KAHVE MOLASI

ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 179

 8 Ocak 2003 - Allah düşürmesin...


Merhabalar,

Google.com 2002'nin en çok aranan kelimelerini açıklamış. En çok aranan kadın Jennifer Lopez olmuş. Milyonlarca kişi aramış ama sonunda birine nasip olmuş. Ben Affleck, Jenny'yi google da değil, filim setinde bulmuş ama olsun. Umut yiğidin ekmeği. Etli butlusu olmasa da, sanalıyla idare etmekte bir yol değil mi?. Bizim memlekette kim birinci olmuştur acaba? Tahminlerim şöyle, birinci sırada Nez, ikinci Petek, üçüncü de Seda. Bizim arama motorları açıklasa da öğrensek kim birinci. Aslında lafı döndürüp getirmek istediğim yer bizim Kahve Molası. Yayına ilk başladığımda, tüm büyük arama motorlarında "kahve" kelimesini aramış, binlerce sitenin arasında, bizim sanal dergiyi görememiş bozulmuştum. Hayda, sanki bu motorlar birer falcı. Nerden bilsinler Kahve Molası günün birinde en tepeye yerleşip oturacak. Hani bilseler, benim gönlümü alacaklar. Sen gönlünü ferah tut diyecekler. Neyse efendim, biz yılmadık, çalıştık çabaladık 179.sayımıza ulaştık. Dün o büyük arama motorlarında bir tur daha attım. Atmaz olaydım. O da ne? Herbirinde en tepeye yerleşmemişmiyiz? Aldı mı beni müteessir. Şimdi işin yoksa, zirveyi kaptırmamak için çalış babam çalış. Büyüklerimiz ne demiş? Çıkmak önemli değildir, önemli olan tutunmaktır. Vay başıma gelenler. Allahtan yanımda sizler varsınız da, gönlüm huzur buluyor. Mümkün değil, bu işin altından tek başıma kalkamam, böyle biline. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla oldu sanki. Yok yok ben direkt kızıma söylüyorum. O ne istediğimi şıp diye anlamıştır bile.

Bu zirvede tutunma operasyonu yetmezmiş gibi, başıma bir başka çorap daha ördüm, izninizle. Gittim ISSN (International Standard Serial Number) kaydı için başvuru da bulundum. Nedir bu demeyin? Hani şu basılı şeylerin üzerinde pijama desenli ISBN numaraları var ya, işte ISSN de tek seferlik değil de süreli yayınlara verilen cinsten uluslararası etiket. Bir kere kaydoldunuz mu, kurtuluşunuz yok. İlla ki yayını düzenli sürdüreceksiniz. İlgililer bizim molayı inceleyip, numaralamaya karar vermişler. Göğsüme kazıyacağım numarayı bekliyorum. Merak etmeyin, gelir gelmez siz de göreceksiniz. Var başıma bir gelecek ya, hadi hayırlısı.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Hayalin yoksa, sen de yoksun..

2000 yılına az zaman kalmıştı.. Ben, pek önem vermem böyle yaftalar yapıştırılmış, kitlesel hezeyan içeren olaylara... Neden ve niçin anlam yüklemek gerektiğini bilip bulamam bir türlü.. Ayrıca, ille de önem vermem gerekmez nasılsa diye düşünür.. küskün ve umarsız çekilirim köşeme.. Ama sözkonusu olan 1900'lü yılların bitip, 2000'li yılların başlamasıydı.. Bunu bilinçli olarak algılayabilecek bir kuşağın çocukları olarak.. acaba dedim.. acaba özel ve farklı bir şey.. yapılamaz mı?

Bu yıl başında da birlikte olduklarıma sordum.. 'Yeni seneden, basmakalıp dilekler dışında 'kendin' için ne istiyorsun?' diye.. Herkesler o bildik 'sağlık, mutluluk.. vs' laflarını ettiler.. Sanki sağlıklı olmanın ve mutluluklarımızın pek bir kıymetini bilirmişiz gibi..

-Hayır hayır.. bu değil duymak istediklerim.. Başka şeyler istiyorum.. Özel, sana özel, sadece kendini ilgilendiren, ve sadece seni, gerçekten mutlu edecek bir şey..

Gelmedi cevap kimselerden.. Belki paylaşmak istemediler, belki de kendisini bir birey olarak görmekten öylesine uzaklaşmışlardı ki.. Bireysel bir talep ya da beklenti oluşturmak duygusu kalmamıştı.. Bilemiyorum.. Oysa ben, 'Kutuplara gitmeyi, dalgıçlık kursuna katılmayı, balonla üç haftalık bir seyahate çıkmayı... ' gibi şeyler duymak istiyordum.. Gerçekleştirmesi zor da olsa.. hayal edebilmeyi, bunu kurgulamayı arzulasınlar istiyordum.. Bunlardı duymak istediklerim..

2000 yılı öncesine dönecek olursak... Durup düşündüm.. hangi sene 31 Aralık gününü hatırlıyorum diye.. Hiç.. kocaman bir hiç.. Oysa o zamanlar herhalde yaklaşık 40 tane yılbaşı görmüştüm, ve hepsi de bilinen, tantanalı, mutluymuş gibi yapılan günlerdi.. Kendini özel ilan etmeye çalışan günler.. Bana farklı bir şey lazımdı.. Yaşamım boyunca hatırlayabileceğim bir gün..

1990'lı yıllarda Gelibolu yarımadasına bir gezi yapmıştık.. İki aile. Kaldığımız pansiyonun sahibi aynı zamanda Marmara ile Ege denizlerinin birleştiği, en uç noktadaki deniz fenerinin de bakıcısıydı. Deniz feneri.. Yalnızlığın ve özlemin gözle görülür hale gelmiş, insan eliyle kotarılmış anıtsal yapısı.. Her zaman çok çekmiştir beni fenerler.. Orada gerçekten bir yalnızlık, bir doğallık ve sessizlik vardır. Bu ıssız burunda, rüzgar insanın saçlarını karıştırarak, şiddetle eserken kişi kendisini dünyada tek başına kalmış gibi duyumsar. Yarımadanın ucunda bir fener olduğunu öğrenince bir fırsatını bulup gittim yalnız başıma.. Gerçekten de terkedilmiş bir yerde tek başına dikilmekteydi fener, köpüklü dalgaların seslerini dinleyerek. Kapı kapalıydı. Etrafında dolandım.. Şiddetli güneş ve yağmur altında kalmaktan ağarmış duvarları, el değmemiş kayalıklarla çevrili, yer yer, bulduğu iki kaşık toprakta yeşermiş otlarla çevrelenmişti.. Hava kapalıydı.. rüzgar kulaklarımda ıslıklar çalıyor, zaman zaman çakan şimşeklerden sonra ince bir yağmur dökülüyordu egenin sularına. İçeri girmek istememe rağmen, hiç değilse izin istemeli diye düşünüp yalnız bir ruh gibi döndüm köye. Adamı bulup konuştum.. İçeri girip giremeyeceğimi falan sordum. Oralı olmadı, birkaç bahaneyle savuşturdu beni. Ama bu kadar kolay pes edilmemeliydi.

Ertesi gün tekrar gittim anıtın yanına. Yine orada, bıraktığım yerde, yalnızlığına gömülmüş, sessizce dikilmekteydi ufka bakarak.. Havada gene yoğun ve karanlık bulutlar vardı.. Öğlen saatleriydi ve ege hırçın kıpırtılarla kıyıları dövmeye devam ediyordu. Binayı çevreleyen duvarın kenarında bir taş kestirdim gözüme, çıkıp taşın üzerine attım kendimi duvardan içeri. Yıllardır gelinip gidilmemiş olduğu belli olan minicik bu avlu, sanırım bir zamanlar fenerci ve ailesinin şiddetli rüzgardan korunması için yapılmış bir açık hava sığınağıydı. Son derece sempatik bir dış mekandı aslında. Yer, içeriye kadar devam eden eski tip renkli, geometrik desenli karo mozaiklerle kaplıydı. Karolar çatlamış, aralardan otlar çıkmıştı. Yürüdüm açık olan eski tahta kapıya doğru. Kapı, yıllardır yağmur ve güneş tarafından yıkanmış, damarları kuruyup büzülmüş koyu kahve bir renk almıştı.. Koridorun solunda, betondan dökülmüş lavabosuyla toz içinde bir mutfak, sağında ise belki bir iki ıvır zıvır, çürümüş ev eşyası olan bir yatak odası vardı.. Anlaşılabildiği kadarıyla buraya on yıllardır kimseler gelmemiş olmalıydı. Devam ettim dar koridorda ve aniden inanılmaz etkileyici bir yere geldim.. Burası, koridorun bittiği noktada dairesel bir salon olarak düşünülebilir.. Ama kafayı kaldırınca, 15 metre yükseğe kadar, konik bir eğimle yukarıya kadar devam eden bir fener binasıydı.. binanın iç duvarından çatıya, lamba düzeneğinin bulunduğu noktaya ulaşabilmek için ince demir profilden iptidai bir merdiven iliştirilmişti.. Bu güvensiz merdivene yürüdüm.. Ve heyecanla tırmandım yukarı. En tepeye geldiğimde, koca beton binanın rüzgarla sallandığını algılıyor ve heyecan içinde çarpan yüreğimin sesini duyuyordum kulaklarımda.. Pirinçten yapılmış, üzerinde fransızca laflar yazan zemberekli mükemmel bir mekanik düzenek, kristal cam ve ayna yansıtıcılarıyla artık çalışmaz biçimde terkedilmişti.. Ancak, aynı işi yapmak amacıyla bir piknik tüpü ve elektrikli birkaç alet acemice yerleştirilmişti cam pencerenin içine. Bir an durdum, camdan dışarı baktım.. Önümde, aşağıda, Ege denizi uçsuz bucaksız uzanıyor, dalgalar bana doğru koşuyorlardı adeta.. Yalnızdım.. Korkuyordum.. Bina sallanıyordu, izinsiz girmiştim, ve gördüklerim heyecan verici, doyulmazdı.. Hızla indim kedi merdiveninden aşağı.. Koşarak çıkıp koridordan avluya, attım kendimi duvarın üstünden gerisin geri dışarı.. Binip arabama gazladım..

Hala aklımdaydı bu deniz feneri.. Yıllar sonra, 2000 yılı yılbaşısı yaklaşırken, köyün delisi olarak herbirine gidip yakardım.. 'Ne olur, Gelibolu'ya gidelim, fenerciye üçbeş kuruş verelim, açtıralım feneri.. Avluya bir masa kuralım.. Beyaz örtülü.. Vazolarda çiçekler.. Ve basit bir rakı masası.. Ve herkes smokin ve tuvaletle gelsin.. Soğukta kadınlar dekolte de olsa birer şaldan başka bir şey kullanmasınlar.. Erkekler de katlansınlar rüzgara soğuğa.. Sonra içeride bir soba kurmuş olalım, üşüyünce, akşama gireriz içeri.. Ve 2000 yılını burada karşılayalım..' dedim.. Taraftar bulmadı bu önerim.. Ya da kimselerde enerji kalmamış artık.. Gidemedik.. Ve ben şu anda 2000 yılına nerede ve nasıl girdiğimi bilmiyorum tahmin edebileceğiniz gibi..

Bu sene de sordum insanlara.. 'Hayaliniz nedir?' diye.. Yokmuş... Ya da var da, bana söyleyemiyorlar.. Kim bilir.. Ben utanmam hayallerimden.. Tabii kendime sakladığım pek çok hayalim de var, kimselerle paylaşmadığım, paylaşamayacağım belki.. Ama mesela bu sene için şu ileride sadece kendi zevkim için çekmeyi planladığım bir Sabahattin Ali'nin hayat hikayesi filmi var kafamda.. Tüm kitaplarını tekrar okuyup, senaryoyu yazabileyim istiyorum.. Bu yılki hayalim bu.. Pek de önemli değil gerçekleşip gerçekleşmemesi.. Ben hala hayal edebiliyor olmayı, fırsat olursa da bir hayal için çabalamayı seviyorum..

aaltan@superonline.com

Nedret Türer

 Telveli Paylaşımlar : Nedret Türer


   Küfür Edebiyatı!

Bir insan düşünün...
Hem Şair
Hem Yazar
Hem de bir kadın olacak!
( Ama o ben değilim! )

Bir trafik kazası düşünün...
Hem sinir bozucu
Hem ucuz atlatılmış
Hem de erkekçe yapılmış olacak!
( Sevgili 'erkek' okuyucum üzülme sen de değilsin! )

Bir kadın ve bir erkek...
Aman Allahım...

Bir 'an' düşünün...
'Küfür' denen acı biber sürülesi kelimeler topluluğu
edebileşip sanat'a dönüşecek! ( Ne diyorsun?! )

Bir vaka düşünün.
Bu dediklerimin hepsi gerçekleşecek! ( Vay canına! )

Kadın sürücü'nün arabası mavi, suyuna limon katılmış deniz gibi!
Erkek sürücü'nün arabası kırmızı, fazla hormonda kalarak yamulmuş domates gibi!

Bir yol hayal edin, trafikten değil anası, sülalesi ağlamış...
Bir sahne düşünün, kadife koltuklarda oturmuş da seyrediyormuş(sunuz) gibi...
Çünkü trafik kazalarını yapmak değil seyretmek zevklidir!
Çünkü trafikte bir kaza oldu mu trafik kazadan değil, seyredenlerden kilitlenir!
o halde...
Artık lafı fazla uzatmayalım.
Bu kaza pek taze soğutmayalım.
Polis gelecek yollar tıkanacak
Görelim...
Küfürle edebiyat nasıl oluyormuş
Öğrenelim!...

KADIN;
Ey karlı buzlu yoldan gelen şaşkın adam.
Körmüsün görmedin arabamı, al sana gözlük
Bu tampon kaç para, haberin var mı ondan
Bu yoklukta eder en azından bir yüzlük!

ERKEK;
Behey aklı kısa saçı uzun "dişi" kişi
Ne arıyordu araban tam burnumun ucunda?
70'le yaptın ani fren hemde sıkı bişi!
Mahfettin arabamı işte eninde sonunda!

KADIN;
Ey nesli tükenmiş dinazorların vekili!
Sen benim saçımla neden ilgilenirsin?
Şimdi polis senden alsın evrakları, ehliyeti
Eminim uysallaşır aklımla da ilgilenirsin!

ERKEK;
Ben senin gelmişini, geçmişini, sülaleni
Tanımam ama benden selam söyle bir zahmet
Dünyadan silmeli senin gibi aklı evvelleri
Erkekler bayram eder bir cümbüş bir kıyamet

KADIN;
Behey garip yaratık aç ağzını yum gözünü
Çünkü Polis gelecek sıkışmış yapacak hacetini!
Sadece o değil 7 sülalem yedirecek bu sözünü
Şeker ile, kaymak ile yoğurupta hepsini

( Nihayet beklenen an ve polis çıkagelir, edebiyat-ül küfür şenlenir...)

Saygıdeğer Hanımefendi, beyefendi duyurulur
Arkadan çarpana cezanın tamamı kondurulur
Bir de üstüne çuvalla para cezası sunulur
Ödemesse anası, avradı, hanesi ondan sorulur!

( Çarpılan kadınla çarpan adam sus pus olurlar
Aralarında anlaşıp ucuza kurtulmanın yolunu ararlar
Polise rüşvet vereceklerdir vermesine amma
Bunu nasıl söyleyecekler düşünüp dururlar! )

Kadın en sonunda bulur oldukça güzel bir yol!
Adam ister istemez seyreder
Kırpmadan gözünü ne sağ ne sol.

Ey Polislerden en Polis beyefendi bizzat siz!
Ne iyi ettiniz de kalkıp buralara kadar geldiniz!
Hayat zor. Çok pahalı yaşamak. Bunu biliyor bendeniz
Acaba size çukulatalı para ikram etsek, yer misiniz?

( Afallayan polis bu alışılmadık nezaket karşısında şaşırır tabii biraz.
Rüşvetin kokusu o kadar tatlı ki. Hele böylesine hiç karşı konulamaz! )

Saygıdeğer hanımefendi, çukulataya lafım yoktur severim
Evde çoluk çocuk bayramdan bayrama görürüz vesselam
Hele onları kaplayan kağıt, para kokarsa dayanamaz yerim
Huzur buluruz evde ailecek ne kahır kalır bizde nede gam

( Sonraaaa... alınır, verilir, al gülüm ver gülüm.
Biraz naaa.... biraz hoşnut!
Polis "halleşin" der çeker gider,
ama ne kadın mutludur artık ne de erkek mesut )

Gitti paracıklar!...

Başlamıştır yine onlara özel kavga'nın en alası en hası...
Birazdan son bulacaktır PERDE, işte bunlarda son iki kıtası!

KADIN
Sayın Deli Beyefendi, siz sardınız başımıza hep bu işi
Ne diyeyim Allah cezanızı versin mi sizin, vermesin mi?
Bir daha kullanmayın cismimde cinsel fantazilerinizi!
Yoksa ummadığınız taş patlatır kökünden ensenizi!

ERKEK
Bak bak bak neler de dermiş sanki çok bilirmiş gibi
Kadın milleti yok mu, ederler insanı hakikaten deli
Ben artık gidiyorum al işte arabanın zarar bedeli
Yeter ki gözükme gözüme bir daha, yoksa severler seni!

Aman..aman......

Bundan sonrası RTÜK....
Kusura kalmayın, KESTÜK...

Onlar erdi mi murada artık bilinmez!
Küfürle edebi düş ülkelerine gidilmez!
Kimseler kaza yapsın istenmez
Her kazazeye de böyle nazik söylenmez!

Unutmayın....Unutturmayın...
SON DÖRTLÜK ;
Edebiyat deme küfür denen ucubeye yazıktır
Küfür edenin dilini eşek yoklasa bile azdır!
Siz anlatın kızgınlığınızı her zaman kibarca
Yoksa küfürle yok olan azar azar insanlığınızdır...

Sürç-ü Küfür eyledik...
Biberleri hakettik.
Edebiyatı da katlettik
Ben ettim siz etmeyin.
Lütfen beni affedin... : )

Diiiip Not: Bu yazıya da gülmeyenin.......
Durun durun... Şaka yaptım... : )

Nedret Türer

 Fincandan Taşanlar : Aslı Sarıoğlu


PROTOKOL

Zamanını en fazla beş dakika geçe gelinir. Sadece karşıdakinin duyması istenen ve gereken kadar haller, hatırlar sorulur. Oturulur... Eğer, daha bir büyümüş küçük burjuvalarsa, içkiler alınır yemek öncesinde. Misafir, şöyle bir evi süzer, evin görüntüsü öncüldür çünkü ilişkiyi devam ettirmek için. Sonra, başarılardan bahsedilir, kendimizden bahsetme konu başlığında.

Başarısızlıklar gizlenir, ama onlar yırtık çoraplarımızdan istenmeyen zamanda pırtlayan patates parmaklar gibi çıkarlar ortaya. Olması gerekli olan kurallar eşliğinde, kinayeler yapılır. "Efendim, ben aramıştım, sıra sizdeydi...." Sonra yemeğe geçilir.

Sofra, yemeğe katılanların üç misli insanı ağırlayabilecek denli zengin ve gösterişlidir. Evin hanımı bu arada mutlaka; "aman canım, ne yapmışım ki?" der. Ve eğer daha küçük yaşta zavallı bir genç kız yoksa ortamda yemeğin başından sonuna kadar mutfakla yemek odası arasında mekik dokur. Bu işin en zor kısmı bu değildir. Zor olan, bu zahmetli hizmetçilik hizmeti sunulurken, bir yandan da mutlaka hanım hanımcık bir gülümseme takınılmalıdır, ki bu gece boyunca bir dakika bile unutulsa, misafir protokol gereği alınabilir ve ömür boyunca bu an ev sahibesinin başına (takibi üçüncü şahıslardan duyacaktır) kakılır. Yemek biter, misafirin rütbesine göre, kahve, çay ki yanında tatlı olmalı ve de meyve tabağından en az ikisinin ikramı devam eder. Yemek boyunca zaten "yok canım, bir şey olmaz, biraz da bundan yiyin ısrarlarıyla fazlaca aşılmış günlük kalori limiti mide fesadına doğru ilerler. Bu arada koltuklara geçilmiş, ve konular kısır Türkiye sohbetine dönmüş bulunmaktadır. Çözümler bulunmuş, failler yakalanmış, sorun diğerlerine yüklenmiş ve rahatlanmıştır. Evin hanımı tüm bu sürede sohbete, çay kahve ikramı arasında, konuşulanlara yabancı bakmaktadır. Zaten önemli olan gösteri olduğundan, durumundan herhangi bir rahatsızlık da duymamaktadır.

Gece son bulur, gösteri de. İnsanlar zaten göstermek üzere yaşadıklarından, duyumsadıkları mutsuzluk hissinin nedenini bulmaya bile çalışmazlar. Görünen, gösterilen tatmin etmiştir.

Aslı Sarıoğlu

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_45.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.000 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


KENDİME ÖĞÜT

Uslanma hiç hep deli kal
Büyüme sakın çocuk kal
Es deli deli böyle kal
Son harmanında sevdanın
Tüken toz toz savrula kal
Suçüstü bulmalı ölüm
Ölürken de sevdalı kal

Aziz NESİN

<#><#><#><#><#><#><#>

SEN SÖYLEMEDEN DE BİLİYORUM

Seziyorum ki kaçacaksın
Yalvaramam koşamam
Ama sesini bırak bende

Biliyorum ki kopacaksın
Tutamam saçlarından
Ama kokunu bırak bende

Anlıyorum ki ayrılacaksın
Çok yıkkınım yıkılamam
Ama rengini bırak bende

Duyumsuyorum ki yiteceksin
En büyük acım olacak
Ama ısını bırak bende

Ayrımsıyorum ki unutacaksın
Acı kurşun bir okyanus
Ama tadını bırak bende

Nasıl olsa gideceksin
Hakkım yok durdurmaya
Ama kendini bırak bende

Aziz NESİN
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


   KAHVE SOSLU ÇİKOLATALI TART (Avusturya)

ÖNCE HAMUR...
1,5 su bardağı (225 gr) un
125 gr. margarin
1 yumurta sarısı
3 tatlı kaşığı kadar su

Unun ortasını açın. Parçaladığınız margarini üzerine dökün ve ufalanmış ekmek kırıntısı halini alana kadar parmak uçlarınızla iyice karıştırın. Yumurta sarısı ve su ekleyerek hamur kıvamında toplanmasını sağlayın. Hafif unlu bir yüzeyde yoğurun. Streç filme sarıp yarım saat buzdolabında bekletin.

Buzdolabından çıkardığınız hamuru hafif unlu bir yüzeyde merdaneyle açın. Açtığınız hamuru tart kalıbının dibine ve etrafına güzelce yerleştirin. Kenardaki fazlalıkları kesin. Çatalla birkaç yerinden delikler açın. Üzerini folyoyla kapatıp yarım saat daha buzdolabında bekletin. Çıkardıktan sonra önceden 150 dereceye ısıtılmış fırında 15-20 dk pişirin. Hafif pembeleşsin. Çok kızarmasın. Soğumaya bırakın. İyice soğuyunca kalıptan dikkatlice çıkararak servis tabağına alın.

ŞİMDİ İÇİ...
300 ml krema
2 tatlı kaşığı portakal kabuğu rendesi
300 gr bitter çikolata, küçük küçük parçalanmış
kakao (üzerine serpmek için)

Kremayı bir tencereye alın. Sürekli karıştırarak kısa bir süre kaynatın. Ocaktan alın. Çikolatayı ekleyin ve karıştırarak erimesini sağlayın. Portakal kabuğu rendesini de ekleyerek hazırladığınız tartın içine dökün. Soğuduktan sonra üzerini folyoyla örterek 1 saat buzdolabında bekletin. Çıkarınca üzerine kakaoyu serpin.

YANINA SOS ALIR MISINIZ?...
3 yumurta sarısı
¼ su bardağı (55 gr) toz şeker
1 su bardağı (250 ml) süt
2 yemek kaşığı kavrulmuş kahve tanesi (sadece koku ve renk vermek için kullanıyor. Bunun yerine iki çay kaşığı Türk kahvesi de kullanabilirsiniz)
Yumurta sarılarını ve şekeri mikserle çırpın.

Başka bir tencerede sütü ve kahve tanelerini (ya da Türk kahvesini) sürekli karıştırarak kaynatın. Ateşi kısın, yumurta ve şeker karışımını tencereye ilave edin. Sürekli karıştırın. Fokurdayarak kaynamamasına dikkat edin. Muhallebi kıvamına gelince ocaktan alın. Servis kasesine boşaltın.

Not: Tane kahve kullandıysanız sosunuzun içinde tane halde kalması estetik açıdan hoş bir görünüm verecektir.

Sosunuzu, dilimleyerek servis yaptığınız tartınızın yanına koyabilir, kahve tadına doyabilirsiniz. Afiyet olsun...
   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin




SÜNNETÇİ

- İyi günler efendim, saatimi tamir ettirecektim.
- Biz saatçi değiliz efendim. Burası sünnetçi işliği.
- Peki ama vitrinde saat var.
- Vitrine ne koymamızı isterdiniz?

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.eyeenvision.com/thedentist/thedentist.swf
Damak kamerasından ya da damağınızın bakış açısıyla bir diş tedavisi nasıl görünürün, sanal uygulaması.

http://www.zefrank.com/byokal/kal2.html
Kaleidoscope... Küçük objeleri kaleidocope kutusuna yerleştiriyorsunuz ve sonrada diğer taraftaki ekrandan nasıl göründüğüne bakıyorsunuz. Hoş bir çalışma.

http://www.spiritonin.com/interactive/games/sharkgame.html
Köpekbalığı oyunu... Köpekbalığınızı mouse'nizle yönlendiriyorsunuz. En önemli düşmanınız dalgıçlardan mutlaka sakınmanız gerekiyor. intro kısmındaki köpekbalıklarını kötüleyen animasyona aldırmamanızı tavsiye ederim.

http://www.animamundiweb.com/animamundi/flash/Grok.swf
İnsanlar tercihleriyle yaşarlar. Ama bazen tercihlerimizin ne kadar doğru olduğunu algıladığımızda çok geç olabilir. Buyrun sizlere bir tercih örneği.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Speak Freely v7.2 [806k] W9x/2k/XP FREE
http://www.speakfreely.org/
GSM, ADPCM, LPC, ve LPC-10 protokelleri ile sıkıştırma yaparak, düşük hızlı bağlantılarda bile makul telefon görüşmesi yapabildiğiniz bir internet telefonu programı. Şirket ağınızda da kullanabileceğiniz bir arayüze sahip. Multicasting kullanmadan konferans yapabiliyor, ICQ ile koordineli çalıştırabiliyorsunuz. Bu tür uygulamalardan hoşlanıyorsanız, mutlaka deneyin derim.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030108.asp 8 Ocak 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com