işte, ne var anlamıycak" diye bağırıp duruyor. Biz terleye, terleye "tamam abi, onu, şeye şaapıcaz" diye zırvalıyoruz. Baktı olmayacak, şöyle bir plan yaptık, biz malzemeyi alıp gidicez, ağaç gelince ona haber vericez o müşteri gibi kahveye gelecek, biz göya onla orada arkadaş olup "abi bir ucundan tutsana" diyeceğiz, o da çaktırmadan işi yapacak. Bunlar hep Zeki'nin akıllları, benim aklıma hiç bir şey gelmiyor, Orran ise zaten bu dünyada değil, içinden "gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar"ı söylüyor, müziğe uygun elini kolunu oynatıyor, ağır hareketlerle orada varmış gibi yapıyor. Zeki uyanığı olmasa tam sıçtık yani.
Yılbaşından bir gün evvel, yani 30 Aralık günü biz öğlene doğru kahveye gittik ki, o ne. Ayı Selim ve arkadaşları bir çam ağacı getirmişler ki o kadar olur. Ulan nereden buldu bu herifler bunu, çevresini el ele tutuşan beş, altı adam zor döner, hani içinden orman hayvanatı fırlasa şaşırmamak lazım. Nerden buldukları gibi, bunu içeri nasıl soktukları da bir hayret konusu. Getirmişler kahvenin ortasına dikmişler, tavana kadar çıkmış, hatta belli ki ucundan da epeyce kesmişler. Ayı Selim ve avanesi keyifleri yerinde, elleri belinde bakar dururlar. Halil abinin de keyfi yerinde "sağolun çocuklar" diye onlara çay üstüne çay gönderir. Selim ayısı bize uzaktan manalı manalı bakar "sizi de görelim" gibisinden. Bizim moraller bozuk, kalktık gittik malzemeyi aldık geldik, adam da sözleştiğimiz gibi bir saat sonra gelecek.
Malzemeyi aldık geldik ama onlar bize bakar biz onlara, Halil abi de işi yok gibi geldi tepemize dikildi. O bakarken iyice elimiz ayağımıza dolaşıyor, bir iş yapıyor gözükmek için ampulleri renklerine göre yan yana diziyoruz, bozuyoruz tekrar diziyoruz. Baktık olmayacak Zeki Halil abiyi bir bahaneyle uzaklaştırdı, bir süre sonra adam da geldi, hemen bize yakın bir masaya oturttuk ve işe başladık. İşe başladık diyorum ama halimiz Şarlo filmi gibi. Önce kazasız belasız ampulleri yerleştirdik, ampullerin hepsinin ucunda kısa bir kablo var, biz bu kabloları başka bir kabloya birleştire birleştire göya tesisatı kurucaz. Adamcağız bize kısık sesle talimat veriyor "o kabloyu al, yukarı doğru çek, o mavi lambaya bağla, onu değil ulan öbür kabloyu" diye söylenip duruyor. Bir saat sonra bizde de adamda da hal kalmadı, adam artık kısık sesi falan bıraktı "oğlum, geçir o kabloyu, bağla işte o kırmızı lambanın ucuna, ulan Allah belanı versin, kırmızı dedik, onu da mı bilmiyon" diye sövüp sayıyor. Zeki ve ben kan, ter içinde koşturuyoruz, Orran adisi ise yavaş çekim dolanıp duruyor, iki ara nağme arasında bize "o değil oğlum kırmızı" diye akıl öğretiyor. Böyle saatlerce boğuştuk, iş artık iyice zıvanadan çıktı, adam kalktı kendi bağlamaya başladı, Orran'ı gönderdik Halil abiyi oyalasın diye, biz de gövdemizle adamı perdeliyoruz, bir yandan da göya ona yardım ediyoruz. Sonunda iş bitti, adam söve, saya gitti. Gitmeden de bize lambaları nasıl yakıp söndüreceğimizi gösterdi, yaktık, söndürdük, her şey tamam. Halil abiye gösterdik, başkasına yaptırdığımızı anladığı halde hiç renk vermedi, "sağolun çocuklar" dedi. Biz de çalışmadığı için Orran'ı döve, döve evlerin yolunu tuttuk.
Yılbaşı günü, akşam sekiz gibi mahalleli toplanmaya başladı, epey de gelen oldu. Halil abi mahallenin karakolundan bir gün için içki izni de almış, masaları falan hazırlamış, herşey hazır. Biz de geçtik arkalarda bir yerde bekarlar masasına oturduk, ufaktan demleniyoruz. Bir de havaya girdik, ara sıra gidip ağacın etrafında eller belde makinist edasıyla dolanıyoruz, hani ters bir durum var mı diye, olsa ne yapacağız onu bilen yok. Vakit ilerledikçe herkes iyice keyiflendi, tam gece yarısı lambaları söndürdük, hele bizim ağacın lambalarını defalarca yakıp söndürdük, her defasında içim hop etti ama bir sorun çıkmadı.
Yılbaşı kutlamasından sonra ortadaki masaları boşaltıp oynamak için yer açıldı ve herkes ortaya döküldü, her zamanki gibi "ay ben bilmem" diye çeke, çeke ortaya getirilenler çengilere taş çıkartacak şekilde oynamaya başladı. Hele Halil abiyi görmelisiniz, zorla getirdiler, adam kıravatı kafasına, ceketini beline bağladı kıvırır durur, keyfine diyecek yok. Daha sonra pek çok aile gitti, meydan bize kaldı ve eğlence kontroldan çıktı. Halay çekilmeye başlandı, halay başı ise içkiden iyice sapıtmış Ayı Selim, halaydakileri yük katarı gibi takmış peşine çevirir durur, o bir adım atıyor, diğerleri beş adım, yalan yanlış, bağıra bağıra dönüp duruyorlar. Bir bokluk çıkacağı halayın dönüş hızından belliydi, baştaki ayılar kocaman adımlarla koşuyor, uctakiler sürüklenerek onlara yetişmeye çalışıyor. Ayı Selim'in sürat rekoru kırmasına az kala birden ayağı takıldı ve koca gövdesiyle doğrudan çam ağacının dibine doğru yuvarlandı, diğerleri de domino taşları gibi peşinden. Önce araba çarpışması gibi bir ses çıktı, sonra koca ağac sallandı ve bizim ampuller olmuş armut gibi patır, patır düşmeye başladı, yere düşen patlıyor, sağa sola kıvılcımlar fışkırıyor. Herkes korktu, çığlık kıyamet bağırıyor, işin kötüsü ağaç alt dallarından resmen alev aldı, yanıyor. Herkes kapıya koşuştu, bizim Zeki anında pencereden çıktı, Orran'ın olayı anlayıp kaçması için epey bir süre gerektiği için o oturuyor, bilahere kaçacak.
Ben askerdeki son dört ayımda itfaiye bölüğündeydim, sabah, akşam gerekli, gereksiz yangın söndürme talimi yapardık, o hale gelmiştim ki biri yanımda çakmak yaksa "nasıl söndürürüm" diye düşünürdüm. O zamanki talimlerin faydası oldu, hemen fırladım önce Selim ayısı ve diğerlerini ağacın dibinden çektim çıkardım, sonra duvardaki yangın söndürücüyü kaptım, ağacı bir güzel söndürdüm, sonra koştum camları açtım, hava ceryanıyla duman falan kalmadı. Yangın söndü ama gecenin de tadı kaçtı, ben en çok ampulleri sağlam takmadık diye kendimizi suçluyordum ama başkaları ve Halil abi öyle düşünmedi, hatta yangını söndürmüş olmam mahallede günlerce konuşuldu. Hengame bitince hemen Zeki'yi fırçaladım "ne kaçtın gittin lan" diye, "itfaiye çağırmaya" gitmiş, öyle söyledi. Orran abimiz ise karizmasına yakışır şekilde olayın başından sonuna soğukkanlılığını korudu, hatta "geçmiş olsun" diyenlere elini göğsüne götürüp "eyvallah" demeyi de eksik etmedi. Halil abi bir daha böyle gavur işi eğlencelere tövbe etti, Ayı Selim kendisini ölmekten kurtardığımı sanıp artık hürmette kusur etmedi.
Eğlencesiyle, kazasıyla, yangınıyla yine de güzel bir yılbaşı geçirdik.
Sizlere tekrar keyifli bir yılbaşı ve mutlu bir yıl dilerim.
Hüsamettin Gezer husam@polygon.com.tr
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Yılbaşı Kısmeti |
|
Üç beş sene öncesine kadar benim için çok önemli olan bu güne günlerce önceden hazırlandığımı, hediyeler paketlediğimi, şirket içi çekilişler düzenlediğimizi düşünüyorum da, son yıllarda çocukların süsleme faaliyeti için, yılbaşı ağacını salona taşımaktan başka bir katkım yok gibi yeni yıla. En son dört sene önce bir kaç arkadaşımızla ambiyans parfüm esans kokan kutlamamız yılbaşı münasebetiyle yaptığım son hoşluktu galiba. Geçen günkü yılbaşı yazımdan hatırlayacağınız gibi, bekarlığa yirmibir sene veda ettiğim yılbaşı gecesine ait idi, şimdi yazacağım hikaye ise, bekarlığa tekrar hoşgeldin dediğim ilk yılbaşı gecesini anlatıyor. Akıllanmış mıyım acaba okuyun da siz karar verin.
'Giyimde hoşluk yapıyoruz, ona göre' dendiği için dekolte tuvaletler içinde, kırmızı cam ayakkabılarımla, giyimde kopararak katıldığım davette aslında kendi çapımda pek eğlenmiştim. Elit ve modern havaya sıradan ve demode kaçmasın diye tek bir noel baba minyatürü olmadan, kafama karton şapka takamadan girdiğim o yıl, pek kelek geçmişti. İçeriye girince kapıda bizi Avusturya yaylı sazlar beşlisi bir sonat ile karşılıyordu. Hiç unutmam sonat molasında 'Yaşar/ Kuşlar' kasetini koydulardı. Sonat arası Yaşar'ın kuşu??? ne alaka dediniz dimi... Biz de dedik. Kanlıcada boğaz kenarında Türk filmlerinden hatırlayacağınız duvarları kuş resimli, kuşlu yalıda olmamızdan başka bir alakayı biz de kuramadık.
Gece saat onikiyi vurduğunda ellerimizde şampanyalar yalının verandasına boğaza karşı dizildik... Hakikaten çok hoş bir manzara vardı doğrusu... Gökte dolunay boğazın sularını aydınlatırken, ikinci köprünün gölgesi karşıya yol oluyordu. İstanbul'un semalarında havai fişekler ardı ardına patlıyordu. Bu manzara karşısında sevenler başka türlü karşıladılar yeni yılı ne yalan söyliyeyim. Tam biz huşu içindeyken sessizce bir gezi motoru yanaştı yalıya... 'İçinden kim inecek', diye merakla tekneye bakarken, birden alev almaz mı? Alev alev yanıyor tekne... Çığlık bağırış kıyamet koptu...
Yavaştan alevler azaldı ve yine alevlerden oluşan dev bir yazı belirdi teknenin üstünde, 'BENİMLE EVLENİR MİSİN'...
Wowwww.....
- Evettttt!!!! diye avaz avaz bağıran bir kadın sesi duyuldu...
Herkes dönmüş bana bakıyordu.... Evet ben bağırdım ne olmuş, saat tam oniki ve de ayağımda cam ayakkabılar var. İki teki de ayağımda ama olsun, ben yine de bağırdım ne olur ne olmaz dimi, kısmetin nereden geleceği belli mi?. Bakın gördümüz mü, hala akıllanmamışım. Hemen evettt!! Deli mi ne?
Neyseki birileri bana doğru deli kadını, prensin dudaklarına evet diyen kadını gösterdi... Sonrası aile faciyası tabiii, ucuza gittik, ucuza muhabbeti..
- Bakın ne erkekler var gördünüz mü?
- Karıcım sen bin dolarlık operasyona evet diyecek kadın mıydın aşkolsun?
- Evet.. Evet... Evet... Bin dolar kere evet...
Damadın teklifinin hoşluğu tartışılır fakat teklif ediş biçimi hoştu valla. Bir de yanan yazının mazotu bitip de, manzarayı bozan duman, pis pis kokmasaydı daha hoş olacaktı. Bu da evliliğin gerçeği işte. Mazotu bitip, ateşi sönünce illaki ortalık toz duman olacak, illaki pis kokacak.
Her neyse duman falan derken, ambiyans parfüm esans bozulunca kadehleri acilen tokuşturup, son sürrat eve koştuk üç beş kişi. Üstümüzdekileri fırlatıp, kahveleri elimize alıp koltuklara yayıldık. Oh be dünya varmış.
Artık yılbaşı akşamları evden dışarı çıkmıyorum. Ne olur ne olmaz di mi? Kısmetin nereden geleceği belli mi?
mehtap_akdeniz@yahoo.com
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu |
Bir Yeniyıl Kutlaması
- Canım, yilbasina nerede girdin ?
- Yurt dışında canım...
- Oooooo, ne güzeeeel, nerede peki ?
- Riyadh!!!
- Nası yani ???????
Suud günlerini anlatmayı belki bir baska yazıya bırakıcam ama 2003'ün hatırına biraz 2002'ye giristen bahsediyim.
Birkaçgün öncesinden Abi'ler ile haberleştik. Burada herkes Abim. Ali Abi saolsun bize evini açtı. TRT-INT bir tek onda var!!!. TRT seyretmem, TV ile de aram cok yoktur; buyuk konusmamak lazim, Suud'da insan herseye alisiyor.
Yaaa bana kalsa zaten erkenden yaticam, hic icimden gelmiyor kutlamak falan. Kafam karisik, özlemlerim var, depresyonist akımlarda geziyorum. Ama Abilerimi de çok seviyorum, herkes zaten ayni sıkıntılar içinde. Patalojik olmamam lazim, onlara katilmam lazim...
Eee o zaman napıcaz toplanalım...
Saçı sakalı salmıştım ama biraz şekil verdim kendime.
Kaptim Gitari tuttum Ali Abinin yolunu. Marketten de Bira (Alkolsüz) ve Saudi Champaign alındı. Haydi bakalım gidiyoruz...
Ilk ben gelmişim. TV açık, Mehmet Ali şaklabanlık yapıyor. Bekliyoruz diğer arkadaşlar gelsin diye. Geldiler....
5 kişiyiz. Herkesin yüzünden düşen bin parça ama kimse belli etmek istemiyor. Tamam bir arada olmak güzel ama ya uzaktaki aşklarımız, sevdiklerimiz, ailelerimiz... Metin Abi, tecrübeli, 20 senesini yemiş burda. En az o belli ediyor... Ben B.k gibiyim. Henuz 5 aylıkım!!!
Birde Amerikalı var, Ted... Ted Şarap yapıyor. Gizli... Sürekli kafası iyi. İş yerine sarhoş gelmek gibi bir ayrıcalığı var. Ah gözünü sevdiğim 'Amerikan Vatandaşlığı'... Biz yapsak, Batha Meydanında söğüş olarak dilimlenip, uçağın kargosunda eve geri gönderirler, o hala tek parça duruyor.
Kimimiz biraları götürüyor, kimimiz Ted'in şarabını. İşin komik yanı, Alkolsüz Bira içenlerinde kafası iyi olmaya başladı. Ted diyor ki, Alkolsüz Bira, aslında alkollüsünden damıtılarak yapılırmış; o yüzden içinde 'çok az' kalırmış. Ben o 'çok az' kısmı bulmak için sürekli içiyorum,
Alkolsüz Bira x N = Alkollü Bira
Formülünü çözücem ya....
Gece yarisini devirdik. Herkes karisi, colugu cocugu ile konusuyor.
Bastımı beni bir efkar.
Herşey üzerime üzerime geliyor.
Ev arkadaşım Gitarımı aldım, kapadım TV'deki şaklabanlığı. Herkes zaten ailesi ile konuştuktan sonra iyice gevşemişti.
Ayrılık, Bu Kalp Seni Unuturmu, Samanyolu, Arkadas derken, Ted icinde Hotel California, Yesterday çalındı.
Hava daha da ağırlaştı...
Yok bu böyle olmaz. Bişiler yapmam lazımdı. İçimden neşeli bişiler çalmak da hiç gelmiyor zaten.
Offff ya offfff..
Attım gitarı,
- Millet hadi hooop masaya, Briç oynicaz dedim.
Ted zaten sızmış. Biz toplandık, kareyi kurduk. Yılbaşını olabildiğince unutup, Her Perşembe akşamı yaptığımız gibi Briç'e daldık.
İyi ki daldık, çünkü, daha önce daldığımız yerden çıkmak gerekiyordu.
Çıkmışmıydık acaba?
Bilmem ki. O derin sulardan çıkarken yenen 'Vurgun' hala acıtıyor.
Cüneyt Göksu cuneytgoksu@usa.net
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_42.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 2.943 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
Bir Yılbaşı Gecesi
Niye geldin 47 senesi?
Sanki geçen yıldan memnun muyduk?
Uzak düştük bütün ahbaplardan,
Ne ısındık, Ne doyduk.
Çocuğumun elindeki ekmek
Ben laf söyledikçe azaldı,
Bu yüzden şiirler ceplerimde
Her zaman yarım kaldı.
Gün geçtikçe zayıfladı karım,
Gün geçtikçe işimden soğudum.
Öyle zamanlar oldu ki
Yaşadığımı unuttum.
Hey sokaklar uçup giden sokaklar
Bir zaman bende gezerdim.
Çarşı Pazar kalabalık gördüm mü
Korsan gibi dalıp girerdim.
İnanılmaz genişlikte çayırlar görmüştüm
İnanılmaz mavilikte denizler.
Kızlar vardı diri, pırıl pırıl
Sudan yeni çıkmış balığa benzer.
Öyle kadınlar gördümki koy başını göğsüne
Yaz günlerini yaşa.
Hey hovardalık günlerim benim
Geri gelmez bir daha.
Arkadaşlarım da oldu zaman zaman,
Çoğu hergele çıktı.
Öylesini gördüm ki bazen
Altın gibi çocuktu.
Boş ver filan oğlu filan
Yılbaşı gecelerinde tasalara boşver!
Bilmezmisin rüzgar estikçe
Çiçeklerin kokusu uçar gider.
Bilmez misin ağaçlar sallandıkça
Meyveler dökülür yere,
Gün olur yeniden bahar gelir
Dünyamız yeşerir birden bire.
Hoş geldin yılbaşı gecesi
Geçen yıllardan da memnunduk,
Gelecek günleri düşündük de
Hem ısındık, hem doyduk
Cahit Külebi
<#><#><#><#><#><#><#>
MIRILDANDIKLARIM
Kırdın mı incittin mi birilerini
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler?
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
Giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hâlâ sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
Ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
'İçtenliğin' ya da 'dünya görüşünün' kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hâlâ bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz
Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
Senin ve benim , yani bizim için...
Murathan MUNGAN
|
|
Camijumping
ONUNCU YIL KUTLAMASI
Sosyetenin göz bebeği bir restoran, her ikisi de çok şık. Ne de olsa dile kolay onuncu yıl. Masada hoş bir mum, şaraplar yudumlanıyor, katreler yudumlanırken eller ellerin içinde, gözler gözlerin, her şey mükemmel. Derken kapıdan muhteşem bir kadın giriyor. İnanılmaz bir varlık, taş.., taş.., hatta taş ötesi bir yaratık. Koskoca lokantada hoş, hatta gıpta dolu bir sessizlik. Gözler kadında.
Metr, son derece saygılı, kadının bir buçuk adım önünde, hafif öne eğik, yan yan, masasına doğru götürüyor. Tam bizimkilerin masasının önünden geçerken kadın hafif bir gülücük atıveriyor adama.
Adam sakin fakat, kadın çıldırmış vaziyette:
- Kim bu kadın ? diye soruyor neredeyse tıslayarak.
- Metresim, diyor adam yine sakin bir tavırla.
Üstelik çıkabilecek bir rezaletin de farkında. Usulca:
- Bana bak, en ufak bir rezalet çıkartırsan, altındaki Grand Cherokee Jeep’ini, aylık 5.000 dolar harçlığını ve de tüm ek giderlerini unut.
Ortalık sakinliyor, yemek güzel, müzik güzel fakat akşamın eski havasından eser yok. Derken bu sefer kapıda bir başka afet daha beliriyor. Bu da çok iyi... Misafirlerde yine bir sessizlik. Metr her zamanki zarafetinde masasına doğru eşlik ediyor kadına. Kadın masanın yanından geçerken, yine hoş bir selâm....
Gece tamamen rezil olacak. Kadın, sinirli bir ses ve titreyen dudaklarla soruyor:
- Bu da mı senin metresin ?
- Hayır, bu Selâmininki
Birden buzlar çözülüp her şeyler rahatlayıveriyor.
- Bizimki daha güzelmiş !
http://www.denizce.com
|
|
|