|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 183 |
14 Ocak 2003 - Hadi canım sizde!.. |
Merhabalar,
Epeydir bir garip ispiyoncu reklam kampanyası yayınlanıyor televizyonlarda. Hani şu reklamı reklamcıya şikayet eden reklamlardan söz ediyorum. RTÜK yetmedi bir de başımıza RÖK çıktı. Ucundan bucağından reklam tozu da yuttukya artık konuşmak gene bana farz oldu üzgünüm. Reklamcıların bir araya geldiği derneğin ileri gelenleri toplanıp aralarında bir denetim kurulu kurmuşlar, bir sürü denetim kurulundan ayrılsın diye de başına öz eklemişler, olmuş size reklam özdenetim kurulu, namıdiğer RÖK. Bilmemek mümkün değil, her iş kolunda olduğu gibi, reklam dünyasında da ekmek aslanın ağzında. Bölüne bölüne amipvari çoğalan reklam ajansları müşteri edinmek için kılı kırk yararken, yaratıcılıklarını pazarlama teknikleriyle süslemeye çalışırlarken, şimdi bir de RÖK kriterlerini önlerine koyup, uydu mu uymadı mı sorusunu soracaklar birbirlerine. Hadi canım siz de.
Yıllar öncenin tek kanallı televizyon devri geldi gözümün önüne. Sansürün ağababasının yürürlükte olduğu dönemlerde, bir reklam filmini TRT'de yayınlatmak için bütçenizi 1 sene önceden belirlemek zorundaydınız. Sınırlı sayıda ki reklam kuşaklarında yer kapabilmek için önce ihaleye katılıp ön ödemeleri yapardınız, sonra da binbir emekle hazırladığınız reklamlar yanılıp şaşırıp denetimden geçerse ekranın karşısına geçer seyrederdiniz. Filmi çektikten sonra reddedilme olasılığı herzaman baki kalmak kaydıyla, bir öndenetim hakkınız da vardı hani. Önce senaryoyu yollar şöyle bir ön yoklama çekebilirdiniz. Filmlerin reddedilme gerekçeleri başlı başına bir yazı konusu olabilir, o yüzden onu yedekte bırakıyorum şimdilik.
Sonra özel televizyonlar devreye girdi mertlik bozuldu, saltanat yıkıldı. Reklamcılar daha özgür senaryolar üzerinde çalışabilmeye başladılar. O özgürlük, son yıllarda seyredilebilir ürünler çıkmasına vesile oldu. Öyle ki, bazen yayınlasa da seyretsek dediğimiz reklamlarla karşılaşır olduk. Yeni kuşak reklamcılar ve zamana ayak uydurabilen ustalar, kısıtlı bütçelerle, birbirinden güzel eserler çıkarttılar, hala da üretmeye devam ediyorlar. Şimdi kalkmış, kendi silahlarıyla kendilerini vurmak için siper kazıyorlar. İşin etiği gereğiymiş. Hadi canım sizde. Reklamveren, reklam ajansı ve televizyondan oluşan üçlü sacayağının üstüne kurulmuş reklam denen bomba, bu üçlünün otokontrolünde patlamıyor da, seyreden biz seyircilerin şikayetleriyle patlayacak öyle mi? RÖK'ü oluşturan reklamcılar, bomba kontolümüzden çıkabilir, aman ha siz izleyin de fikrinizi beyan edin diyorlar. Sonra da gelen şikayetleri değerlendirip, reklamı ya düzelttiriyorlar ya da yayından kaldırtıyorlarmış. Bak Allahın işine.
Reklamın iyisi kötüsü olmaz, satanı satmayanı vardır. Seslendiği kitleye uyup uymaması önemlidir. Şimdi ben kalkıpta, benim oğlan çamaşır makinesine şut çekiyor diye şikayet ettiğimde, bu reklamın yanlış olduğu anlamına mı gelecek? Durumdan vazife çıkarıp, her verilen telefonu günde onlarca kez arayan 3-5 kişinin şikayeti reklamın akibetini mi belirleyecek? Bırakın yahu, bunlar boş işler. Toplumun temel değer yargılarıyla çelişmediği sürece, her türlü yaratıcı çalışmaya eyvallah demeyi öğrenmemiz gerek artık. Yaratıcılığın olduğu yerde tokatlamaya hazır bekçi varsa siz ancak ucubelerden söz edebilirsiniz. Haksız rekabet, yalan, dolan, üçkağıt, çalıntı gibi kavramlardan uzak durmaktır etiğin gereği. Bunu da zaten kendi içinizde hallediyorsunuz. Bırakın bizi bulaştırmayın büyük balığın küçük balığı ham yapma ameliyenize. Biz seyreder sonra yolumuzu çizeriz. Yalan reklam beni bir defa aldatır. Parasını sokağa atıp, bir işe yaramaz malının reklamını yapandan da bana ne?
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen BİLEN Ağabey |
|
Kumburgaz Duruman Sitesi'nde tanıdım Bilen Ağabey'i. Pür neşe bi adam, sürekli espri modunda. Çadır kurmuş benim arkadaşlar Sinan ve Murat. Hani teyze oğulları, hani makinalı tüfek gibi konuşanlar, hani Amerikan Pazarı gibi Adam öykümdeki...
- Sende gelir misin ?
dediler, gittim. Çadır hayatı başka güzel ama tuvalet en büyük sorun bence. Çok güzel günler geçirdim bu tatil sitesinde. Kum üstünde ikindi vakit futbol maçları, tavla turnuvaları... Hele Ohannes Usta'yı ballı zarımla tavlada krallığına son vermem olay olmuştu. Hatta ertesi yaz beni aramış, gelsin onunla görülecek hesabım var demiş, gider miyim ? Heh ! He ! Neyse gelelim Bilen Ağabey'in durumuna. Adamın yanında ağzımızı açamaz olmuştuk, söylediğimiz her kelime bize bir fıkra olarak dönüyordu. Sinirlensen bir türlü, bedavaya güldüğüne sevinsen bir türlü...
" ......... dediniz de aklıma geldi, adamın biri ....... "
diye başlıyor, susmak bilmiyordu. Gece çadırın yanına geliyoruz, deniz kenarı soğuğu çıkmış, çişler gelmiş, makas vaziyetindeyiz, adam fıkra anlatıyor
" Adamın birinin çişi gelmiş............ "
- İyi geceler, bak yenge merdivende bekliyor seni !
diyoruz :
" Merdiven dediniz de aklıma geld, adamın biri birgün merdivenin .... "
Gidiyor sonunda neyse ki; ama tam uykuya dalacağız, çadırın fermuarı cııırrrt diye açılıyor ve Bilen Ağabey kafasını içeri uzatıp :
" Ya çocuklar ! Tam dişlerimi fırçalıyordum yatmak üzereyken, aklıma geldi, adamın biri dişlerini fırçalarken ....... "
Eskiden İstanbul-Ankara otobüsle 8-9 saat felan, yol uzun, Bilen'in şirketinde bir Cuma günü 2 kişi konuşuyorlar, toplantı için Cumartesi Ankara'ya gidilecek, Pazar dönülecek, birbirlerine :
" Sen bana bak ben sana, geçmez bu 8-9 saat, hady gel Bilen'e söyleyelim, o da gelsin, yolda bize fıkra filan anlatır, nasıl geçtiğini anlamayız yolculuğun..! "
diyorlar ve Bilen'de kabul ediyor ve Topkapı Garaj'ında açıyor bayramlık ağzını, Bolu'ya kadar dur durak yok. Adamın biri otobüs garajındaymış, adamın bir otobüsle giderken, diye girişmiş işe... Günah çıkartmaya gerek yok, papazı zaten yanıbaşlarında bulmuşlar ve Bolu'da derhal bir plan yapıp Bilen'e 3 otobüs bileti parası vermişler :
- Bilen'ciğim şu arka sokakta Mengen'li meşhur ustadan bize ..... alır mısın ?
diye sepetleyip, şöföre yalvar yakar, bas gaza gidelim noooolur demişler. Pazartesi sabahı şirkete geliyorlar korka, tırsa, odadan içeri giriyorlar, Bilen Ağabey :
- Adamın birini arkadaşları yaka-paça otobüsten aşağı atmışlar.....
diye başlıyor anlatmaya... Arkadaşları :
- Bak Bilen, bu fıkradan sonra bir tane daha anlatmaya başlarsan emin ol ki; ikinci fıkrayı bitiremeyeceksin ve yine emin ol ki; daha sonra İLK anlatacağın fıkra : " Adamın birinin yüzünü gözünü dayaktan tanınmaz hale getirmişler, sol bacağını, sağ koltuğunun altına vermişler, sağ bacak üzerinde zıplaya zıplaya giderken ..... " diye başlayacaktır, hatta seninle iddiaya bile gireriz ..! Var mısın ?
asesen@turk.net
|
Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı |
KUYRUĞUN SONU
Bir arkadaşımla eve dönmek için şehirde özel çift katlı otobüslerden birini kuyrukta beklerken, yeni neslin oldukça şaşkın bir üyesi yanımıza yaklaşıp "abi kuyruğun sonu burası mı?" diye sordu. Cevap vermemizi beklemeyip yanımıza tünedi. O tünedi fakat bende birden "kuyruğun sonu" merakı başladı. Kaynakların kıt, insanların çok olduğu ülkemizde malumunuz üzere kuyruklar çoktur. Kuyruklarda ise her daim kuyruğun sonu yaşanır. Bu konuda derin bir araştırma yaptım.
Kuyruğun sonu sorunu sanıldığı kadar yeni bir şey değildir. Kuyruğun sonu sorunu insanlık tarihi kadar eskidir. Fransa'da bulunan duvar resimlerinde kuyruk olmuş mamut resimleri vardır. Kuyruğun sonu ile ilgili elimizdeki ilk yazılı belge milattan önce 3000 yılına ait bir Mısır papirüsüdür. Uygarlık geliştikçe kuyruğun sonu sorunu da düşünürleri meşgul etmiştir.
Antik çağın ünlü düşünürü ve formel mantığın kurucusu Aristo, büyük eseri Mantık'da "Kuyruğun sonu ve başı aynı nokta olamaz, olursa mantığa ters düşer" önermesini koymuştur. Bu önermeye karşı çıkan Zenon, "Eğer kuyruk tek kişiden oluşuyorsa kuyruğun başı da sonu da aynı nokta olacaktır" diyerek bir karşı önerme geliştirmiştir. Bu önerme daha sonra Zenon paradoksu olarak felsefe tarihine geçmiştir. Bu paradoks ilk ve ortaçağ boyunca tüm felsefecileri uğraştırmıştır, daha sonra büyük felsefeci Kant tarafından çözülmüştür. Kant, "kuyruğun sonu ve başı aynı nokta olamaz çünkü tek kişiden oluşan bir kuyruk yoktur. Tek kişinin olduğu bir kuyruk, kuyruk vasfını taşımaz, o halde bir nokta bir kuyruğun hem başı ve hem de sonu olamaz" demiştir.
İlk çağda eski Yunanlılarda başlayan "kuyruğun sonu" sorunu, ortaçağda kilisenin tahakkümü altında devam etmiştir. Daha sonra kilise tarafından aziz ilan edilen St.Agustus, konuyla pek alakası olmasa bile Hz.İsa'nın sözlerini kullanarak kuyruğun sonu sorununu çözmeye kalkışmıştır. Teolojik bir yapıda kalan bu yaklaşım kilise tarafından daha sonra "kuyruğun sonu" sorunu için kilisenin resmi görüşü olarak kabul edilmiştir.
Doğu ve İslam düşünürleri de "kuyruğun sonu" sorunu üzerine düşünmüşler ve bu konuda eserler vermişlerdir. Olaya daha çok dini ve ahlaki açıdan yaklaşan İbn-i Vakkas, önemli olanın kuyruğun sonunu bulmak değil, kuyruğun başından girmeye kalkışmamak olduğunu belirtmiştir. Kuyruğun sonuna riayet etmeyen birinin cehennemlik olacağını söylemiştir.
Taoist geleneğin yaygın olduğu Uzak Doğuda ise eski Çin'de, büyük düşünür Lao Ti Tzi, olaya Budist bir açıdan yaklaşmış, batılıların bu gün bile anlayamadıkları şu sözleri söylemiştir;
"Kuyruğun sonu ve başı yoktur. Kuyruk aslında sensindir. Kuyruğun farkı bir şey olduğunu düşünmek bir yanılgıdır. Sen, kuyruksun, kuyruk da sen"
Bu bilgece sözlere rağmen (her ne kadar bu satırların sahibi dahil olmak üzere kimse ne dediğini anlamamış olsa da) Pekin'de bir ekmek kuyruğunun başından kaynak yapmaya çalışırken yakalanmış ve bilge olmasına rağmen esaslı bir dayak yemekten kurtulamamıştır.
"Kuyruğun sonu" problemine (çağdaş dille ifade edersek sorunsalına) bilimsel diyebileceğimiz ilk yaklaşım Galileo tarafından gerçekleştirilmiştir. Olaya deneysel metotla yaklaşan Galileo, yaşadığı şehirdeki balıkçıların önündeki kuyrukları gözlemleyerek bulduğu sonucu bilimsel bir dille makale olarak yayınlamıştır. Galileo'ya göre kuyruğun sonunu bulmak için öncelikle kuyruğun başını bulmalı ve kuyruğun başındaki kişinin geriye dönüp bakması ve gördüğü kişinin de benzer şekilde geriye dönüp bakmasıyla oluşan zincirde bir şey göremeyen kişi kuyruğun sonu olduğu sonucuna varmıştır. Galileo'nun öne sürdüğü fikirler, kuyruğun sonu ile ilgili resmi kilise görüşüne aykırı olduğu için engizisyon mahkemesi duruma el koymuş ve Galileo'yu bu düşüncelerinden dolayı kafirlikle, şeytana tapmakla suçlamış ve ölüme mahkum etmiştir. Fikirlerini kamu önünde açıkça inkar etmesi karşılığında yaşamı bağışlanmıştır. Yine de mahkemeye dediği şu sözler tarihe geçmiştir;
"ben desem de, demesem de kuyruğun sonu vardır".
Bu cümle daha sonra Rönesans ile birlikte başlayan bilimsel yaklaşımın ve özgür düşüncenin kilise tahakkümüne karşı verdiği mücadelenin bayrağı olacaktır.
Bu bilimsel yaklaşım daha sonra gelişecek ve deneysel çalışmalarla desteklenerek kuyruğun sonu problemine kesin olmamakla birlikte bazı çözümler getirecektir.
20. yüzyılda ise felsefede özellikle varoluşçu akım kuyruğun sonu konusuna eğilmiştir. Varoluşçuluğun fikir babası olarak kabul edilen Danimarka'lı düşünür Soren Kierkgard bu konuyla bizzat uzun süre ilgilenmiştir. Kierkgard ünlü eseri "Ontolojik Kuyruk Sıkıntısı" adlı kitabında, kuyruğun sonunu ya da başını bulmanın önemli olmadığını belirttikten sonra, bu konuda yapılan büyük bilimsel çalışmaların beyhude olduğunu söylemiş ve yaşam açısından çözülmesi gerekenin kuyrukta beklerken ortaya çıkan can sıkıntısının giderilmesi olduğunu belirtmiştir.
Bu sonuca varırken, herhangi bir şekilde felsefi metodoloji kullanmayan Kierkgard, kuyruğun düşünerek değil, kuyrukta bekleyerek anlaşılacağını altını çizerek vurgulamıştır. Zamanında anlaşılamayan Kierkgard, ikinci dünya savaşı süresince ve sonrasında ortaya çıkan kuyruklarda canları sıkılan felsefeciler tarafından yeniden keşfedilmiş ve yaşamında görmediği büyük bir ilgi ile karşılaşmıştır. Toprağı bol olsun.
Batılı ülkelerin refaha ermesiyle kuyrukların çok azalması (havaalanları hariç) kuyruğun sonu sorununa olan ilgiyi ister istemez azaltmıştır.
Kuyrukları bol olan ülkemizde ise, bir de halkımızın kuyrukta beklemek konusundaki heves ve isteği de eklenince, kuyruğun sonu sorunu hem bilimsel, hem de diğer sosyal çevrelerde yoğun bir araştırma ve ilgi konusu olmuştur.
"Kuyruğa kaynak yapmak" gibi batıda örneğine hiç rastlanmayan davranış biçimleri de, aynı şekilde yurdumuzda ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra kuyruğun sonunu bulamamış gibi yaparak kuyruğun başına geçmek gibi ahlaki olmayan fakat yaygın olarak görülen davranışlarda maalesef sık sık gözlemlenmektedir.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla ortaya çıkan genç Türkiye Cumhuriyeti'nin Maarif Vekaleti, kuyruğun sonu sorununu çözmek ve kuyruklarda yaşanan kargaşaya bir nebze olsun çözüm getirmek için büyük Fransız düşünür Le Cher'in ünlü eseri "Kuyruk Beklerken Uyulması Gereken Kurallar" dilimize çevirtip kitap haline getirmiştir. İlk baskısını Milli Kütüphanede bulabileceğiniz bu eser, batılı ve çağdaş kuyruk bekleme adap ve törelerini gösterdiği için tüm okullara dağıtılmıştır.
Bütün bu çabalara rağmen kuyruğun sonu sorunu ülkemizde bir türlü çözülememiş, hatta bu konuda çıkan tartışmalardan çıkan kavgalarda elem verici ölümler olmasının önüne geçilememiştir. Kuyruğun sonunu bulma konusunda yaşanan bu sorun iktidara gelen her hükümeti zor durumda bırakmıştır.
Muhalefette iken kuyruğun sonu sorununa çözüm getireceğine söz veren partiler, iktidara gelince yalap şap projelerle sorunu çözmeye çalışmış fakat kalıcı bir sonuç elde edilememiştir. Bu konuda ilk ciddi girişim Dünya Bankası kredisi ile kurulan "Kuyruk Enstitüsü"dür. Her ne kadar muhalefetteki milletvekilleri tarafından Ahmet Hamdi Tanpınar 'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü kadar gereksiz olmakla suçlansa da, enstitü verimli çalışmalarda bulunmuştur.
Bütün bu çabalara rağmen, bir otobüs gelince meydana gelen kargaşa ve arbedenin nedeni hala çözülememiştir. Batılı bilim adamlarıyla birlikte yürütülen çalışmalarda yavaş çekim filmleri izlenen, otobüs geldiği anda yaşanan kaotik ve non-lineer yapıya tam bir bilimsel izah getirilememiştir.
Çekilen filmleri yüzlerce kez farklı açılardan ve hızlarda izleyen yerli ve yabancı bilim adamları, halkımızın kuyruğun sonunu bulmakta yaşadığı çaresizliğe ve yaşanan kaotik anı açıklanamaz olarak nitelendirmişlerdir.
Verdikleri raporda "...bilimin şu andaki varmış olduğu noktada, elimizdeki verilerle bu olguya bilimsel ve mantıklı bir açıklama getirmemiz maalesef imkansızdır" demişlerdir. Daha sonra makale haline getirilen bu rapor uluslararası bilim camiasında çok büyük bir ilgiyle karşılanmış ve "Türk Kuyruk Sorunu" olarak adlandırılmıştır. Bir çok ünlü bilim adamı ve üniversite bu konuya eğilmiş fakat çalışmalarda elde ettikleri sonuçlar maalesef teori düzeyini geçememiştir.
Sonuç olarak kuyruğun sonu sorunu hala çözümlenmemiş olarak karşımızda durmaktadır. Yine de insan aklının bu sorunu bir gün eninde sonunda çözeceğine kesin gözüyle bakılmaktadır. Belki bizim ömrümüz yetmeyebilir ama ümidimiz odur ki en azından çocuklarımız görecektir.
Mehmet Emin Arı http://www.eminari.com
|
Köpüklü Kahve : Müge Ünal |
Bu dünya başka dünya...
Ne kadar zamandır gitmiyordum alışveriş merkezlerine… Ya çok yoğun oluyorum gidemiyorum ya da vaktim olduğunda da canım oralara gitmeyi istemiyor. Bambaşka bir dünya… Orada insan kendini başka bir gezegende gibi hissetmiyor mu? Ben öyle hissediyorum sizi bilmem…
Uzay mekiğim ile nakil koridorlarına dalıyorum. Aracımı parkedip yeni gezegeni keşfe çıkıyorum… Yaşam için tüm teknik araç gereçler yanımda… Yaşam ünitesi çalışıyor. Kıyafette bir delik gedik yok. Bilirsiniz sızıntı olursa fena… Anlaşılırsa sıradan olduğunuz apar topar atarlar sizi dünyalarından.. Neyse, ben de herşey tamam… Kamufle de oldum. Harika… Şimdi hazırım…
Hareket eden ve beni gezegenin bir katmanından alıp başka bir katmanına çıkaran merdivenlere dikkatlice biniyorum. Her katta ışıklar, neonlar, müzik sesleri… Evet biraz fazla suni ama idare ediverin canım sizde dedim ya burası başka dünya…. Havalandırma çalışıyor. Ayaklarınızın altından, üstünüzden, yanınızdan, ötenizden berinizden, elektrik kabloları geçiyor. Siz onları görmüyorsunuz ama onlar bilirler sizleri… Benim geldiğim dünyadan birçok arkadaş da var buralarda… Gözgöze gelince tanımıyoruz birbirimizi… Belli etmeyeceğiz ya sıradan, sıkıcı, doğal dünyadan geldiğimizi… Bazen sıkıcı da olsa bazen renkli oluyor keşif gezisi…
Hah işte… Vayyy… Yeni türler yine harika... Ne kadar da benziyorlar birbirlerine değil mi? Kopya.. Yoksa klonlanmışlar mı diyeyim… Olsun hepsi birbirinden güzel ve yakışıklı türler… Üzerlerindeki uzay giysisi; Cinslerine göre farklılık gösterse de hemcinsler için aynı.. Sesleri bile aynı. Tarzlar aynı, yürüyüşleri, mimikleri, zevkleri… Hepsinin ellerinde iletişim cihazları, bazılarının ki kulaklarına monteli… Hepsi son derece şık ve zevkli… Moda dergilerinden fırlamış gibiler ama bu dergi başka dergi… Bazen benim anlıyamadığım bir lisan konuşuyorlar. Boş boş bakınca da tane tane ve yüksek sesle anlatıyorlar bana meramlarını… Tamam diyorum tamam anladım tamaaam…
Aralarında geziniyorum bazen benim de ihtiyacım oluyor yeni uzay giysisine… Yok aradığım standart modeller yok… Uzayda zamanın da modanın da hızına yetişemiyor insan… Dün giydiğim bu gün demode. Aman canım bana ne… Ben yine istiyorum standart modeli. Yok diyorlar üretilmiyor… Bunu giyin harika… Ama diyorum bu bana olmadı ki.. Yok diyor satıcı kız bunlar yeni modeller… Sizi görünmez yapar… Nasıl diyorum merakla… Kız sıkılmış benden haklı… Ama yine de açıklıyor tane tane. Bakın diyor… Alırsanız bu moda olandan sizde olursunuz onlar gibi. Doğal olarak uyarsınız ortama bukalemun gibi… İşte görünmezliğin sebebi… Anlamasamda yok çarem alacağım bu modelden. Hem o kadar da fena değil canım… Evet aslında aklım her zaman aradığım demode olan modeller de ama… Ne yapalım, ya hazırlatacaksın bir tane ya da alacaksın bu yeni modellerden kendine… Kredimden kullanmalıyım. Yüklenmişti yaşam hesabıma aybaşında… Ödeyeceğim alınan kıyafetin bedelini… Fiyatlar astronomik…Çıkan sonuç harika… 10 gün kadar deliler gibi çalışmanın bedeli ödendi kıyafete. … Dedim ya…. Farklı dünya burası…Şaşırmamak gerek…
Bu dünya başka dünya…
Müge Ünal
mugeunal@turk.net
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Tanıtımda Banklardan Kavşaklara…
Petrol sarfiyatının azaltılması, daha doğrusu harcanan yakıtın durup beklemekle değil yol almakla tüketilmesi fikrinden yola çıkıp trafik lambalarıyla ilgili olarak bu denli geleceğe dönük ve bu kadar büyük tasarruf sağlayabilecek bir bakış açısına ulaşmışken bunu bir enerji konusu olarak işin uzmanlarına bırakıp bankacılık konularına yönelmeye içim elvermiyordu. Buradan bankacılık sektörü için mutlaka bir şeyler çıkarabilmeliydim.
Günlerce Kızılay meydanında dolaşıp yayaları ve araçları izleyerek düşünmeye devam ettim. Sonunda Arşimet'in suyun kaldırma gücünü bularak hamamdan fırlayışı gibi, ben de hem yayaların, hem de araçların hiç beklemeden geçiş yapabilecekleri bir kavşak modeli bulmanın sevinciyle YKM'nin çatı katındaki kafeteryadan fırlayıp kalktım. O kadar heyecanlanmıştım ki asansörü dahi bekleyemeden, 12 katı uçarcasına inip doğruca masamın başına koştum.
Taslak çizimler, kartondan modeller, ölçüp biçmeler derken yeni kavşak modelim ortaya çıktı. Üstelik model, müstakil bir şehir planlama projesi olarak muallakta duran bir proje de değildi. Bu model, bankanın tanıtım ve halkla ilişkiler stratejilerinde köklü bir değişiklik yapacak yeni bir tanıtım projesinin bel kemiğini oluşturuyordu. Şöyle bir sunuş tasarladım:
TEZ BİR:
Hemen her kentin park ve bahçelerinde bulunan ve bunlara "bank" denmesinin sebebi hikmetini istismar edercesine üzerlerinde mutlaka bir banka adı yazılı bulunan milyonlarca banktan yenilerini üretip hizmete sunmak hiçbir bankayı daha ön plana çıkartmaya yetmeyecektir.
Oysa cadde ve sokaklarda trafiğin akışını hızlandırabilecek bir yenilik, sadece Ankara'da değil, tüm kent ve kasabalarda bizim bankanın ön plana çıkmasını sağlayacaktır. Nitekim, bu düşünceyle hareket eden bazı rakiplerimiz, Ankara'nın merkezinde üst geçitler yaptırarak adlarını bu şekilde duyurmaya yönelmişlerdir.
Ancak yayaları 40 basamak yukarı tırmanıp 20 metre sonra tekrar aşağı inmek zorunda bırakan bu üst geçitlerden daha kullanışlı bir şeylere ihtiyaç duyulmaktadır.
Örneğin Ankara'da Kızılay meydanında yayalar, araç sürücüleri ve yolcuları, kavşağın karşı kısmına geçebilmek için dakikalarca beklemek zorunda kalmaktan kurtaracak bir yeni çözüm bankamızla özdeşleşecek ve bu yeniliğin anlatılıp aktarıldığı her ortamda bankamızın da adı anılacaktır.
TEZ İKİ:
"Beklemesiz Geçiş Kavşağı" adını verebileceğimiz
bu yeni model, trafik lambalarını da kullanımdan
kaldıracağından uluslararası alanda da
bankamızın tanıtımına katkıda bulunacaktır.
Bu iki tez ışığında bankamızın ilk beklemesiz geçiş kavşağını Ankara'nın en merkezi yerlerinden olan Kızılay merkezine inşa edilmesine öncülük etmesi isabetli bir tanıtım yatırımı olacaktır.
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_49.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.028 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
SENİ SEVDİM
Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim
"Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara
Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim
Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü
Yitik ceren arayı arayı anasını buldu
Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek
Soludum, üfledim, yaprak pırpırlandı Ağustos dindi
Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi
Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar
Ve onların yoğun boyunlu kadınları
Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa
Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce
Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde
Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce
Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz
Senet senet satılmadan önce
Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp
Tanrı parsellenip kapatılmadan önce
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin
Gülten AKIN
<#><#><#><#><#><#><#>
İĞNELİ DOST
İster ki herkes ölsün
Neler besleyip büyütmüş
Gömmüştür neleri gizli gizli
Belleği sıra
İster ki herkes ölsün
Şarap olacakken sirkeye dönmüş
Üzüm suyu şaşkınlığında
Gidişi kelebek gelişi beygir
Kişnemesi çöplük sanrılarıyla
Yollarda ipekler halılar, çağırır evine
Eli dili soylu kırmanç güzelliğinde
Tarih düşersiniz artık İsa doğmuştur
Dostluktan önce dostluktan sonra
Arınmıştır kirlerinden insan ve dünya
Belli belirsiz bir sızıyla
Dönüşte eliniz varırsa sırtınıza
Kocaman paslı bir iğne
Onların
Çimen bitmez bastıkları yerde
Sevgi buruşur
Gülten AKIN
|
|
Bulaşıkçı
Ali İksen (Ali İhsan okunur) bir lokantanın önünden geçerken, "Bulaşıkçı aranıyor" ilanını görmüş. Hemen içeri girip patrona:
- Ha, pen purada pulaşikçiluk yapapilirum., demiş.
Patron sormuş:
- Kaç dil biliyorsun ?
Ali İksen hiç duraksamadan cevap vermiş:
- On tört
Önce biraz şaşıran patron, sonra sinirlenmiş ve:
- Sen benimle alay mı ediyorsun ?
Ali İksen:
- Vallah önce sen paşlattun...
denizce.com
|
Sevgili Dostlar;
18.Ocak.2003 / Cumartesi gecesi Taksim civarında bir yer ayarlayabiliyorum.
Aslında belki de komple kapatabiliriz diye düşünüyorum. Kapasitesi 110 kişi
civarında çünkü. Sıcak, sevimli bir mekan, bizlere uygun.. Program ve fiyat
bilgileri :
20:30 - 00:30 / Canlı Müzik / Türkçe Pop ( 4 kişi )
Ordövr Tabağı
Ara Sıcak ( Sosis ve Sigara Böreği )
Salata
Ana Yemek ( Et veya Tavuk )
Limitsiz Yerli İçki ( Rakı, Şarap, Bira vs. )
Et : Izgara Biftek
Tavuk : Izgara Göğüs veya Mantarlı Krema Soslu Göğüs Parçaları
Kişi başına :
a. Et olması durumunda 25 milyon
b. Tavuk olması durumunda 22.5 milyon
Önemli NOT : Herkesin e-mail adresi bende mevcut değil,
siz dostlardan ricam takımları oluşturabilmek..
Ne kadar çabukkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
cevap verirseniz derhal yeri kapatacağım....
Sevgilerimle,
ENİŞTE'niz asesen@turk.net
|
KAN ARANIYOR!!!
Sevgili arkadaşlar, 16.Ocak.03 de 3,5 yaşındaki ikizlerimden Barış'ın American Hospital'da açık kalp ameliyatı yapılacaktır. Bunun için 15.Ocak.03 tarihine kadar hastaneden 6 ünite 0 RH - NEGATİF kan istenmektedir. Yardımcı olabilecekler 0542 585 24 85 nolu telefondan benimle irtibat kurabilirler.
İskender KARAKİRAZ
|
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.drparsons.fsnet.co.uk/George%20Bush.swf
This is me, by george bush. George bush'u ti'ye alan bir flash animasyon. İndirebilmeniz için swf uzantılı adresini veriyorum.
http://www.eds.com/cat_game/game2.html
The good, the bad, the furry. Kedi kovboyu oyunu. aslında konu kedi olunca cowboy yerine catboy demek dadoğru olacak sanırım. İyi eğlenceler .
http://www.antoloji.com/siir/
Size bir örnek, hem de Orhan Veli, bilen bilir değerini: ...Gözümüz saatte söyleştik hep, Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık. Hep yetişecek biryerler vardı. Aranacak adamlar, yapacak işler.... Bir sonraki günü telaşı bir öncekine bulaştı. Başkalarının hayatı bizimkini aştı... Devamı için bir tık.
http://www.kadinlar.com/mutfak/index.html
...Eski İstanbul konaklarında, evlerinde ve hatta saraylarda soğuk kış gecelerinde içilen ve tatlı sohbetler eşliğinde insanın içini ısıtan bazen de sıcak yaz akşamlarında insanın içini ferahlatan içecekler varmış. Ev imkanlarıyla ucuza üretilen bazı keyif meşrubatlarını... meraklısına
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Desktop Shooter v1.0 [574k] W9x/2k/XP FREE
http://www.onefog.com/freeware/desktopshooter.shtml
Patrona acayip bozuldunuz yada arkadaşınızla kavga ettiniz. Sevgilinizden gelen telefon sizi deli etti. Telaşlanmayın, sakin olun, hemen bu programı açın, masaüstünüzde önünüze ne gelirse vurun, devirin, öldürün. Kansız katliam yapıp deşarj olmak için birebir.
|
|
|