|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 176 |
3 Ocak 2003 - En gerçeği tekmili birden burada! |
Merhaba Kahveciler,
Geçtiğimiz hafta gazetelerde köpek yavrularını emziren bir hatunun boy boy fotoğrafları çıkmıştı hatırlarsınız. Hay Allah demiştim kendi kendime. Bu günleri de mi görecektin. Bunca masum süt diye inlerken, şanslı minik havhavlar sıcak, yumuşacık mekanı bulmuş demleniyorlar. Yorumlar da ilginçti hani. Vay be olurmuymuş? Etiğe aykırıymış, sıhhi hiç değilmiş, hatun kafayı yemişmiş, falan filan. Konuyu tam unuttuğumu sandığım bir anda, aynı konunun çok değişik bir biçimde karşıma çıkmasıyla, aşağıdakini okumanız farz oldu, kurtuluşunuz yok.
Efendim 31 Aralık annemle, babamın evlilik yıldönümüdür aynı zamanda. Benim yaşımdan 1,5 yıl fazladır, her yıl kutlanan bu çifte bayram nedeniyle çoluk çombalak gene bir araya geldik. Muhabbet dönüp dolaşıp herzamanki yerine, yani annemle babamın tanışma faslına geldi. Devamında bir de istemeye gittiklerinin hikayesi var ama ben şimdilik size tanışma törenini anlatmakla yetineceğim. Bunca senedir benim bile ilk defa duyduğum bir gerçeği, magazin medyamızın gözünün içine sokacağım.
Annemle babam arasında 9 yaş vardır, üzerinize afiyet. Uzaktan akraba oldukları gerçeğini bir türlü kabul etmek istememişimdir. Kolay mı canım, akraba evliliği ürünü olduğunu sineye çekmek. Hoş kabullenmekte işe yarardı. Sıkışınca, "Üzerime varmayın, ben akraba evliliğinden olmayım." der çıkardım işin içinden. Neyse, tavşanın suyunun suyu gibi bir açıklamayla yüreklerimize her seferinde su serpmiştir babam. Ancak gene aynı hikayenin bir diğer bölümünde, annemin babamın kucağına doğduğu, babamında annemin kulağına dua okuduğu rivayet edilir. Artık dua mı okudu, aşk namelerimi söyledi, orasını fazla açık etmezler. Hoş annem henüz hatırlayabilme yaşlarına gelmemiş, daha 1 günlük bebek garip. Ne bilsin akraba deyip bağrına basıldığı adamla gün gelip başgöz olacağını. Eh işte, babam 9 yaşındayken göz koyduğu bebeği, ancak 16 yıl sabredebilip, 16 yaşında kendine eş olarak seçmiş. Yalnız bu 0-16 yaş arası tam bir muamma. Yani bu arada doktorculuk oynayıp oynamadıkları konusunda bir bilgi yok. Ya da var da bizden saklamayı bunca sene başarabilmişler, helal olsun onlara. Neyse lafı uzatıp sündürmeyelim. Bu tavşan suyu akrabalığı nedeniyle, doğal olarak, annemim yakın akrabaları da babamın tavşan suyu akrabaları oluyorlar. Amca, dayı arada karışsa da farketmiyor, zira annemgillerden dayım, babamgillerden amcam rahatlıkla olabiliyor. Mekan küçük olduğu için, kimin eli kimin cebinde, kim kiminle nerede, kim kime vurgun, biline, çaktırılmaya yaşanıp gidiliyor Kayseri'nin Pınarbaşı'sında.
Günlerden birgün, annemin teyzesi, babamın tavşan suyu Şükriye Ablası, en büyük oğlunu doğurmak üzere yatak döşek yatıyor. Birinciden onuncu dereceye kadar tüm akraba talukatı ev civarında doğumu bekliyorlar. Babam henüz kısa donlu, evin tombik küçük çocuğu olarak, emireri vaziyetlerinde. Neden sonra, tosun gibi bir oğlan çocuğunun doğumunu müjdeliyorlar herkese. İşte işin en can alıcı noktası tam burada gerçekleşiyor. İçerden çıkan aile büyüklerinden biri, tombik emireri babamı gözüne kestiriyor ve ona " Git bakim bir tane minik ENİK bul!? " diyor. Enik diye köpek yavrularına denir bilirsiniz. Bilmiyorsanız da öğrendiniz artık. Babam, emri alınca derhal mahalle mahalle dolaşıp, istediklerine uygun bir enik bulup getiriyor. Dediğine göre, ne işe yarayacağını sormaya bile gerek kalmamış. Çünkü o zamanlar, belki Anadolu'da bu zamanlar, lohusaların fazla sütünü eniklere emdirirlermiş. Yaaa... Şimdinin, motorlu, havalı, emme basma süt tulumbalarını düşününce ne kadar ilkel geliyor değil mi? Ama öyle demeyin, işte doğanın mucizesi bu. İnsanoğlu herdaim, doğanın sunduğu güzelliklerden ve olanaklardan yararlanmayı bilmiş işte. O gazetelerde günlerce tartışılan enik emzirme operasyonunun tekmili birden, en gerçeği, yıllardır Anadolu'da, belki dünyanın pekçok yöresinde uygulanıyormuş da haberimiz yokmuş. Belki sizin vardı da benim yoktu. Herneyse. O çocuk mu? O şimdinin kelli felli bir emekli avukatı. Tosun gibi maşallah.
..........
Bugün Sevgili Nedret Türer yazarlar kervanımıza bir katıldı pir katıldı. Dumanı üstünde bir şiirini ve yazısını, gözünüzü aşağılara kaydırdığınızda farkedeceksiniz. Bundan böyle şiirleri ve şiir gibi yazılarıyla kahve Mola'mızı şenlendirmeye devam edecek. Hoşgeldin Sevgili Nedret.
Hepinize gripten uzak bir haftasonu diliyorum. Dışarı çıkarken sıkı giyinmeyi sakın ha ihmal etmeyin.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Sor bakalım ... ? Söyle ... ! |
|
Sanırım her çocuklu evde oynanan bir oyundur : " Sor bakalım ... ? Söyle ... ! "
Senaryo çok basit, anne ve baba bir nedenle kapışmışlardır, komik bir " küsümtrak " durumudur sergilenen. Karı-koca bir tür konuşmamak ve fakat bir tür de konuşmak pozisyonundadır. Çocuk(lar) ise bu komik oyuna alet edilmiştir, mahkemeye başvurabilseler, istismar cezası bile gündeme gelebilir ebeveynler için :
- Sor bakalım babana, elektrik faturasını ödemiş mi ?
- Söyle annene, her zaman sorumluluklarımın bilincindeyimdir.
- Sor bakalım babana, 3 ay önce elektrikler kesildiğinde sorumsuz muydu ?
- Söyle annene, gondolun içindeki faturayı ben mi saklamışım kütüphaneye ?
- Sor bakalım babana, her faturanın tarihi zırt pırt değişiyor mu ? Zamanında ödesin.
- Söyle annene, evde zırt pırt değişen eşyaların yeri değil mi ? Her hafta yeni bir ev dekorasyonu mu gerekiyor ?
- Sor bakalım babana, biraz abartmıyor mu ?
- Söyle annene, hiçbir abartı yok, neden haftalık değişikliklerde liste asılmaz kapıya ? Daha önce TV yanında bulunan gondol -> kütüphaneye, kül tablaları -> kapaklı dolaba, bulmaca çözme kalemleri -> bakınız gondolun yeni yerine ..! gibi.
- Sor bakalım babana, tebdili mekanda ferahlık olmaz mı ? Eşyalara uyum sağlayamaması bu kadar vahim durum mu ?
- Söyle annene, elektrikli traş makinasını sabah eline aldığında hiç ayna karşısında fotoğrafını çektiği olmuş mu ?
- Sor bakalım babana, ikisi de elektrikli bir ev aleti değil mi ? Aynı kategori malları birbirine yakın dursa ne olur yani ? Traş olmadan önce yüzünü yıkasa ve de ayılsa fotoğrafını çekmeye gerek kalır mı ? Yanındaki makinayı kolayca görebilir !
- Söyle annene, bu mantıkla tuvalet kağıdı yerine eski gazeteleri koysun, aynı kategorideler diye.. Töööbe töööbe ! Zaten geçen gün kıçımdaki don bile değişikti, kaç kere Söyledim iç çamaşırlarının yerlerini değiştirmesin diye..
- Sor bakalım babana, o olayın bir gece öncesinde koca şişeyi bitirmesi mi gerekiyordu ? Ziftin pekini içesice...
- Söyle annene, karışmasın benim takımın futbol maçına ! Haftada bi gece izliyoruz işte ! Yenilmeseydi hıyarlar, her sene bi skandal zaten, Dandik İdman Yurdu'na bile yenildiler, hatırlatmasın o olayı zaten sinirim tepemde ..!
- Sor bakalım babana, yendikleri zaman içmiyor mu o mereti ? Bahanesi hazır hep !
- Söyle annene, bu meret zaten şarkılarda Söylendiği gibi içilir : " Kimi dertten içermiş kimi NEŞEDEN, kimi kadehten kimi ŞİŞEDEN ". Ben garantiye almak için baştan içmeye başlıyorum, skoru bilmeden heh he !
- Sor bakalım babana, hiç aklına gelmez mi her gece önünden geçtiği çiçekçiden, bir buket alıvermez mi evin yoluna dönerken KÖŞEDEN ?
- Söyle annene, bir çiçekle affedecekse istemez HAKKETEN, hem eğilmeseydim nasıl kurtulurdum o meşhur sol KROŞEDEN ?
- Sor bakalım babana, ne çabuk unuttu Söylediği " Odun alacaksan MEŞE'den, kız alacaksan AYŞE'den ! " lafını ?
- Söyle annene, nem kapmasın öyle her lafın GELİŞİNDEN ve de GİDİŞİNDEN ..!
- Sor bakalım babana, kıvıracak mı böyle İNCEDEN İNCEDEN..!
- Söyle annene, 20:30'da seyredeceği bir şey var mı TV'de, maçım var da haber vereyim ÖNCEDEN ..! Çocuğum, şu getirdiğim çiçeği de kap gel bakiiim sakladığım ÇEKMECEDEN..!
- Sor bakalım babana, bu güzel çiçekler için onu öpebilir miyim ?
- Söyle annene, çoluğun çocuğun yanında mı ? Pes walla ..!
" Yeter ya ! Bir soru da ben sorabilir miyim ? " der sonunda isyan eden çocuk...
- Sor bakalım babası ... ? Ama, ama... Ama bu çok kazık bir problem yaaa ! Ben yokum ! Sen Söyle annesi ... ! Hem benim maçım var şimdi TV'de..
- Yemezler walla ! Sor bakalım diyen sensin, o zaman sen Söyle ... !
asesen@turk.net
|
Yeni Yıl Partisi
Bir yılbaşını daha geride bıraktık. Ben bu sene evdeydim, ağır misafirlerim vardı: Kayınvalidem, kayınpederim, görümcem, eniştemiz ve çocukları. Evi iki kere temizledim. Etrafta ıvır zıvır kalmamasına dikkat ettim. Tavuğu tam kıvamında pişirdim, kabak tatlısına çok özendim. Arı gibi koşuşturdum. Kahveleri herkesin sevdiği ayarda yapıp, aynı anda ikram ettim. Bütün bu çalışkanlığımın tek nedeni vardı: Belki duydunuz, bu yıl Nişantaşı'nda sokak partisi düzenlendi. Mutlaka sokakta olmak istiyordum. Misafirleri evde bırakıp çıkmak ayıp olacaktı. Onlar gelmek istemiyordu, bana 'sen git' dediler ama insan bırakıp gidemiyor. Neyse saat 23.00'te tüm sevimliliğimi takınıp çocukları ve eşimi alıp çıktım.
Nişantaşı bu sene bir ay öncesinden süslendi. Abdi İpekçi ve Teşvikiye Caddelerinde tasarımcıların hazırladığı on küsur ağaç yerlerini çoktan almıştı. Bildiğimiz yılbaşı ağacı değildi bunlar. Örneğin Benetton'un önündeki yeşil cam şişelerden oluşmuş, bir başkası Mevlevilerin giysilerinden esinlenerek yapılmış, diğeri küçük sarı saçlı bebeklerden oluşturulmuştu. Tüm bebekler saçlarından asılarak, koni şeklinde dizilmişti. "2003'te sarı ve uzun saç moda olacak" mı demek istiyordu yoksa "bu sene bol bol bebek doğuralım" çağrısı mıydı pek anlayamadım. Mudo'nun önündeki ağacın içinden geçiliyordu. Koca kaldırımın boş durup, insanların ağacın içinden geçmek için sıra oluşturması pek hoştu. Dilek tutmayı unutmamışlardır inşallah.
Yollara geceleri ışıkları yanan büyük yıldızlar asılmıştı. Çocukluğumuzdan beri bulduğumuz her kağıdı kıvırıp yaptığımız fırıldaklar Teşvikiye tarafında yolun üstünü süslüyor ve rüzgar estikçe hafif bir ses çıkararak dönüyordu. Karakol'un yan sokağındaki ağaçların hepsi ışıklandırılmış, tüm dallarına renkli resimler asılmış, dilek ağacı gibi parıldıyordu. Genç yaşlı herkes yüzlerinde bir mutluluk ifadesi, sokaklarda geziyor, bu güzelliklerin tadını çıkarıyordu.
Abdi İpekçi'ye doğru yürüdük. Kurulan sahnede müzik çalıyor, insanlar sokaklarda dolanıyor, ellerinde bira şişeleri dans ediyorlardı. Hava o kadar güzeldi ki çoğu kişi paltosuz çıkmıştı. Kimi siyah gece elbiseleri içinde, kimi oldukça spor ama şık. Çoğunun başında renkli ve komik şapkalar, parlak peruklar, kiminin yüzünde maske veya gözünde maskeli balo gözlüğü vardı. Power FM'in çaldığı köşede, lazer ışınlarının altında dans eden gençlere, başlarıyla tempo tutan yaşlılar eşlik ediyordu.
Bir yanda kahveler dağıtılırken diğer yanda kurulan iki metrelik ızgaranın üstünde köfte ekmek yapılıyor, bir diğer yanda sosisli sandviçler pişiriliyordu. Bira ve kahveler ücretsizdi, Sandviçleri bilmiyorum, yemedim.
Ah dedim içimden, bizi AB'ye almayanlar utansın. Şu yılbaşı AB karar tarihinden önce olaydı, AB ülkeleri Nişantaşı'nda yılbaşı kutlayaydı kesin adaylık tarihini almıştık, ah ahh!
Bir ara Oniki Dev Adam şarkısı çaldı. Bütün sokak aynı anda zıplayarak şarkıyı söyledik! Şu Japonya'daki zıplama deneyini eğer Türkiye'de yapmaya karar verirsek kesin bu şarkıyı kullanalım. Athena grubuna herhalde "Dinlerken zıplama duygusunu harekete geçirecek bir şarkı istiyoruz" diye sipariş vermişler, bu kadar uyuyor yani. Derken Onuncu Yıl Marşı çalmaya başladı. Bir takımımız tur mu atladı diye düşünürken saatin oniki olduğunu anladık. Önce kızdık, çünkü biz on, dokuz, sekiz diye geriye saymak için bekliyorduk, meğer onu kaçırmışız. Aynı anda havai fişek gösterisi başladı. Hiç görmemiş gibi her patlamada hayatımızda gördüğümüz en muhteşem görüntünün bu olduğunu kanıtlamak için çığlıklar attık.
Bu sene Avrupa'ya gidenler paralarını boşuna harcadılar, bundan eminim. Bence Nişantaşı'nda çok güzel bir sokak partisi gerçekleştirildi. Benim tek itirazım var: Yeni yıla Onuncu Yıl Marşıyla değil Hande Yener'in "Sen Yoluna Ben Yoluma" veya Serdar Ortaç'ın "Jötem ille de Jötem" şarkısıyla girseydik daha iyi olurdu. Bu parti görüntüleri yurtdışına giderse bizim sanatçılarımız bilinsin diye yani.
Güzel ülkemizi seven, mutlu insanlar olarak evimize yorgun ama 2003'ten hayli umutlu döndük.
Not: Yukardaki yazıyı mizahçı gözüyle yazdım ama Şişli Belediyesi'nin hakkını yememem lazım. Sokaklardaki süslerden, müziğe, havai fişeklerden insanlara kadar her şey dozundaydı, abartılmamıştı. Doğrusu kavgasız gürültüsüz oldukça düzgün bir partiydi. Ama ne zaman Türkiye'deki tüm insanların böyle günleri gönüllerinin istediği gibi geçirebildiklerini bilirsek, o zaman biz de gönülden eğlenebiliriz. Yoksa son yıllarda artan işsizlik, çok yakınımızda yaşadığımız yoksulluk giderilmedikçe, bu güzelliklerin tadını çıkarmak pek mümkün olmayacak diye düşünüyorum.
|
|
Telveli Paylaşımlar : Nedret Türer Sitem |
|
" Bakışlarında gördüğüm yalanlara tutundum,
göz bebeklerinde umduğum doğruların hasretiyle... "
Gözler yalan söylemez
Durun...
Bu yazıyı ekrandan okumayın.
Kağıttan da okumayın.
Bir ayna tuttuğumu farzedin yüzünüze.
Güneşle anlaşıp gözlerinize yolladığım direkt ışıklardan da korkmayın.
Kaçırmayın bakışlarınızı size kilitlenen bakışlarımdan.
İhtiyacım var görmeye gözlerinizdeki gerçeği.
Bilmeliyim artık birlikte inandığımız yalanların boyutlarını.
Az sonra bir aynanın dobralığında sorgulanacaksınız.
Ürkmeyin.
Hazır mısınız şimdi okumaya boynu bükük bir sitemi aynadan.
Astarı yüzünden pahalıya mal olmuş yaşlanmışlıklarımızı, sıyırıp almak için yalan'dan!
Sorgulanan kim mi?
İlişkiler
Aşk
Tutku
Sevgi ve
zaman...
Hem ne farkeder ki?
Hepsinin özünde yok mudur kafasını kendi karıştırmış acınası bir insan...
Sitemler ne kadar sıkıcıdır, (öyle) bilirsiniz.
Doğrular kadar, gerçekler kadar, farkındalıklar kadar belki de...
Yalan...
"Yalan söylemek günahtır" demişlerdi bize küçükken...
"Ayıptır, saygısızlıktır, sorumsuzluktur"
Bunları duya duya büyüdük, "tamam söylemem" diye diye ikna ettik büyüklerimizi.
Sonra ne yaptık?
Devam ettik, büyük - küçük, önce bilinçsizce, sonra bilinçlenipte söylemeye
acı - tatlı, siyah - beyaz, süslü - sade nice yalanlarımızı.
Öyle ya, kim böyle bir zevkten bizleri mahrum edebilirdi ki?
Biliyorum, yalansız bir dünya çekilmez olurdu!
Şimdi Yalan'ı yazarken bile yalan söyleyecek halim yok ya!
Bir çok nokta da kurtuluş; yalan'a başvurudur.
Ne gariptir ki, iç huzurumuz dahi bazen ona endeksli olabiliyor.
Kim derse ki "Ben yalan söylemem" artık çocukları değil, bebekleri bile kandıramaz, haberi ola!
Şimdi burada 'Yalan kötüdür'ü tartışmak niyetinde değilim.
Çünkü geçerliliği ve tercihliliği küçümsenemeyecek boyutlarda.
Benim elçi olduğum sorgulama, sadece bir aynanın gözlerinize yansıttığı gerçeklerle sınırlı olacak.
Canınız acıyacak belli. Tabii ki yalan söylüyorsanız, zevki kadar acısına da katlanmak zorundasınız.
Ama bir de kaçmak var ya hani yiğitliğin ondadokuzu?...
Kaçın...kaçın! Bugüne kadar tutamadılarsa sizi korkmayın, bundan sonra da yakalanmazsınız!
Çünkü siz...
Evet! Siz; Artık bir profesyonelsiniz!...
Kısaca sizleri terleten ben olmayacağım merak etmeyin.
Aynalarınız yapacak o işi kendi dürüstlüğünde.
Tabii ki terlemeye, sorgulanmaya, gözbebeklerinizdeki istem dışı büyümeyi görmeye cesaretiniz ve tahammülünüz olabilecekse!
İşte ilk sorumuz geliyor aynanızdan.
"Neden aşık rolü oynuyorum?"
Haydi durma Ayna! Başlamışken devam et, söyle. Kesme hızını.
Bilirsin şeytan azapta gerek!
"Neden sevip sevmediğimden emin değilken, ona seni seviyorum dedim ki?"
"Neden aldatıyorum?"
"Neden sadece kendimi düşünüp ilişkimize bencillik katıyorum?"
"Neden onu anlamaya çalışmıyorum?"
"Neden ona karşı dürüst değilim?"
"Neden onu sömürüyorum?"
"Neden haksızlık ediyorum ona karşı?"
"Neden ciddi olmadığım halde ciddiymişim gibi kandırıp beni beklemesini sağlıyorum?"
"Neden önce sessiz vaadler sunup, sonra ses'e dönüştürülmesine tahammül edemiyorum?"
"Neden sadece cinsellik istediğimi yüzüne söyleyemiyorum?"
"Neden insanları kullanmayı seviyorum?"
"Neden hep benim şartlarım geçerli olsun istiyorum?"
"Neden benden daha üstün ve daha zeki olmasına tahammülüm yok?"
"Neden göründüğüm kadar medeni biri değilim?"
"Neden kaçıyorum?"
"Neden masum ve gerçek sevgilere, aşklara tahammülüm yok?"
"Neden sevginin gerektirdiği sorumluluklardan hoşlanmıyorum?"
"Neden korkuyorum?"
"Neden sevmekten ödüm patlıyor?"
"Neden sevilmeyi seviyor ama sevmeyi küçümsüyorum?!"
"Neden acizim?"
"Neden terk edilmeyi hakettim?"
"Neden incittim?"
"Neden kırıcıyım?"
"Neden kutsal aşkı, dürüst sevgileri, gerçek mutlulukları hak etmiyorum?!"
"Peki neden hak etmek için bir şey yapmıyorum?"
"Neden hataları paylaşmıyorum?
Sahi neden ben hep masumum?!!"
Offfff....
Dur ayna...dur!
Yeter artık sorma.
Biliyorum daha binlerce soru var sorulacak.
Biliyorum daha binlercesi var sorulsa da cevapsız kalmaya mahkum.
Biliyorum daha binlercesi, korkacak ve kaçacak cevaplarından.
Ve yine biliyorum ki, daha binlercesi göz de doğru, ama söz de hep yalan olacak...
İşte bu yüzdendir ki, aynalarda gözlerinizi görmek istedim...
İşte bu yüzdendir ki;
gün ışığını görememiş cevaplar adına şimdi sitem'im...
Yok...
Ben de cevap veremem, boşuna beklemeyin.
Çünkü soruları soran kendi aynanızdı.
Size sizi sorgulatan bir yansımanızdı.
Doğru cevabı ancak siz verebilirdiniz!
Kimbilir hala geç değildir belki.
Artık neden bu kadar yalnızsınız, çözebilirsiniz...
Ben'ce: Sitem önemli bir eylemdir. Sadece samimi olanlar, sevenler ve incitilenler yapar.
Sitemle iletilmek istenen mesajdan uzak durmak yeni bir tanesini yaratmak demektir.
Nedret Türer
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
(Önemli NOT: Buradaki olaylar tamamen hayal ürünü olup her hangibir kurum ve kişiyle alakası yoktur!)
Mesleki Başarı Arayışları
Bankadaki ilk mesai günümden itibaren benimsediğim bana verilenlerle yetinmek yerine, daha çoğu hakkında fikir sahibi olmak yönündeki ilgili ve istekli yaklaşımım beni iş konusunda da daha geniş boyutlu bir görev anlayışına sevk etmişti. Planlı olarak, bilerek ve seçerek böyle yaptığımı söyleyemem. Ancak bugünkü aklımla geriye dönüp baktığımda sadece kendisine söylenenleri yapmakla sınırlı, "görev tanımlı" bir iş anlayışından ziyade olasılıklara ve fırsatlara daha duyarlı bir bakış açısı gerektiren, "proje tanımlı" bir iş anlayışını benimsemiş olduğumu görüyorum.
Örneğin bankadaki ilk görev yerim olan Dış İlişkiler Dairesinde "bana havale edilen yazı, belge, rapor vb türde işleri zamanında hazırlayıp imzaya sunmak ve imza aşamasında yapılan değişiklikleri içeren nihai metni, imzalanmış ve ekleri konulmuş olarak evrak birimine ulaştırmak" şeklinde tanımlanabilecek, son derece rutin bir işim olmasına karşın önümden geçen sayısız evrak içindeki bazı ayrıtıları önemseyip bunları ayrıtıları önemseyip bunları banka için ciddi fırsatlar içeren projelere dönüştürmeyi başarmıştım.
Başlangıçta uzunca bir süre mesai arkadaşlarımın ve Şube Müdürümün yaptıklarını kopyalayarak, çoğunlukla dosyalardaki benzer örneklere bakarak bu çalışma düzenin uyumlu bir parçası haline geldim. Sonra elimden geçen işlerden bazılarının haftalık, aylık, üç aylık ya da yıllık periyodlar halinde tekrarlandığı görerek durmadan kendisini yenileyen bir kaç kaynakla karşı karşıya olduğumu ve bu kaynaklardan iyi iş çıkabileceğini düşünerek rutin işlerin dışında, bu tür periyodik rapor, toplantı tutanakları, ülke incelemeleri, pazar araştırmaları gibi belgeleri okuyarak notlar almaya başladım.
Bunlar arasında özellikle ilgimi çeken şey (parlak kuşe kağıtlı kapakları, fiyakalı sayfa tasarımı, akıcı dili ve en önemlisi son derece ilginç konularıyla) OECD-IEA adlı kuruluşun rapor ve belgeleriydi. Kısa süre sonra bu kuuruluşun merkezi Paris'te bulunan ve Türkiye'nin üyesi bulunduğu İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatına bağlı Uluslararası Enerji Ajansı olduğunu öğrendim. Ajans 1973'deki OPEC petrol krizi sonrasında kurulmuştu ve EOCD ülkelerinin olası bir uluslararası enerji bunalımından en az hasarla çıkmalarını sağlayacak enerji politikaları üretilmesi ve uygulanması konusunda faaliyet gösteriyordu. Örneğin ajansa üye tüm ülkelerin ani fiyat artışları karşısında savunmasız durumda kalmamaları için günlük petrol tüketimlerinin 90 katı kadar bir akaryakıt stoku bulundurmalarını şart koşuyor; ayrıca petrole bağımlılığı azaltacak bir takım yeni uygulamalar tavsiye ediyordu.
Örneğin enerjinin daha verimli kullanılmasına yönelik teknolojik yeniliklerin bwnimsenmesi, rüzgar, güneş enerjisi ve dalga gücü gibi yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırlması, ithal enerji kaynaklarının çeşitlendirilerek tek bir enerji kaynağına bağımlılığın azaltılması gibi, o günün Türkiye'sinin gündeminin çok ilerilerindeki kavramlar içeren, geleceğe dönük enerji stratejileri geliştirmek ve bunları Ajansa üye ülkelerin ulusal enerji politikalarına mal edilerek fiilen uygulanmasını sağlamak OECD Uluslararası Enerji Ajansının en önenli faliyetlerini oluşturuyordu.
Bankanın Ajansla irtibatı ise 3-4 yıl kadar önce bankadan bir heyetin bu kuruluşu ziyaret ederek resmi görüşmelerde bulunması sayesinde kurulmuştu. O dönemde Cezayir'den Türkiye'ye Sıvılaştırılmış Doğal Gaz (LPG) ithali ile ilgili büyük bir proje gündeme gelmiş, Ajans da Türkiye'nin petrole bağımlılığını azaltacak bir yatırım olması nedeniyle bu projeye ilgi duymuştu. Bizim banka yetkilileri de ulusal enerji altyapısının iyileştirilmesi projelerine finansal destek sağlaması düşünülen kurumlardan birisinin temsilcileri olarak, projenin Ajanstaki tanıtımı esnasında orada bulunmuşlardı.
Yıllar önce atılan bu ilk tanışma adımının ardından bizim bankanın Dış İlişkiler Dairesi de Ajans yayınlarının dağıtım listesine girmişti ve benim hayranlıkla incelediğim enerji konulu belgeler işte bu sayede bana ulaşmaktaydı.
Haftalarca kafayı bu belgelere takmış vaziyette gezdim. Buradan kesin bir kaç iş çıkacak gibiydi. Yeni bankacılık modeli bile çıkabilirdi bu malzemeden. Zira "enerji" gibi yaşamsal, vazgeçilmesi ya da başka bir şeyle ikame edilmesi olanaksız bir alanda, çağın en gelişmiş ülkelerinin ürettikleri plan ve stratejilerdi elimizden akmakta olan belgeler külliyatının özü… Bankanın temel amacı
doğrultusunda bu stratejilerden yararlanılabilirdik. Yeni enerji stratejilerinin kişi ve kurumlara pazarlanması yoluyla büyük projelere kredi sağlanarak bankanın iş hacmi bir kaç yıl içinde 2 hatta 3 katına çıkabilirdi. Hani burası özel bir banka olsa, bankanın sahibine gidip enerji sektörünün ne denli bakir ve ne denli fırsatlar dolu bir yer olduğunu anlatarak onu bu alanda faaliyet göstermeye ikna etmeye çalışırdım. Burada ise bankanın bir sahibi olmadığından projelerimi en yakın amirim olan Şube müdürümden başlayarak üst kademedeki yönetici kadrolara anlatmam gerekiyordu. Çok geçmeden şöyle bir plan belirdi zihnimde: banka olarak, gerçek ve tüzel kişilere geleceğin enerji teknolojisi fikirlerini satarak para kazanacaktık...
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_44.asp
Devamı var
|
2003'TE EN GÜZEL DİLEKLER...
UMARIM
Kapıyı zamanında açıp telefon son kez çalmadan önce yetişirsin. Lüks bir lokantada adlarını ilk kez duyduğun yemekler arasından hoşuna gidecek olanı seçersin. Cebinde her zaman eve dönecek kadar paran olur. Birileri için vazgeçilmez olursun. Kışlık ceketinin cebinde hatırı sayılır miktarda para bulursun. Banka hesabın hep çoğalır. Neler yapabildiğine kendinde şaşırır,bir hayale değil, gerçek birine aşık olursun. Tam istediğin yanıtı alırsın. Açık, akıllara kazınan, güçlü. Hem de anında.
GÜÇLÜLÜK VE CESARET
Senin için dileyeceğim bir dilek gerçekleşecek olsa, önce ne isteyeceğimi şaşırırdım. Güzellik tehlikeli...
Bilgeliğin kazanılması gerekir. Aşk ise senin bileceğin bir iş. Ama sonunda eminim ki bunlardan da iyi bir şey seçerdim : Cesaret umarım aşkın bedelini asla kendini ezdirerek ödemezsin. Umarım bütün zorbaların hakkından gelir, başın dik olarak yürüme gücünü bulursun. Verici olmak büyük mutluluktur. Ancak hep ama hep vermek aklı ve yüreği kurutur. Çay bahçesinden, resim galerisinde kırlarda... Nerede olursan ol, birazda almasını bil. Bırak kuşlar, resimler, kitaplar, gerçek dostlar canına can katsın. Biz insanların beslenmesi gerek.
MUTLULUKLAR, SEVİNÇLER
Sana gereksinimi olan birinin seni görünce gözlerinin gülmesi ; ektiğin tohumların filizlenmesi yitirdiğin bir şeyin taşınırken bulunması ; güneşin ilk ışıkları, sabah kuşların cıvıltısı, yağmurdan sonra buram buram toprak kokması ; sevdiğin insanın karşına çıkması ; yağmurda el ele yürüyüş ; toprağın, tohumların uyanışı... düşünme, düşünülme ; sevme, sevilme... düğün,dernek... kız çocuk, erkek çocuk... büyümeleri gelişmeleri... onların mutluluğunu görmek... torunları kucaklamak, onlarla çocuklaşmak, yeniden yaşamak geçmişi, işte sevinçler, işte mutluluklar. Doyasıya yaşamak gerek. Eğer olanağım olsa seni bütün üzüntülerden korurdum...
VE ŞUNLARI
Heyecanla beklediğin telefonun yanlış numara çıkmasını, pahalı bir ambalaj içindeki hediyenin
hoşlanmadığın kokular salmasını, büyük ikramiyeyi bir numara ile kaçırmanı, karşılıklı sandığın sevginin karşılıksız çıkmasını,tatilde çektiğin fotoğrafların yanmasını,uzaktan kuş diye sevgi ile baktığın şeyin aslında ağacın dalında asılı kalmış bir çorap olmasını ve aşkın da biten bir şey olduğunu tatmanı HIÇ ISTEMEZDIM.
ZOR GÜNLER
Acıların yorumunu yapmak anlamsızdır. Hiçbir zaman geriye dönülmez. Hiçbir büyü olanları değiştiremez, suç kimsenin değildir. Aldığın yaralar ne denli derin olursa olsun, yüreğinde sakladığın keyifli anları, küçük mutlulukları unutma. Kendine zaman tanı, nasıl olsa bu da geçer, gider. Yitirmek bizi tüketir. Ama yüreğine acıları gömmeyi öğrenmelisin. Yaşam seni yenileyecektir inan bana. Geçmişi ardında bırakmanın ve her şeye yeniden başlamanın sağladığı mutluluğu yaşamanı
isterim. Bütün başarısızlıkları, kederleri, kötü yazgıları senden uzak tutabilsem keşke : ama o zaman yaşamın kendisinden uzak düşerdin. Mutluluk kadar kalp sancılarıdır bizi canlı kılan ve yeniden yaşama bağlayan. Mutluluğu sakınarak sürdür ; ödünç alınmıştır çünkü...
NEREYE GiDERSEN GiT
Yürüdüğün o bildik yolda yeni başlangıçlar olacaktır. Korkular, kuşkularla dolu zorluklar yaşanacaktır. Mutlu şaşkınlıklar da olacaktır. Bir dönemeçte dünya ayaklarının altında uzanacak, bir diğerinde derin vadiler karşılayacaktır seni. Yürüdükçe yeni tatlar, yeni kokular, yeni dokunuşlar kesecek yolunu. Bu seçtiğin yol senin mutluluğun, senin yaşamın. Mutluluk diliyorum. Ancak kendi kabuğuna çekilerek yaşanan mutluluğu değil... Rahatlık uğruna hayallerinden vazgeçerek elde edilen türden olanı da değil... Gerçekten yapmak istediklerini yaparken yaşanacak mutluluğu. Ya da çaba gösterme riskini, verme riskini, sevme riskini göze aldığında duyulan mutlulukları...
Not: Yazarını bulamadım, üzgünüm.
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 2.960 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
Bir Kahve Molası...
Dumanı tütüyor
duygularımın...
Üşüyünce uzat diye elini.
Bir yandan ısınırken ruhun
çekeceksin içine
derin derin
keyfine varmak için
esrarını ve gizemini...
Ağzında sözcüklerin tadı.
İçmişsin aşkla beraber
belli...
Sonra dikmişsin gözlerini
sevdiğine...
İnce ince işlemek için
İnsafsız tutuşmaların
ateşini...
Yak...
Yakabildiğin kadar
sevgiyi...
Bölüştür meşale meşale
duyguları.
Tutuşsun ademoğlu'nun
her yeri...
Aşk mı?
Ateşte pişiyor şu an
köpük köpük
kabından taşan.
Uzat gönlünün fincanını
gelmek istiyorum
yarim
vaktin var mı sevmeye
beni.
Paylaşmaya
ömür gibi bir anı...
Sadece bir kaç dakikacık
Sadece bir içimlik
sadece bir aşk'lık
istiyorum
Seni seninle yaşamayı...
Dumanı tütüyor şimdi
duygularımın...
Kahveci?
Haydi pişir.
..ve ver kahveni git...
Şimdi aşk zamanı
Beni onunla başbaşa bırak
Tatmak istiyorum
özlediklerimi
her iki lezzette.
Bir içimlik.
Bir kahve molası...
Nedret Türer
02.01.2003
|
|
Sir Bernard Shaw'a sormuşlar:
- Neden kadınların eli öpülür ?
- Eee, bir yerden başlamak lazım...
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.alterfin.com/dominique/index.html
Bir insan'ın yüzündeki hassas noktalar nelerdir. Daha doğrusu işaret parmağınızla sizi tanıyan bir bayanın yüzünde hangi noktaya dokunursanız, nasıl tepkiler alırsınız? İşte bu sorunun tahmini cevabı... Ne kadar gerçek olduğu tartışılır.
http://www.flyingpuppet.com/shock/legato.htm
Bilgisayarınızın sesini hafifçe açıyorsunuz ve mouse'unuzu kibar hareketlerde ekrandaki resmin üzerinde gezdiriyorsunuz. Bu hoş sürprizin detaylarını keşfetmeyi tamamen size bırakıyorum.
http://www.flyingpuppet.com/shock/lecri.htm
flyingpuppet.com'dan bir başka performans. Bu linkleri tıklamazsanız çok şey kaçırmış olursunuz, bilmiş olun!...
http://www.cinq-ailleurs.com/frameset.htm
İnternetin sanatla bütünleşmesi bu olsa gerek. İnteractive bir sanal gezintiyi, sanatla bütünleştirerek gerçekleştirmek için mutlaka tıklayın. Biraz uzun sürüyor ama değiyor. Fransızca.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Sayz Me v0.51 [2.4M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105755
Tekstleri sese dönüştüren bir program. Sentetik seslerle Microsoft Speech Engine kullanıyor. İngilizce için ideal ama türkçe okumalarda oldukça komik oluyor. Okumaktan yorulduğunuzda, özellikle ingilizce metinler için kullanabilirsiniz. Gene de siz siz olun Kahve Molası'nı buna okutmaya kalkışmayın.
|
|
|