KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 180

 9 Ocak 2003 - Üzgünüm...


Merhabalar,

Dün öğleden sonra Amerika'da düşen uçağın haberini alınca, epeydir bizde kaza olmadığı gelmişti aklıma. Abdala malum mu oldu yoksa aksi bir tesadüf mü, akşam saatlerinde o kötü haberi aldım hepiniz gibi. Moral bozukluğu içinde, kendimi alanda bekleyen yakınların yerine koya koya her kanalda detayları izledim durdum. Kimbilir ne ocaklar, ne hayaller, ne umutlar alevler arasında kaybolup gitti. Bu korkunç olayın arkasından çıkacak ihmallerin muhasebesini daha günlerce yapacağız. Ama hiçbir toplama, çıkartma, giden 75 canın gelecek hesaplarını varetmeye yetmeyecek. Üzgünüm, ölenlere rahmet, sevenlerine sabır diliyorum.

Akibeti meçhul Irak sorununda hergün yeni birşeyler oluyor. İngilizlere geçmişin hesabını sormamız, isteklerini elimizin tersiyle itmemiz oldukça hoşuma gitti doğrusu. Büyük biradere karşı takındığımız tavır, her ne kadar ne şiş yansın ne kebap politikası olsa da, şimdilik olumlu. Zaman ilerledikçe, barış umutlarının artması, kovboy Bush'un akıllanabileceğine, sabıkalı Saddam'ın geri adım atacağına dair ipuçlarının çıkması iyi güzel de, olayın bir haddini bildirme operasyonu değil de, kara elmas soygunu olduğunu bilmek petrol gibi kararmamıza yetiyor da artıyor bile. Umarım korktuğumuz başımıza gelmez, inşallah.

Bugün bir konuğumuz var. 8 aydır Irak'ta çalışan ve yaşayan sevgili Hasan Yüksel bizlere Irak'tan bildiriyor. Irak'lının haleti ruhiyesini anlamak için bu yazıyı okumamız gerekiyor. Savaş çığlıkları, düşen bombaların arasında yaşamı sürdürmeye çalışan sıradan halkın çektiklerine bir nebze olsun ışık tutacağını sanıyorum. Kendisi bunun bir seferlik yazı olduğunu söylese de, bu problem sürdükçe sevgili Hasan bizlere Irak'tan epeyce bildirecek "şey" bulur gibi geliyor bana. Boru mu, artık bizim de bir savaş muhabirimiz oldu işte.

Farketmişsinizdir, dün sözünü ettiğim ISSN numaramız geldi. Şaka maka artık damgalandık. Kaytarmakta zorlaştı artık, eyvah ki ne eyvah. Olsun, kendim ettim, kendim buldum ve keşke tüm bulduklarım böyle güzel, onur ve gurur verici olsa. Teşekkürler Türkiye:-)) O kadar da değil, teşekkürler 3.000 kahveci....

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Misafir Kahveci : Hasan Yüksel


Irak'tan bildiriyorum

Merhaba,

Kahvemolası sitesini bir süredir, fırsat buldukça okuyorum. Gerçekten yazarlarıyla, okurlarıyla güzel bir site. Ben burada yazanların çoğunu önceden tanıyorum, ismimi söyleyince onlar da beni tanıyacaklar, benim adım Hasan YÜKSEL. Yazan pek çok arkadaş gibi ben de Bornova Anadolu Lisesi mezunuyum. Güzelim yazıları okudukça ben de hep bir şeyler yazmaya heves ettim ama hem vakitsizlikten, hem de onlar kadar güzel yazamama endişesiyle hep erteledim. Sonunda tek bir yazı göndermeye karar verdim; amacım yazarlar arasına girmek değil, sadece tek bir yazı yazmak istiyorum. Bunu istememin sebebi de bu yazıyı sizlere bu günlerde çok gündemde olan bir ülkeden IRAK'dan yazıyor olmam.

Evet, ben şu anda Basra-Irak'dayım, aslında uzun süredir buradayım. Ben Endüstriyel Otomasyon işinde çalışan bir şirketin sahibiyim ve Mayıs 2001 den beri Basra'da bir Termik Santralin modernizasyon projesinde çalışıyoruz. İlk başlarda ayda bir olan gezilerim artık kalıcı bir hale dönüştü ve ben son 8 aydır buradayım, buradaki kısıtlı İnternet erişim sayesinde de dış dünyadan haberler almaya çalışıyor, Kahvemolası'nı da bu şekilde okuyorum.

IRAK'ın bu derece gündemde olması sebebiyle sizlere buradan bilgiler vermek, gördüklerimi sizlerle paylaşmak istedim. Arap ülkelerinde çalışanlar belki bilir, burası da her şeyin yavaş işlediği "inşallah" lafının nefes alır gibi bol söylendiği, yönetimi zengin, kendi fakir bir ülke. Halkın büyük bir kısmı çok fakir, beraber çalıştığımız mühendis seviyesindekiler bile ayda 80-100 USD arası maaş alıyor. İşçiler arasında ayda 10 USD alan bile var, bu paraların alım gücü konusunda bir fikir vermesi için belirteyim ki, sandviç ekmeği büyüklüğünde bir ekmek 50 Dinar ( 2.5 cent) bir litre su 500 Dinar (25 cent) bir porsiyon kebap 2000 Dinar (1 dolar) seviyesinde.

Halk yıllardır savaşmaktan perişan, her ne kadar meydanlarda Saddam lehine tezahüratta bulunuyor görünseler de gerçekte geçim derdinden başka bir şey düşünmüyorlar ve hemen herkeste "ne olacaksa olsun, bundan daha kötü olamaz" havası hakim. Sokaklar, evler, her yer toz ve pislik içinde. Ara sıra uzaklardan rüzgarla gelen toz bulutları bütün şehri kaplıyor. Temizlik standartları çok düşük, otellerde, lokantalarda etrafı, masaları şöyle bir silmek temizlik yapmak sayılıyor. Yıllardır süren ambargo nedeniyle halkın kullandığı arabalar ve taksiler inanılmaz eskilikte aralarında hurdacının bile almayacağı durumda olanlar var. Kısacası halk derin bir yoksullukta yaşayıp gidiyor ama artık tevekkül mü diyeyim, vurdum duymazlık mı diyeyim anlayamadığım bir sebepten dolayı hiç bir şey umurlarında değil, her fırsatta gülüp, eğleniyorlar.

Buraya ilk geldiğimiz zaman bu yoksulluğa rağmen bu neşelerine çok şaşırmıştık, hala da şaşırıyoruz sanırım umutsuzluğun son kertesi bu olsa gerek. Yönetim ve ona yakın olanlar ise çok farklı durumda, hepsinin altında lüks arabalar, özellikle Bağdat civarında lüks evlerde yaşayıp duruyorlar. Ülke de baskı rejimi olduğunu gösteren olaylar yok, çünkü kimsenin sesi çıkmıyor. Sanırım bizde sokaklarda adam coplandığı için sevinmemiz gerekiyor, çünkü bu bizde demokrasi olduğunu gösteriyor.

Olası bir savaşla ilgili yorumlarıma gelince, burada savaş zaten var. Hemen her gün sirenler çalıyor ve devriye gezen Amerikan uçakları bir hedefi vuruyorlar. Bu hedef bazan Basra havalimanındaki bir radar, bazan Irak'lıların sokak aralarına bile yerleştirdikleri mobil radarlar bazan da resmi bir kuruluş binası. Halk buna o kadar alışmış ki, siren çalınca hiç bir şey yapmıyorlar, bir yerin vurulduğu haberini alınca da harabe gezer gibi bakmaya gidiyorlar. Sanki savaş onları ilgilendirmiyor, Saddam ve Amerika arasında bir savaş var ve bu savaş onların etrafında cereyan ediyor o kadar.

Zaten yapılan yorumlara göre olası bir savaşta en çok karşı koyma Bağdat çevresinde Saddam'la birlikte düzenleri bozulacak olan ona yakın çevreden gelecek. Şimdilik yorum yapmadan herkes beklemede, resmi kuruluşlar kendi imkanlarına göre bazıları komik de olsa önlemler almış durumda. Örneğin bizim çalıştığımız santralda bazı yerlere kum torbaları yerleştirildi, karartma uygulanıyor, sağa sola içinde tentürdiyot ve sargı bezi bulunan dolaplar yerleştirildi. Bunların bazılarını komik bulmamamın sebebi karşıdaki düşmanın gücü, Amerikan uçakları pireyi gözünden vuruyor, sokak arasındaki bir kamyondaki radarı vurabiliyor, karartmaya rağmen bulunduğumuz santralın her santimetre karesini gece gündüz izlediğine eminim. Hal böyle olunca da o önlemler komik olmaktan öteye gidemiyor.

Çocukluğumda "şimdi elimde bir makineli tüfekle taş devrine geri dönsem amma şaşırırlardı haa" diye düşünürdüm, şu andaki savaşın bundan farkı yok. Yıllardır süren ambargo ve savaşlar sonunda Irak'ın elinde Kalaşnikof'lardan başka bir şey kalmamış, hep olduğu söylenen kitle imha silahlarının varlığından ve caydırıcılığından Irak halkı bile emin değil. İşin en kötü tarafı yılların bezginliği içinde olası işgalcilere karşı tepkilerinin "bundan daha kötü olamaz ya" şeklinde olması ama burası bir Arap ülkesi ve onların ne zaman ne yapacağı belli değil. Şimdilik benim gözlemim olası bir savaşta kuzey ve güney Irak'ın fazla direnmeyeceği Bağdat çevresinin de direnebileceği şeklinde. Bu savaşta en büyük tehlike Irak'ın İsrail'e olası bir saldırısı ve İsrail'in buna cevap vermesi, o zaman diğer Arap ülkeleri de savaşa katılabilir ve sonrası ne olur kimse bilemez. Bir diğer tehlike de Saddam'ın elinde olduğu söylenen kimyasal silahları Irak'ın kuzeyi ve güneyindeki kendi vatandaşları dahil olmak üzere kime denk gelirse kullanması, böyle bir olasılık da beklenebilir.

Gördüğünüz gibi, önümüzdeki haftalar ve aylar çok belirsiz. Şimdilik tablo çok karanlık ama buralarda hep "Saddam son anda bir şey yapacak, bir geri adım atacak veya bir çözüm bulunacak" havası hakim. Umarım onlar haklı çıkarlar, umarım bölgemizde sonunun ne olacağı belli olmayan savaşlar çıkmaz. Amerikalı'ların savaşı niye istediklerini ise her kes biliyor, buradaki Irak'lılar bile "onlara demokrasi getirmek uğruna" uğraşıldığına inanmıyor.

Bana bu yeri ayırdığı için öncelikle editöre ve okuduğunuz için sizlere teşekkür ederim, ben sadece sizlere buradan bilgi ulaştırmak ve bunları sizlerle paylaşmak istedim.

Herkese saygılarımla

Hasan YÜKSEL
hyuksel@isiko.com.tr

 Şiir Gibi Kahveci: Ayşegül Tuğlu


Sen Hayat Hikayemin Başrolündeydin

Günlerden yine seni düşündüğüm bir akşam. Yağmur yağıyor. Yine aklıma düştün. Delice yağan yağmurda delice ıslanışlarımız geldi aklıma. Islak kaldırımlarda el ele yürüyüşlerimiz. Ne hoş anılar senle olanlar. Beni mutlu ettiğin aklıma geldi ve hala mutlu oldugum. Ve senle geçen saniyeler dakikalar saatler aylar günler seneler...hiç bitmesin.

Cocukça ağlayışlarım ne kadar masumdu senden ayrılırken. Bazen umursamz bakışların vardı çılgına döndüren. Ağlıyordum çekinmeden. Birileri birşeyler anlatırdı hiç birine aldırmazdım duymazdım bile. Sen kadar mutlu eden, sen kadar seven, sen kadar ağlatan, sen kadar sevdiğim olmadı. Belki de anlatabileceğim en güzel hikaye olacaksın.

Okuldayken derslerin bitişini iple çekerdim. Senle geçireceğim saatler için sabırsızlanırdım. Bir gün senin tatil nedeniyle İstanbula gitmen gerekmişti hatırlıyor musun? Ne zordu seni bırakmak. Senin beni bırakıp gitmen.. O gün aksilik ya, yolculamak için gelememiştim otogara. Dersim vardı ve o derse girmeliydim. Cok üzülmüştüm. Okul minübüsüne binmeden sana sıkıca sarılıp vedalaşmıstım. İşte o zaman kalbimin göğsüme sığmadığını hissetmiş, artık sokakların bile dar geldiğini düşünmüştüm. Her ayrılışımızda olurdu böyle. Ve sonunda okuldaydım. Göz yaşlarımdan kimseyi göremez hale gelmiştim. Nedendi bu bağlılık sana karşı ve hala neden böyle? O gün seni yolculamayı cok istemiştim. Hani derler ya bir şeyi cok istersen olurmus o gün gercekleşti bu sanki. Hocamız dersi iptal etmişti. Ben o an okuldan nasıl cıktıgımı hatırlamıyorum. Sana tekrar koşabilmek, tekrar görebilmek için adeta çırpınıyordum. Ve otogara beraber gitmiştik. İkinci kez vedalaşmak daha da zordu . Gitmiştin işte. Arkandan el salladım, ağladım... Ayrı geçirdiğimiz seneler coğalmıstı artık. Bazen dayanılmaz hale geliyordu. İşte o anlar kuş olup ucmak isterdim. Koskoca dağlar engel olmasın, sana giden yollar kısalsın isterdim.

Ve günlerden 31.12.1999 2000'li yıllara giriyoruz. Okul yıllarıydı o zamanlar. Yaşadıgım şehirden ayrı, tamamen yabancı oldugum bir şehirdi. Yeni yıla orada girmek zorundaydık. Hiç bir şey yapmadan evimizde oturup, her zamanki gibi televizyon seyretmek, çerez yemek, arkadaslarla toplanmaktı tek tercihimiz. Ve kendimi yalnız hissettğim bir yeni yıldı. Aklıma gelen bir cılgınlık vardı o günün öncesi. Neden yapmayayım diye düşündüm. Neden yanında olmayı delicesine istediğim kişinin yanında değildim.Neden birşeyler yapmak için çabalamıyordum. O gün bütün düşündüklerimi gercekleştirmeye başladım. Öncelikle devamsızlık hakkımı tamamlamıs oldugum için,hocalarımdan izin almam gerekti. Bunu da başardım. Sıra otobüs biletimi almaya gelmişti. Gideceğim yer saatlerce uzaktı ve o zamanlar benim için yaptıgım bir delilikti. Ona da aldırmadım. Kendim için birşeyler yapmak meğer ne kadar mutluluk veriyormuş. Yeni yıla girmek istediğim gibi girmiştim. Hem ben mutlu oldum, hem de yanında olduğum kişi. Sizi uyarayım; bir delilik yaptıgınızda arkası gelecektir:))) En cok istediğinizden başlayın. Dedim ya gerisi gelecektir.

Bu yazı günlüğümün herhangi bir gününden alıntı. Okuyunca ne kadar samimi ve sevgi dolu günler geçirdiğimi bir kez daha anlamıs oldum. Sevgiyi, aşkı doyasıya ve hakkını vererek yaşamak bir kere yaşamak en güzelidir. Ama hayatta bazı şeyleri yapmak için cesaret gereklidir. İçindeki korkuyu yenip ben bunu yaşamak istiyorum demek gerek. Yaşamak gerek. Hayallerimizde hep olmayacak şeyler vardır. Hayal ettiklerimizi yaşamayı cok isteriz. Hayalin yoksa sen de yoksun demiş bizim Ahmet Altan... Çok ta iyi demiş. Yaşamak istiyorsak önce hayal edeceğiz. Sevgiyi, aşkı ertelemeyelim. Bazı şeyler için geç kalındığı gerçeğiyle yüzleşmek, keşke yapsaydım diyerek pişmalık duymak insana acı verebilir.

Ayşegül Tuğlu
aysegul_tuglu@mynet.com

 Şair Kahveci : Filiz Kaya


SEVGİYLE İSTEYİN

"Baharı beklerken ömrüm kış oldu" diye başlayan, "Yorgunum dostlarım yorgunum artık" diyerek devam eden bir şarkı vardır. Biraz kasvetli, karamsar, acılı, sıkıcıdır. Her duyduğumda "Baharı beklerken kış olan ömür" kısmı beni düşündürürdü, hüzünlendirirdi çocukluğumdan beri. Farklı senaryolar yazdığım çok olmuştur bu sözler üzerine. Hep bu şarkının sözlerini kimin, ne sebeple yazdığını merak ederdim. Onunla tanışabilmeyi ve onda bu hissi uyandıran olayları kendisine bir dedektif edasıyla sormayı hayal ederdim. Günler, yıllar kendine ait bir düzen içinde akıp gidiyordu bize ayrılmış süreden. Ömrümüz aslında bir hediyeydi bitene kadar kullanacağımız. Biz bu hediyenin sevincini duyumsamaktan genellikle uzaktaydık. Mutluluğu küçük ayrıntılarda yakalayabilme sanatı gönüllülerindenim. Ne acıdır ki bize göre güzeli ister ve hayal ederken, yani hep beklenti içindeyken yaş ibresi yukarıları buluyor. Uygun zaman, uygun yer, uygun para, uygun insan kısacası hep uygun an beklenir. Belki o an gelir ama bir şey mutlaka eksiktir. Hiç bir şey dört dörtlük bir arada bulunmaz çoğunlukla, hatta dört üçlükte. Şimdiyi yakalamalı, o andan alınabilecek en büyük hazzı tatmalı insan. Hatta mutsuzluğu yaşamalı. Mutsuzluk bilindiğinde, mutlu anlarn keyif veren ölçeği bir o kadar yükselecektir. Yaşlılığı ömrün sonbaharı, kışı olarak tarif ederler. Oysa ki kışlar erken, baharlar geç bulabilir insanı. Önemli olan geri dönüp baktığımızda gülümseyebileceğimiz bir hayatımızın olması..

2002'nin Nisan ayında Kadıköy Belediye'sinin korosunda solist olan bir arkadaşımla görüştüm. Konser hazırlıklarındayız dedi. Ben hemen sulandım, içim gitti. Çocuksu bir istekle ay keşke ben de olsam orda dedim. Veeeeee.... Hadi gel öyleyse bu akşamki çalışmaya dedi. Hep sevmişimdir bu tür organizasyonların sahne arkasını solumayı... Memnuniyetle koşarak gittim. Oldukça küçük bir yerdi. Sıkış tıkıştı sazlar ve solistler. Geç saatlere kadar yoğun bir tempoyla çalıştılar. Aralarında gençler olmasına karşın yaş ortalaması büyüktü. Sevgi, ilgi ve özveriyle yani önemseyerek yapıyorlardı işlerini. O yaştaki insanlardan beklenmeyecek bir tempo, başarma azmi, en iyiyi yapma isteği ve heyecanı ile doluydular. Ve o anlarda sanırım son derece mutluydular. Hatta aralarında görgü sınırları içinde çekişmeler, kıskançlıklar ve jestler yapıyorlardı. Çok hoştular. Bir saat içerisinde büyük bir huzur, hayat dersi ve sevinci verdiler bana. Sıra solistlere geldiğinde sahneyi sanırım yaşı 45'in üzerinde(belki çok daha fazlaydı ama genç, dinamik bir görüntüye sahipti.) bir bey aldı. Söz ve müziği kendine ait bir şarkıyı seslendirecekti. Hiç duymadığım bu şarkıyı "Sevmek neden günah olsun?" nakaratıyla söylüyordu. Sözler ve müzik tam anlamıyla harikaydı. Öyle duyumsayarak icra ediyordu ki parçayı, herkesin gönlünü yerinden oynattı yorumu ve sesiyle. Bir şarkının dışına çıkmış, canlanmıştı notalar. Gözgöze geldik ve bir süre öyle bakıştık. "Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez. Gönülden gönüle gider sır gizli gizli" der Neşat Ertaş bir türküsünde. İşte gönüllerimizde öyle bir köprü kuruldu. O beni, ben onu, herkes birbirini anlıyordu o anda. Ve şarkı "Sevmek neden günah olsun?" sözleriyle son buldu. Bu özel ve güzel insana sarılıp yanaklarından öpmek istedim. O coşkunlukla belki uygun değildi yaptığım bilemiyorum ama yanına gidip tebrik ettim. Büyük, olgun bir insan kisvesinin yüklediği, kayıtsız rolü oynayacak durumda değildim. Hem zaten o kadar büyükte sayılmazdım. Yaş 26-27 arasında... Yani çılgın olma hakkımı kullanabileceğim ideal bir zamandaydım. Her yaş çılgınlığa davetkar, cüretkar olmalıdır bence. Yaşımın öyle şarkıları sevemeyecek kadar genç olduğunu düşündü belki. Tebriğime "Ne mutlu genç insanlarda bu hisleri, bu beğeniyi uyandırabiliyorsak" şeklinde karşılık verdi. Biraz laflayıp ayrıldık birbirimizden.

Konser zamanı geldi. Adının Sami Derintuna olduğunu sonradan öğrendiğim beye, bu işi becerme yetisi nedeniyle olacak ki sunuculuk görevini de vermişlerdi. Şarkılar arasında Sami Derintuna kendi şiirlerini okudu. Sonra ilginç bir şey oldu. Çocukluğumdan bu yana her duyduğumda beni düşündüren, yazarını yıllarca tanımak istediğim şarkının sözlerini okumaya başladı. "Baharı beklerken ömrüm kış oldu." Ve sonra açıklama içeren bir konuşma yaptı bu şarkıya istinaden. Meğer söz ve müziği ona aitmiş. Ve ben bunu bilmeksizin onunla konuşmuştum. O bunu bilmeksizin hep merak ettiğim, sahibinin ağzından duymak istediğim açıklamayı yapmıştı. Cevaplar umulmadık bir anda gelmişti. Anlatamam neler hissettiğimi sizlere. Çok heyecanlandım, duygulandım, hayret ettim ve hatta gözlerimden yaşlar boşaldı. Gönülden istediğim bir şeyle, tanımak istediğim bir insanla bir konser öncesinde yollarım, gözlerim ve gönlüm buluştu bilmeksizin. Bir konser sırasında sunuldu bana istediğim. Ona konser sonunda basit bir hediye, bir çiçek verebildim yıllarıma cevabı ve güzel şarkısı için. Hayat gizemli bir kutu. İnsan düşünceleri, sözleri ve yazdıklarıyla şekillendirebiliyor bazen geleceği. Güzel bir sürpriz ya da tesadüf mü diyeceksiniz...? Adına istediğinizi, koyun... Yeter ki güzel ve zararsız isteklerinizin, hayallerinizin içine lekeler bulaştırmadan; katıksızca, canı gönülden isteyin. Gönülden, sevgiyle istediğinizde gerçekleşiyorlar bilin. Olmazlar devriliriyor sevgiyle yola çıkınca...İsteyin... Hakkınızda iyisiyse belki de oluverirler... Zaman zaman istememenin en büyük isteğim olduğu anlar olsa da elime bir kağıt ve kalem aldım bile çoktan... 2003 yılı isteklerim için... Siz hala duruyor musunuz...? İsteyin bakalım..! Ne demişler:İsteyenin bir yüzü kara, alanın rengarenk:)))

Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Kamu Pistlerine İlk Çıkış

Patronlarıma göre bir bankanın böyle ayrıntılı bilgiler talep etmesi garip karşılanmıştı. Bu yüzden cevap verip verilmemesi konusunda tereddüt duyulmuş olabilirdi. Sebep her ne olursa olsun, resmi yazışmalar yoluyla bilgi temininin uygun bir yöntem olmadığı anlaşılıyordu. Kütüphanelerden elde edilecek bilgilerin ise bu konulara yıllarını vermiş yetkililerin görüş ve düşüncelerinden arınmış salt bilgiler olarak çok fazla işe yaramayacağını düşünüyordum. Bir sempozyum, seminer ya da atölye çalışması çerçevesinde her kurumdan bir kaç yetkiliyi bir araya getirmek ise bana çok cazip gelmiyordu. Zira bu pratik olarak hem çok zordu, hem de işe çok fazla resmiyet kazandırıp bizim hareket alanımızı daraltabilirdi. Patronlarımı ikna ederek farklı bir yöntem uygulamaya koyuldum: yüz yüze görüşmeler...

Günde 3-4 kapının ipini çekerek bir hafta içinde Ankara'da kömürden doğal gaza, elektrikten petrole kadar enerji alanında faaliyet gösteren ne kadar kuruluş varsa, hepsinin üst düzey yetkilileriyle görüşüp kendimi tanıttım. Amacımı ve temel fikirlerimi açıkladıktan kısa süre sonra bana bu konuda en iyi şekilde yardımcı olacağı düşünülen uzmanlar telefonla odaya çağrılıyor ya da benim onlara ulaşmam sağlanıyordu. Yüzlerce sayfalık not almış, bir o kadar istatistiki bilgi, broşür ve rapor türü belge toplamıştım. En önemlisi yetkili ağızlardan bu işin tarihsel evreleri, ne zaman hangi yönde müdahalelerde bulunulduğu, nerelerde ne tür hatalar yapıldığı ve ileriye dönük olarak nelerin yapılması gerektiği konusunda som derece rafine bilgiler alıyordum. Doğrusu ben de işin keyfine varmıştım. Sohbet arasında öyle güzel şeyler anlatılıyor, öylesine işin püf noktalarını kapsayan yorumlar yapılıyordu ki 100 yıllık emektar bir buharlı lokomotifin tasarımcılarından imalatçılarına, kömürcüsünden ocakçısına, makinistinden sofajcısına, yolcularından kondüktörüne kadar tüm ilgilileriyle görüşüp onun hayat hikayesini çıkartıyor gibiydim.

Kütüphaneye kapanıp notlarımı tasnif ederken fark edilen eksiklikleri de birkaç telefon görüşmesiyle gidererek raporumu hazırladım: "İKİBİNLİ YILLARDA TÜRKİYE'NİN ENERJİ PROFİLİ".

Ahh… aaaah! Neler yoktu ki bu raporda… Örneğin 2001 yılı yaz aylarında Başbakanlıkça uygulamaya konulan elektrik kısıtlamaları bana hemen 1986 tarihli bu raporda 2000'li yılların başında karşı karşıya kalınacağı öngörülen enerji açığı ile ilgili projeksiyonun ne denli isabetli olduğunu düşündürmüştü. Tabii ki beni ilgilendiren husus enerji açığı projeksiyonunun isabetliliğinden ziyade, bu projeksiyona dayanarak bankaya önerdiğim yatırım projelerinin isabetliliğiydi. Zira ben enerji yatırımları sayesinde ortaya konacak ilave enerji arzının talep garantisi olacağını savunuyor ve bunu sözünü ettiğim enerji açığı projeksiyonuna dayandırıyordum.

Rapordaki öneriler sadece enerji yatırımlarına finansal destek sağlanması yoluyla ilave iş hacmi yaratılması ile de sınırlı değildi. Kalkınmaya paralel olarak artacak olan talep nedeniyle giderek pahalı bir üretim girdisi haline enerjiden daha verimli bir şekilde yararlanarak tasarruf sağlayacak teknik ve yöntemlerin kullanımına imkan sağlayacak teknoloji transferleri de cazip bir iş alanı olarak gözükmekteydi. Mikro düzeyde yönetilip finanse edilecek bu tür teknik yeniliklerin makro düzeydeki sonuçları ülkemizin enerji açısından dışa bağımlılığını azaltıp enerjinin daha rasyonel kullanım yoluyla çevresel kirlenmenin önlenmesine de katkıda bulunacağından hem ulusal düzeyde, hem de Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Merkezi (UNCHS-HABITAT), Dünya Bankası gibi kuruluşlar çerçevesinde uluslararası düzeyde destek bulmalarının ciddi bir olasılık olarak karşımızda durduğu bu raporda örnekleriyle anlatılıyordu.

En büyük potansiyel müşterimizin ülkenin Doğusunda üretilen elektrik enerjini ülkenin Batısına taşırken %30 ila % 35 oranında kayıp veren Elektrik Kurumu olabileceğini düşünüyordum. İletim hatlarında süper iletkenler kullanılması gibi teknolojik yeniliklerle bu kaybın yarısının bile önlenmesi, yapılacak yatırımın bir kaç yılda geri kazanılmasına yetebilecek denli büyük bir parasal değere işaret ediyordu. Formül ise yukarıda bahsedilen Enerji Sözleşmesi'nde yatıyordu.

En küçük müşterimiz ise, evinde yaz kış kullandığı elektrikli şofbeni güneş enerjili bir sistemle destekleyerek yazın hiç elektrik kullanmadan, kışın güneşli günlerde ise normalinde 10-15 derece daha sıcak bir suyu istenen sıcaklığa kadar ısıtmak için daha az miktarda elektrik kullanarak yıllık elektrik tüketiminde kayda değer bir tasarruf sağlamayı planlayan orta halli bir Ankara'lı bile olabilirdi.



Çünkü yılda en az 200 güneşli gün gören Ankara'da, çatıları gün boyu 60 dereceye kadar ısınan yüz binlerce konutta sıcak su ihtiyacı yıl boyunca elektrikli, doğalgazlı ya da LPG tüplü şofbenler aracılığıyla karşılanıyor ya da kalorifer kazanları ateşlenerek sıcak su elde ediliyordu.

Ne bireysel tüketicinin çatısına güneş enerjisi sistemi yaptırmaya, ne de Elektrik Kurumunun nakil esnasındaki kayıpları en aza indirebilecek altyapı yenileme çalışmalarına ayırabilecek paraları olmadığından bu tür yatırımlar için bizim bankadan gelebilecek uygun kredi önerilerini ret etmeleri olasılığı yok denecek kadar azdı. Tüm mesele ciddi bir şekilde bu işe girerek bir enerji yatırımları finansörü olarak isim yaparak dış kaynaklardan uygun fiyatlı kredi bulmak ve bu krediyi uygun garantilerle tüketicilere pazarlamak şeklinde özetlenebilecek bir girişimciliği üstlenmekti.

Raporum öylesine beğenildi ki beni ilave temas ve araştırmalar için 1 haftalık bir yurt dışı göreviyle Paris'te yapılacak bir IEA Uzmanlar toplantısına gönderdiler. Sevinçten havalara uçuyordum zaten. Ancak o güne kadar bankadan değil adaylık süresinin tamamlamamış bir memurun, Şube Müdürlerinin dahi yurt dışı toplantılara katılmaları gibi bir durum görülmemiş olduğunu öğrenince, bunun ne denli ciddi bir ödül olduğu çok daha iyi anlamıştım.

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_46.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.007 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


SEVDİM SENİ EY İNSAN

Ben ölmem
İşimi bilirim ben
Ecel zangoçlarını bile
Bir çırpıda atlatırım

Sıfır denize yuvarlasanız
Lime lime doğrasanız kafamı
Bu odalardan bu kitaplardan
Ayrılamam ayrılamam

Dört elle yapışırım sokaklara
Mavilere beyazlara abanırım
Güzellikler beni yormaz
İnan olsun yaşlanmam

Hiçbir şeyden ürkmem
Kim ne derse desin
Ey insan seni sevdim
Ben ölmem ben ölmem

Salah BİRSEL

<#><#><#><#><#><#><#>

İSTİKLAL CADDESİ

Caddelerden İstiklal caddesi
Havuzdur da havuzdur
Kadınlar da ördekleri
Dalaşır şıpıdak şıpıdak

İstiklal Caddesinde dükkanlar
İki yandadır da iki yandadır
Vitrinlernen incik boncuk
Şıkırdaktır da şıkırdaktır

İstiklal Caddesi dediğin
Antep kilimine benzer
Beyazlar yeşiller karalar
Fırıldaktır da fırıldaktır

İstiklal Caddesinde dullar
Cımbızlarıyla dolaşır
Baldırnan eksik eteknen
Fıkırdaktır da fıkırdaktır

Akşamları İstiklal Caddesinde
Çiçekler kokulanır da kokulanır
Karanfillernen afişler
Kıkırdaktır da kıkırdaktır

Caddelerden İstiklal Caddesi
Uzundur da uzundur
İstiklal Caddesinde bekarlar
Dolaşır şıpıdak şıpıdak

Salah BİRSEL

 Biraz Gülümseyin


KAVRAM KARGAŞASI

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, yollarda küçük dereler oluşmuş, “deli” başını pencereye dayamış dışarıyı seyrediyor. Arabanın biri, sağ arka lâstiği patlak, tangur tungur, yanaşıyor kaldırımın yanına. Kaderi ıslanmak olan bir adam iniyor, kriko ve yedek lâstiği çıkartıyor. Bijonları gevşettikten sonra arabayı kaldırıyor. Somunları tamamen söküp dördünü birden kaldırımın yanına diziyor. Patlak lâstiği bagaja, yenisini yerine, tam somunları alacak ki, sular somunları almış götürmüş. Ümitsiz aranıyor çamurlu suların içinde, hırsından kuduracak neredeyse. “Deli” sesleniyor penceresinden:

- Hey..!! Bijonları mı kaybettin?
Adam hayretle ve çaresiz:
- Evet!!!
- Kaç taneydi?
- Dört.
- Şimdi diğer lâstiklerden birer tane sök ve elde ettiğin üç bijonu yeni lâstiğe tak.
Adam hem hayretler içinde hem de aşağılanmış bir şekilde soruyor:
- Peki,... sen deli değil misin?
- Deliysek, aptal değiliz ya!!!


Yatay çizgiler birbirine paralel mi acaba? Yanıtı yarın:-))

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.shockwave.com/bin/content/shockwave.jsp?id=3pointshootout
Tamamen 3D olarak hazırlanmış güzel bir üçlük atış oyunu. Üçlük atış diyince tabiki basketbol aklınıza gelsin başka atışlar tamamen konumuz dışında. Unutmadan atış yapmak için space bar kullanılıyor. İyi atışlar.

http://www.lexam.net/peter/carnut/oddball.html
İlginç arabalar resim galerisi...This page is dedicated to all those wonderful but most unusual oddball and Micro cars. Some production cars, some home made, some strange home grown modifications. All of these shots are of real cars. No trick photography or clever editing here!

http://www.freakatorium.com/freakbldg/index.asp#attic
Sanal galeri... there is so much to see! You can click on any floor to access the floorplan of that floor ~ only enter if you are not feint of heart!...

http://www.popcap.com/gamepopup.php?theGame=wordshark
Kalvye üzerindeki hızınızı deneyebileceğiniz ilginç bir oyun. Yapmanız gereken balıklar üzerinde veya farklı alanlarda size sunulan kelimeleri klavye üzerinde hızla yazabilmeniz. Yazdığınız her kelime hem puan kazandırıyor hem de hayatınızı kurtarıyor.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Splitter & Merger v4.0 [27k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105137
Kocaman kocaman dosyaları, bir yerden biryere taşırken bayağı zorlanırız bilirsiniz. Hele küçük disketlere sığdırabilmek için akla karayı seçeriz. İşte bu program, bu tür büyük dosyaları bölüyor ve sıkıştırıyor. İsterseniz, daha sonra birbirine ekleyip kocaman dosyaya erişmenizi sağlayan exe dosyaları da yaratıyor. Son derece kullanışlı bir program, herkese tavsiye olunur. 30KB lik bir program. Kurmaya gerek yok, kendi kendine çalışıyor.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030109.asp
ISSN: 1303-8923
9 Ocak 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com