KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 178

 7 Ocak 2003 - Don Corleone Jr!?..


Merhabalar,

Ben bu filmi daha önce seyretmiştim. Siz de seyrettiniz canım, düşünün hele bir. Hani ünlü tenor türkücümüzün uzatmalı sözlüsü derya kuzusu melun bir kimvurduya gitmişti. Hani birini yakalamışlardı da, o da fanatik intikamcı olduğunu iddia etmişti. Hani türkücümüz aslan İbo'yu gözaltına almışlardı da, o da geceyi nezarethanede geçirmişti. Sudan çıkmış akkaşık ya, özür dileyip serbest bırakmışlardı. Adam türkücü değil, Don Corleone Jr. sanki yahu. Tekerine çomak sokanın, koynuna girip kaçanın, tavuğuna kışt diyenin vay haline. Bana yar olmayanın alnını karışlar, bacağını kurşun manyağı yaparım demiyor da, etrafındakiler durumdan vazife çıkarıp üstlerine düşeni ifa etmek konusunda birbirleriyle yarışıyorlar. Bak şimdi şu işgüzarların yaptıklarına. Sen git, velinimetlerinin korumasındaki Asena'yı beş kere öp. Olacak iş mi bu? Şimdi İbo sizi bulsa bir kaşık suda paraya boğacak haberiniz yok. Hem o size beşleyin mi dedi, dese dese oynatın, seyredin demişdir. Adamlar adam değil ki, hepsi birer John Wayne. Bunlar oynatmayı, kovboy flimlerindeki tabanca eşliğinde raksla karıştırmışlar. Yerden seken leblebiler de dizine dizine gelip, parça pinçik etmiş, güzelim kızcağızı. Şakası bile trajikomik. Yokmudur bu cahil cesaretinin önüne geçemeyi becerebilecek bir babayiğit.

Yok kardeşim bu yargısız infaz falan değil. Varsa bu İbo'nun işi değildir diyen, ayağını denk alsın. Onun sevgisi kimseye yaramıyor bilmiş olsun. İbo sevdi mi tam sever, dövdümü de bir daha iflah olmaz, sek sek saksağana döner, tek tek basaraktan yürürsünüz ona göre. Yazıktır, günahtır ya. Oryantal dünyasını, dolaylı ya da dolaysız farketmez, Asena'dan mahrum bırakan bu Don Corleone Jr.u protesto ediyor, "Akdeniz Akşamları" mp3'ünü önce çöp kutuma atıyor, sonra da çöpü boşaltıyorum. Haydi oğlum sana güle güle!..

..........

Yılbaşından buyana yeni yazarlarımızla tanışmaya devam ediyoruz ya, gravyer peyniri yazarlarımız bundan ya alınıyor, yada aman başkaları yazıyor, ben yan gelip yatayım diyorlar. Bir suspustur gidiyor. Benim sevgili rokfor peyniri, akut yazarlarım, güzel yazılarınızdan bizleri mahrum etmeye hakkınız yok anlaşıldı mı? Bugün hepinizden yeni birşeyler bekliyorum. Ama ben onlara inat bugün de bir yeni kahveci yazarımızı sizlere tanıtmaktan mutluluk duyuyorum. Sevgili Deniz Güney bizlere taaa Kanada'lardan sesleniyor. Hoşgeldin Sevgili Deniz. Bu arada yeni başlayan light gazete motifli kek tariflerimiz hanım kahvecilerden oldukça olumlu eleştiri aldı. Adı bende saklı bir taşfırın kahveci de, tarifleri eşi için biriktireceğini söylemiş, doğrusu çok hoşuma gitti. Klavyene kuvvet sevgili Elif. Ben de, sizlerin önerisine uyarak, o tarifleri kolayca bastırabileceğiniz bir formata dönüştürme çalışmalarına başladım hemen. Yarın ki tarifimiz, kahve soslu çikolatalı tart, az sonraaa...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


Oğluma mektup

Sevgili oğlum,

Bu mektubu Nisan 2001 tarihinde sessiz bir ilkbahar akşamında bana eşlik eden demli çay ve yeşil çimen kokuları arasında sana yazıyorum. Ben, baban. Senin adını bilmiyorum çünkü şu anda sen yoksun :). İşin garibi annen de yok. Daha dünyaya gelmesen de seni tanıyorum. Bu mektup ne zaman eline geçer onu da bilmiyorum. Bir gün okuyacaksın ve sonra başka bir zaman ne dediğimi anlayacaksın. Anneni de tanımıyorum. Tanıdığım kadınlardan biri değil sanırım. Hani gençler kendi aralarında şakalaşırken derler ya "sen benim yediğim portakalda vitaminsin". Biyolojik olarak öyle olabilir ama gerçekte yüreğimde varsın.

Annenin bir gün karşıma çıkacağını, onu seveceğimi, onun beni seveceğini, senin dünyaya geleceğini ve seni SEVECEĞİMİZİ biliyorum. Bütün bunların olacağına inanıyorum. Peki nerden biliyorum senin olacağını. Bilmiyorum, sadece inanıyorum. "Gerçek aşıkların ve inananların delillere ihtiyacı yoktur" derler. Hiç kimseden bir delil istemiyorum ve hiç kimseye bir delil yada açıklama sunmayacağım. Neyin nasıl olacağını anlatmıyacağım çünkü bende bilmiyorum, ama olacak.

Sevgili oğlum
tanımadığım, kim olduğunu bilmediğim annene aşığım, seni seviyorum ve "biz"e inanıyorum. Sen benim geleceğimde köklenen ve bu günüme dallarını sarkıtan bir salkımsöğütsün. Oğlumsun. Doğmuş yada doğmamış olman önemli değil. Varlığın sadece bir beden bulmadı ama varsın, en azından kalbimde. Herkes öldükten sonra nereye gideceğimizi merak ediyor oysa ben doğmadan önce neredeydik diye soruyorum sürekli. Doğmadan önce başka kalplerdeymişiz. Bunu seninle anladım.

Seni ilk önce beni kendime inandıran harika bir kadından duydum. Bir gün onunla tanışacaksın. Oğlan olacağını o söyledi. Bir falcı değil, bir bilge... Sözlerin ötesinde hınzırca saklanan gerçeği bilen bir kadın. Ruhumun uçurumunun kenarında gri bir sonsuzluğa bakarken o geldi ve önce başımın üstündeki tacı gösterdi, sonra da seni. Benim başımın üstüne olduğu için hiç göremediğim tacı bana gösterdi. Ben önce ona, sonra kendime ve sana inandım. Sonra rüyamda seni gördüm. Bir yerde birkaç bebek oturuyor, bir kadına soruyorum benim oğlum nerede diye seni veriyorlar kucağıma. Dizime oturuyorsun ve başını kaldırıp beni görünce, gülümsüyorsun. Sabah uyanınca içimde bir arınmışlık vardı. Gülümsemende yıkandı ruhum. Bir gün belki okursun, gözleri ufuktaki hiçliğe cesaretle bakan bir filozof var, adı Nietzsche, onun dediği gibi ruhun üç hali var, "önce aslan, sonra yük taşıyan deve en sonunda çocuk". Gerçek güç senin kutsayan gülüşünde oğlum.

Bu mektubu kaç yaşında okursun ve dediklerimi ne zaman anlarsın bilmiyorum. Belki bir gün sen, ben ve annen hep birlikte okuruz bu mektubu. Siz şaşkınlık ve hayretle nasıl bildiğimi soracaksınız, ben de alışıldık sevimli bir gülümsemeyle soruyu geçiştireceğim.

Oğlum, biz insanlar bu günde yaşarız, geçmişten ders alırız ama gücümüzü ve inancımızı veren geleceğimizdir. Sen benim geleceğimsin oğlum. Bir düş, inanç yada sıcak bir kurgu olsan da ben senden güç alıyorum. Minik pembe parmakların, kolların ve ellerinle birlikte hareket edip boşlukta ani bir hareketle parmağımı kavradığında anlayacağım bir çok şeyi; neden çimenler bu kadar yeşil kokar, denizin kokusu neden cam göbeği mavisidir, güneş neden doğudan doğar, bütün otobüs söförleri neden hüzünlü bıyıklar bırakırlar, sıcak simitler neden annemi hatırlatır (babaannen dünyanın belkide en komik ve sevgi dolu kadınıdır, onu tanıyınca sen de anlayacaksın), ilk yağan kar nasıl oluyorda ilkbahar çiceklerine dönüşüyor yada supermarket kasiyerleri neden göz alıcı kırmızı ojeler sürerler ve yaşam nedir. Bütün bunları o kısacık an içinde anlayacağım. Elinin parmağımı yakalayıp sonra bir sevinçle bana güldüğün an bir renkli topu atar gibi elimi bıraktığın o kısacık zaman-zirvesinde anlayacağım. Kelimelere ne kadar hakim olursam olayım senin bana anlattığını ve benim sadece hissedebildiğim o anlamı anlatamıyacağım. Benim sana daha sonradan öğreteceğim bir çok şey var: araba sürmesini, bilgisayar kullanmasını, bisiklet tekerini değiştirmesini, yüzmeyi, sigorta değiştirmeyi, kravat bağlamasını ve bir kadını taçlandırıp kraliçe yapmasını, traş olmasını öğreteceğim ama bütün bunlar senin bana gösterdiğin gerçek dünyanın yanında çok da fazla değil. Senin için aforizmalar uyduruyorum. "Babam der ki" diye başlayacağın türden aforizmalar. Kendimi komik buluyorum ama sevincin böyle yapıyor beni. Bir zamanlar bir film seyretmiştim adı "my life"dı. Ölümüne cok az kalan bir adam oğlu için video kasetler dolduruyordu. Ona bir çok şeyi öğretiyordu. Tanrıma şükürler olsun ki ben yaşayacağım ve seni göreceğim.

Herkes huzursuz moğol atlıları gibi yeni bir dünyanın peşinde oğlum. Herkes önce dünyayı, sonra insanlığı en sonunda da kendini değiştirme peşinde. Aslında apaçık olan bir şey var. İhtiyacımız olan yeni bir dünya değil, zaten böyle bir şansımız da yok. Gerçekten ihtiyacımız olan yeni bir bakış, kucaklayış ve dünya-sevgisi. Senin dünyaya baktığın gibi bakabilmemiz lazım yoksa kendi hiçliğimizde kaybolup gideceğiz. Dünya çılgın bir yer oldu çünkü biz çılgınız.

Herkes böylesi bir dünyaya çocuk getirmenin çılgınlık olduğunu düşünüyor. Ya sen bir gün kalkıp da "beni neden dünyaya getirdiniz" diye sorarsan ne diyecek mişim? Bunu diyecek kadar aptal olmayacağını biliyorum çünkü önce benim sonra da annenin oğlusun. Asıl böyle bir dünyaya çocuk getirmek gerekli. adam gibi bir adam yetiştirip, dünyaya bağışlamak ama kurban etmemek gerekli. Sen kurban olmayacaksın. Kendi ipek böceği kozamda kurguladığım bir armağansın... Sen, mutsuz ama umutlu bir tırtılın düşündeki kelebeksin.

Sevgili oğlum, yaşam sıkıcı bir hafta sonu ödevi yada sabahın gelmesin beklediğini bir gece nöbeti değil. Olmuş yada olabilecek mucizelerin en büyüğüdür. Kimileri buna tanrı kimileriyse bir hücrenin oluşma ihtimalinin matematiksel olarak 2 üzeri 128 de bir ihtimaldir diyor. Bense sadece senin gülüşündür diyorum oğlum. Yaşam sadece senin gülüşün. Ve biz seni değil, sen bizi seçtin oğlum. Bir gün bunu anlayacaksın.

Annenin kim olduğunu bilmiyorum. Belkide daha tanışmadık. Onun harika bir kadın olduğundan eminim. Güçlü ve akıllı bir kadın. Çevresinin ilgisiyle şımartılmış benim gibi kendini beğenmiş bir ukalanın bile beğenisini ve hayranlığını toplayacak kadar harika bir kadın. Şefkati, sevecenliği ve saçlarını kulak arkasına atarkenki dalgınlığı ile ona hayranım. Onunla belki tanıştık belki hiç tanışmadık. Ama öylesine tanıyorum ki onu. Elime kalem kağıt verseler onun resmini çizeceğim yada bir mermeri gözü kapalı oyup nefes alan bir kadın çıkartabilirim.

Sen de yoksun, annen de ortalarda gözükmüor :) ama "biz" varız. Şu an "bizi" geleceğe taşıyan sadece benim; benim sessiz inancım ve adanmışlığım. Belki biraz naiflik olacak ama ben önce kendim için sonra da biz için yaşıyorum. Ruhumun uçurumlarının kenarında aşağıya umarsızca baktığımda ve hiçliğe düşmeme bir adım kala sen beni tuttun. Yoksa insanın kendisini hiçliğe fırlatması içten bile değil. Çılgın kalabalık sürüler halinde ruhlarının uçurumlarına atlıyor. Bir sürü boş bakan gözler göreceksin. Balık gibi bakan anlamdan uzak gözler. Aç gözlü gözler, kıyıcı gözler. Bil ki onlar uçurumun dibindeler. Sana olan inancımı hiçbir şeye değişmedim. Kısırlık yapabileceğini söyledikleri bir ilacı tereddütsüz hemen reddettim. Gözlerimden birini kaybetme riskini göze alabilirim ama sana olan inanıcımı ve senin ve annenin merkez olduğu bir geleceğe olan ümidimi asla riske atamam çünkü gelecek biterse bu günüm de kalmaz ki...

Beden kire batinca onu suyla yıkarız. Peki ruh kire batınca neyle yıkarız? Ben ruhumu bir tek rüyamda gördüğüm gülüşünle yıkadım oğlum. Küçükken babamın elini elimle sarmaya çalışırdım ama beceremezdim. O sadece parmağını verirdi ve ben ısrarla onun elini sarmaya calışırdım. Çocukluğumdan kalan o kadar net bir anı ki bu... Şimdi anlıyorum, baba elin evladının elini sarıyor ama evlat babasının elini değil yüreğini tutuyor. Yüreğimi tuttun oğlum.

Bir gün bir aile olacağız. Aile nedir diye sorarsan açıklamam zor. Anne baba ve çocukdan oluşma bir birliktelik ama bundan çok daha fazlası. Bir bayram sabahı kahvaltı sofrasında anlayabilirsin yada senin mezuniyet töreninde bize doğru gülümseyerek gelirken. Evlilik ve aile farklı şeyler. Aile evliliği içeriyor ama evlilik aileyi değil. Bunu bir gün sen de anlayacaksın. Herkes, her yerde ve her zaman yabancıdır; ancak seni sevenlerin yanında yurdundasındır.

Yaşama dair sana hiçbir garanti veremem oğlum. Ama bir aşk cocuğu olacağından, benim seninle şimdiden gurur duyduğum gibi senin de baban ve annenle gurur duyacağından emin ol. Ha birde gözlerin renkli olacak :). Şimdi gülümsüyorum oğlum. Şiddetli bir savaşta beklenen barış günü kadar büyük bir hayalsin. Oğlumsun.

Sizleri bekliyorum. Önce annenin gelmesini, sonra seni ve sonra da "biz"i.

Sevgimle Kal...

Baban

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

 Uzaklardan : Deniz Güney


Bende güzeldin, bana özlemdin..

Hayatımdaki, ilk uzun metrajlı çekeceğim, bu aşk filminin başrol oyuncusuydun. Seni bu filmde oynatmakla, bir ilk'i gerçekleştirecek, hiç bitmeyen bir film yapacaktım. Senaryoyu yazarken, bende güzeldin, bana özlemdin. Beni bir yapımcı olarak reddedermiydin? Bunun yanıtını tiyatronun üst katında oturan, temizlikçi kadın biliyordu. Ben bilmezdim. O bilse de söylemezdi. Okuma yazma bilmezdi. Üstelik dil'i lal idi. Ben eğer biliyor olsam yanıtlarım hiç koşulsuz 'Evet' olurdu.

Senaryo taslağı elimde, duygu yoksunu bir Eylül'de kapını çalarken, içimdeki titreme yok olsun diye aslında dişlerimi sıkıyordum. Bir günün batışını izleyecek kadar geçen saatler sonrasında, vurgun yemiş bir Nisan bozgunu gibi kapıyı açtın. Üzerinde sıradan günlük bir kıyafet vardı. Gözlerinde ellenip koklanmamış bir hüzün duruyordu. Oysa ben hep güleç fotoğraflarını görmüştüm. Seni öyle sanırdım. Ya da görmezliğimden olsa gerek, güleçliğinin ardındaki hüznü negatif kopyalarında farkedemezdim. Ya da farkederdim de tutamazdım gerçeğin aynasını yüzüne, ki ellerim titrerdi belki kayıp düşürüp parça parça ederdim. Seni bana flu göstermeye çalışan hiçbirşeyin önemi yoktu. Senaryoda henüz böyle bir cümle varolmamıştı. Dedim ya, bana güzeldin, bende özlemdin.

Kapının önünde, bacaklarımın titremesini zaptedebilsin diye, sinir sistemimle savaşıyordum. Seni her görüşümde, bu titremeleri yaşıyordum. Kapının önünde, tüylerinin bir bölümü ezilmiş bir paspas vardı. Belli ki son çıkan ağır bir iz bırakmıştı. Üstelik kapının en ücra yerinde, mahur bir el izi durmaktaydı. Bazen insan ayrıntılardan daha çabuk çözülebiliyordu. Zira bütün bu şekilde, daha iyi algılanabiliyordu. İçeri davet ederken yüzünde, gülümsemen ve hüznün birarada asılıydı. Bir kahve içimi eşliğinde, senaryo üzerinde konuştuk. Bu hafta sonu, senaryodaki değiştirilecek bazı kısımları tartışmak için sana uygun değildi. İstanbul dışındaki bir akrabanın, taşınma olayında yanında olman gerekiyordu. Bu yüzden bir sonraki hafta Nezih'te buluşmak için sözleştik. Seninle görüşmek için zaman mefhumum yoktu. Dedim ya. bana güzeldin, bende özlemdin.

Asansör yerine merdivenleri kullanarak, asağı inip oturduğun binadan ayrılırken, içimde kuşlar uçuyordu. Bacaklarım yokuştan aşağı bırakılan araba misali kendini salıvermişti. Köşede parkettigim arabamın camına iliştirilmiş, trafik polisinin yazmış olduğu ceza kağıdı bile beni sinirlendirmedi. Evime dönerken, Rodrigo'yu bir tören hususunda dinledim. Her zaman yaptığım gibi iç savaşta ölenleri mi hatırlamak istedim, yoksa net bir melodide seninle az önce geçirdiğim zamanı mı yudumlamak istedim bilmiyorum. Hatırlamıyorum, neden Rodrigo? Senin oturduğun cadde'den, kendi oturduğum sokağa yöneldim. Cadden kalabalıktı. Cadden nostaljik dükkanlarıyla, benim için ayrıcalıktı. Ya da aslında değildi. Ki ben kendimi, kendi sokağımda pek bir öksüz hissettim.

Anahtarı deliğe sokup, evimin kapısını açtım. Açmamla beraber yüzüme, ben çarptı. İçeri girip kapıyı kapattım. Sonra senin kapının önündeki düşüncelerim geldi aklıma, tekrar açip iyice gözden geçirdim. Hiç bir iz yoktu, zaman zaman anahtarı evde unuttuğumda, cağırdığım çilingir çocuğun izlerinden başka, yalnız üstteki kilidin etrafında, benim bir akşam tornavidayla istemeden yaptığım, kanırtma izleri vardı. Kapıyı kapatıp içeri girdim. Yine derin bir ben çektim içime.. Küçük bir mutluluk alevinin alazı, bir an yüzümü yalayıp geçti. Evimi seviyordum. Elimdeki senaryo taslağını, telefonun yanına bırakıp telesekreterin tuşuna dokundum. Mesajları dinlerken de soyunup dökünmeye başladım. Annem havaların soğuduğunu, sıkı giyinmeyi unutmamamı tembihlerken, güldüm. Beni bir türlü gözünde büyütemiyordu. Çoraplar bileğime oturmuştu. Tam çorap giymekten nefret ettiğimi düşünürken, senin sesini duydum. Hafta sonu eğer erken dönersen arayıp haber verecekmişsin, görüşebilecekmişiz. Söylemeyi unuttuğun için aramışsın. Yok eğer aramazsan gelecek haftaki randevu geçerliymiş. Hoşça kalmamı ilave etmişsin. Bir an bana baktığını düşünerek, aniden giysilerimi yerden toplayıp salondan kaçarcasına çıktım. Doğru banyoya yönelip, duş almak için kabine girdim. İçimde tarifsiz bir heyecan yaratmıştın. Üstelik bunu sadece sen yapabiliyordun. Dedim ya, bana özeldin, bende özlemdin.

Soğuk suyun altına bırakıyorum kendimi ve su akıp giderken, şehrin üzerime sinmişliğinin de akıp gittiğini düşünüyorum. Ancak senden arınamamışlığım, bu akıp gitmede eksik kalıyor. Duş faslını sarı-kırmızı bir bornozla finalleyip, aynaya bakıyorum. Yüzüm yorgun sayılabilecek gibi bugün, oysa ben hep yorgundum ancak yüzümde izi yoktu. Ya da yok diye düşündüğüm vardı da ben görebilecek kadar dikkatli bir şekilde aynaya bakmamıştım. Görmekle bakmak farklıydı. Tıpkı, sevmenin dokunma duygusunu kapsamasına rağmen, ikisinin farklı olması gibi, ya da aynalar bazen yalan söylüyordu. Rehavet içinde banyodan çıkarken, kapıyı açmamla beraber buharlar, kaçan kızın bohçası misali dağınık bir şekilde koridora fırladılar. Bu arada ortalığı, kısa bir zaman diliminde duş jelimin kokusu, oldukça yoğun bir şekilde taciz etti. Düşünceler içerisindeyken, fazla kullanmış olmalıyım. Mutfağa kahve almak için yöneliyorum. Buharlar pencerelerle yakın temas içerisindeler.

Mutfak dolabını fincan almak için açtığımda, dolabın içini şöyle bir gözden geçirmem, beni şaşkınlığa uğratıyor. Bilinçaltim bana bugüne değin her bardak ve fincandan, yalnızca iki tane aldırmış. Üstelik mutfak malzemelerini alma nedenim, ihtiyaçtan öte renkli cicili bicili porselenlerin beni her zaman cezbedişleridir. Kahve kokusu burnuma gelince, kapıldığım bardak fincan dalgasından, ani bir lodos'la geri dönüyorum. Fincana kahve doldururken, aslında bu evde senin kokunu duymak isteği, dudaklarıma hafifmeşrep bir gülümseme yayıyor. Her zaman olduğu gibi şekersiz bir şekilde, Brezilya ürününden bir yudum alıyorum. Şimdi Brezilya tadıyla sıcak kalorifere sırtımı dayayıp, seni kendi imlem çukurumda yorumlamanın tam zamanıdır.. Çünkü en ayık halim, kahve kokusuyla fingirdeştiğim dakikalardır.

Salonun bir köşesindeki kaloriferin önüne oturuyorum. Bu batı köşesinden bakış açısı, salonu daha farklı bir havaya bürüyor. Karşı köşedeki abajurun, tavanda yarattığı aydınlığın Bodrum perdelerine düşümü, oldukça güzel duruyor. Senaryoyu düşünüyorum. Bu filmde seni en güzel nasıl oynatabilirliğim kafamı kurcalasa da, aslında bunun hiç önemi yok. Çünkü film henüz çekilmedi. Çünkü güzelliğinin ve rolünün hakkını vermenin göreceliğini henüz bilemem. Bunun yanıtını bilse bilse, tiyatronun üst katında oturan temizlikçi kadın bilir. Ki o bu saatlerde kronik eklem ağrıları ile uykunun kucağına düşmüştür. Bilememezliğim, şu dakikalarda beynimi tırmalamaktan vazgeçiyor. Dedim ya, bir bende güzeldin, bir bana özlemdin. Aslında gerisi yalandı. Hiçbirsey yalan değildi.

Uzunca bir süre sonra, kahvem bittiğinde, kalkıp bir sigara yakıyorum. Sigarayı kahve ile birlikte hiç içmedim. Diğer kısa metrajlı öykülerde içtiysem, yalandır. Brezilya tadını bozar diye hep çekinmişimdir. İçtiysem, tig teber sah-i merdan yazarlığımdandır. Üstelik hep şekersiz içtim. Şekere bulanmışlığım yalandır. Kalem tutabildiğimdendir, ki kalem dediğin şey meydan gördümü oynacak, kendi şahsında bir müptezel bir dansözdür.

Sehpanın üzerindeki, bir magazin dergisinden kesip çerçevelediğim resmine, en aşağılayıcı bakışımla bakıyorum. Kahretsin ki, en aşağılık bakışlarda bile güzel duruyor yüzün ve gözlerindeki hüzün ,ki onlar görebilenler içindir. Bakmayı bilenler için değil… Bakma bana öyle!… Sana aşığım!.. Sana soğuk bir aşığım… Aşığım! Sana göre soğuk ve mesafeli gibi duran… Aşığım! Kac yıllık kahve tadımı, yazdığım senli şiirlerde, kafiyeye kaptırdım, şekere bulandım. Aşığım! Dizeler kovaladı beni masa üzerinden, kaleme takılıp düştüm. Düştüğüm yerden kalktığımda aşık değildim. Çünkü artık seviyordum. Bakma bana öyle!..

Seviyordum seni, kahve tadımda saklı bir rayihaydın. Yalan! Ben seni hiç tatmadım. Doğru olan, tadar gibi yaşamışlığımdın. Bunda yazarlığın bir numarası yok Kağıtlara seni tepsi böreği gibi döşerken, kalem tutmuşluğum kaç kez idam etmek istedi beni, biliyor musun? Kaç kez, böreğe kaçtım da elinden kurtuldum. Hiç haberin oldu mu? Bakma bana öyle!… Haberin olsa, beni kendi köşelerine döşeyebilecek miydin? Ben ki hep yuvarlaktım. Köşelerim yoktu. Derler ki, yuvarlaklık emin olamamaktır. Sen ısırdığın börekte beni tadabildin mi? Seviyorum seni!… Bundandır sevmem, yuvarlak harflerle başlayan kelimeleri… Arama! Burada bulamazsın. O kelimeler, idamdan kaçtığım gecelerin şiirlerine denk düşer ki, hiç kimse bilmedi, görmedi. Sen bile… Seviyorum seni! Benimle yaşlan. Yaşlan ve gövdeme yaslan, o ki gözümaydın'sız günlerde de hep seni sevdi. Gözüm aydığında zaten sevilmişliğin önümde duruyordu. Hiç bir şeyin önemi yoktu. Dedim ya, bir bende güzeldin, bir bana özlemdin. Hemde çıldırasıya..

Yerimden kalkıyorum. Kahve fincanı boşaldı. Mutfağa, resminin önünden geçip gidiyorum. Bornozun eteği, yerdeki Afrika menekşesinin yaprağıyla, resminin önünden her geçişimde aşna-fişne yapar. Ancak bir numara yoktur ortada… Macide bu! Belki bilirsin. Diğer kısa metrajlı, hani şu kahve tadını kafiyeye kaptırdığım şiirden… Macide yalandır, yazar kırıtkanlığında, Macide doğrudur. O şiirde, bir Macide bir seni sevdiğim doğrudur. Gerisi ortaya karışık bir hayal ki gerçekliği yazarın yaşamsal finalidir. Yok! Öyle her final düşündüğün gibi ölüm değildir. Kalem tutmuşluğum ölüme şerbetlidir. Ki arsızlığı bundandır. Macide iyi kızdır. İyice kızdı mı, açığa alınmış gecelerimde bana küser. Tıpkı bu senaryonun yazıldığı gecelerde olduğu gibi. Macide olduğu gibi bir kızdır. Öyle pencerenin önünden dünyaya bakar durur. Çünkü hayata duruşu böyledir. O duruşun içinde bazen çiçeklenir, çiçekli Macide olur. Ki tiyatronun üst katında oturan temizlikçi kadındır. Macide bu! Bilirsin. Hani şu kahve tadını kafiyeye kaptırdığım şiirden… Temizlikçiliği yazar kırıtkanlığında yalandır. Bu senaryoda da bir Macide, bir seni sevdiğim doğrudur. Gerisi ticari bir hayal ki gerçekliği yazarın ölümüdür. Gerisi, senin belki de oynamaktan son anda vazgeçeceğin bir hayal ki, hayata geçme gerçekliği sende saklı durur.

Düşüne düşüne, kendimi yatağa atmışım. Kahve ayıklığında söylediklerimi tartmışım. Seviyorum seni! Benimle yaşlan, gövdeme yaslan. O ki seni, fiyasko ile sonuçlanan filmlerinde bile sevdi. Görünenin önemi yok! Dedim ya, bir bende güzeldin, bir bana özlemdin.

Bu senaryoyu mutlak çekmeliyim. Çünkü çekmezsem öleceğim. Çünkü ölüm bazen arzuların son durağıdır. Ve bazen gidemediklerin için inersin otobüsten… Kahya'nın çığırtkanlığı mizansel bir aldatmacadır. Ve ben edemediğim, ama edebileceğimi düşündüğüm sohbetler için gidiyorum düşüme… Kirpiklerim birbirini öpmek üzere, gidiyorum. Sabaha yeniden sarhoş uyanmak üzere… Ki şimdiki zaman en ayık dakikalarımın artığıdır. Bu şarkıyı yazan yazar benim gelecek zamandaki halimi hiç düşünmemiş. Yazar bencilliği olsa gerek!… Elbet birgün buluşacağız. Bu böyle yarım kalmayacak. Yandaki yaşlı ev sahibi, paşa kızı Letafet teyze aksamları hep bunu dinler. Kulağı ağır işittiği için bende dinlemek zorunda kalırım. Birgün niye hep bu şarkı ? diye sordum. Gözleri yaşlandı. Sevgilisi Şirket-i Hayriyye'de kaptanmış. Letafet teyzenin ailesi o zamanlar köşkte otururmuş. Bazen kumaş bakacağım diye yalan söyleyip, arabacıya yalvarır, kendisini kalfa ile birlikte sahile götürmesini istermiş. Sahile geldiğinde vapur yolcu almak için beklerken, Nizam bey kaptan köşküne çıkar ve vapur kalkana kadar bakışırlarmış. Babasının paşa'lık ünvanından dolayı evlenememişler. Babası bir kaptan'a kız vermezmiş. Sadece bir kez Kanlıca'da yoğurt yiyebilmişler. Nizam bey, mutlaka birgün buluşacaklarını söylermiş. Letafet teyze bir miralayla evlilik yapmış. Yıllar sonra kocası olmuş. Letafet teyze Sirket-i Hayriyye'ye koşmuş. Nizam bey'in uzun yol kaptanlığına gittiğini ve dönmediğini öğrenmiş. Bu şarkı onların şarkısıymış. Hala birgün doneceğine dair umut taşıyormuş.

Elbet birgün buluşmayacağız. Nasılsa gelecek hafta Nezih'in herhangi bir metrekaresinde buluşacağız. Bu böyle yarım kalmayacak.. Ve ben seni öyle ya da böyle ikna edeceğim, bu filmi çekeceğiz. Seninle konuşurken gözlerim yaşlanacak. Göz ağrısı deyip geçiştireceğim. Seviyorum seni! Benimle yaşlan. Görünüşün önemi yok. Dedim ya, bir bende güzeldin, bir bana özlemdin.

Deniz Güney - 2002

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_45.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 2.993 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


Yanımda Kal

Bu kış biraz sert..
Yanımda kal..
Beni ellerinden çok sözcüklerin ısıtıyor, bilirsin.
Üşüyorum her sustuğunda...

Gel göğsüme yaslan..
Kalbin kalbime mors dilinde seslensin..

Taner AŞICIOĞLU

<#><#><#><#><#><#><#>

ANLIYOR MUSUN?

Hava bugün
    Doğurgan,
        Sancısı tutmuş
            Gebe bir kadının hırçınlığı ile
                                                Çığlık çığlığa

Şimşekleri doğurdu ansızın,
    Yıldırımlar düşürdü döl yolundan
-         görüyor musun?-

Sonra da
            Duyduğu acı ve sevinçle
            Gözyaşlarını koyverdi bulutlar
                                                Sicim sicim
Sokakta türküler söyleyen çocukların üstüne
-         duyuyor musun? -

O an belki
            Bir kaç ana

Benden çok
                 Ama çok uzaklarda
                                    Bağırıyordu pencerelerden
"arap kızı" imgesini silercesine
                        "Haydi afacanlar
                                    yeter artık
                                                girin içeriye"
-         gülüyor musun? -

Ve belki bir çocuk
        Yağmurla gizlediği gözyaşları ile
                        Çamurlu bir sokak köşesinde
                                    Kalakaldı boynu bükük

Herkes giderken
        evli evine, köylü köyüne
                 Bir sıçan deliğine bile girememenin
                            Kahrolası hüznüyle.
-         ağlıyor musun? -

Oysa ben
            Gözlerim göğün tavanına çakılı
            Uykusuz geçen gecelerin yorgunluğuyla,
                        Ve o gün payıma düşen son sigaram dudaklarımda
            Söyleşiye daldım gönlümce,
Karanlık gecenin
görünmeyen yıldızlarıyla..
            Seni sordum,
Seni anlattım onlara
                        -biliyor musun?-

Demirlerde katıldı söyleşimize
            Kelepçeler,
                        Sürgüler
                                    Ve özünü yadsımayan
                                                            Ne varsa
                        Tutsak düşmüş yüreğime
                                    Düşman da olsa,
                        Beraberce söz açtık
                                    İnsanoğlundan.

Çünkü,
bir o vardı
sözüm söz deyip de
alanlarda
            arkadan bıçak saplayan
            inançlarına ve sevdalarına
                                    -titriyor musun?-

Ve şimdi
            Tanığım olsun ki,
                        Rüzgarın yağmur damlalarını savurduğu
                        Demirli pencerem
                                    Kelepçelerim, sürgülerim.

            Tanığım olsun ki,
                        Onurlu kılmaya çalıştığım
                                    Yaşamıma neden
                                    Can dostlarım
                                                ve can düşmanlarım.

Eger ki
            İhanetin kanı
            Karışırsa damarlarına,

Ve bir gün,
            İrinli bir yaraya dönüşürse
                        Nar çiçeklerini andıran gülüşün,
            Tırnaklarımla söküp atarım
                        Yüreğimin sana ait olan yarısını,
                                    Tütün basarım yaralarıma
            Güneşi sarar
                        Kuruturum akan kanı.

Ve ne   bir anı
            Yaşanılan
            Ne bir çiçek
Koklanılan

            Almam yanıma seni ansıtan.

Bu kavga dolu yürüyüşümde
                        Unutulursun...
                                    -anlıyor musun?-
Taner AŞICIOĞLU

 Biraz Gülümseyin


SEVİMLİ TAVŞAN

Sevimli tavşan bir gün ormanda bir kulağı anlına düşmüş, diğeri dimdik havada seke seke, şarkılar söyleyerek yürürken, birden karşısına bir korkunç hayvan çıkar.

Sevimli tavşan büyük bir irkintiyle sorar:
- Ay sen de kimsin?
- Ben bir kurt köpeğiyim ! Hav !!!
- Ay o ne biçim bir şey ?
- Benim annem kurt, babam ise köpekmiş... Hav !
- Çok sevindim... Hadi bana alasmaladıııık !

Deyip yoluna devam etmiş. Keyifle bir süre daha gittikten sonra, hayatında hiç rastlamadığı bir hayvanla karşılaşmış.
- Ay sen de kimsin?
- Ben bir devekuşuyum...
- Ay inanmıyoruuuum !!???

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.tcdd.gov.tr/trensaatleri.html
Eski model, yavaş ve hafif gürültülü olmasına rağmen halen en güvenilir ulaşım araçlarından olan ( banliyo trenlerini bu sınıfın dışında tutuyorum ), trenlerimizle seyahat etmek isteyenler için, anahat tren güzergahları, ilk kalkış ve varış saatleri.

http://www.wallpapershq.com/accueil.php
Kapsamlı bir wallpaper kaynağı... Başka yorum yapmıyacağım. Sadece çok beğendiğimi söylemem yeterli olur sanırım.

http://mantlepies.com/games/
İşte sizlere süper bir oyun sayfası, aslında sadece üç adet oyun var fakat kazanma hırsınızı fazlasıyla tatmin edeceğinizi garati ediyorum. Aman dikkat, kazandıktan sonra lütfen çığlık atmamaya özen gösterin. Malum işyerlerinde pek hoş karşılanmaz.

http://www.toostupidtobepresident.com/top11/signsyourepres.htm
Eğer listedeki şartlara uyuyorsanız siz de Amerikaya başkan olabilirsiniz.

 Damak tadınıza uygun kahveler


PC Inspector File Recovery v3.0 [2.9M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105305
Silindiğini sandığınız dosyalarınızı kurtarmak için bir alternatif program daha. FAT 12/16/32 NTFS formatlı disklerde işe yarayabilen oldukça iyi çalışan bu programı veya bir benzerini gerektiğinde kullanmak için elinizin altında bulundurmanızı şiddetle tavsiye ederim.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030107.asp 7 Ocak 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com